75 yıldır mezarı yok

Sabahattin Ali'nin 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında katledilmesinin üzerinden 75 yıl geçti. Ailesinin ve insan hakları savunucularının çağrılarına rağmen cenazesinin yeri 75 yıldır açıklanmıyor.

Sabahattin Ali, Trabzon asıllı bir ailenin çocuğu olarak Gümülcine'ye bağlı Eğridere'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini asker babasının görev yeri değişiklikleri dolayısı ile İstanbul, Çanakkale ve Balıkesir'de tamamlayan Ali, 1927 yılında Edremit Muallim Mektebi'nden mezun oldu. İlk şiir ve öykü denemelerine Balıkesir'de başladı.

Anadolu'da kısa süre öğretmenlik yaptıktan sonra devlet tarafından dil eğitimi için Almanya'ya gönderildi. Türkiye'ye döndüğünde Almanca öğretmeni olarak göreve başladı. Aydın'da görev yaptığı esnada komünizm propagandası yaptığına dair ihbar sonucunda 1931 yılında tutuklandı. Sonrasında devlet yöneticilerini eleştirmek, Atatürk ve İnönü'ye hakaret, komünizm propagandası gibi çeşitli iddialarla 1948 yılına kadar defalarca tutuklandı, öğretmenlikten ihraç edildi.

Uğradığı soruşturmalar yüzünden yaşam alanı daralan, milliyetçi kesim tarafından sürekli hedef gösterilen Sabahattin Ali, yurt dışına çıkmaya karar verdi ancak devletin kendisine pasaport vermemesi nedeniyle kaçak yollardan Bulgaristan üzerinden Avrupa'ya gitmeye yöneldi.

Sabahattin Ali, cezaevinden çıktıktan sonra yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle arkadaşlarının yardımı ile nakliyeciliğe başlamıştı. Kaçış planını da nakliye işi üzerinden kurmuştu. 28 Mart 1948'de "Edirne'ye peynir götüreceğim" diyerek Mehmet Ali Cimcoz'la vedalaşarak İstanbul'dan ayrıldı. Kamyon, 31 Mart 1948'de Edirnekapı'dan Kırklareli'ye gitmek üzere hareket etti.

Kamyonda üç kişilerdi: Şoför Salim, Ali Ertekin ve Sabahattin Ali. Sınıra yakın köylerden biri olan Kızılcadere'ye ulaştıktan sonra şoför Salim İstanbul'a geri gönderildi. Ali Ertekin ile Sabahattin Ali yola yürüyerek devam etti.

FAİLİ MEÇHUL DENİLDİ

Sabahattin Ali'nin cesedi, 16 Haziran 1948 tarihinde bölgede çobanlık yapan Şükrü adında bir köylü tarafından bulundu. Köylünün jandarmaya haber vermesi sonrasında kimlik tespiti için işlemler başlatıldı. Mustafa Kumral isminde Adapazarı nüfusuna kayıtlı biri için kayıp ihbarı olduğunun anlaşılması uzerine Mustafa Kumral'ın ailesine haber verildi. Kumral'ın oğlu tarafından yapılan teşhis sonrasında cenazenin ona ait olmadığı anlaşıldı. Soruşturma faili meçhul bir cinayet olarak kapatıldı.

ALİ ERTEKİN’İN İTİRAFLARI

Cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğu ise Ali Ertekin'in 28.12.1948'de alınan ifadesinde anlaşıldı. Ali Ertekin, mahkemede verdiği ifadede olayı şu şekilde anlatıyor:

"Konuşarak yolumuza devam ediyorduk. Üsküp nahiyesinin üzerindeki tepeden Sazara yoluna çıktık. Söylediği sözler bende nefret uyandırmaya başladı. Onu ele vermeyi düşündüm. İçime fenalık geldiğini, daha ileriye gidemeyeceğimi söyleyerek Sazara’ya gidecek yerde yanlış bir yola saparak dereye indirdim.

…Sabahattin Ali’nin Türklükle alakası olmayan ve Türk milletine fenalık için harice kaçmak isteyen bir canavar olduğunu anladım. Elimde sopa vardı, ayağa kalktım, gezinmeye başladım. Her geçen saniye asabımı bir kat daha sarsıyordu. Gözlerim kararır gibi oldu. İşte bu milli düşünce ile birdenbire irademi kaybederek elimdeki sopa ile kitap okumakta iken kafasının sol tarafına yüzüne doğru şiddetle vurdum. Suratı, kulağı kan içinde kalmıştı, arkasından aynı yere şiddetle bir daha vurdum. Bu iki darbeden sonra Sabahattin Ali sağ tarafına doğru yıkıldı. Ağzından, burnundan kanlar boşandı. Dikkat ettim. Hafif hafif nefes alıyordu. Bu defa üçüncü bir darbeyi ensesine vurunca nefesi tamamen kesildi. Ölmüştü.”

