Karayılan: Ankara’nın stratejik amacı Kürtleri statüsüz bırakmak

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Türkiye’nin birinci stratejik amacının Kürtleri statüsüz bırakmak olduğunu belirtirken, Ankara rejiminin Suriye’de savaşa değil bataklığa saplandığını vurguladı.

Stêrk TV’de özel bir programa katılan Karayılan, Türk devletinin yayılmacı politikaları, işgal saldırıları, Kürtlere yönelik izlediği stratejiler ve Cizre’deki katliamlara ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

Karayılan, Ortadoğu’daki yeni dizaynda, Kürtlerin yer alma ihtimalinin çok yüksek olduğuna dikkat çekerken, Türk devletinin de birinci stratejik amaç olarak Kürtleri statüsüz bırakmayı önüne koyduğunu kaydetti.

Türk devletinin Suriye’yi parçalamak ve kendi himayesine almak istediğini söyleyen Karayılan, “Türk devleti Suriye savaşına girdiğini sanıyor ama aslında Suriye bataklığına girmiştir” vurgusunda bulundu.
Karayılan ayrıca Suriye konusunda Avrasyacılar ile Erdoğan arasında çelişkiler olduğuna dikkat çekerek, “Tabi bize yani Kürtlere karşı birlik halindeler, maalesef söz konusu Kürtler olunca herkes ittifak kurup birlik oluyor” dedi.

Karayılan yeni dönem gerillasını da değerlendirirken, “Yeni dönemin gerillası hayalet gibidir. Ne zaman isterse ortaya çıkar fakat istemediğinde ise kimse yerini tespit edemez. Artık gerilla öyle kolay kolay hedef olmaz” dedi.

FAŞİST TÜRK DEVLETİ ÇOK ZAYIF BİR NOKTADADIR

Karayılan’ın değerlendirmeleri şöyle:

“Faşist Türk devleti çok zayıf bir noktadır. T.C. kendini Kürt inkarı üzerinden kurdu. Bu inkarın gerçekleşebilmesi için yıllarca Kürdistan üzerinde asimilasyon ve soykırım siyaseti yürütüldü. Ama halkımız bunlar karşısında asla boyun eğmedi, Özgürlük Hareketi ortaya çıktı ve mücadeleyi geliştirdi. Sömürgeci Türk devletinin kendisini Kürt inkarı üzerinden kurma siyaseti tehlikeye girdi. Şimdi ciddi bir tehlikeyle yüz yüzedir. Kürdistan’ın diğer parçalarında Kürtlerin statüye kavuşmasının yüz yüze olduğu bu tehlikeyi daha da arttırdığını görüyor. Bu yüzden Kürtlerin var olmasını, statü sahibi olmasını kendisi için çok ciddi bir tehlike olarak görüyor. Bunun için Türkiye cumhuriyeti kadroları içerisinde yıllardır Kürt düşmanlığı geliştiriliyor. Öyle bir hale gelmiş ki, onlarda bir anlayış ve mantalite halini almış. Kürt halkının varlığını kendi varlıkları için tehlike olarak görüyorlar. Kuşkusuz bu doğru değildir. Ama Türkiye’de bir hastalık gibi gelişmiştir. Kürdün varlığı, Kürt halkının statüsünün olması Türkiye için, cumhuriyet için tehlike olarak görülüyor.

ERDOĞAN, SADDAM’I GEÇTİ

Erdoğan bu zihniyette olanlardan en önde gelenidir. Dikkatle bakarsanız, son 5 yılda Erdoğan’ın söyledikleri ve yaptıkları Devlet Bahçeli’den daha beterdir. Hatta bazı konularda Devlet Bahçeli onun gerisinde kalmaktadır. Çünkü Erdoğan kendi iktidar ve sisteminin devam ettirilmesinin Kürt düşmanlığı yapmaktan geçtiği kanaatine varmıştır. Bu yüzden diyebiliriz ki, tarih boyunca sömürgeci devlet başkanları içinde en fazla Kürt halk düşmanlığı yapan kişi Tayip Erdoğan’dır. Tarih içerisinde Saddam gibi katliamcılar da ortaya çıktı. Saddam Hüseyin de Kürt halkının büyük bir düşmanıydı, Enfal ve Halepçe katliamlarını yaptı. Ama şimdi Erdoğan Saddam Hüseyin’i de geçti. Saddam sadece Irak içerisindeki Kürtleri hedef yaptı. Fakat Erdoğan bugün çok daha stratejik yaklaşmaktadır. Belki Saddam gibi hemen kaba bir katliamcılık yapmıyor. Ama çok bilinçli, planlı bir katliam yürütüyor. Bir de Kürt halkının var olma stratejisini ortadan kaldırmak, soykırım rejimini egemen hale getirmek istiyor. Zaten kendi içlerinde, “cumhuriyet tarihinde bizden öncekiler çok kaba yaklaştı, Dersim vb gibi yerlerde katliamları çok aleni bir şekilde yaptılar, bunlar yanlıştı. Her şeyi dünya kamuoyuna, topluma hazmettire ettire yapmak gerekir” diyorlar. Bu yüzden yıllardır tek devlet, tek bayrak, tek dil diye tekrarlıyorlar. Bunun altında kana susamış vahşi bir ırkçılık vardır.

