'21. yüzyıl sosyalizmin altın çağı bitiyor'

Latin Amerika’da peş peşe başlayan eylemleri ülkeler arasında farklılık gösterse de temelinde neoliberalizm karşıtlığına dayanıyor. Öte yandan Latinlerdeki 21. yüzyıl sosyalizminin altın çağı da bitiyor…

Dünyanın hemen hemen her yerinden halklar sokaklarda. Irak’tan İran’a, Lübnan’dan Şili’ye, Bolivya’dan Kolombiya’ya. Farklı dinamikler taşısalar da kesişim noktaları neoliberal politika karşıtlığı. Gazete Duvar yazarı Kavel Alpaslan özellikle Latin Amerika’daki bu hareketlenmeyi yakın takip edenlerden biri. Alpaslan da Latin Amerika’da yaşanan bu hareketliliğin farklı dinamiklere sahip olduğunu belirtse de neticede neoliberal politikalar karşıtı olmalarının belirleyiciliğine dikkat çekiyor. Kavel Alpaslan’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise 21. yüzyıl sosyalizmi olarak adlandırılan dönemin altın çağının bittiği gerçeği.

Alpaslan’a art arda bu hareketlenmenin Arap Baharı gibi domino etkisi taşıyıp taşımadığını, benzerlikleri ya da farklılıklarını sorduk.

Dünyanın sokakları aslında epey hareketli ama Evkador’dan Şili’ye, Kolombiya’dan Bolivya’ya Latin Amerika’da neler oluyor, yaşanan isyanlarda neoliberalizm paydaşlığı kurulabilir mi?

Latin Amerika denilince ortak bir kültürden bahsediyoruz ama bu bir bakıma doğru, çünkü kıtanın hem tarihsel ve kültürel olarak hem de toplumsal olarak paylaştığı, o kolonyal süreçten beri bir paydaşlık var. Diğer taraftan bu ülkelerin kendi içlerinde bambaşka dinamikleri de var. Ortak olarak ele almak hem doğru hem yanlış. Son yaşanan isyanlarda evet neoliberalizmin etkilerinin olduğu bir doğru. Ama genel anlamıyla şu an neler olduğuna bakmak için biraz geçmişe doğru gitmemiz gerekiyor. 21. yüzyıl sosyalizmi dediğimiz, Chavez'in başa gelmesi ile ve yine onun ölmesi ile de biraz sönümlenen ama yine de devam eden bir süreç var. Tabii sadece tek örnek o değil, örneğin Brezilya'da Lula da Silva ve yine Arjantin'de de benzeri bir yönetim vardı. Keza Ekvator ya da Bolivya'da da… 21. yüzyıl sosyalizmi modeli kurulmuştu. Bu model bir şekilde yerli burjuvazi ile bazı alanlarda uzlaşı sağlayarak neoliberalizm politikalarına bir alternatif oluşturmak üzerine kuruluydu. Bir başka dinamik de ABD’nin burayı hâlâ arka bahçe olarak görmesi. Hâlâ müdahale edebiliyor ve pek çok mekanizma ile bağı çok kuvvetli. Aslında Rusya’nın Doğu Avrupa'daki yani eski Sovyet ülkeleri üzerindeki gibi bir etkisi var. Hatta daha kuvvetli ve eskiye giden bir rol bu. 2002 ve 2014 yılları arasında bu 21 sosyalizm dediğimiz dönemin altın çağ olarak yaşandı.

Peki, şimdi bu “Altın Çağ” sona mı erdi?

Öyle de denilebilir. Her ne kadar bu ülkeler arasında farklı dinamikler yaşansa da bugün 21. yüzyıl Latin Amerika politikasına baktığımızda, neoliberalizm karşıtlığından farklı yürümediğini, özdeşleştiği su götürmez bir gerçek. Ama şu da bir gerçek ki hem Morales hem de farklı örneklerinde olduğu gibi burjuvazi ile uzlaşı noktaları kuran 21. yüzyıl sosyalizminin de çöküşe geçtiğini görüyoruz…

Öte yandan Latin Amerika'ya ilgimiz Ekvator’daki eylemlerle başladı diyebiliriz son dönemde. Ama bunun öncesi de vardı. Örneğin Honduras seçimlerinden sonra şaibe gerekçesi ile ciddi sokak eylemleri olmuştu. Bu sene aynı olayın ikinci faslı açıldı Honduras’ta. Aslında Haiti’de hepsinden daha uzun soluklu süren bir eylemlilik vardı.

