ÖHD’li Ece: İnfaz yasası politik

Hasta tutsakların durumundan birinci derecede cezaevleri idarelerinin sorumlu olduğunu söyleyen Vedat Ece, savcılık, emniyet ve yargının da bu durumda payları olduğunun, infaz yasasının da bu çerçevede politik olduğunun altını çizdi.

Hasta tutsakların art arda gerçekleşen ölümleri bu sorunun hukuki anlamda nasıl bir boyutu ve süreci olup olmadığını da akıllara getiriyor. Zira 2022 yılında 47 hasta tutsak yaşamını yitirdi. Peki, yasalar ne diyor? Uygulanmayan yasalar mı yoksa keyfi uygulamalar mı söz konusu? 

Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) ‘cezaevinde kalabilir’ raporları, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ‘tedbir’ kararları, cezaevi yönetimi, savcılık ve dahası emniyetin ‘görüşleri’ bu ölümleri daha da artırıyor. Zira AYM’nin tedbir kararları hasta mahpusların infaz ertelemesinden ziyade cezaevinde ‘tedavisi yapılsın’ önlemi ile sınırlı kalıyor. Dahası, bazen ATK’nın ‘cezaevinde kalamaz’ kararına rağmen mahpuslar savcılık-emniyet soruşturması ve kanaati çerçevesinde sıkışıp kalıyor.

Mevcut infaz yasası içindeki bu sıkışıklık ve uygulamada yargı, cezaevi idareleri, emniyet nasıl çalışıyor; ÖHD Hapishaneler Komisyonu Eş Sözcüsü Vedat Ece ANF’ye anlattı.

Hasta tutsaklar açısından yargıda nasıl bir düzenleme var ve bu düzenleme neden yeterli değil?

Hasta mahpuslar için mevcut infaz yasası tam olarak politik. TMK kapsamında ceza alan bütün mahpusları geri bırakmış durumda. Yani kapsama alanı dışında bırakmış. TMK’dan ceza alan hasta mahpuslar yurttaşlık statüsünden çıkartılmış durumdalar. 2020 yılının nisan ayındaki yapılan infaz yazısındaki değişiklikte dediler ki, “Hasta tutuklular ya da yaşlılık durumu için yeni infaz usulleri getirdik. 65-70 yaşındakiler son 2, 3 yılını hatta son 5 yılını evde infaz olarak geçirebilir. Hamilelik ve de diğer durumlar, hastalıklar için de bunlar evde infaz durumuna tabi tutulabilir.”

Ama o yasanın en son maddesinde “TMK kapsamındaki suçlar hariçtir” diyor. Yani anayasanın bölünmez bütünlüğüne aykırı olan suçlar. 

Yasada somut olarak yazıyor yani...

Evet, infaz yasasının 16’ncı maddesi hastalık sebebiyle infazın ertelenmesini öngörüyor. 16/2’nci madde de diyor ki; “Hastalık ölümcül bir tehlikeye varmışsa”, yani devam eden bir kanser tedavisi, acil bir durum ya da o ağırlıkta bir şeyse “infaz ertelenir.” Burada takdir hakkı tanınmamış. Ama durumu ağır ya da hayati tehlike altında olan politik mahpuslar bu madde kapsamında değerlendirilmiyor. 16/2 altı kapsamında değerlendiriyorlar. 

Orada ne diyor? 

“Kalıcı bir sakatlık, engel durumu, geçmeyen bir hastalık varsa cezaevinde kalması uygun değil” diyor. ATK “cezaevinde kalamaz” raporu verecek fakat tahliyesi, infazının ertelenmesi “toplum güvenliği açısından risk oluşturmayacaksa” uygulanır da diyor. Yani burada takdir hakkı tanınmış. ATK da bu insanlar için rapor verdiğinde sebeplerini tek tek yazıyor. Diyor ki; “infaz yasasının 16/6 maddesi kapsamındadır. Kendi ihtiyaçlarını gideremez fakat tahliye olmasının toplum güvenliği açısından riskli olup olmadığı adli tıbbi bir mesele değildir.” Kısaca bu bizim konumuz değil diyor. 

Ondan sonra ne oluyor? 

Örnekle anlatayım; Metris'te Serdal Yıldırım ve Ergin Aktaş’ın ikisinin de “Cezaevinde kalamaz” raporları var, 16/6’ncı madde kapsamında. Bu rapor gelince savcılık, TEM şube müdürlüğüne yazı yazıyor; “bu insanın tahliye olmasının toplumun güvenliği açısından riski var mıdır, yok mudur?” diye. Onlar da hiçbir araştırma yapmadan, zaten o insanı tutuklatan kişiler bunlar, bir de risk yoktur mu diyecek? Sanki tarafsız bir kurummuş gibi! Onlar da dosya üzerinden bir gün geçmeden “risk vardır” diyor. 

