Kürt düşmanı iki Avrupalı- I

Holmer İsveç’te Emniyet Genel Müdürü, Rebmann ise Batı Almanya’da Federal Başsavcı’yken Palme cinayetinde hayali bir “Kürt izi” yaratıldı. Kürtler her türlü karalama, kumpas ve yargılamaların kurbanı oldu.

Tarih; 16 Haziran 1995... Yer; İstanbul... "Terör ve Organize Suçlarla Mücadele Sempozyumu” başlığıyla yapılan bir sempozyom dönemin birçok Türk devlet yetkilisi ile uluslararası aranada ün yapan hukukçuları bir araya getirmişti. Toplantıda Emniyet Genel Müdür Mehmet Ağar’dan İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu’na, Adalet Bakanlığı müsteşarından daha sonraki yıllarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olacak Vural Savaş’a kadar birçok isim vardı.

Almanya, İngiltere ve ABD’den bile konuklar gelmiştir. Toplantının yurt dışından gelen en deneyimli misafiri ise Almanya eski Federal Başsavcı Kurt Rebmann’dır. Üç gün süren sempozyomda Türk devlet yetkililleri “Terörle mücadele” adıyla Kürt özgürlük mücadelesi ve Türkiyeli devrimci hareketlere karşı verdikleri savaşı anlatır. Sempozyumun ilk konuşmasını 90’lı yıllarda Kürdistan’da yürütülen kirli savaşla anılacak Ağar yapar.

Rebmann ise 1970’li yıllarda Almanya’yı sarsan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)’ı nasıl bitirdiklerini, Stammheim cezaevinin beton yığınında Andreas Baader ve yoldaşlarını nasıl ekarte ettiklerini anlatır. 1977 yılına kadar Adalet Bakanlığı’nın Stammheim için atadığı özel müsteşar görevini yürüten Rebmann, Siegfried Buback’in RAF militanlarınca öldürülmesiyle Batı Almanya’nın Federal başsavcısı olmuş ve 1990 yılına kadar bu koltukta oturmuştu.

Batı Almanya Cumhuriyeti’nin RAF ile savışında yürürlüğü koyduğu ve daha sonra “a” bendi eklenerek güncelleştirilen ceza maddesinin 129. Paragrafı’ndan esinlenen Türk devleti, “anti terör yasalarını” 1991 yılında “Terörle Mücadele Kanunu” olarak hayata geçirmişti.

İşte İstanbul’daki o toplantıda Rebmann “Türkiye terör ve diğer suçlarla insan haklarına uygun davranıyor” diyecek, bu alanda daha etnik mücadelenin verilmesini isteyecektir. Rebmann, dosyasını kendisininin hazırladığı “Düsseldorf yargılamaları”ndan da örnekler vererek, Almanya’nın hem yerli hem de PKK gibi “yabancı” örgütlere karşı verdiği mücadeleden deneyimler aktarır.

Rebmann, RAF ile savaşta sıkça dile getirdiği “Ben devletim, taviz vermem, pazarlık yapmam” sözünü İstanbul’daki o toplantıda sık sık tekrarlayarak Türk devlet yetkilillerine yapacakları işleri teker teker anlatır. Konuşmaları "Terör ve Organize Suçlarla Mücadele” adıyla Umut Vakfı’ndan 1996 yılında basılan o sempozyomda, Türk devlet yetkilileri Almanya’nın “terörle mücadele”deki beyin takımından Kurt Rebmann’dan çok şey öğrenmiştir.

Onlara yakalanan “teröristlerin” Düsseldorf’da PKK’lilere yaptıkları gibi cam kafeslerde ayrı ayrı hakim karşısına çıkartılmasını, gerekli olması halinde avukatların yakın takibe alınarak dinlenmesi gerektiğini, izole edilen açlık grevi eylemcisine “seninle pazarlık yapmayız, sesini de duyan yok, ölüm riskin gittikçe artıyor” denilerek iradesinin nasıl kıralacağını, tekli hücre sisetimini (Türkiye bundan feyz alarak F tipi cezaevlerine geçecekti) salık verir.