Ne üzerineydi o eylemler?

Petrocaribe skandalından sonra patlak veren eylemlerdi ki hala sürüyor. Petrocaribe Venezüella’nın Karayip ülkelerinden petrol karşılığında, onların ürettiği artık ne varsa takas ederek aldığı bir anlaşmaydı. Bu Karayip ülkeleri için de ciddi bir gelir kapısıydı. Fakat Haiti'de hükümet değişince ortaya çıktı ki petrocaribe paraları ciddi bir şekilde hortumlanmış. Buradaki anlaşma iptal edildi çünkü hükümet daha ABD yanlısıydı ve Venezüella’ya uygulanan ambargolar neticesinde de böyle bir krizi yaşandı. Bunun üzerine burada başlayan çok radikal sokak eylemleri oldu. Bunun sonrasında Ekvador’da sokak eylemleri görmeye başladık. Ekvador’da göstericilerin meclise girmesi ile dikkatler yeniden oraya çekildi. Şili'deki sokak eylemleri de başlayınca haliyle Türkiye'nin gündemine de oturmaya başladı Latin Amerika. Ardından Bolivya’da Eva Morales’e yapılan darbe de olunca ister istemez Latin Amerika neler oluyor demeye başladık.

Bu eylemlerin ortak noktalarından bahsederken neoliberal politikalar karşıtlığı görebiliyoruz her ne kadar Bolivya'da dinamik farklı olsa da kökenine baktığımızda: Evo Morales, burjuvazi ile birçok uzlaşıya varmasına rağmen onların hoşuna gitmeyecek birçok kamulaştırma yaptı. Elbette bundan rahatsız olan büyük bir beyaz burjuvazi vardı. Şöyle söyleyebiliriz Bolivya'da sınıfsal ayrım hemen hemen neredeyse ırksal bir ayrıma denk düşüyor. Beyazların ciddi bir sermaye birikimi var azınlıkta olsalar da. Neoliberal politikaların uygulanmamasından kaynaklı doğan bir rahatsızlık bu. Bolivya'da darbeyi yapanlar asıl olarak bu kaybeden sermayedarlardı.

Şili ve Kolombiya’yı bu konuda benzetebiliriz. Kolombiya Devlet Başkanı İvan Duque’nin de IMF paketini öneren bir programı olduğu gibi Şili Devlet Başkanı Sebastian Pinera’nın da benzer bir ekonomik paketi vardı.

Peki, farklılıklar nelerdi?

Örneğin Kolombiya'da çok ciddi bir paramiliter saldırılar boyutu var. FARC’ın silah bırakması üzerine ortaya çıkan paramiliter güçler bu iki ülkenin protestolarını birbirinden ayrıştırıyor. Biz genel grev ile duyduk ama öncesinde de Kolombiya’da öğrenci eylemleri vardı ve bu paramiliter güçlerle neoliberal politikalar paketi hemen hemen paralel bir şekilde ilerliyor.

FARC’ın silah bırakmasından sonraki süreci bu eylemlerle birlikte değerlendirebiliriz yani?

Kesinlikle öyle bu barış antlaşmasından sonra FARC’a 5 yıl kadar parlamentoda temsil edilme hakkı verildi, yanılmıyorsam 5 tane de milletvekili. Ama FARC devletle anlaşmış olsa da yüzlerce gerilla paramiliter suikast sonucu öldürüldü. Sadece FARC’ın üyeleri de değil, toplumsal önderler, gazeteciler, sendikacılar neredeyse sayısı yüzlerle ifade edilen insan suikasta kurban gitti. Devlet de bu konuda sorumluluğu üstüne almıyor ve suçu paramiliter güçlere atıyor. Fakat Kolombiya'da bu saldırılara karşı o kadar büyük tepki oluştu ki bundan birkaç ay önce çok ciddi sokak eylemleri yaşandı. Hatta bunlardan birine Kolombiya Devlet Başkanı Duque de katılmak zorunda kaldı. Eyleme katıldığında çok büyük tepkiyle karşılandı hatta taşlandı, hakaretler eşliğinde oradan gönderildi. Ama bu protestoyu katılıyor olması bile protestoların yaptırım gücünü gösteriyor ve de şimdi yapılan eylemlerin de ipucunu veriyor.

Nasıl?

