Macron’un ekonomik ve sosyal politikaları hayal kırıklığı

Fransa’da  medyanın, finans ve iş dünyasının da desteğiyle iktidara gelen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un beklenenden daha hızlı bir biçimde halkın gözünden düşmüş durumda.

Halkın geniş kesimlerinin ‘reform isteğine’ rağmen Macron’un icra etmek istediği ilk reformlar şimdiden tartışmalı.

ÇALIŞAN HAKLARINI YOK ETMEKLE İŞE BAŞLADI

Macron’un zaten 2016 yılında François Hollande tarafından ciddi oranda liberalleştirilen Çalışma Yasası’nda yeniden ‘reform’ yapması dikkat çekmişti. 22 Eylül’de reforma ilişkin kararnameleri imzalayan Macron’un, sadece işveren endeksli ‘reformlarda’ ısrarlı olduğu çok geçmeden anlaşıldı.

Şirketlerin istedikleri anda çalışanların işine son vermesini kolaylaştırmayı amaçlayan kararnamelerde, böylesi durumlarda ödenecek tazminatlar yüzde 50 oranında aşağıya çekiliyor. Kararnamelerle 50 çalışandan az istihdama sahip şirketlerde bile işveren ile çalışanlar arasında toplu müzakere yapılabilecek ve bu sayede çalışanları az çok koruyan genel yasalar yerine çalışanların ‘işlerini koruyabilme’ kaygısıyla işverenlerin taleplerine razı gelmeleri sağlanmış olacak.

Ayrıca  bu tür şirketlerde sendikalaşma oranı yüzde 4 civarında iken, 20 ila 50 arasında çalışanı olan şirketlerde de seçilmiş bir çalışan aracılığıyla müzakere yapılabilecek. Bu maddelerin tümünün işverenlerin elini güçlendirmeye yönelik olduğu biliniyor.

Çalışma Yasası’ndaki bu değişiklikler 12 ve 21 Eylül’de ülke genelinde yapılan protesto eylemleri ve grevlerle kınanırken, Fransız halkının üçte ikisine yakınının bu eylemleri ‘haklı’ bulduğu anketlere yansımıştı.

NE YAPTIĞINI BİLMEYEN, DAĞINIK BİR REFORMCU İZLENİMİ VERİYOR

Kendi kurduğu En Marche adlı hareketle cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Emmanuel Macron’un göreve geldiği ilk 4 aylık sürede gerçekleştirdiği veya vaat ettiği politikaların kendi içinde oldukça tutarsızlık içerdiği de gözlerden kaçmıyor.

Buna örnek olarak on milyonlarca haneyi ilgilendiren oturma vergisinin en alt gelir seviyesindeki yüzde 80’lik kesim için kaldırılması, uzun süreli işsizlerin işe alınması durumunda verilen devlet teşviklerinin kaldırılması ve kira yardımlarının düşürülmesi gösterilebilir.

Seçimler öncesinde mükelleflerin yüzde 80’inin oturma vergilerinin kaldırılmasını vaat eden Macron, bu vaadinde kısmen geri adım atmış ve bunu 2020 yılına kadar üç aşamada yerine getirme kararı almıştı. Ancak büyük oranda belediyelere, illere ve bölgelere aktarılan bu vergi gelirlerinin zaten ciddi borç yükü altında olan Fransız yerel yönetimlerini daha da zora sokacağı açık.   

Fransız yerel yönetimlerinin yıllık 20 milyar euro civarındaki bu gelirlerinin yaklaşık yarısını kaybedeceği hesaplanırken, zaten genel tasarruflardan etkilenmeleri nedeniyle büyük bir borç batağına sürüklenmeleri ihtimali bulunuyor.

Zira kiracı veya ev sahibi tüm kişilerin ödemekle yükümlü olduğu oturma vergisi, mükelleflerin gelirleri, oturdukları hanenin kira değeri ile yerel yönetimin bu değer üzerinden belirlediği yüzdelik gibi kriterlere göre hesaplanıyor. Bu durumda, gelir durumu yüksek bireylerin yaşadığı ve emlak değerlerinin yüksek olduğu kentler bu kanundan çok az etkilenirken, kırsal bölgeler ile gelir düzeyi düşük kentler vergi gelirlerinin önemli bir kısmından mahrum kalacaklar. Bunun sonucu olarak da yerel yönetimlerin birçok hizmeti vermesi zorlaşacak.