REBMANN VE HOLMER’E VERİLEN GÖREV...

1990’lı yıllarda Türk devleti Rebmann’a sadece -o dönem emekliye ayrılmasına rağmen- hala akıl aldığı için değil, aynı zamanda Federal Alman Başsavcısı olarak görev yaptığı 13 yıl boyunca da çok şey borçluydu. Kurt Rebmann dönemin İsveç Emniyet Genel Müdürü Hans Holmer ile birlikte 1980’li yıllar boyunca Avrupa’da PKK’ye uluslararası araneda “terör örgütü” damgasını ilk vuracak isimler olarak tarihe geçecek, Kürt düşmanlığında başı çekeceklerdi. Bu her iki isim, 28 Şubat 1986 akşamı Olaf Palme’nin öldürülmesinden sonra ise İsveç ve Almanya’da Kürt yurtseverlere, devrimcilere karşı başlatılan cadı avını da birlikte koordine edecekti.

İsveçli Holmer ile Alman Rebmann’ın başka ortak özellikleri daha vardı. Holmer gibi Rebmann da Avrupa’daki Gladio yapılamalarının içindeydi, sosyalist hareketlere büyük kin besliyordu. PKK’nin 15 Ağustos 1984’te silahlı mücadelesi başlatmasıyla Kürt özgürlük hareketi de NATO ile derin yapısı Gladio’nun hedefindeydi artık. O yıllarda Kürtlerin bu ülkelerdeki yoğun siyasal, toplumsal ve kültürel aktif çalışmalarından nedeniyle İsveç ve Almanya öne çıkmıştı. Bu yüzden olacaktı ki Holmer ve Rebmann özel seçilmişlerdi.

Her ikisi de Kürtlerin yakından-uzaktan Palme cinayetiyle bağlantısının olmadığını daha başından beri çok iyi biliyorlardı. Ancak Holmer ve Rebmann o yıllarda dünyayı sarsan Palme olayını Kürtlere yıkmak için ellerinden geleni yapacaklardı. Palme cinayetinden yargılanan isimlerden HPG komutanlarından Zülküf Palo 12 Temmuz 2020’de ANF’de yayınlanan röportajında, Holmer ve Rebmann ekiplerinin Palme’nin eşinin “tipik bir İskandinav”dı dediği katil zanlısına ait robot resmininin nasıl bir Kürde benzeltildiğini ayrıntılarıyla anlatarak bu konuda şimdiye kadar pek dile getirilmeyen çarpıcı bilgiler verdi.

Şüphesiz geçtiğimiz 34 yılda “Kürt izi”nin peşine düşerek cinayeti, PKK’ye mal etme senaryosunun çoktan hazırlandığına dair birçok bilgi ve belge ortaya çıktı. İsveç’te yaşayan Kürt araştırmacı-yazar Şoreş Reşi bu izleri “Palme, PKK ve Gladyo” kitabında toplayan bir isim. Reşi, bu kitabında Palme’nin öldürülmesinden birkaç hafta önce Şubat ayının ortalarında Stockholm kriminal polis lokilinde aşırı sağcıların yaptığı bir toplantıya dikkat çeker. Ancak Palme cinayetinden hemen sonra bu toplantı Holmer tarafından “PKK toplantısı” biçiminde çarptılmıştır. Bu toplantının gündeminin başbakanın öldürülmesi planı olduğunu düşünen Reşi şu bilgileri veriyor:

“Palme’nin ölümünden bir gün önce de İsveç istihbaratı SÄPO şefi Sven Ake Hjalmroth Ebbe Carlson’a telefon eder ve ‘Bizim Kürtlerle problemimiz, var bir öldürme planı yapıyorlar’ der. Daha sonra Ebbe ile Holmer konuşur ve Kürt şıkkı düğmesine basılmış oldu. Bunun bir başlama parolası olduğunu düşünüyorum. Çünkü daha önce Stockholm kriminal polis lokalinde alınan kararın uygulamaya geçişi için bu bir işaretti.”

