Öcalan'a göre İmralı cezaevi ve tecrit!

Öcalan, kendisinin de ifade ettiği gibi kendi şartlarından, sağlık sorunları dışında, ahlaki olarak bahsetmeyi pek sevmez. Bundan ötürü dışarıda kendisinin oradaki “mutlak yalnızlığa ve durağanlığa karşı geliştirdiği yaşam deneyimleri” çok merak edildi...

İmralı’daki derinleştirilmiş mutlak tecrit, insanlık dışı halleri ile devam ediyor. Son aylarda hız kazanan protesto, girişim ve dikkat çekme eylemleri sonrası ‘hücre cezası’ açıklamasında bulunan Türkiye, sadece bir gerçeği ifade etmekle kalmadı aynı zamanda tecridin bilinçli bir politika olarak, azap çektirme üzerine kurulu bir siyaset parçasına evirildiğini de gösterdi.

Elbette bu insanlık dışı tecridi sadece Türkiye tarafından yapılıyor sanmak yanlış olur. Bu tecrit nasıl ki 1999 komplo sürecinde yer alan elliye (50) yakın devletin işbirliği ve el birliği ile olduysa; bugün çok daha fazla devlet bu temelde işbirliği yapıyor. Tecrit uluslararasıdır ve daha da genişletilmeye çalışıldığı su götürmez bir gerçektir. Tecride daha çok kendi gördüklerimizden, cephemizden baktık fakat esas mücadele alanı olan ‘İmralı’yı, bu özel konsept zindanı; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın gözünden de anmak ahlaki bir görevdir. Tam da bu zamanda “Öcalan’ın gözünden İmralı ve tecrit” hatırlanmalı, hatırlatılmalı ve anlaşılmalıdır ki vahşetin derinliği anlaşılsın, anlamı bilince çıksın. Tecridin nasıl bir insanlık suçu olduğu tekrar tekrar anlaşılsın.

Öcalan, kendisinin de ifade ettiği gibi kendi şartlarından, sağlık sorunları dışında, ahlaki olarak bahsetmeyi pek sevmez. Bundan ötürü dışarıda kendisinin oradaki “mutlak yalnızlığa ve durağanlığa karşı geliştirdiği yaşam deneyimleri” çok merak edildi hep.

Fakat gerek görüşme notlarında gerek savunmalarında satır aralarında ifade ettiği şeyler var. Onlar yeterince yol göstericidir. İmralı’yı yeterince anlatır durumdadır…

***

Öcalan’a göre İmralı bir ‘tabuttur’…  Bu tabut, “Büyük Gladio komplosunun en önemli bölümüdür” ve NATO’ya karşı verilen savaş her şeyden önce “onur savaşıdır”…

Deniz ortasındaki iklimi ile insan fiziğini alabildiğine yıpratmakla meşhur bir yer olan bu ada, “Bizans İmparatorluğu’ndan beri devletin en tehlikeli gördüğü mahkûmların sürgün ve ölüm yeri olarak kullanılmaktadır. Eğer çok büyük hakikat gerekçeleri yoksa, bir insanın buradaki koşullara bu denli uzun bir süre dayanması zordur.”

Öcalan’a göre “İmralı politikaları” denen bir gerçeklik vardır. Şöyle diyor bu politikalar ile ilgili “Bunlara Milli İmralı Politikaları (MİP) demek gerekir. Türkiye İmralı’ya getirilişimi ikinci Sakarya Zaferi saymıştı. Özellikle komplocu-darbeci kesim benim ve PKK’nin tasfiyesini ‘Doğu’daki İkinci Yunan Harbi’ olarak mitleştirmişti. Kürtlerin bin yıllık Türk tarihinde çok kesin ve belirleyici rol oynayan özelliklerini unutmuş, Yunanlılar ve Ermenilerden daha tehlikeli düşman konumuna yerleştirmişti. Ne de olsa çeyrek asırdır sürdürdükleri savaşı zaferle kapatmak üzereydiler. Adaya getirilişimi iliklerine kadar bir milli zafer havasında kutladılar. Adaya ayak bastığımda sorguculara şunları söylemiştim: Beni siz yakalamadınız, buna gücünüz de yoktur. Uzun vadede sizin de çok aleyhinizde olacak bir komplo ile size teslim edildim.”

