12 Eylül'e en anlamlı cevap; Halkların, birliği ve mücadelisidir

12 Eylül askeri faşist cuntası güncelleşerek ifadesini AKP-MHP faşist diktatörlüğünde bulmaktadır. Irkçı- faşist- dinci söylemler ise bu faşist diktatörlüğün tıpkı 12 Eylül darbesinde olduğu gibi temel ideolojik harcını oluşturmaktadır.

12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesinin yeni bir yıl dönümünün karşılandığı günler içerisinden geçiyoruz. Yine geçtiğimiz günlerde de tarihe “6-7 Eylül olayları” olarak geçen 1955 Grek katliamının 68. yıl dönümü karşılanmıştı. Tarihe birer kara leke olarak geçen bugünlerden kuşkusuz önemli sonuçlar çıkarmak gerekmektedir. Özellikle de günümüzde bu çok daha bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.

“6-7 Olayları”nın, 12 Eylül askeri faşist darbesinin mimar ve uygulayacılarının aynı güçler olduğu bugün çok daha net bir şekilde açığa çıkmıştır. Gerçi tarihe birer kara leke olarak geçen bu olayların gerçekleştiği dönemlerde gerçek failler her ne kadar farklı argümanlar kullanılarak, gizlenilerek açıklanmaya çalışılmış olsa da, bugün herkes tarafından bunları tezgahlayan ve gerçekleştirenlerin Türk Gladyosu, daha açık ve doğrudan adıyla da Özel Harekat Dairesi/Kontrgerillası olduğu herkes tarafından bilinmektedir.

Bugün Türkiye ve Kürdistan toplumları “6-7 Eylül Olaylarını” daha çok yazılanlardan, belgelerden, 12 Eylül askeri faşist darbesini ise hem yaşayanlarının dilinden hem de yazılanlardan, belgelerden okuyarak doğrudan öğrenebilmektedirler. Bu anlamda tarihe geçen bu kara lekelerden önemli sonuçların çıkarılması ve bir daha benzerlerinin yaşanmasının önüne geçilmesinin gereği vardır. Özellikle de devrimci, demokrat ve özgürlükçü güçler açısından bu gerçek daha fazla bir geçerliliğe sahiptir.

“6-7 Eylül olayları” ile Anadolu coğrafyasında özellikle de İstanbul, İzmir vb. illerde yaşayan Grekler bilinen en yaygın ismiyle de Rum’lar hedeflenmişti. Bununla asıl gerçekleştirilmek istenen ise, üzerinde yaşadıkları coğrafyanın kadim haklarından olan Greklerden son kalanların da Anadolu coğrafyasından sökülüp atılmasıydı. “6- 7 Eylül Olayları” Türk Gladiosu tarafından bu amaçla gerçekleştirilmiş ve tarihin yaşadığı en sistemli ve tamamen özel savaş planlaması olan soykırımcı bir katliamı ifade etmişti. Sonuçta da katledilerek, mallarına- mülklerine el konularak, evleri yakılarak, tecavüzlere uğratılarak Anadolu coğrafyasında yaşayan Greklerin varlığına son verilmişti. Katliamdan arta kalanlar da, Yunanistan’a sürgün edilmişti.

“6- 7 Olaylarının” asıl nedenlerinden birini böyle bir gerçeklik oluşturmakla birlikte diğer bir başka nedenini de o zamanın Adnan Menderes Hükümeti’nin izlemiş olduğu politikalar oluşturmaktaydı. “Vatan”, “millet” edebiyatını yapan toplumda milliyetçi, dinci düşünceleri körükleyerek tahrik eden Menderes Hükümeti yaşadığı kriz ve sorunlardan kendine göre bir çıkış yolu aramaktaydı. Bu çıkış yolunu da Anadolu Greklerini yeniden bir soykırımdan geçirmekte bulmuştu. Dinci, milliyetçi söylemlerle kışkırtılanları da bu insanlık suçuna ortak etmişlerdi.

12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri faşist darbesinin de planlama, uygulama, kullanılan argümanlar vb. olarak birçok açıdan benzer yönleri bulunmaktaydı. Bunların başında da 12 Eylül’ünde bir Gladyo planlaması olduğu gerçekliği gelmekteydi. Yine 12 Eylül darbesinin ilk adımı olan sıkıyönetim ilanının gerçekleşmesine vesile olarak gösterilen 19-25 Aralık 1978’de gerçekleştirilen Maraş katliamında da dinci, milliyetçi argümanlar etkili bir şekilde kullanılmış ve bu söylemlerin ağır etkisi altında olan insanlar da bu suça ortak edilmişlerdi. Ancak bu sefer hedefte bulunanlar; o coğrafyada yoğun bir halde yaşayan Alevi inancına sahip olan Kürtlerdi.