‘CİZRE KATLİAMINI ERDOĞAN YAPTIRDI’

Bu vahşi ırkçılık ve katliamcılığa somut bir örnek vereyim: Bundan birkaç gün önce Cizre katliamının yıl dönümüydü. 7 Şubat 2015 tarihinde Cizre’de yaralıların kaldığı bodrumlarda büyük bir katliam yapıldı. Tabi burada öncelikle belirtmeliyim ki, Cizre Direnişi’nin şehitlerini, Sur, Gever, Şırnak, Nusaybin, Hezex, Farqin, Silopi ve diğer yerlerdeki öz yönetim direnişi şehitlerini saygıyla anıyorum. Onların kanlarını yerde bırakmamak ve intikamlarını almak en büyük görevimizdir. Bugün bu temelde mücadele içerisindeyiz. Cizre’deki bodrumları yaralılar hastane olarak kullanıyordu. HDP’liler o zaman araya girerek bodrumlardakilerin hasta ve yaralı olduklarını belirterek ambulansla çıkartılmasını istedi. Devlet önce kabul etti. Hatta biliyoruz ki, o zaman Cizre’deki savaşı koordine eden düşman komutası hazırlıklar yapıyor, ambulansları hazırlıyor. Ama Hakan Fidan oraya giderek ‘Saray bunu kabul etmedi, reddediyor, hepsinin öldürülmesi gerekir’ diyor.

CAYIR CAYIR YAKTILAR

Tüm savaşlarda bir kuraldır; yaralılar öldürülmez. Düşman olarak görüyorsan esir alıp tedavi edersin. Yok eğer esir olarak görmüyor ve kendi vatandaşın olarak kabul ediyorsan, yerde yatan yaralıları götürüp tedavi ettikten sonra yargılaman gerekir. Ama Erdoğan böyle yapmadı. Bodrum pencerelerinden içeriye pet şişe atıyorlar. İçerideki yaralılar da ‘belki merhametli bazıları bize su atmıştır’ diyerek pet şişelere uzanıyorlar. Oysa o şişelerin peşi sıra içeriye yakılmış çakmak atıyorlar, çünkü pet şişelere benzin koyup içeri atmışlar. O insanlarımızı bu şekilde cayır cayır yaktılar. İşte bunu yapan Erdoğan’dır. Böylesine bir düşmandır. Yaralı insanlarımızın üzerine benzin döküp cayır cayır yakarak katlettiler. Götürüp tedavi etme imkanı varken bunu yapmadılar.

TARİHTEKİ EN BÜYÜK KÜRT DÜŞMANI ERDOĞAN’DIR

Nusaybin’de neden böyle bir katliam yapamadılar? Belki kamuoyunun bilgisi yoktur, o yüzden burada paylaşmak istiyorum. Nusaybin Direnişçileri düşmana teslim olmak istemedi. Ama hareket onların da Cizre’deki gibi olmasını istemediği için onlara ‘siz yaralısınız, sokağa çıkın ve teslim olun’ dedi. Böyle bir karar alındı ve öyle oldu. Ama düşman onları sokakta 4 saat boyunca durdurdu ve ne yapalım diye bekledi. Esas kararları öldürüp katletmekti. Fakat o sırada dronlar havadaydı. Direnişçilere sokağa çıkmasını söyleyenler dronları kaldırarak o süreci takip ediyordu. Eğer onları da Cizre Direnişçileri gibi katletmeye kalksaydılar dronlar her şeyi kaydedecekti ve Erdoğan’ın gerçek yüzü açığa çıkacak, dünya karşısında rezil olacaktı. Bu yüzden en sonunda direnişçileri katletmeyip Mardin’deki bir spor salonuna götürerek orada işkence ediyorlar. Direkt hastaneye götürmeyip öyle bir yerde tutuyorlar. Resmi kayıtlara geçtiği için artık katledemediler. Bu yüzden Erdoğan tarihteki gelmiş geçmiş en büyük Kürt düşmanıdır demek yanlış değildir.