Öcalan’a göre ona uygulanan çok özel bir tecrit mevcut ve bu durum sadece bir döneme mahsus değil. Her dakika işleyen bir tecrit! Fakat burada belirleyici olan devlet değil, ‘benim durumum’ diyerek önemli bir noktaya işaret ediyor! Böylece 20 yıla aşkındır bu insanlık dışı ağır fiziki-psikolojik şartlara nasıl dayandığının da bir nevi cevabını vermiş oluyor. Şöyle diyor; “Belirleyici olan benim kendimi tecrit koşullarına ikna etmemdir. Öyle büyük gerekçelerim olmalıydı ki tecride dayanabileyim, tecritte de olsa büyük bir yaşamın sergilenebileceğini kanıtlayayım.”

Yine Öcalan’a göre İmralı, muazzam bir takip altında ve tek kişilik çok özel “proto-Guantanamo”dur. Bunun bilince çıkmış hali şu şekilde vurgulanıyor: “Türkiye’nin tüm hükümlü ve tutuklularına uygulanan yönetmelik, yasa ve anayasa dışı bir rejimle yönetilmekteyim. Asrın bu hukuk garabetinin arkasındaki siyasal-toplumsal dolayısıyla tarihsel ve ekonomik gerçeklerini bu nedenle açımlamak durumundayım. Bir kez daha anlaşılmış olacak ki şahsımda yargılanan bir tikel halk olmak kadar evrensel tarihtir.”

İmralı tüm bu yönlerinin yanında Öcalan şahsında başka bir anlama daha geliyor. O da “okul” olması! Öcalan burayı bir okula çevirdiğini “İmralı okulunun öğretileri sadece halkımızı, halklarımızı değil, modern Türkiye’yi de eskisinden daha iyi hale getirmiştir. Demokratik Türkiye’nin temellerinin İmralı’da kifayetle atıldığını belirtmeliyim” sözleri ile vurguluyor. Çünkü burada ‘hakikati’ biraz daha derinden açığa çıkardığına inanıyor. ‘Zindanda tahammül gücünün tek ilacı hakikat algısını geliştirmektir. Yaşamın geneline ilişkin olarak hakikat algısını güçlü yaşamak yaşamın en keyifli anına, daha doğrusu yaşamın anlamına erişmektir. İnsanlar niçin yaşadıklarını doğru kavramışlarsa, herhangi bir yerde yaşamak kendileri için sorun olmaz. Yaşam sürekli hata ve yalanlar içinde geçerse anlamını yitirir. Böylece yaşamın yozlaşması denen olgu ortaya çıkar. Keyifsizlik, rahatsızlık, kavga, küfür yoz yaşamın doğal sonucudur. İnsan yaşamı hakikat algısı gelişkin olanlar için tam bir mucizedir. Yaşamın kendisi büyük heyecan ve coşku kaynağıdır.’ Devamında ve bir başka yerde de “Kürt sorununu ve çözüm yollarını tartışmadan önce varlık sorunu konusunda aydınlanmak şarttır. Aydınlanmak, ilgili varlık konusunda hakikatle tanışmaktır. Hakikat ise, uğruna büyük mücadele verilmeksizin varılacak bir hedef değildir. Hakikat gerçek olmayıp, gerçeğin bilince varmış halidir. Hakikatsiz gerçek uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir. Kürtlere ilişkin uyku hali o denli derin ve ölüme yakındı ki, hakikati uğruna savaşın çok karmaşık ve zorlu geçeceği açıktı. Otuz beş yıl önceki halimden sonra Kürt halkının hakikatine yönelmem (İmralı Cezaevi’nin tüm ağır koşullarına rağmen, tutku ve heyecanımdan hiçbir şey kaybetmediğim gibi), Kürtlerin uygarlığın şafak vaktindeki aydınlatıcı rollerinden daha anlamlı bir bahara ışık tutar gibidir” demektedir.

