64 günlük açlık grevinden anekdotlar...

64 gün süren açlık grevlerinde Şakran Cezaevi T4 bölümündeki tutsakların anekdotlarından son bölümü yayımlıyoruz.

Şakran Cezaevi'nde T-4 bölümünde 8 tutsağın başlattığı ve dalga dalga yayılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevi 64. günün ardından KCK'nin çağrısıyla sonlandırıldı. Açlık grevindeki tutsakların günlüğünden anekdotları iki bölüm olarak paylaşmıştık. Yayımlayacağımız son bölümde; tutsakların eylemdeki günlük yaşamları, tartışmalar ve Sewa Mixekrej bulunuyor...

Yaşamı, uğrunda ölmeyi göze alacak kadar çok sevenlerin, onurlu ve anlamlı yaşam için girdikleri süresiz-dönüşümsüz açlık grevlerinin iki aylık panoramasını yayınlıyoruz.

Tutsakların kadrajlarına takılıp kalemlerinden dökülen kimi mizahi, kimi duygusal kareleri, yine onların gözünden aktarıyoruz...

KOĞUŞA GORİL GİRDİ!

Eylemin 40. günleriydi. Eren arkadaş, nam-ı diğer ‘Amir’, hem kendisini korkudan uyandıracak, hem de uyandıktan sonra onu kahkahalara boğacak bir rüya gördü. Rüyada bir goril, evet evet bir goril koğuşa dalıyor! Bu goril arkadaşlara saldırmak isterken Eren arkadaş, Amirliğinin getirdiği sorumluluk bilinciyle çıta gibi bedeniyle öne atılıp dengi olan gorille yaman bir kavgaya girişiyor. Heval Eren her ne kadar on yıllar önce izlediği Bruce Lee taktiklerini uygulasa da gorilin sağ ve sol kroşelerinden kurtulamıyor. Baktı haşamat olacak, arkadaşları yardıma çağırıyor; ama kimse gelmiyor. Gorilin bir yumruk daha indirmesiyle uyanıyor. Tabii uyandıktan sonra da arkadaşlara “İmansızlar! Sizi çağırdım neden yardıma gelmediniz” diye sitem ediyor. Bu siteme Murat arkadaş, “tövbe estağfurullah” diye cevap veriyor...

SEWA MİXEKREJ VE TALAN

Eylemin 34. günü ve 20 Mart’ta yan koğuşta “tevdan tevdan” diye cırtlak bir bağırış duyuldu. Bu arama var demekti. Arkadaşlar da yatakhaneye çekilip düzen verip, aşağıya indiler. Az sonra üniformalılar odaya üşüştüler. Sayının çok oluşu (50’yi aşkın), askerin olmayışı ve kameralarla gelinmesi, içeriye giriş şekli rutin bir aramanın olmadığını hemencecik ele veriyordu. Ki öyleydi de. Arama değil, talandı.

Arkadaşlar bahçeye çıkarıldılar. Ama zaman ilerledikçe hava gerginleşiyordu. Yatakhaneden tartışma sesleri gelince durum netleşti. Arkadaşlar yavaş yavaş bahçeden içeriye girdiler. Tabii gergin havaya rağmen arkadaşlar birbirlerine takılıyordular. Bazı arkadaşlar, “Heval Sinan, saldırı olursa önde sen ol ha! Çünkü en kaslısı sensin. Modern erkek ölçülerine uyan senin bedenindir” diye Sinan’a takılıyorlardı. 2. Abuzittin, başparagolarıyla içerideydi. Yukarıdan aşağıya arkadaşların bazı portatif eşyaları atılıyordu. Boş bir sigara kutusu bile alınıp atılıyordu. Ve bu boş kutu atılması bile arkadaşların zoruna gidiyordu. Ama kimse farklı bir durum doğmasın diye ses çıkarmıyordu, ta ki seva mixekrejin tekmelenmesine dek! Seva mixekrej, elmaya karanfillerin dikilmesiydi. Kürtlerin binlerce yıllık bir öğesi olan seva mixekrejinin ömrü yüz yılı bulabiliyormuş; etrafa ise güzel koku veriyordu. Halil Dağ’ın “Dema Jin Hez Bike” filminde bir simge olarak kullanılıyordu. Sevenlerin birbirine armağan ettiği orijinal, tarihi ve kültürel anlamı olan bir sembol. Necdet arkadaş bu filmi izledikten sonra zindanda bir tane yapıyor. Ve öyle arkadaşlar arasında yayılıyor. Bulunduğumuz odada da Heval Necdet’in vardı. Heval Heybet kendine, Kasım ve Murat’a da birer tane yapmıştı... Birden, merdivenlerden aşağıya yuvarlanarak geliyordu. Tam aşağıya düşmeyince bir üniformalı gidip tekmeyle aşağıya attı. Bu ise bardağı taşıran son damla olmuştu. Necdet ve Heybet’in elmaları, Kasım’ın ayağının dibine düşünce Kasım, “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz. Neden bunları alıyorsunuz” deyip 2. Abuzittin'e yönelerek, “Bu yapılan nedir... Koğuşu temizlemek sizlere mi düşmüş, bırakın biz kendimiz kendi koğuşumuzu temizleriz. Her şeyi alıp atıyorsunuz, bu yaptığınız doğru değil...” minvalinde tepki verdi. Hava bayağı gerilmişti. Necdet arkadaş elmasının tekmelendiğini görmedi, görseydi gerginlik çatışmaya dönüşebilirdi.