KİRA YARDIMINDAN KESİP İFLASIN EŞİĞİNDEKİ SOSYAL KONUT KİRALARINI AZALTMAK

Macron’un akla ziyan bir diğer reformu da, milyonlarca dar gelirliyle öğrencilerin kira yardımlarında yapılacak kesintilerle alakalı. Öğrenciler ile sosyal konutlarda (HLM) yaşayan kiracılara verilen kira yardımlarının azaltılması söz konusu.

Bu kesintilere yönelik tepkiler üzerine çoğu yerel yönetimlerin kontrolünde olan HLM adlı binalardaki kiraların düşürülmesini isteyen Macron, daha büyük bir tepkiyle karşılaştı. Ancak sosyal konut kiralarının düşürülmesi söz konusu olacaksa, dar gelirlilere verilen kira yardımlarının neden kesilmek istendiği bir türlü anlaşılamıyor. Zira HLM adlı sosyal konutların kiralarının zaten düşük olduğu bilinirken, Macron’un birçok HLM kurumunu ekonomik dar boğaza sokacağı tahmin ediliyor.

ŞİRKETLERE ON MİLYARLAR VERİP İŞSİZLERDEN BİRKAÇ MİLYAR ESİRGENECEK

Benzer şekilde sadece bu yıl içerisinde 310 bin işsizin süreli de olsa çalışmasına imkan tanıyan devlet destekli iş sözleşmelerinin sonlandırılacağı duyurulmuştu. Bu sisteme göre, en az 1 yıl işsiz kalan bir bireyi işe alan dernek, okul, yerel yönetim veya şirketlere yüzde 30’lar 90’lara varan düzeyde sigorta primi yardımı yapılıyor. Bu uygulama kapsamında bu yıl içerisinde 310 bin yeni iş sözleşmesi imzalanırken, devlete maliyeti 2,4 milyar euro olmuştu.

Macron’un devlet desteğini çekmesiyle 300 bin kişinin işsiz kalması söz konusu iken, doğrudan orta ve büyük ölçekli şirketlere sağlanan on milyarlarca euroluk kolaylıklara ise dokunulmuyor. Oysa CICE adıyla François Hollande döneminde hayata geçirilen kanunlar kapsamında 2016 itibariyle 35 milyar euroyu aşkın vergi indirimi sağlanırken, buna karşılık şirketlerin yaptığı işe alımlar sayesinde işsiz sayısında sadece 50 ila 100 bin bir düşüş olduğu hesaplanmıştı.

Yani bir yandan on milyarlarca euro verilerek 100 bin kişiye iş imkanı sağlanırken, diğer yandan 2,4 milyar euro tasarruf edebilmek için 300 bini aşkın kişi işsizlikle karşı karşıya bırakılacak. Ayrıca devlet destekli iş sözleşmelerinden yerel yönetimler, okullar ve derneklerin ciddi oranda faydalandığı dikkate alındığında, Macron’un bu tasarruf planının birden fazla alanda zarar vereceği anlaşılıyor.

AVRUPA SİYASETİNDE ETKİLİ OLMAK İSTİYOR

Emmanuel Macron’un seçim kampanyası döneminde ‘Avrupa Birliği yanlısı’ aday olarak öne çıkmasına rağmen henüz AB siyasetinde ciddi manada ağırlığını hissettirdiği söylenemez. Bu konuda Almanya Başbakanı Angela Merkel’in öncü rolünü elinden almak isteyen Macron, AB içinde ülkesi dışında çalışanların eşit maaşlarla çalıştırılmasına ilişkin çabalarıyla atağa geçmişti. Macron, gelir düzeyi düşük AB ülkelerinden gelen çalışanların, iş buldukları ülkelerdeki kanunlar ve ücret düzeyine göre çalıştırılmalarını istiyordu.

Ancak Macron’un Çekya, Slovakya, Polonya ve Avusturya gibi ülkelerde Ağustos ayında yaptığı ziyaretler pekte ciddiye alınmadığını göstermişti. Macron, bu konuyu AB içindeki etkinliğini arttırma konusunda araç olarak görüyordu. Zira Fransa’ya diğer AB ülkelerinden gelerek çalışanların sayısının diğer AB ülkelerinde çalışan Fransızlarla birbirine yakın olduğu bilinen bir gerçek.