Başından beri suikast planından haberder olduğuna dair güçlü şüpheler bulunan Holmer, Kürtlere yönelik kriminalize sürecini ise cinayetten 2 yıl önce, Rebmann’ın Almanya’daki sürecine peralel olarak eş zamanlı başlamıştı. Holmer’in o süreçteki rolüne, Alman ve İsveçli ekiplerinin sürdüğü hayali “Kürt izi”ni, cinayetten önce ve sonra PKK’nin öcü gösterilmesi amacıyla yapılan propangadaları ile cinayetin Gladio-MİT bağlantılarını Kürt yazar Şoreş Reşi’ye sorduk.

‘CİNAYETTEN ÖNCE PKK’Yİ SUÇLU GİBİ HAZIRLADILAR’

1980’li yılların ortalarında Kürt özgürlük hareketine karşı uluslararası araneda başlatılan kriminalize süreci Almanya'nın yanında neden İsveç'te başladı?

Bana göre kriminilize süreci ilk olarak İsveç ile başladı. Bunun iki yönü var, Palme yönü: Palme’nin popülaritesi çok yüksek; ikincisi, Palme’nin uluslararası arenada ABD politikasına karşı hareket etmesi (Vietnem, Filistin, Güney Amerika, Kürt vb.) ve onları teşhir etmesi. Üçüncü bir pakt oluşturma çabası. Palme, Üçüncü Dünya ülkelerinde kurtarıcı gibi görülüyordu. Dünyada önemli bir prestiji vardı, sözü dinleniyordu ve barış güvercini olarak tanınıyordu. Ama içerde de komünizmin sözcüsü olarak biliniyordu. İkinci yönü, Kürt hareketi: Büyük bir gelişme potansiyeline ve sosyalist bir ideolojiye sahip olması ile avukatsız (devletsiz) olması (daha kolay suçlanabileceği hesaplanarak). Bu nedenle kriminilize süreci İsveçte başladı. Bir taşla iki kuş misali. Palme öldürülerek dünyada destek ve gelişim potansiyeli gösteren Kürt mücadelesinin imajı yok edilmek istendi. Çünkü CIA (veya NATO Gladiosu) Ortadoğu’da ikinci bir Küba istemiyordu…

Palme cinayetinden önce SÄPO neden PKK'yi karalayan ve "terörist" ilan edilmesini isteyen çalışmalara başladı? Bunda kitabınızda "SÄPO içindeki çete" diye tarif ettiğiniz Nazi yanlısı ekiple ve Hans Holmer nasıl bir rol oynadı? Holmer de bu ekip gibi Hitler hayranı mıydı?

Holmer, CIA’nin adamı ve SÄPO ile CIA arasında bilgi alış-verişini sağlayan bir “kontakt person”du. Tabii elimizde buna dair belge yok, fakat o CIA’nin talimatı ile İsveç istihbaratı içinde özel bir birim oluşturdu. Palme bunu dağıtmak istedi ama başaramadı. Palmen’in öldürüldüğü gece nöbette olan ekip de bunlar. Hatta anbulans şoförü bile bunlardan ve alarm gelince olay yerine gitmez. Öldürme olayından önce PKK’nin karalanması süreci ise hem iç hem de dış kamuoyunun hazırlanması içindi. Yani suçlu önceden belirlendi ve öldürmeden sonra belgeleri gizlemeleri, yön şaşırtmaları daha kolay oldu. Çünkü daha önceden bir suçlu zaten vardı. Burada Holmer merkezi bir rol oynadı. İlk saatlerden itibaren “PKK öldürdü” tezini o ortaya attı. Gerçek belgeleri gizledi, şahitlerin ifadelerini yanlış yönlendirdi, o gece polis listesini ve planlarını yapan şahıs oydu.