Aramada “suç unsuru” olarak alınması sonrası bu durum gelen avukatlarla paylaşıldı. Mektup aracılığıyla Rojava’ya taşırıldı. Sonuç seva mixekrej sınırlarını aştı, çoğaldı. Şu an avukatta da, Rojava’daki hevalde de o elmadan var. “Bir ölür, bin diriliriz" meselesi!

Velhasıl kelam, üniformalılar gittikten sonra arkadaşlar hazla yukarıya çıktılar. Ne görsünler, adeta talan. Elbiseler, kitaplar, defterler ve diğer eşyalar yerlerde sürünüyorlardı. Her şey birbirine karışmıştı. Öfke tavan yapmıştı. Arkadaşlar eşyaları toplamaya başladılar. Mustafa’nın durumu ise moralleri yine diriltmişti. Mustafa arkadaş ikide bir “benim siyah-beyaz bir gömleğim vardı. Gözde gömleğimdi. Görünmüyor, götürmüşler mi” dedi. Murat Heval de, “yok canım gömleği neden götürsünler, eşyalara karışmıştır, belki de arkadaşların dolaplarına girmiştir” dedi. Cengiz de “Hangisi? Yeşilçam filmlerindeki gömleklere benzeyen mi” diye takılıyor. Mustafa ise gömleğe methiyeler diziyor. Gömlek görünmeyince tüm arkadaşlar yek yek dolaplarına baktı. Necdet arkadaş Mustafa’nın yanındaki ranzada olduğu için zavallı düzelttiği tüm eşyaları tekrar bozmak zorunda kaldı. Ama gömlek yok! Durum biraz ciddileşti. Gerçekten de götürmüş olabilirler miydi? Velhasıl yarım saat sonra Mustafa arkadaş, Necdet arkadaşa, “Aaa gömleğim dolabımda mı, hele bak “ demesiyle Necdet heval, bir kahkahayla bu durumu arkadaşlara duyurdu. Neyse ki “kayıp gömlek” bulunmuştu.

Oda yıkanmalıydı. Arkadaşlar da başladılar Kasım’a takılmaya; “Kimse ellemesin Kasım temizler” diye. Abuzittin'e verdiği tepki ona espri olarak geri verilmişti. Tabii odayı Mehmet ve Heyber arkadaş yıkadılar. Eylemcilerin yardımına izin vermediler. Yardım etmemek arkadaşları rahatsız etmişti.

1. ABUZİTTİN’İN GELİŞİ

Birkaç gün sonra kurumun Abuzittinler'i odaya gelip oturdular. Bayağı bir tartışıldı. Ama Necdet heval habire tekmelenen elmasını örnek veriyordu. Tabii bu örnek Abuzittin’i cevapsız bırakıyordu. Necdet, espriyle ben elmamı istiyorum deyince, 1. Abuzittin şürekasına patladı. Bağıra çağıra, “yav kim bunun elmasını aldı, niye alıyorsunuz...”, “Bir gidin bir kilo elma alın verin kurtulalım” dedi. Arkadaşlar kahkaha atmamak için kendilerini zorluyorlardı. Heybet arkadaş, “Yok, onun manevi değeri vardı” dedi. Kasım arkadaş ise kendi elmasının alınmamasına içten içe sevinerek, “o kültürel bir öğeydi” dedi. Seva mixekrej bizim için bir sembol olmuştu. Her defasında dillendiriliyordu ve dillendirilecekti.