ŞİMDİKİ ZULÜM OSMANLI’DA BİLE YOKTU

Erdoğan şimdi Osmanlı hayalleriyle hareket ediyor. Sultan Abdulhamit’i kendine örnek alıyor. Üzerine dizi yaptılar, sürekli reklamını yapıyorlar. Çünkü Sultan Abdulhamit’in çizgisini esas alıyor. Ama onların anlayışıyla hareket etmiyor. Mesela Osmanlı kendi zamanında Kürtlere böyle davranmadı. Osmanlı zamanında da öldürmeler, katliamlar, zulüm vardı ama bu şekilde değildi. Osmanlı döneminde gerçekleşen iki büyük Kürt ayaklanması vardır. Bunlardan biri Bedirxan Beg, diğeri de Şêx Ubeydullah ayaklanmasıdır. Her iki serhildanın önderleri de sonuçta esir düşüyorlar. Bedirxan Beg anlaşmalar sonucunda olsa da neticede tutuklanıp İstanbul’da padişahın huzuruna götürülüyor. Şêx Ubeydullah da Oremar’da direniyor ve esir düşüyor. Peki Osmanlı onlara ne yaptı? Bedirxan Beg’i ailesiyle birlikte Malta’ya sürgün ettiler, maaş verdiler, 6 çocuğunu devlette general yaptılar. Kendisine bu şekilde yaklaştılar. Halbuki bir serhildanın önderiydi. Şêx Ubeydullah için de bizzat Sultan Abdulhamit’in kendisi talimat vererek Mekke’ye sürgün edilmesini istedi. Yani şimdi İmralı’da yaptıkları gibi işkence, zulüm, katliamlar yapmadılar.

‘KATLİAMCILIĞI EN ÇOK İTTİHAT TERAKKİ ÇİZGİSİ GELİŞTİRDİ’

Osmanlı zamanında ne zaman katliamlar yapıldı? İttihat Terakki zamanında yapıldı. 1908’den sonra İttihat Terakki iktidara geldi. Süleyman Nazif Musul’da idam sehpası kurdu, Cemal Paşa da Şam’da kurdu. Hem birçok Kürdü hem de birçok Arap insanı bu şekilde idam ederek katlettiler. O dönemde bunu yaptılar. İşte AKP-MHP’nin şimdi yürüttüğü siyaset de İttihat Terakkicilerin çizgisidir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde de Kürtlere zulüm edildi ama İttihat Terakkicilerin zulmü onlarınkinden beterdir. Erdoğan’ın şimdi yürüttüğü zulüm de hepsinden ötedir. Çünkü bunlar İttihat Terakkicidir, tam Kürt düşmanıdırlar. Ne kadar Kürt katliamcılığı yaparsak çıkarlarımızı o kadar gerçekleştirir ve varlık sahibi oluruz diyorlar. Bugün Kürt düşmanlığını bu zihniyetle geliştiriyorlar. Tarihteki en büyük Kürt düşmanının Tayip Erdoğan olduğu bu yaptıklarıyla kesin tescillenmiştir.

TÜRKİYE’NİN STRATEJİK AMACI KÜRTLERİ STATÜSÜZ BIRAKMAK

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bölgede yaşanan bir savaş var. Biz bu savaşı 3. Dünya savaşı olarak adlandırıyoruz, çünkü farklı biçimlerde yaşanan bir dünya savaşı var. Herkes bu savaştan sonra bölgenin yeniden dizayn edileceğini düşünüyor. Yeni dizaynda Kürtlerin de yer alma ihtimali çok yüksektir. Türk devleti kendi açısından bu süreçten yararlanmak için önüne iki stratejik hedef koymuştur: Bunlardan birincisi; Kürtlerin yeni dizaynda yer almamasıdır. Türk devletinin birinci stratejik amacı budur. Bunun için kendisine belirlediği bir konsept var. Bu konsept temelinde mısak-ı milliyi işgal etmek, Türkiye sınırları dışında savaş yürüterek Kürtlerin statü sahibi olmasını engellemek istiyor. Bu, aslında Türk devletinin genel stratejisidir. İkinci amacı da; Ortadoğu bölgesinde ihvan-ı müslimin iktidarının kurulması ve desteklenmesidir. Esasen AKP-MHP iktidarının amacıdır fakat Türk devleti de bunu kabul etmiştir, çünkü birlikte ittifak halindedirler. İşte Suriye’de, Libya’da, Mısır’da ihvan-ı müslimin iktidarını destekleyip bu ülkelerde hâkim hale gelmesini istiyorlar. Esas stratejileri bu iki amacı gerçekleştirmektir.

‘ANKARA’NIN AMACI SÜRİYE’Yİ PARÇALAMAK, HİMAYESİNE ALMAK’

Şimdi İdlib’de gerçekleşen savaş bu temelde gelişmektedir. Türkiye esasen Suriye’ye müdahale etmiştir. Erdoğan daha bundan 9 yıl önce ‘Şam’a gidip Emevi Camiisi’nde namaz kılacağız’ diyordu. Bahçeli dün yine çıkıp ‘halkımız Şam’a girmeye hazır olsun’ dedi. Bundan 9 yıl önce de aynısını söylüyorlardı. Bunların amacı Suriye rejimini parçalamak, Suriye’yi kendi himayeleri altına almaktır. Zaten Erdoğan kendisini ihvan-ı müsliminin önderi gibi gördüğü için ihvan-ı müslimini diğer Arap ülkelerinde iktidar haline getirerek oralarda kendini iktidar sahibi kılmak istiyor. Bunun için Katar ile birlikte onlara para, maaş ve silah veriyor. Katar’ın parası olduğu için çoğunlukla bunları o karşılıyor. Bu şekilde ihvan-ı müslimini her yerde destekleyerek yarın onların iktidar olacağı yerde kendisinin iktidar olacağını hesap ediyor.