Holmer yanlış yönlendirme ile gözleri PKK’ye çevirerek gerçek katillerin gizlenmesini sağladı. Holmer ve ekibi CIA hayranı ve Palme düşmanıydı, Hitler’in değil. Bunlar CIA veya Gladio’nun (NATO gladiosu demek de doğru) şemsiyesi altında zaten MİT (Özel Harp Dairesi), Alman istihbarat örgütü BND, İngiliz, Mossad gibi istihbaratlar ile sıkı ilişki içindeydi. Palme’nin “CIA ile ilişkilerinizi kesin” talimatına rağmen Holmer bunu yapmamış ve ilişkilerini devam ettirmiştir. Kısaca Hitler hayranı değil, CIA ve Gladio hayranı ve sosyalizm düşmanlarıydı. Bunların hepsini birleştiren Gladio örgütlenmesi de “Dünyada gelişen bütün komünist hareketleri yok etmek” anlamına gelen World Antikommunist League (WACL)’dı.

Peki özellikle Hans Holmer'in Kürt ve PKK düşmanlığı nereden geliyor? Sizce somut olarak MİT veya Türkiye ile bir alış verişi veya başka bağlantıları mıydı?

Düşmanlığı CIA ve ideolojilerinden geliyordu, sosyalizm düşmanlığı bunların iliklerine kadar işlemiş; ki bu çok önemli. Aynı zamanda Türk devletiyle de kesinlikle bir ilişkisi var, bu hem direk, hem de BND, CIA ve WACL üzeriydi. Ama açığa çıkmadı. Çünkü MİT in sahte belgeler ile SÄPO, BND ile CIA’yı beslediği biliniyor. Holmer'in ve SÄPO’nun Almanya Federal Haber Alma Servisi (BND) ile ilişkisi sıkı. Buradaki işverenlerin de Türkiye ile ekonomik bağları nedeni ile hükümet üzerinde bir baskısı sözkonusu. BND ile 20 yıla yakın SÄPO ilişkisi var ve PKK ile ilgili belgeler BND üzerinden geliyordu.

‘BİZDEN SONRA ALMANYA DA PKK’Yİ TERÖRİST İLAN EDER’ RAPORU!

Palme cinayetinin Kürtlere mal edilmesinde Holmer nasıl rolü vardı? Almanya'daki soruşturma ve yargılamalarda Holmer'in payı oldu mu?

Palme cinayetinin Kürtlere mal edilmesinde Holmer başrolü oynadı. Cinayetten önceki zemin hazırlama da SÄPO eliyle oldu. Bir SÄPO toplantısında bazı belge kopyalarının hükümete verilmesi gerektiği ortaya çıktı ama o zamanki başkanı olan Per G. Vinge karşı çıkar ve belegelerin düşmanların eline geçeceğini ileri sürerek karşı çıkar. Mahkemeye verilir. Polis şefi Carl Persson onu sahte belgeler ile kurtarır. Daha sonra Vinge istifa eder. Onun yerine Persson’un önerisi ile Holmer SÄPO şefi olur. Holmer sosyal demokrat görünüyordu. Palme, SÄPO’yu temizlemesini ve şeffaflaştırmasını ister ama Holmer yapmaz. Bu arada SÄPO’nun Almanya ile ilişkileri ise taa Hitler döneminde başlar. SÄPO, Norveç devrimcilerini Nazilerin istihbaratı Gestopa’ya teslim eder ve daha sonra hepsi öldürülür.