REFEKATÇİLER VE YEMEK

Her yemek gelişinde Heyber arkadaş, “yemek ne” diye sorunca, yemek dağıtan personel de yüksek sesle yemekleri sayar. Yukarıda olan arkadaşlar da zindanın akustik yapısı gereği rahatlıkla duyuyorlardı. Tabii yemek güzel olunca arkadaşlar yukarıdan her bir çeşide “ooo” deyip, “Heval Heybet, yemeğin canını çıkar... Bizim yerimize de kaşıkla” diye takılıyordular. İlk bir ay yemekler içeriye veriliyorken, sonra damdan düşercesine, “içeriye yemek verilmeyecek, koridorda yenilecek” dayatması yapıldı. Bir-iki pürüzden sonra arkadaşlar kabul ettiler. Refakatçilerimiz hijyeni pek olmayan koridorda açlığını gideriyor, “nasıl bir duygu” diye sorulunca “sanki lokantadayız” diye nükteden bir cevap veriyorlar.

CİDDİ BİR TOPLANTI!

40. günde Mehmet arkadaş, arkadaşları toplayıp vakar bir atmosfer yaratarak ciddi ve sert bir tonla bazı uyarılar yaptı: “Bakın arkadaşlar artık 40. güne girdik. Bundan sonra artık kimsenin elbise yıkamasını istemiyoruz. Arkadaşların elbiselerini artık biz yıkayacağız” dedi. “Tamam mı" diye de bitirdi. Herkes, “tamam” dedi uslu uslu. Ama heyhat! Arkadaşlar bunu kabul eder mi hiç. Artık elbise yıkamalar illegal bir eyleme dönüştü. (yabancı olmadığımız bir durum!) Önce keşif yapılır banyonun etrafında refakatçiler var mı yok mu diye. Sonra banyoya sızmalar olurdu. Ama genelde eylem, refakatçilerin uykuda olduğu anlarda gerçekleşirdi!

GÖZ VE KULAKLAR ROJAVA'DA

Arkadaşlar siyasal gelişmeleri iyi takip ediyordular. Göz ve kulakları bilhassa Rojava’daydı. Bu nedenle her gün akşam saat 18.00’de Xebat Dirbisiye’nin telefonla dinletiye bağlanmasını bekler ve dinlerler. Sonra Rojava bağlamında bölge ve küresel dengeler bol bol tartışılırdı. Bu gibi gündemi değerlendirilen programlar, haber bültenleri, Rirejen Roje, Bernameya Daxwaziyan, Heviyen Gel vb. kaçırmayıp dinledikleridir. Bu programlarda gönderilen her selam ve dayanışma mesajları gönüllerde bir sıcaklık yaratmış, en samimi duygularla içten karşılık verilmiştir.

GÖRÜŞMELER

Avukatlar bu süreçte sık sık gelip gidiyorlardı. Avukatlar sayesinde dışarıdaki havayı soluyor, genel atmosferi, gelişmeleri öğreniyor arkadaşlar. ÖHP, ÇHD ve İzmir Barosu’ndan avukatlar sık sık bize uğruyorlardı. Bazı milletvekillerinin bizimle görüşme talebi kabul edilmediğinden, zindan girişi önünde, ailelerimizle birlikte basın açıklaması yapmakla yetinmek zorunda bırakıldılar. Tabii bizler de sonraki gün basından öğrenebiliyorduk bu durumları.

Aileler de sık sık gelip gidiyorlardı. Çoğu arkadaşın ailesi Kürdistan’da olduğu için geliş-gidişleri nadir oluyor. Ama genel analar tüm arkadaşları kucaklayıp, öpücüklere boğuyordu. “Berxwedan Jiyane kure min, hün li berxwe didin, em ji bi we re”lere” diyorlardı. Anaların desteğini alan arkadaşlar, “artık ölsek de gam yemeyiz” diyorlar.

Önder ve Buldan arkadaşın Adalet Bakanlığı ile yaptıkları görüşme ve vezirin verdiği “aaa açlık grevi mi varmış, bilmiyordum?” minvalindeki cevabı arkadaşları bayağı güldürdü. Tabii haklıdır, “ma merik Adalet Bakanlığı mıdır ki bilinsin, o ancak Rıza Zerrab’ın dosyalarını sümenaltı etmekle uğraşabilir” biçimde reaksiyon buldu.