TÜRK DEVLETİNİN ARAP TOPRAKLARINDAKİ DERİN HESAPLARI

Libya’da Serac hükümeti diye bir şey kalmamıştır. Erdoğan oraya güç gönderip, destek vererek Serac’ı ayakta tutmaya çalışıyor. Eğer Serac hükümeti Libya’nın bir kesimi üzerinde hâkim hale gelirse o zaman orası Kuzey Kıbrıs gibi Türkiye’nin bir parçası olur. Zaten Erdoğan oranın petrolüne göz dikmiştir. Türk devletinin planı böyledir. Bu şekilde Arap halkının iradesine dönük müdahalede bulunuyor. Libya’ya asker göndermesi, İdlib’de savaşması, Suriye güçlerine dönük geliştirilen saldırılar esasen T.C.’nin Araplara karşı geliştirdiği bir savaştır. Osmanlı hayalleri çerçevesinde ihvan-ı müslimini buralarda hâkim hale getirerek Arap ülkelerini işgal etmek istiyor. Aslında Araplara karşı geliştirilen bir savaştır, çünkü Arap toprakları üzerinde Türk devletinin derin hesapları vardır.

ERDOĞAN’IN SİYASETİ TIKANDI, RUSYA İLE KARŞI KARŞIYA GELDİ

Bu işte başat rolü oynayan bilindiği gibi Rusya’dır. İdlib’de şimdi yürütülen savaş esasen Rusya’ya, Rusya’nın politikasına karşıdır. Erdoğan Putin’in bazı hesaplarından faydalanmak, Suriye ve diğer Arap ülkeleri üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmek istedi. Putin de gerçekten buna yol verdi. Türk devletinin önce Cerablus’a, sonra Efrîn’e, Serêkaniyê ve hatta İdlib’e girmesinin önünü açan Rusya’dır. Sonra ortaya Astana platformu diye bir şey attılar. Astana platformu ne yapabilir ki? Şimdi de Erdoğan’ın kendisi diyor ki, Soçi ve Astana platformları dağılmış, boşa çıkmıştır. Oysa asıl amacı Rusya’yı kandırıp istifade etmekti. Ama Erdoğan’ın yürüttüğü siyaset bugün tıkandı, Rusya ile karşı karşıya geldi. Fakat böyle olması Türkiye ve Rusya’nın direkt birbiriyle savaşacağı anlamına gelmez. Zaten Türkiye’nin böyle bir savaşa girmeye takati yoktur. 3. Dünya savaşının önemli bir karakteristik özelliği de güçlerin açıktan birbiriyle savaşmamasıdır. Direkt değil, dolaylı olarak savaşmaktadırlar.

TÜRKİYE-SURİYE SAVAŞI AÇIKTAN YÜRÜTÜLÜR HALE GELDİ

Türkiye ve Suriye arasında uzun zamandır süren bir savaş var. Fakat 3 Şubat’ta ve iki gün önce gerçekleşen olaylarda Türk askerlerinin öldüğü Türk devletince duyuruldu. Şimdi dikkatle bakın, Türkiye iki gündür NATO’ya, BM’ye seslenerek Suriye devletinin -onlar rejim diyor-, Rusya ve İran’ın saldırılarının durdurulmasını istiyor. Bu şekilde çağrılarda bulunarak feryat figan ediyor. Bunun için İdlib’de bulunanların sayısını abartıyor, bazen 2 milyon, bazen 4 milyon kişi var diyor. Halbuki hiç de öyle değildir, İdlib’de kimse kalmamıştır. Ancak 100 bin kişi kalmıştır. Ama sayıyı abartıp, ‘bu kadar mülteci bize doğru geliyor’ diyor. İdlib’den gidenler zaten gitmişler, orada kalan fazla kimse yok. Bu şekilde sayıyı abartıp Avrupa’nın da gözünü korkutmak istiyor ki, saldırıları durdursunlar.

‘NEREYE ASKER GÖNDERSE ORAYI İŞGAL EDER’