Bugün yapılan eylemlerin sadece IMF paketi ile sınırlı kalmadığını paramiliter güçlerin saldırılarına karşı da olduğu ipucunu… 1995'te de FARC yine benzeri bir süreci yaşamıştı. Bu dönemde de yine paramiliter saldırılarda birçok elemanını kaybetti. Kolombiya'da devlet ve paramiliter güçler çok iç içe geçmiş durumda öncelikle bu sorunun çözülmesi için devletin bunlardan ayıklanması gerekiyor.

Şili’de de benzer şekilde gözaltında kayıplar ya da şaibeli ölümler yaşanmaya başladı burada da benzer dinamiklerden bahsedebilir miyiz?

Bu anlamda biraz Şili’nin geçmişine de bakmak lazım. Şili, Latin Amerika'nın en gelişmiş kapitalist sermayeye sahip ülkelerden biri. Pinochet darbesinden sonra burası neoliberalizmin bir çeşit şablon ülkesiydi. Zaten bu eylemlerde de sokakta en çok gördüğümüz sloganlardan biri “neo-liberalizm Şili'de doğdu Şili'de ölecek” oldu. Şili'de Ordu, Pinochet Anayasası'nın bir nevi bekçiliğini yapıyor hala. Bir darbe mirası koruması söz konusu. Kolombiya gibi eski bir gerilla mücadelesine dayanmadığı için ciddi anlamda bir paramiliter güçten söz etmek mümkün değil. Ama burada da Ordu'nun ciddi bir yapılanması söz konusu.

Yani devlet bizzat kendisi yapıyor, paramiliterlere ihtiyaç duymuyor.

Evet. Dolayısıyla geçmişten kalanları görmemiz Şili için şaşırtıcı değil ama dediğim gibi Kolombiya'dan şiddet anlamında farklı bir noktada duruyor.

Peki, bu denklem içinde Bolivya’yı nereye koymak lazım? Orada neler oluyor şu an?

Evo Morales’in seçimde 2. tura kalmaması durumunda darbenin olacağı belliydi. Morales kendisi de zaten bu seçimlerin sağ muhalefet tarafından kabul edilmeyeceğini söylüyordu. Nitekim bu oldu da. Birçok kesimden şaibe eleştirileri oluyor ama şöyle de bir durum vardı: Her ne olursa olsun %8’lik gibi bir farkla zaten Morales öndeydi fakat yine de 2. tura kalacaktı. Sonucu değiştirebilecek bir etken değildi bahsedilen şaibe. Morales’in ciddi bir can güvenliği tehlikesi vardı ve istifa edip gitti. Elbette bunun için suçlanamaz ama darbecilere de meşruiyet kazandırmış oldu. Kendi destekçilerine hayal kırıklığı. Oradaki ırk ayrımının sınıfsal konuma denk düştüğünü söyledim. Oradaki sağcıları normal olarak düşünmemek lazım zira son derece ırkçı, hatta gamalı haç sembolü kullanacak kadar uç noktadalar. Morales’in şu an dönebilmesi çok mümkün değil ki kendisi de benzer bir niyeti ortaya koydu. Ama özellikle Yerlilerin yoğunlukla yaşadığı bölgelerde ciddi eylemler yaptığı, silahlandığı haberleri var. Şu an özellikle maden sendikaları yönetime karşı büyük bir muhalefet yapıyor. Kolay kolay da bu gerilim dinmeyecek ülkede.

Başta da demiştik dünyanın hemen hemen tüm sokakları özellikle ekonomik temelli gösterilere sahne oluyor. Dünyadaki bu hareketlilik bize ne diyor?

Bu biraz 1990'larda Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitmesine dayanıyor. Neoliberalizm bir şekilde bu savaşın bitmesinin nişanesiydi. Sürekli sosyalizmi çöküşünden bahsediliyor ama kapitalizmin, sınıf çelişkilerinin yaşandığı herhangi bir yerdeki başarısından söz etmek ne kadar mümkün?

Evet, Irak’tan Latinlere ya da Lübnan'dan Fransa'ya kontrolsüz hareketlerin olduğu aşikâr. Burada bu kontrolsüzlüğe dikkat etmek gerekiyor çünkü bunun birçok yere çekilebileceğini de gördük tıpkı Arap Baharı’nda olduğu gibi. Sonuçları bugün çok kötü yerlere de varabilir. Burada görmemiz gereken şey örgütsüzlüğe çare olacak bir öznenin olmaması eksikliği. Şu an peş peşe ülkelerde gördüğümüz için bunları konuşuyoruz elbette ama daha görmeye de devam edeceğiz. Buna çare olacak özneyi yaratmak bana kalırsa sosyalistlerin görevi olmalı.