1978’de Maraş’ta Alevi Kürtlerin yaşadıkları da, Greklerin yaşadıklarından farklı değildi. Onlarda katledilmiş, tecavüze uğramışlar, mallarına- mülklerine el konulmuş, evleri yakılmış ve sonuçta yerlerini, yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlardı. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile birlikte de bu daha sistemli bir hale getirilerek tüm Kürdistan coğrafyasında bir bütün olarak Kürdistan halkına ve de Türkiye’de yaşayan tüm ezilenlere, sömürülenlere devrimcilere, demokratlara ve özgürlük güçlerine karşı uygulamaya konan hakim bir politikaya dönüştürülmüştü.

Kuskusuz 12 Eylül’ün yıl dönümü itibarıyla o süreçte yaşananlar ve neden olduğu sonuçlar ayrıntıları ile değerlendirme konusu olacaktır. İdamlar, işkenceler, yasaklar, sürgünler, zindanlar vb. tüm yaşananlar bilançoları ile çıkarılacak ve hafızalar yenilenecek, kahraman, fedakar şehitleri direnişleriyle birlikte  anılacaktır. Kuşkusuz bunlar olması gerekenlerdir. Fakat günümüz koşullarında tüm bu yapılacak olanların yeterli olacağını da düşünmekte yeterli değildir. Çünkü içerisinden geçilmekte olan koşullar daha farklı şeylerin yapılmasını görev ve sorumlulukların yerine getirilmesini beklemektedir. Özellikle de 12 Eylül’e doğru yaşananlar ve sonrasında karşılaşılan sonuçlar bunu gerekli kılmaktadır.

12 Eylül askeri faşist darbesi her an yaşanması beklenen bir gerçeklikti. O nedenle de o günün devrimci, demokrat ve sosyalist güçlerinin “beklemiyorduk” gibisinden bir cevap vermesi doğru değildir. Burada asıl olarak çıkarılması gereken sonuçta burası olmaktadır. Darbe bekleniyordu, fakat onun karşısında gerekli hazırlıklar yapılmamış, tam da gerekli ve zorunlu bir ihtiyaç olan sosyalistlerin, devrimcilerin, demokratik güçlerin birliği sağlanamamıştı. Bu birliğin sağlanması için başta Özgürlük ve Demokrasi Hareketi olmak üzere bazı güçlerin samimi, ısrarlı çabaları olsa da, bu çabalar karşılığını bulmamıştı. Bu gerçekleşmeyince de Kürdistan ve Türkiye coğrafyasında devrim için oluşmuş olan bir ortam gerektiği gibi değerlendirilmeyerek, 12 Eylül cunta şeflerinin hiçte beklemedikleri bir düzeyde onlar için karşı devrimlerini gerçekleştirmede tam bir fırsata dönüşmüştü. Oluşan böylesi elverişli koşullarda ise “Türk-İslam sentezi” esasları üzerine oturtulan “İkinci Cumhuriyetin” inşa sürecine başlanılmıştı.

Günümüz Türkiyesi’nde yaşananlarda, bu gerçekliğin en somut halini temsil etmektedir. 12 Eylül askeri faşist cuntası güncelleşerek ifadesini AKP-MHP faşist diktatörlüğünde bulmaktadır. Irkçı- faşist- dinci söylemler ise bu faşist diktatörlüğün tıpkı 12 Eylül darbesinde olduğu gibi temel ideolojik harcını oluşturmaktadır. Nasıl 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi kendini onlarca yıla hükmedecek bir sistem olarak örgütlendirmeyi önüne hedef olarak koymuşsa, onun güncelleşmiş hali olan AKP-MHP faşist kliği de kendini ondan daha fazla yıllara taşıracak olan hedeflerin peşine takılmış bulunmaktadır.

Bu faşist, ırkçı, sömürgeci- soykırımcı yönelimlerin Kürdistan ve Türkiye toplumlarına neye mal olacağı açıktır. Bu konuda hiçbir şekilde kahin olmaya da gerek yoktur. O nedenledir ki, 12 Eylül darbesinin 38. yıl dönümünde tüm bunlardan gerekli sonuçlar çıkarılabilmeli ve ona göre de bir tutum sahibi haline gelinebilmelidir. Bunu öncelikli olarak yapması gerekenlerde sosyalist, devrimci, demokrat ve özgürlükçü güçlerden başkası değildir. Kürdistan ile Türkiye toplumlarına olan sorumluluk ve görevlerde bunu gerekli kılmaktadır. 12 Eylül sömürgeci faşist darbesine karşı direnişte şehit düşen devrimcilerin beklentileri de onların ardıllarının bu görev ve sorumlukları başarıyla yerine getirmelerinden başka bir şey değildir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika