Munzur’da bir somon misali

Dersim kültüründe bozulmamış asil bir kır çocuğunun hikayesi tüm Dersim’in özetidir. Somon balığının hikayesine benzer yaşam öyküsü. 2018’in baharında şehit düşen Mahir’in anısına…

Somon balıkları göçebe balıklardır. Bu göçlerinde inanılmaz bir çabayla imkansız görünen engelleri aşarlar; hatta alçak şelaleleri metrelerce yukarı atlayarak ya da hiç desteksiz boşluğa dökülen suyun içinde akıntıya karşı yüzerek başarırlar. Somon balıkları bütün okyanusu dolaşmış olsalar bile suyun kokusunu takip ederek sonunda kendi doğdukları kaynağa geri dönerler. Okyanuslarda, denizlerde ve ırmaklarda sonsuz maviliklerde özgürce yüzer ama tekrar kaynağa akarlar. Sürüler halinde dolaşır ve esas ait oldukları suyun kokusuna hiçbir zaman yabancılaşmazlar. Somon balığının hikayesine benzer Mahir’in (Mahir Munzur-Cihan Kıt) yaşam öyküsü. Munzur’un somonu da benim, derdi Mahir. “Her yere gitsem dünyayı dolaşsam da Munzur’a bakmadan, Munzur’da yüzmeden, kokusunu içime çekmeden yaşayamam. Ben bu suda doğdum bu mavide büyüdüm” diye devam ederdi. Munzur çocuğuydu Mahir. Gözelerden akarsu misali akar ve dağları parçalardı. Vadiye başka güzellik katan her şelaleye dokunur, kutsallığında kutsanırdı. Vadinin florası ve faunası ondan sorulur. Huşun, dişbudağın, sık meşelerin kızıl ağacın, kavağın vadi boyunca nerde ne kadar olduğunu gözü kapalı bilirdi. Somonların yuvaya dönüşünü sabırsızlıkla bekler, kırmızı pullu alabalıkların hangi zamanda tutulacağını ve ne zaman karışılamayacağını balıkçılardan daha iyi bilirdi. Yosundan taşına, dağ keçilerinden kekliğe, üveyikten turna ya kadar saatlerce izler tüm güzellikleri, bıkmadan sıkılmadan, çünkü kendini bulur ve kendisi olurdu bu kültür içerisinde.

Sonbahar soğuklarında üşütmüştü arkadaşlar, erzak çekiyorduk. Hiç ilaç kullanmanıza gerek yok, sizin ilacınız benden, dedi Mahir. Hemen bir ot getirdi, kaynattı, tek tek arkadaşlara verdi. İçtiğimiz bu değişik ot çok iyi gelmişti. Nenesi Mahir’e şifalı ve yararlı otların hepsini göstermişti. Doğadaki her şeyin daha faydalı olduğuna inanıyordu. Dersim’deki endemik çokluk olduğu sürece hiçbirimiz hastalanmayız. Bu güzelliklerin barajlarla sular altında kalacağı düşüncesi bile onda büyük bir öfkeye yol açardı.

TOPRAK AŞKIYLA YAŞARDI

Babasıyla birlikte Gül Yaylası’na, Sultan Baba’ya erken yaşta sarımsak ve mantar toplamaya çıkmıştı. Başkalarının denetiminde emeğinin sömürülmesindense kendi topraklarında ne bulduysa onunla yetinmeyi ne topladıysa onu satarak geçinmeyi vazgeçilmez bir ilke edinmişti. Toprağının üzerindeki her şeye katlanır ama başka diyarlarda nefes almaz, adeta boğulurdu. Dersim dışına çıkar ama yangından mal kaçırırcasına hızla geri gelirdi.

Mahir’in doğup büyüdüğü Peter köyü, Munzur suyu ve dağlarına; diğer yüzü Demenan ve Laç deresine bakar. Sık meşelerin ve ceviz ağaçlarının görüntüsü adeta halı saha gibi. Yüksektedir Mahir’in köyü. Rüzgarın esintisinin tadını en çok Peter’de alırdı. Geceleri yıldızlara kendini daha yakın hissederdi, elini uzatsa yakalayacakmış gibi. Nerede susuz kalsak şimdi burada bizim köyün çeşmesi olacaktı buz gibi etrafında saatlerce oturursun huzur verir. O serin havası yok mu unutturur sana bitap düşen hallerini, adeta pırıltısından büyük bir enerji almışçasına koyulursun seni bekleyen nice işlere, fiziksel enerjimin kaynağıdır bizim köyün çeşmesi, derdi. Dünyanın en güzel mekanlarını, en albenili coğrafyalarını değiştirmezdi Mahir, kendi köyünün güzelliklerine. Her insan doğup büyüdüğü topraklara benzer deyimi en çokta Mahir’i tarif ederdi.