Kürt hareketinin terörist ilan edilmesinde de şüphesiz Holmer başrol oyandı. Kürtlerin serseri, katil, esrarcı, “şiddete tapan ve “alınları lekeli” olanlar şeklinde topluma kabul ettirmeye çalışan bir piyondu. İsveç’te terör yasasını (ki çok sert tedbirler içerir) hükümete kabul ettirdi ve SÄPO’ya büyük yetkiler tanınmasını sağladı. Holmer’in Almanya’daki yargılamalardaki payını bilmiyorum. Ancak SÄPO içindeki Holmer’in ekibi 17.09.1984 tarihinde hükümete PKK’ye ilişkin bir rapor verir. O raporda “İsveç PKK’yi bir terör örgütü olarak görürse, Almanya ve ardından İngiltere de PKK’yi böyle görmeye başlayacağı” tespiti yer alır. Holmer hakkında çok az bilgi yansıdı, bana kalırsa kendisi bir Gladio elemanı olduğu için yaptıkları karanlıkta kaldı.

PKK’NİN ‘ÜNLÜ SANATÇIYI KAÇIRMA’ HİKAYESİ!

Bir de Palme cinayetinden önce, 1983 yılında İsveç istihbaratı ünlü sanatçı Carola Häggkvist ve bazı zengin çocuklarının neden PKK tarafından kaçırılacağını uydurdu? İstihbarat niye böyle bir şeye ihtiyaç duydu?

Carola, İsveç halkı tarafından sevilen bir sanatçı. Sanatçılar masum olur ya, bu nedenle bütün kanalları kullanarak PKK kamuoyu nezdinde canavarmış gibi gösterilmeye çalışıldı. Zenginlerin de İsveçlilere iş sağlayan ve İsveç’i geliştiren insanlar olarak gördükleri için. Bir de zenginlerin Türk devletiyle sıkı ilişkileri vardı. Bunlar tutmayınca başka arayışlara girmek zorunda kaldılar. Zaten daha sonra medyanın yaptığı bu tür haberlerin kendi araştırmaları sonucu değil de SÄPO’nun içindeki çekirdek kadronun kendi yandaşı gazetelere sızdırması olduğu anlaşıldı.

34 yıl sonra savcının geçtiğimiz günlerde katil zanlısının 2000 yılında ölen Stig Engström isimli bir İsveçli’nin olduğunu açıklamasından yola çıkarak soruyorum; Palme’yi kim veya kimler niçin öldürmek istedi?

Palme'nin öldürülmesinde NATO içindeki iki Gladio örgütlenmesi öne çıkar: Biri; WACL diğeri de EAP (Avrupa İşçi Partisi). WACL bütün dünyada, EAP ise Avrupa ve Amerika’da örgütlü. Palme öldürülmeden önce bunların yöneticileri ile SÄPO bir toplantı yapar ve öldürülme kararı çıkar. Tetikçiler SÄPO’dan ama bu örgütlerden şahısların da cinayette görev aldığı hesaplanıyor. Hatta Abdullah Çatlı ve benzeri Gladio üyelerinin de rol almış olabileceği ihtimali var.

EAP Almanya’da aktif, o zaman 200 üyesi olduğu tahmin ediliyordu. Almanya’daki yayın organı “Neue Solidarität” (Yeni Dayanışma). Willy Brandy’ı Gestepo şefi olarak lanse ederler, dönemin Alman Yeşiller Partisi lideri Petra Kelly’i Nazist olarak damgalarlar. Bu ekip Kelly ve Palme’yi Amerikan gezilerinde takip ederler. Hatta Palme’nin oradaki dokümanlarını çaldılar. AEP’nin Almanya sorumlulularından Arno Hellenbroich’in kardeşi Heribert’i, 1983’te Almanya’nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın başına getirdiler ve 1985 yılına kadar o görevde kaldı.

Yarın:

  • Holmer’in bilgileriyle Rebmann, Palme cinayetinde “Kürt izi”ni nasıl sürdü?
  • Rebmann’ın Şubat 1988’de başlattığı operasyonlar...
  • 8,5 milyon Mark’a mal olan ve dört yıl süren Düsseldorf mahkemelerinde kim kimi yargılıyordu?