Ali Ertekin ordudan silah kaçırma iddiasıyla askeri mahkemede yargılanmış ve ordudan atılmıştı. Devlet gözetiminde kontrollü bir şekilde kaçakçılık yapıyor, dönem dönem istihbaratın kendisine verdiği görevleri de üstleniyordu.

DİĞER İDDİALAR

Sabahattin Ali'nin Üsküdar Paşakapısı cezaevinden arkadaşı Berber Hasan'ın, Ali Ertekin'in yurt dışına çıkmasına yardımcı olabileceğini söylemesi üzerine tanışmış ve anlaşmışlardı. Ali Ertekin, durumdan o dönemin MİT 'i olan MAH'ı haberdar etmişti.

Sorguda ve mahkemede birbiriyle çelişkili ifadeler veren Ali Ertekin bir ifadesinde Sabahattin Ali'yi Ali Bey olarak tanıdığını, sınırı geçerken gerçek kimliğini öğrenmesi sonrasında milliyetçi bir öfke ile kendisini öldürdüğünü; başka bir ifadesinde Sabahattin Ali'yi öldürme görevinin kendisine MAH tarafından verildiğini, Sabahattin Ali'nin kıyafetlerini ve kişisel eşyalarını onu öldürdüğünü kanıtlamak için saklayıp ve MAH'a gösterdiğini söylemişti. Yine mahkemenin bir celsesinde MAH'ın kendisini bilgi toplamak için Sultanahmet Cezaevi'nden tahliye olan solcuların içine gönderdiğini beyan etmişti.

Ali Ertekin, Sabahattin Ali cinayeti ile yargılandığı davada müebbet ceza almış, dört yıl cezaevinde yattıktan sonra afla tahliye olmuştur.

Sabahattin Ali'nin öldürülmesine dair diğer iddia da; Kırklareli'nde sınırı geçmeden önce MAH tarafından yakalanıp sorgulandığı, sorgu esnasında işkence ile öldürüldüğü ve cinayetin Ali Ertekin tarafından üstlenildiğidir. Nitekim o dönem jandarma komutanlığında görevli Albay Talat Turhan emekli olduktan sonra Sabahattin Ali''nin kaçarken değil karakolda işkenceden öldürülüp ormana atıldığını, bu olayın faili bir komiserin ağzından dinlediğini söylemiştir.

Dönemin başbakan yardımcısı Samed Ağaoğlu'nun 1992'de yayınlanan günlüğündeki bir sayfa, cinayetin devlet eliyle organize edildiğinin kanıtı gibidir. 14 Ocak 1949 tarihinin atıldığı sayfada “Dün Menderes, Sabahattin Ali'nin hükümetçe öldürüldüğünü söyledi" diye yazmaktadır.

Sabahattin Ali'nin üzerinden çıkan eşyalar, ailesine teslim edilmemiştir. Kızı Filiz Ali, üzerinden çıkan eşyaların matbaa makinesi borcu karşılığında haciz edildiğini söylemiştir.

ISTRANCA DAĞLARINDA SEMBOLİK MEZAR TAŞI

Ailenin ve insan hakları savunucularının farklı dönemlerdeki taleplerine ve mecliste hazırlanan soru önergelerine rağmen mezar yeri açıklanmayan Sabahattin Ali için kızı Filiz Ali, Istranca Dağlarındaki bir kayayı sembolik mezar taşı olarak belirlemiştir.

Yıllar öncesinde verdiği bir röportajda, Ali cinayetine ve mezar taşına dair şunları söylemiştir:

"1990'ların başında cesedi bulan köylü çoban hala hayattaydı. Dağlara gitmiştik;

Istranca Dağları'nın epey uzak yerlerini o gösterdi. Esasında cesedin bulunduğu yer Bulgar sınırına çok uzak. Yani orada mı öldürülmüş, hiçbir zaman kesin değil.

Öldürdüğünü söyleyen adamın ifadesinin ezber bir ifade olduğu belli. Daha sonraki

pek çok olayda görüldüğü gibi bu tetikçilerin belirli ezberleri var, bu ezberleri tekrarlıyorlar. O adam ölene kadar o ezberi tekrarladı. Adama ne öğrettilerse aynısını söyledi. Ben babamı içimde, her zaman her yerde anıyorum. Ama babama bir yer bulduk. O dağlara gittiğimde bir düzlük vardı ufka doğru. Düzlüğün hemen arkasında da bir uçurum var. O uçuruma gelmeden önce düzlüğün en sonunda bir koca kaya var. Kayanın arkasında ufku görüyorsunuz. Çok uzakta orman devam ediyor. Öyle bir görüntüydü ki; dedim burası mezarı olsun."