Ondan sonrası normalde savcılığın kendi takdiri. Bu aslında bir görüş alma işlemi. Savcılık bu görüşe rağmen de “bu kişinin belinden aşağısı felç. Kendi ihtiyacını gideremiyor. Sen böyle diyorsun ama ben böyle düşünmüyorum. Bence risk yok” diyebilir. Ama hiçbir savcı bu sorumluluğu almıyor. Emniyet ne diyorsa onu yapıyor. Hasta bir mahpusun hayatını devam ettirmesi, emniyetin insafı ve de iki dudağı arasında. 

Serdal Yıldırım’ın durumu nedir şu an?

Serdal Yıldırım, Metris'te belden aşağısı felç, sırtında 40 tane platin var. Tutuklanmadan önce trafik kazası geçirmiş ve bir tane akrabasının iftirası nedeniyle “örgüt üyeliğinden” 9 yıl ceza almış. O da, ATK’nın verdiği 16/6 kapsamında verdiği rapor kapsamında. 3 yıldır uğraşıyoruz, sürekli “cezaevinde kalamaz” raporu veriliyor kendisine. Bunun üzerine de Mardin TEM şubeye rapor gittiğinde yargılanmadığı suçlamaları yazıyorlar cevap olarak. 

Diyorlar ki, “Kendisi pişmanlık duymuyor. Evet, tekerlekli sandalyede, hastalık durumu, raporları sunulmuş fakat örgüt üyeleri iletişim yoluyla da örgüt üyeliği suçunu işleyebilir. Bu nedenle engelli olmaları, yürüyememeleri veya ATK raporları olması, bu suçu işlemeleri önünde engel değildir.”

Böyle vicdansızca, saçma sapan gerekçeleri sunuyorlar. Hatta biz de bu cevaplar karşısında savcılığa, “Bir insan o zaman cezaevinden de bu suçu işleyebilir, telefonda görüşüyor ailesiyle” dedik. Böyle soyut bir varsayımda bulunamazsın. Ayrıca müvekkilimiz hiçbir zaman suç işlediğini kabul etmedi ki pişman olsun! 

Serdal Yıldırım ayrıca belinde yaralar, enfeksiyonlarla içeride. Son üç yıldır gastrit ve ülser de oldu. Cezaevindeki yemekler o kadar kötü ki hasta oldu müvekkilimiz. Biz Serdal için AİHM başvurusu yaptığımızda bakanlık cezaevinin koşullarını savunmuştu; “30 metrekare oda, 7/24 sağlık personelimiz var. Yemek ihtiyaçları onlar tarafından gideriliyor. Herhangi bir sağlığa erişim konusunda hiçbir engel yok” diye. Hepsi yalan! Mahpuslar diyor ki, “Biz bu cezaevinde 140 kişiyiz ve sadece 3 tane sağlık görevlisi var. Bunlar da revir hemşiresi.” Normalde Serdal tutuklanmadan önce haftanın 5 günü fizik tedavi görüyordu. Burada haftada bir gün fizik tedavi yapıyorlar. Fizik tedavi imkanları falan var sözde.

Ergin'in de (Aktaş) elleri yok. Serdal belden aşağısı felç. Diyorlar ki “Bugüne kadar bir kere bile bizim koğuşumuz temizlenmedi. Koğuşumuzu kendimiz temizledik. Hatta geldiğimiz zaman koğuşlar o kadar pisti ki, burada kalmayı kabul etmedik. Bize temizlik malzemeleri verirseniz, bu koğuşu temizleyip öyle kalırız.” Temizlik malzemeleri vermişler, Ergin ayaklarıyla, Serdal ise elleriyle koğuşu temizleyebilmiş. Temizliğini bile sağlamıyorlar. 

Bu anlattıklarınız R Tipi cezaevlerinde oluyor değil mi?

Evet, R Tipleri sözde rehabilitasyon hapishane ama değil aslında işkence evi. Serdal ülser ile gastrit oluyor ve Başakşehir Hastanesi onlara diyet yemeği vermiş. Diyette olması lazım ama 3 aydır Serdal’a hiçbir diyet yemeği verilmiyor. Diyet yemeği öğlen Metris 1 No’ludan geliyor ama yemekler kötü. Akşam da diyet yemeği çıkmıyor. Cezaevindeki personeller bile yemeklerden o kadar rahatsız ki, “Biz de hasta oluyoruz” diyorlar. Gastrit olan birine o yemekleri veriyorlar. Akşam yağlı, baharatlı yemekler getiriyorlar. Serdal 3 aydır yemek yiyemiyor. Günde sadece bir patates ve bir yoğurt yiyebiliyor. 75 kilodan 57 kiloya düştü. 

Savcılığa başvurdum, Anayasa Mahkemesi'ne başvuru için ek beyanlar yazdık. Yeni infaz ertelemesi başvurusu yaptım, reddedildi. Haber basında çıkınca cezaevi yönetimi bizi suçluyor. “ATK raporuna rağmen tahliye etmiyorsunuz. Buna rağmen bu insanın gastritle ilgili diyet listesini niye uygulamıyorsunuz?” deyince de; “Bizim cezaevimizde mutfak yok. Metris 1 no’lu da var. Onlar ne verirse onu uyguluyoruz. O diyet listesinde söylenen yemekler de günlük iaşe bedeli olan 22 liranın çok çok üstünde. Biz onu sağlayamayız. O bizim sorumluluğumuz değil. Gidin savcılıkla konuşun, biz uygulayamayız” diye cevaplıyorlar. İsterse 100 lira olsun. Bu diyet listesi uygulanacak, uygulamak zorundasınız. 