Türk devleti İdlib’de bela olmuş ve  “ben buradan çıkmayacağım” diyor. Türk devletinin daha önce alanda kurduğu gözlem noktaları ne içindi? Orada Suriye devleti ve çeteler arasında savaş vardı. Ama şu an çeteler oradan çıkmıştır. Türk devleti hala neden oradadır? Orası Suriye devletinin toprağıdır. İşte bu Türk devletinin bir usulüdür nereye asker gönderse, oradan çıkmaz. Şimdi de İdlib’e girmiş güvenlik ve gözlem noktaları adı altında alandan çıkmıyor. Halbuki artık o alana Suriye devleti girmiş ve alanda hakimdir. Peki neden Türk devleti hala oradadır? Öyle görünüyor ki, bu büyük bir sorun olacak ve bölgede savaş daha da kızgınlaşacak. Bu anlamda Türk devleti bölgede resmen bir bela haline gelmiştir. Oysa şu anda Türk devleti Suriye ve Libya’dan çekilse-çıkarılırsa bu sorunların çoğu çözülür. Bu anlamda asıl sorun, Türk devletinin bu bölgelerde varlığıdır. Evet, bunu herkes dillendirmiyor ama böyle olduğu açıktır ve herkes de bunu biliyor. Türk devletinin Suriye devleti üzerinde hesapları var yine Kürtler üzerinde hesabı var ve bunun için Suriye topraklarını kendine göre dizayn etmek istiyor. Kürtlerin olduğu ve statüye kavuştuğu bir Suriye değil, İhavan-ı Müslim zihniyetinin hakim olduğu bir Suriye istiyor. Türk devletinin asıl amacı budur. Bunun için de Erdoğan risk göze almış ve Ergenekoncuları da yanında sürükleyerek bu savaşa girmiş durumdadır.

‘ERDOĞAN VE ASVRASYACILAR ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER’

Aslında Ergenekoncular,  Avrasyacılar bu savaşa pek katılmak istemiyor, bu anlamda Erdoğan ve Avrasyacılar arasında şu anda çelişki olduğunu da biliyoruz. Tabi bize yani Kürtlere karşı birlik halindeler, maalesef söz konusu Kürtler olunca herkes ittifak kurup birlik oluyor. Fakat şu an Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik geliştirdiği politikaya Avrasyacılar yani Ergenekoncuların bir kısmı katılmıyor. Ama Erdoğan onları da bu politikanın içine çekip bu savaşa sürüklüyor ki, Suriye üzerindeki hesaplarının tamamını gerçekleştirebilsin. Bu anlamda Erdoğan İhvan-ı Müslim’i orada güç haline getirip onları hakim gele getirmeye çalışarak, ideolojik bir savaş yürütüyor.

‘EFRÎN, SERÊKANİYÊ VE GIRÊ SPÎ’DE YAŞANANLAR HİÇBİR KÜRT UNUTMAMALI’

Erdoğan en son  Suriye Milli Ordusu adıyla İhvan-ı Müslim yanlısı olan çeteleri silahlandırmıştır. Ne Suriye Milli Ordusu! bunların hepsi çetedir, parayla insanları katledip, taciz tecavüz edip halkın malını mülkünü talan ediyorlar. Bu anlamda Efrîn’de uyguladıkları vahşet biliniyor,  yine Serêkaniyê’de yapılanlar dünyanın hiçbir yerinde yapılmamış şeylerdir. İnsanların mallarına el koyup, taciz ve tecavüz ediyorlar. Halkımızın namusuna el uzatıyorlar. İşte bu Türk devletinin gerçek yüzünü tekrardan ortaya koyuyor. Biz hiçbir zaman Efrîn’de ve Serêkaniyê’de yapılanları unutmayacağız, hiçbir Kürt bunları unutmamalıdır.  Her kim ki bunları unutursa o, ihanetçidir. Türk devleti de bu çeteleri bölgede hakim hale getirmek istiyor, eğer bu olursa zaten orada Kürtlerin yeri olmaz. Erdoğan’ın amacı da bu olduğu için, şu anda risk almış durumda. Yine kendi iktidarının ömrünün uzamasını da burada görüyor.

‘TÜRK DEVLETİ SURİYE BATAKLIĞINA GİRDİ’

Türk devletinin çok sayıda askeri öldürülüyor ama kamuoyu ve halk tepki göstermesin ve ‘niye bizi bu Suriye savaşına soktun’ şeklinde sorgulamasın diye bakıyorsun sadece 5 ölü asker sayısını veriyor. Halbuki orada Türk devletinin onlarca hatta toplamı yüzlerce askeri öldü. Türk devleti Suriye savaşına girdiğini sanıyor ama aslında Suriye bataklığına girmiştir.

Bu bataklıktan ne kadar çıkabilir o da belli değil. Erdoğan’ın mantığına göre, buradan çıkmamalı ve daha da derinleşip sonuç almak istiyor. Fakat Türk devletinin burada sonuç alması kesinlikle  mümkün değildir.