REFORM YAPMA İSTEĞİ KABUL GÖRÜYOR AMA REFORMLARI DEĞİL

Emmanuel Macron’un Ağustos ayında yaptığı bir açıklamada dile getirdiği “Fransızlar reformlardan nefret ediyor” iddiasının aksine halkta birçok alanda reform isteği mevcut. Bunda özellikle 2008 yılından bu yana işsizlik oranlarının bazı istisnalar dışında artması ve 2016’dan bu yana sadece çok düşük bir düzeyde gerilemiş olmasının etkisi büyük.

Ülkenin ekonomik büyümesinin yüzde 1’ler civarında kalması, tümüyle veya kısmen işsiz olan bireylerin sayısının halen 6 milyonun üzerinde olması, medya aracılığıyla işverenler ve finans kuruluşlarının yaptığı ultra liberal propagandalar gibi etkenlerle, Fransız halkında belli oranda ‘bir şeylerin değişmesi gerektiği’ hissi yerleşmişti.

Eylül ayı başında yayınlanan bir ankete göre, Fransız halkının yüzde 61’i Macron’un ekonomik ve sosyal alanda aldığı kararların ‘iyi yönde olmadığına’ inanıyordu. Odoxa tarafından yapılan ankette, halkın üçte ikisinin Macron’un ekonomik ve sosyal alanlarda ‘reform yapma isteğini’ haklı bulduğu görülürken, bu oranın özellikle sağ seçmenler arasında yüzde 95’lere kadar yükseldiği sonucu çıkmıştı.

Halkın yine yüzde 60’lık bir kesimi Macron’un ‘reformlarda sonuna kadar gideceğine’ inanırken, yüzde 40’lık bir kesimi ise Macron’un bu reformlarda ‘çok ileri gittiği’ görüşünde. Fransızların üçte biri, ‘reformların doğru ritimde’ gittiğine, dörtte birlik kesimi ise ‘aksak ritimde’ gittiğine inanıyor.

ÜÇTE İKİSİ MACRON’U İYİ BİR CUMHURBAŞKANI OLARAK GÖRMÜYOR

Her ne kadar cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda aldığı yüzde 24’lük oy oranıyla Fransızların pekte ‘umut’ olarak görmediği bilinse de, Macron, ikinci turda aşırı sağcı Marine Le Pen’e karşı ciddi bir halk desteğini arkasına almayı başarmıştı. Ancak Macron’un bu zoraki desteğin hemen ardından halk nezdinde kazandığı güvenin kısa sürede bir balon gibi söndüğü görüldü.

Macron’un ülkenin ekonomik geleceği için iyi olacağını düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 37’de kalıyor ve bu güven oranı, Fransa tarihinin en kötü cumhurbaşkanı kabul edilen François Hollande’dakinden bile daha hızlı bir şekilde düşüşe geçti.

Genel olarak Macron’un ‘kötü bir cumhurbaşkanı’ olduğunu düşünenlerin oranı ise her geçen gün artıyor. Son olarak bu hafta başında yayınlanan bir ankette, Macron’u kötü bulanların oranı yüzde 56 olarak belirlenmişti. Bu oran Haziran ayından bu yana 15 puan artış gösterdi. Haziran ayında Macron’u beğenme oranı yüzde 58’deydi.

EKONOMİK VERİLER İYİLEŞEBİLİR!

Emmanuel Macron’un yaptığı ve vaat ettiği ‘reformlar’ dikkate alındığında özellikle ülkedek milyonlarca dar gelirlinin olumsuz etkileneceği ve yüksek gelir gruplarının daha da avantajlı konuma geleceği tahmin edilebilir. Buna karşın, Fransa’nın uzun yılları bulan ekonomi ve istihdam sorunları nedeniyle ‘göstergelerde’ belirli bir iyileşme yakalaması ihtimali yüksek.

Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (INSEE) tahminlerine göre Fransa ekonomisi bu yıl 2016’ya oranla yüzde 1,6 oranında büyüyecek. Aynı öngörülere göre, bu büyümenin işsiz sayısını az da olsa düşürmesi mümkün olacak.

Ancak Macron’un 2022 yılında arkasında François Hollande’dan devraldığından daha iyi mi yoksa daha kötü mü bir ülke bırakacağını kestirmek için henüz erken.