Köylerinin boşaltılmasına olan öfkesinden, sindirememekten olsa gerek zamanın çoğunu orda geçirir, sürekli ziyaret eder, yağmurlarda ıslanan toprağın kokusunu içine çekmezse yaşamında derin boşluklar hissederdi. Mutlaka mantar, sarımsak, kereng, ışkın, toplamalıydı yoksa bu güzelliklerin ona küseceğini düşünürdü ya da yaşamında bir şeylerin eksik kaldığını hissederdi. Saatlerce yürür, zirvelere çıkar, ceylanları izlemeye dalardı; peşlerine takılır, yeni yollar, patikalar ve mağaralar keşfederdi. Her zaman bizi en kestirme en güvenlikli yollardan götürürdü. Bu yeteneklerinden dolayı arkadaşlar ona Dersim kurdu demekten kendilerini alıkoymuyordu. Dersimin her karış toprağına ayak basmalı, tüm kuytulukları bilmeli, gitmediği, görmediği, gezmediği bir yer kalmamalıydı. Mahir, bozulmamış, kendisine yabancılaşmamış pirüpak bir kır çocuğuydu. Doğal yaşamın, doğal kültürün en yalın, en özlü ifadesiydi.

GENÇLERİN ÖNCÜSÜYDÜ

Dersim’in Gazik Mahallesi’nde yaşayan gençlerin adeta lideri gibiydi, herkesi peşinde sürüklüyordu. Doğal öncülük özellikleri, otoriter kişiliği, ’olmaz’a meydan okuyan keskinliğiyle etrafına büyük bir güven veriyor, korku duvarlarını kırıyordu. Tereddüt yaşayan gençlere cesaret kapılarını aralıyordu. Cesurdu Mahir. Doğduğu mekandan mıdır acaba, bilinmez. Annesi Mahir’in asiliğini, kabına sığmaz hallerini anlatırken şöyle derdi: “Mahir’i dokuz ay karnımda taşıdım, ana rahminde bile durmazdı. Alişer’in mağarasında dünyaya gözlerini açtı, belki de ondandır bu kadar asi olması.”

Mahir, koparıcı ve kendine güvenen, engel tanımayandı. Düşmanın korku politikalarından sinen ve kendine güvenini yitiren Gazik gençliğini korku uykusundan uyandırıp onları Seyit Rıza’nın mirasına sahip çıkmak için cesaretlendiriyordu. Gençleri toplayıp saatlerce tartışıyor, düşmanın Dersim üzerinde geliştirdiği yabancılaştırma politikalarına karşı kendi köklerine sarılma ve öz savunma reflekslerini geliştirmek için üstün çaba harcıyordu. Herkes dürüst olmalı, başta ona karşı, sonra da Dersim’de yaratılan tüm değerlere karşı. Zaman yenmemeli bizi. Başardığımız anılardan bahsetmeliyiz. Yenilgili hatıralar, yaşasak da her gün ezer insanı, o yüzden biz gençler ancak sahip çıkabiliriz geleceğimize. Onu hayranlıkla dinler etrafındaki gençler. Ondan büyük cesaret alır ve düşmana karşı öfkeleri daha da artardı. Genç zihinlerin adeta ruhu ve vazgeçilmezi gibiydi. Olmaması, yapılmaması gereken işlerle uğraşan, zamanını boş yere harcayan gençleri doğruya çekmek için saatlerce tartışır, sorumluluk görevlerine çağırırdı. Düşmanın gençler üzerinde yarattığı sindirme, içine kapanma, ürkme, cesaret kırılmasına karşın yeniden dirilişe, irade olmaya çağırıyor ve gençlik içinde birlik ruhunu oluşturuyordu. Ateş gibiydi Mahir, değdiği her şeyi yakan.

HEYBET VE ASALETTİ MAHİR

Arkadaş topluluğu içinde koparıcı ve girişken olması onu otoriter kılıyordu. Mahir, girdiği ortamda sözü geçen, sözü dinlenen, etrafında doğal saygınlık yaratan bir gerillaydı. Öncü özelliklere sahip olduğundan herkes açısından çekim merkeziydi. Heybet ve asalet kavramlarının tanımı Mahir’de anlama kavuşuyordu. Daha da zenginleşiyordu tanımı fakirleşen kelimeler. Asil ve kendine güvenen duruşu, çevresinin ona her konuda güvenmesini yaratıyordu. O kadar çok ortamın içinden davranıyor ve ortamın gönlünden akıyordu ki yaşama hatalarına bile kızamıyordu yoldaşları. Varlığını yaşamdaki canlılığıyla, pratikçiliğiyle anlamlı kılıyor, var olmanın vazgeçilmez ilkelerinin ifadesi oluyordu. ’Cano’ derlerdi arkadaşları ona çünkü herkesin canı ciğeriydi Mahir. Herkes onu canının bir parçası olarak görür ve canı gibi severdi.

İsmini büyük Mahir’den (Şerif Yalçın) almıştı. Hiç tanımadı ama yolunda ilerlemek ve onun gibi büyük bir komutan olmaktı gayesi. Sanırdık ki keskinlik sadece büyük Mahir’e yakışır ama ardılı olan genç Mahir keskinliği ve dobralığıyla herkese şehit Mahir’i anımsatırdı. Korkusuz, cesur ve savaşçıydı Şerif Yalçın, genç Mahir sanki onunla kalmış gibi bu muazzam özellikleri kendisinde barındırıyordu.

Dersim kültüründe bozulmamış asil bir kır çocuğunun hikayesi, tüm Dersim’in özetidir.