LİBYA MÜDAHALESİ BİR KUMAR GİBİ

Aynı şekilde Türk devletinin Libya’ya müdahalesi de bir kumar gibidir. Suriye toprakları üzerine olan çabaları da beyhudedir. Suriye topraklarına girmiş çıkmıyor ve Suriye devletiyle resmen savaş halindedir. Hakeza dolaylı olarak Rusya ile de savaşıyor. Bu anlamda Türk devleti Suriye politikasında tıkanmıştır alt olacaktır. Ve Erdoğan iktidarı da çökecektir. Yani Neo Osmanlı hayali ki sanki bölge üzerinde hakim olacak Kürtleri soykırım siyasetinden geçirecek gibi hayaller bu koşullarda gerçekleşemez. Bu, Türk devletini bitirecek ve artık yıkılma süreci de başlamıştır. Bu anlamda Suriye’de bu savaş daha da kapsamlılaşabilir. Erdoğan şu anda askeri gücü toplayıp açık şekilde Suriye Rejimine ‘geri adım atın’ şeklinde tehditler savuruyor. Dikkat edin, Suriye devletinin kendisini kendi toprağından geri çekilmesini istiyor. Erdoğan Suriye devletine “bizim noktalarımızın olduğu alanın dışına çıkın” şeklinde tehditlerde bulunuyor. Hiç kimse de “senin Suriye’nin topraklarında ne işin var, orada ne hakkın var” demiyor. Kısaca Türk devleti Suriye’de işgalciliği geliştiriyor, Suriye topraklarını kendi egemenliğinin altına almak istiyor. Bu şekilde AKP-MHP ve Ergenekon’un siyaseti Kürt, Arap ve bölge halkları üzerinde ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Öyle görünüyor ki, Türk devletinin Rusya ile al-ver siyaseti bitmiştir. Belki tekrardan görüşür ve bir ara siyaseti izleyebilirler fakat artık Erdoğan bu siyaset ile amaçlarına ulaşamaz, bu çok barizdir. Bugüne kadar yürüttükleri siyaset tıkanmıştır.

SAVAŞ DERİNLEŞECEK

Bu anlamda bölgede savaşın daha da derinleşeceğini ve uzun süreceğini söyleyebiliriz. Zaten genel bölgede de savaş yaşanıyor. Biliniyor, Amerikan’ın Kasım Süleymani ve El Mühendis’e yönelik gerçekleştirdiği suikasttan sonra İran-Amerika arasındaki bir süreç yaşandı. Öyle görülüyor ki, orada da çelişkiler daha da derinleşecek. Kısaca bölge kaynıyor, tüm bu süreçlerde tekrardan anlaşıldı ki, bölgede yaşanan  bu krizlerin çoğunun sebebi Türk devletidir.

‘KUZEY DOĞU SURİYE DEVRİMİ, YETERSİZLİKLERİNİ GÖRMELİ VE AŞMALI’

Bölgede en fazla pozisyonu iyi ve kazanımlarını koruyan Kuzeydoğu Suriye devrimi ve Rojava devrimidir. Eğer Rojava mevzilerini sağlamlaştırır ve siyasetini de doğru yürütürse bu savaş ortamından zarar görmez hatta kazanımlar elde edebilir. Fakat bunun yanında Rojava Kürdistan’ının bazı eksiklikleri vardır ve bu yetersizliklerini görmelidir. Rojava’ya yönelik 9 Ekim’de gerçekleşen saldırı zamanında da biz ; Eğer Rojava devrimi Efrîn’den ders çıkarır ve tecrübesinden faydalanırsa Serêkaniyê’de güçlü sonuçlar elde edebilir ve başarı sağlayabilir” diye ifade etmiştik. Evet Serêkaniyê’de bir direniş oldu ve hala da orada savaş devam ediyor, kuşkusuz şehit düşen kahramanların emeklerinin sonuçları da var, fakat görüldü ki, gerektiği şekilde sonuç çıkarma gelişmemiştir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda savaş taktiğinin, yine tüm çalışma ve örgütlenme yönteminin değiştirilmesi gerekiyor. Bu çalışmalar alanlarında düz ve kaba çalışma tarzı ve yöntemi sonuç vermez. Hem siyaset, toplumsal mücadele ve hem de askeri mücadelede yetersizlikler vardır, Kuzeydoğu Suriye devrimi bu yetersizliklerini görmelidir. Çünkü bu yetmezliklerini aştığı düzeyde bu dönemde o kadar gelişecek ve kazanacaktır. Özellikle halk ve askeri gücün bir olması gerekiyor. Herhangi bir savaş durumunda halk bir yana askeri güç bir tarafta olmamalıdır, hayır! Bu anlamda Devrimci Halk Savaşı çok önemli bir noktadır. Devrimci Halk Savaşına göre örgütlenmeye gidilmelidir. Bu nedir? Yani halk ve savaşçı yan yana olmalı yek vücut olup birbirini bırakmamalıdır. Bu şekilde mevzilerini ve kazanımlarını koruyabilirler. Bu şekilde olursa ben inanıyorum ki, Rojava devrimi büyük kazanımlar elde eder ve hatta Suriye’nin tamamı için de önemli bir rol oynar. Fakat burada önemli olan şudur; yetersizliklerini görmek, kendini düzeltmek ve  onları aşmaktır. Bu şekilde kendini her şeye hazırlamak çok çok önemlidir. Eğer bunlar geliştirilirse, Kuzeydoğu Suriye devriminin başarılı olma imkan ve olanakları vardır. Halkın gücü ve birliğiyle her koşul altında sonuç alabilirler. Güç olan halktır, halk ile savaş tecrübesi edinmiş fakat düz ve kaba yöntemle savaşan değil,  kendini yenileyen yani profesyonelce savaşabilen savaşçılar bir araya gelirse, ben inanıyorum ki Rojava devrimi bu süreçten kazanmış olarak çıkacak ve gelişen her türlü duruma karşı hazırlıklı olacaktır. Bizim buna inancımız vardır, fakat bunun için derinlikli bir düzeltmeye ihtiyaç vardır ve döneme göre siyaset yürütmek dönemin tarzı ve direnişi geliştirilmelidir.