SELAMLAR COŞKUYU ARTIRDI

Arkadaşları en çok sevindiren Rojava’dan gelen selamlardı. Ama Kobanê’den gelen selam ve dayanışma eylemlerinin ayrı bir önemi vardı bizler açısından, farklı bir duygu yoğunluğu oluşturuyordu. Arkadaşlar “keşke onlarla iletişime girme, selam (halka yüreğimizi) yollama olanağımız olsaydı diyorlardı. Yine Rojhilat zindanlarında bizlere destek amaçlı eyleme geçen yoldaşlarımız, Avrupa’daki halkımız, Başûr-Maxmur’dan gelen selam ve destekler arkadaşlarda büyük bir heyecan ve coşku yaratıyordu. Yine özellikle de hayallerimizin özgür alanlarından, Heval Cuma, Heval Bese, Heval Cemal ve Heval Sozdar gibi bize ruh veren yoldaşlardan alınan selamlar arkadaşlarda sözcüklerle tarifi zor büyük bir heyecan ve coşku patlamalarına neden oldu.

ANALAR...

Analarımız; bizi var edenler, he zaman olduğu gibi bizler için harekete geçenlerdi. Ana tanrıçalardan aldıkları büyük duygu ve hissedişleriyle her an bizimle olanlar... Yüreğimiz, yüreklerinizde, inancımız, sevginizle büyüyor...

Evet, analar ilk günden eyleme destek verenlerdi; telefonda konuşurken ziyaretlerde ve daha sonra aileleri burada olan arkadaşların bazı arkadaşların anaları zindan önüne gelip yaptıkları basın açıklamaları. 56. gününde Özgürlükçü Demokrasi gazetesinde analar manşetteydi. Artık onlar da daha fazla dayanamayıp yaşlı bedenlerini açlığa yatırmışlardı.

REKOR

Bazı arkadaşlar böyle bir eyleme ilk kez girdikleri gibi bazıları da daha önceleri girmişlerdi. Necdet ve Cengiz arkadaşlar 2012, 12 Eylül grevine de girmişlerdi. O zaman da ikisi aynı odada kalıyorlardı. Güzel ve anlamlı tesadüf burada da birlikte ve aynı koğuşta eylemdeler. Rekorları 48 gündü. Sinan arkadaş da 2012’de 48 gün kalmıştı. Yine '90’lı yıllarda; Murat, Eren ve Mehmet arkadaşlar tesadüf bu ya, 48 gün eylemde kalmışlardı. 49. gün tüm arkadaşlar rekorunu kırdılar. Hedef olarak şimdi 2012’deki 68 gün süren rekoru geçmek ki arkadaşlar böyle giderse onu çok daha ileriye taşıyacaklarına inanıyorlar. O zamana kadar kim öle kim kala!

50. günde 2. Grubun girmesi ise alanımızdaki arkadaşları heyecanlandırdı. Peyderpey öteki cezaevlerinden de katılım haberleri gelince arkadaşların moral ve coşkusu görülmeye değerdi. “Şu cezaevi girdi, şu da girdi" haberleri bekletilmeden aktarılıyordu.

FOTOFOBİ

Bu 60 günlük süreçte fotoğraf çekilmek için defalarca yazıp talepte bulunulsa da 1. Abuzittin’in vermiş olduğu fermanla keyfi bir şekilde yerine getirilmedi. Önce ancak bürokratik bir mantıktan yürüyebilecek gerekçelerle “ha bugün ha yarın” denildi, daha sonra işin aslı itiraf edildi. 1. Abuzittin, “yok propaganda amaçlı kullanılacaksınız da çekseler de dışarıya göndermeyeceğiz" vs. dedi. Bu teknoloji çağında bu “medeni” sansürlü kafa! Erimiş bedenimizden korkuyor, anlayacağımız...

SON DURUM

Yaklaşık iki ay geride bırakılırken arkadaşların moral ve coşkusuna diyecek bir şey yok. Belirttiğimiz semptomlar ilerlemiş ve sıklaşmış durumda. Mutlular... Kemal ve Hayriler'i yaşadıkları için mutlular. Bir nebze de olsa bu mücadeleye karınca kararınca misali bir katkı sağlama fırsatı buldukları için mutlular.... Keşke, keşke canından öte verebilecekleri başka şeyleri olsaydı... O zaman ölüme giderlerken çok daha mutlu olacaklardı... Serkeftin!

Bitti bitti bitmedi... Bitmezler... Bitmeyecekler...