Öcalan’a göre İmralı’da olan devlet Türkiye değildir. İmralı Adasındaki yargılanma özünde Avrupa ulus-devlet sistemi adına Türkiye Cumhuriyeti’ne yaptırılıyor. Yani Türk devlet gücüyle gerçekleştirilen bir yargılama değildir. “Türk iktidar elitinin bundaki rolü taşeronluktan öteye gitmez. Şüphesiz bu çirkin ve kafa karıştırıcı bir roldür.”

Öcalan’a göre komplo birlikte İmralı’da dayatılan şey “umudun zerresini bırakmayan” cinstendir. Bununla nasıl baş edeceğini, baş edip edemeyeceğini de şöyle tartışıyor savunmalarında: “İlk günlerde nasıl dayanabileceğimi ben bile tahayyül edemiyordum. Yıllar bir yana bir yılı bile nasıl geçirebileceğimi düşünemiyordum. Şöyle bir düşüncem oluşmuştu: ‘Milyonlarca kişiyi daracık bir odada nasıl tutabilirsiniz!‛ Gerçekten Kürt Ulusal Önderliği olarak, zindana giriş koşullarında kendimi milyonların sentezi haline getirmiş veya getirilmiştim. Halk da böyle algılıyordu. İnsan ailesinden ve çocuklarından yoksun kalmaya bile hiç dayanamazken, ben bir daha hiç kavuşmamacasına ölümüne birleşmiş milyonların iradesinden ayrılmaya uzun süre nasıl dayanacaktım!”

***

Öcalan bir başka değerlendirmesinde İmralı’yı Prometheus’un bağlandığı kayalıklara benzeterek “Konumum neredeyse beni çağdaş bir Prometheusçuluğa mahkum ediyordu. İmralı kayalığına çivilenmem, efsanedeki Prometheus’un Kafkasya dağlarındaki çivilenmesinden farkı olmadığı gibi, ne acı ve hazin bir benzerliktir ki, bu da aynı Athena tanrısı Zeus’un torunlarınca gerçekleştirilmişti” diyor. Aynı şekilde Atina İstinaf Mahkemesindeki davamla ilgili savunmasında, “Tanrı Zeus ve yardımcısı Tanrıça Athena, Hades ve Ares’in el ele vererek, Prometheus’u bağlayıp Kafkasya kayalıklarına zincirlemeleri gibi, onların insan torunları da beni tutsak edip İmralı Adası kayalıklarına zincirlediler” demişti.

Sonra bu benzetmesine kendisi şerh koymuş “Bu çözümlememle daha iyi anlaşılıyor ki, beni gerçek bir tanrı zincirledi” demişti. Bu tanrı tarihin dehlizlerinde gizlice büyüye büyüye palazlanan, paralanan bu küçük tanrı yavrusu, kapitalist çağla toplumda gün yüzüne çıkmıştı. Kendini öyle kabul ettirdi ki, daha önceki çağların bütün tanrıları ortadan kayboldu. Krallar yerlerde süründü, kelleleri koparıldı. İnsanlığa en kanlı zamanları ve iliklerine kadar sömürüyü dayattı. Yerin altını ve üstünü kirletti, birbirine kattı. Gerçekten insanı ve gayrısı sınırsız canlıyı yok etti.’’

Görüldüğü üzere İmralı daha pek çok açıdan bilince çıkarılmaya ve anlaşılmaya ihtiyaçtır. Orayı ve orada olan insanlık dışı durumları, Kürt Halk Önderi Öcalan şahsında eşi benzeri görülmemiş durumların üzerine daha çok eğilmek gerektiği ortadadır.