PENÇE, KIRAN VE KAPAN OPERASYONLARI FİYASKO

İşgalci Türk devleti savaş tarzında köklü bir değişiklik gerçekleştirdi. Yani kara savaşından hava savaşına geçti. Bize karşı hava gücüyle savaştı. Buna karşı bizim de gelişen bu yeni tarza karşı yenilenmeye ihtiyacımız vardı. Biz yeniden yapılanma projesini henüz tam olarak uygulamadığımız süreçte bazı zorlanmalar yaşadık. Bu anlamda kayıplarımız oldu. Düşman da bundan faydalanarak bu süreçte bazı yerlere konumlandı. Fakat bu son 2 yıldır yeniden yapılanma projesi üzerinde duruyoruz. Özellikle geçen yıl yeniden yapılanma projesinin perspektifinde birçok gelişme yaşandı. Bununla gerillada köklü bir yenilenme gelişti. Biz buna 21. yüzyıl gerillası diyoruz. Bu gerilla profesyonel gerilladır, düşmanın her türlü teknik ve istihbaratına karşı kendini koruyabilen ve başarıyı kesinleştiren gerilladır. Bu çok önemlidir.

Biz 2 yıldır gece gündüz bunun üzerinde çalışıyoruz. Bunun sonucunda önemli bazı sonuçlar elde edildi. Belki şu anda her şey tam tamamdır diyememem, çünkü yeniden yapılanma bir zihniyet olayıdır, ideolojik boyutu vardır ve pratikte uygulanması gereken şeylerdir. Bu anlamda tüm alışkanlıklardan vazgeçip kendini yenilemek, yani dönemin gerillası olmak ve yaratıcılığı geliştirmek gerekiyor. Bu şekilde düşmanın tekniği ve istihbaratını boşa çıkarmak ve darbe vurmak gerekiyor. Kısacası; bunu gerçekleştirmek de emek, çaba ve mücadele istiyor, öyle kolay değildir.

Fakat yeniden yapılanmanın pratikleşmesinde belli gelişmeler de yaşandı. Bu anlamda ne ‘Pençe’, ne ‘Kıran’, ne de ‘Kapan’ operasyonlarının bizim açımızdan bir sonucu yoktur. Hepsi de boşa çıkarılmış ve bize hiçbir darbe vuramamışlardır. Halkımız bunu iyi bilmelidir. Doğrudur, savaş koşullarında bazen çatışmalar oluyor ve kayıplarımız da yaşanıyor. Ama bu tarzda ve isimlerde geliştirdikleri operasyonlarla sömürgeci Türk devleti artık sonuç alamaz. Çünkü gerilla artık tedbirini almıştır.

YENİ DÖNEM GERİLLASI ARTIK BİR HAYALET GİBİDİR

Yeni dönemin gerillası artık bir hayalet gibidir. Ne zaman isterse ortaya çıkar fakat istemediğinde ise kimse yerini tespit edemez. Artık gerilla öyle kolay kolay hedef olmaz. Bu çerçevede yeniden yapılanma projesi belli bir düzeyde gelişmiş ve düşmanın bu operasyonlarını boşa çıkarmış ve sonuçsuz bırakmıştır.

Şunu da söyleyeyim; bu ‘Pençe’ adını verdikleri operasyon en son hangi rakama ulaştı onu tam bilemiyorum. Fakat genel olarak diyebilirim ki; Türk devleti Güney Kürdistan’da şimdiye kadar bizimle kaçak dövüşüyor. Yani direkt gücümüzün üzerine gelmiyor. Düşman gücümüzün hazırlık yaptığı yerlere gelmiyor, keşif ediyor, bakıyor, neresi boşsa, gerilla orada yoksa hemen oraya indirme yapıp yerleşiyor. Son 3 yıldır böyle savaşıyor. Örneğin şu anda Haftanin’de 5 tepeyi almışlar, orada ne bizim bir mevziimiz  vardı, ne de arkadaşlarımız vardı. Orası yamaçtır, zaten sınırın hakimiyeti altındadır. Sınırdan kendini bırakıp Geliyê Pısaxa’ya ulaştığında arada bazı tepeler var, gelip o tepeleri almıştır. Yani 3 km öne gelmiştir. Zaten orada kimse yoktu. Yine Govendê bölgesinde de gerillanın bir mevzilenmesi yoktu onun devamında yüksek bir tepe var, arkadaşlar Tepê Xwedê diyorlar. Orada da kimse yoktu, zira arazisi çıplak bir yerdir. Yine oradan aşağıya  Adılbeg hattına inmiştir, orada da gerillanın stratejik mevzilendiği bir yer yoktu. Yani Türk devleti boş olan yerlerden ilerlemeye çalışıyor.