Gittik savcılığa, bunlar da itiraf etti: “Durumu ağır, sürekli müşahede altında, 22 lira olan iaşe bedelinin üstünde olan diyet listesini karşılayamayız. Mahpus cezaevinden kendisi talep ettiği takdirde dış kantinden gıdaya ulaşabilir. Ayrıca da biz mutfağı uyardık, özenli davranmaları için.”

Ama müvekkilimiz dış kantinden bir tane patates alamıyor. Kendisinin parasıyla da gıda almasına izin vermiyorlar ki. Pişmemiş gıda satın alamıyor, sadece kuru gıda alabiliyor. Şunu demiş oluyorlar: “Seni tahliye de etmiyorum, gıdanı da vermiyorum. Seni ölüme terk ettim, öleceksin.” Şu an Metris R Tipi’nde uygulanan sistem bu. 

Peki, bu süreçte AYM’nin verdiği ‘tedbir’ kararlarının nasıl bir işlevi oluyor?

En yakın örnek olarak Aysel Tuğluk var. Bu kadar somut hastalıkları anlatıp tahliye talebini reddetti mesela AYM. Ama diyor ki, hastalıklara ilişkin ‘tedbir’ alın. Yani tedavi olması gerekiyorsa bununla ilgili tedbir karar veriyor. Hapishaneye “ne yapıyorsanız yapın, bu konuda önlem alın” deme anlamına geliyor. Hasta mahpuslar içinse cezaevinde “başına ne gelirse gelsin” demek oluyor AYM için. 

Örneğin, yine Serdal için 3 sene önce başvuru yaptım tedbir kararıyla ilgili. Tedbir kararımız reddedildi. Esas yönünden daha 2 ay önce bakanlıktan savunma istediler. O savunma için de bize cevap süresi verdiler. Biz de müvekkilin yeni sağlık durumunu anlattık. Yemek verilmiyor, ölüme terk edilmiş, 25 kilo vermiş. Üç dört ayrı ek beyanda bulundum. Yeni tedbir talep ettim. Cevap yok. Anayasa Mahkemesi Serdal için aslında tedbir verip üç sene önce tahliye ettirebilirdi. Çünkü durumu o kadar ağır. Bir de ameliyatı gerçekleşmiyor içeride. Ölüme terk etmenin ikinci bir yoldur bu! 

Başvurular süresi içinde karar çıkartmıyor ya da yeni hastalıkla ve gelişmelerle ilgili yazılan ek beyanları dikkate almıyor. Bakmıyor bile! Normalde tedbir için 2-3 gün içinde karar vermesi lazım. Yeniden tedbirde bulundum dosyada ama 10 gündür cevap vermediler. 

Örneğin benim amcam Abdullah Ece, İzmir Buca 2 No’lu F Tipi’ndeydi. Yaşlıydı ve denetimli serbestlik uygulanması gerekiyordu. Çünkü “üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme” suçunda içerideydi. Son bir yılı denetimli serbestlik uygulansaydı tahliye olacaktı. Avukatlar başvurdu olmadı. Ben de başvurdum olmadı. En son nisan ayında içeride korona oldu. Aile arıyor, “Telefona çıkamaz, korona oldu, odasında da telefon yok” deniyor. 5 Nisan'da korona oluyor. 11 ile 17 Nisan'a kadar aile haber alamıyor. Meğer o tarihlerde yoğun bakımdaymış Buca Hastanesi'nde ve bunu gizliyorlar. Avukat olarak bizim haberimiz olsa tedbir için başvuru yapacağız. 

Böyle durumlarda cezaevinin kendisi de infaz erteleme verebiliyor. Durumu ağırlaşıyor, entübe ediyorlar. Artık cihaza bağlıyorlar. O zaman ATK raporu veriyor! Entübe yüzde doksan dokuz öleceği anlamına gelir. Bir aydan fazla bir sürede entübe kaldı ve 14 Mayıs'ta yaşamını yitirdi. Eğer denetimli serbestlik uygulansaydı bir yıl önce sağlıklı çıkacaktı.

Bu tablodan öncelikle birinci olarak cezaevi idareleri sorumlu. Durumu biraz ağırlaşan bir mahpus hakkında, adli bir mahpus hakkında istediği suçu işlese istesin, hemen saniyesinde infaz ertelemeye resen karar verebilir. İkinci sorumlu, savcılık. Her hafta savcılar cezaevini ziyarete geliyor. Kim hasta, kim hasta değil öğrenebiliyorlar. Sonrasında bu talepleri reddeden mahkemeler, ağır ceza mahkemeleri, infaz hakimlikleri hatta Anayasa Mahkemesi. Yarın Serdal'ın başına bir şey gelse Anayasa Mahkemesi de sorumlu, çünkü 10 tane talepte bulunduk.