Aynı şey Xakurkê için de geçerlidir. Burada da tuttuğu en stratejik  yer Şekif tepesidir, fakat bu tepeyi aldığı gün Şekif’te kimse yoktur. Bazı sebeplerden dolayı Şekif tepesi birkaç gün öncesinde bırakılmıştı, yani o tepe de boştu. Türk devleti şimdiye kadar esas mevzilerimizin olduğu bir yere veya gücümüzün üzerine gelmemiştir. Fakat artık öyle bir noktaya gelindi ki, daha fazla ilerlemek isterse, zorunlu sert çatışmaları göze almak durumunda kalacaktır. Bu anlamda önümüzdeki yılda Medya Savunma Alanlarında kızgın bir savaş yaşanabilir. Yani bu alanda artık esaslı bir savaş olacaktır. Çünkü şimdiye kadar burada asıl savaş yürütülmemiştir. Daha önce Xakurkê ve  Deşta Heyatê arasındaki yerden gelerek gerillanın olmadığı yeri alarak böyle Lelikan’a kadar ulaştı. Yani Türk ordusu şimdiye kadar bizim olduğumuz hiçbir yere gelmemiştir. Bize karşı kaçak dövüşüyor. Esas olarak Kuzey’de de aynı şeyi yapıyor. Orada önce uçakla vuruyor, sonra kobrayla daha sonra da korucuları gönderip kimse olmadığında asker ancak o zaman geliyor. Aslında bu devletin savaşacak gücü yoktur. Sadece teknik ve istihbarat ile bize karşı savaşıyor.

TÜRK DEVLETİNİN KARADAN SAVAŞACAK GÜCÜ VE KUDRETİ YOK

İşte bugün Suriye’de hava sahasını kullanamadığı için savaşamıyor. Ben kendim inanıyorum ki, eğer Suriye Rejimi veyahut savaşan Ruslar her kim ise ciddi anlamda savaşırlarsa, Türkleri Suriye topraklarından derhal atabilirler. Çünkü Türk devletinin karadan savaşacak gücü ve kudreti yoktur. Biz onları iyi tanıyoruz. Şu an hava gücü olmasaydı, Serêkaniyê’de kalabilir miydi? Kalamazdı tabi ki. Rojava’daki savaş başladığında Kobanêli cesur bir anne yürekten konuşup şöyle diyordu : “Hava sahasını Türk devletine kapatsınlar, o zaman görülür ki “ki berx e, ki beran e” gerçekten de gerçeklik böyledir. Türk ordusu karadan savaşta o kadar güçlü değildir. Bunun için Türk ordusu şu anda karadan karşımıza gelmiyor, Kuzey’de de aynı şeyi yapıyor. Bir de en son ‘Kapan’ ismiyle farklı bölgelerde bazı operasyonlar yaptılar. Ama dikkat edilirse, bu operasyonların sonuçları hakkında herhangi bir açıklama yapmadılar. Şimdi de Amed’de başlatmışlar, yine Colemerg’de kaç gündür yasak ilan etmişler. Orda şu anda yoğun kardan dolayı operasyon yapamayabilirler ama herhalde keşif faaliyetlerini yürütüyorlar, öyle görülüyor. Bu kaçıncı Kapan operasyonudur, basına veriyorlar ama sonuçları nedir, ne değildir, o belli değil. Çünkü bu operasyonların sonucu yoktur, bunlar sonuçsuz bırakılmıştır ve bize zarar verememişlerdir.

Biz şuna inanıyoruz; gerilla ne kadar yeniden yapılanma projesinde derinleşirse, o kadar da zafer gücü haline gelir, hiçbir güç ona darbe vuramaz ve zaferi elde eder. Özellikle bu tarihsel süreçte uluslararası  komplonun 22. Yıl dönümünde biz Kürdistan Özgürlük Mücadelesini daha da gürleştirmek istiyoruz. Hamle şeklinde süreci yürütmek istiyoruz. Bu çerçevede komplonun 22. Yılı bizler için sıradan bir yıl olmayacaktır. Zaten görülüyor, 2020 yılında bölge ve ülkemizde gelişen gelişmelere bakıldığında bu yılın sıradan bir yıl olmayacağı açıktır. Bu yüzden uluslararası komployu yenmek için, bu yılda direnişi daha da büyütme kararlılığımız var. Yürüyüşümüzün Kürdistan’ı ve Önder APO’yu özgürleştirme yürüyüşüne dönüşmesi için bugün dönem ve zemin uygundur. Bu anlamda hazırlıklarımız bu çerçevededir ve inanıyoruz ki uluslararası komplonun 22. Yılında yani 2020  yılı halkımız için bir direniş ve başarı yılı olacaktır.”