Önkoyun: En büyük sömürüye maruz kalanlar göçmen işçiler

Fabrikalarda en büyük sömürüye göçmen işçilerin maruz kaldığını belirten Güldes Önkoyun, “Ne Cumhur ne de Millet İttifakının tehdidine meydan vermeyecek şekilde göçmen işçiler için mücadeleyi yükseltmeliyiz” dedi.

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın ırkçı çıkışıyla mültecilere ve göçmenlere yönelik hedef gösterme pratiği tekrar gündeme geldi. Seçim sinyallerinin verildiği bir dönemde bu ırkçı söylemlerin arkasına sığınan ana muhalefet ve küçük partiler, yanlış ve yandaş politikaların neden olduğu ekonomik krizin adresi olarak iktidar yerine, kriminalize edilen en korumasız ve ezilen kesimi, sığınmacıları gösterme yarışına girdi. Hatta CHP'li Bolu Belediyesi'nin Başkanı Tanju Özcan hızını alamayıp işi sokaklara Arapça "Gidin artık, istenmiyorsunuz" yazılı afiş astırmaya kadar vardırabildi. Oysa ülkelerindeki savaşın neden olduğu yıkımdan ya da ülkelerinde geçinememenin getirdiği olanaksızlıklardan dolayı daha iyi bir yaşam umuduyla Türkiye’ye gelen sığınmacıların büyük bir kısmı iddia edildiğinin aksine her türlü güvenceden yoksun, tam anlamıyla kölece koşullarda çalışmaya mahkum ediliyor. Bu gerçeği en iyi bilenler aynı sömürü çarkında ezilen işçiler oluyor. ANF’ye konuşan bu işçilerden Güldes Önkoyun, göçmenlerin yaşadığı dramı, “Onların tabi tutulduğu koşulları gördüğümde kendi yaşadığım sömürüyü unuttum” diyerek özetledi.

‘GÖÇMENLER ASGARİ ÜCRET BİLE ALAMIYOR’

Tuzla’da bir mobilya fabrikasında çalışan Önkoyun, 13 yaşından beri fabrika işçisi. Önkoyun, Tuzla’da çalıştığı bölgenin aynı zamanda merdiven altı atölyelerin ve fabrikaların en çok yer aldığı olduğunu belirtti. Bu açıdan bakıldığında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetimine doğru dürüst tabi olmayan yerler olduğuna işaret eden Önkoyun, bu bölgelerde en çok da hiçbir iş güvencesi olmayan göçmen işçilerin çalıştırıldığına dikkat çekti. Bu göçmen işçilerden büyük bir kısmının kimsenin oturmayı kabul etmediği ve yıkılmaya yüz tutmuş ev veya barakalarda yaşarken, bir kısmının ise işyerinde kaldığını belirten Önkoyun, çok kötü koşullarda ve ortamlarda hayata tutunmaya çalıştıklarını vurguladı.

Çalıştığı mobilya fabrikasında en az 30 göçmen işçinin bulunduğunu aktaran Önkoyun, “Beraber çalıştığım göçmen işçilerin 7-8’i Suriyeli, geri kalanlar Özbek, Türkmen işçiler. Yan tarafımızdaki fabrikada ise Pakistanlı işçiler var. Benim çalıştığım fabrikada en düşük ücret asgari ücret. Ancak göçmenler bunu da alamıyor. Suriyelilerin bir kısmına vatandaşlık hakkı verildiği için çalışma izinleri ve sigortaları var ancak aynı işi yapmamıza rağmen aynı maaşı almıyorlar. Şöyle ki patron bu işçilere banka kartı çıkarıyor ancak bu banka kartlarını kendi elinde tutup maaşları elden veriyor ve bu hiçbir zaman asgari ücret olmuyor. Kartın çekimini ya kendisi yapıyor ya da işçiyi yolluyor ama daha düşük ücret veriyor. Bunlar yine sigortalı olanlar, devlet tarafından istihdamı sağlananlar. Diğer işçiler çok daha kötü koşullarda ve kimsenin kabul etmeyeceği iş kollarında çalışmaya mahkum ediliyorlar. Genellikle sünger ile ahşabın birleştirilmesi aşamasında, bali gibi yapıştırıcı ve uçucu malzemelerin kullanıldığı bölümlerde çalıştırılıyorlar. Haftalık 700 TL ya da daha düşük ücretlerde çalıştırılıyorlar, şansları varsa evlerde, yoksa fabrikalarda kalıyorlar” dedi.

‘GÖÇMENLERİN KOŞULLARINI SİZ DÜŞÜNÜN’

Özellikle salgın döneminin çok zor geçtiğini belirten Önkoyun, işçilerin ücretli izinli gösterildiği dönemde bile kendilerinin 4 ay boyunca çalıştırıldığını, ama çalışma izni dahi olmayan göçmenlerin bu süreci çok daha sıkıntılı yaşadığını söyledi. Önkoyun, “Biz sigortalı olduğumuz için izin kağıtlarımız vardı ancak özellikle Özbek, Türkmen ve Pakistanlı işçilerin izin kağıtları olmadığı için fabrikalarda yatırıldılar veya işyerlerine çok yakın, yürüme mesafesinde yerlerde tutuldular ya da hiç çalıştırılmadılar. Biz mesela ücretli izinli gösterilmemize rağmen çalıştırılıyorduk ve 1.600 TL gibi bir ücret aldık. Bu bizim sigortamızın yatırılmaması anlamına da geliyordu ama bu koşulları kabul etmeyen işten atılmakla tehdit ediliyordu. Göçmenlerin koşullarını artık siz düşünün” diye konuştu.

‘HAPİSHANELERDEN DAHA KÖTÜ KOŞULLARDA TUTULUYORLAR’

Özellikle salgın döneminde polislerin arama noktaları arttığı için çalışma izni olmayan ve çalışmaya giderken yakalanan çok sayıda göçmen işçinin Tuzla’daki geri gönderme merkezine götürüldüğüne dikkat çeken Önkoyun, şöyle konuştu: “Buna en çok da Türkmen ve Özbek işçileri maruz kaldı. Gönderildikleri bu geri gönderme merkezlerinde hapishanelerden çok daha kötü koşullarda tutuluyorlar. Hiçbir şekilde serbestçe hareket etmelerine izin verilmiyor ve eğer paraları varsa uçak bileti alıp bu hapis durumundan kurtulup, ülkelerine gidebiliyorlar. Yoksa orada rehin kalıyorlar. Bu duruma bakıldığında sadece burada çalışan işçilerle göçmen işçiler arasında değil, göçmen işçilerin arasında da eşitsizlik söz konusu. Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle yaptığı anlaşmalar üzerinden mesela Suriyeli işçiler en azından oturma ve çalışma izni alabiliyorlar ve daha rahat çalışabiliyorlar ama Özbek, Türkmen ve Pakistanlı işçiler böyle bir hakları olmadığı için lağım temizleme, tiner kullanılan işler gibi kimsenin çalışmak istemeyeceği, iş güvenliğinin alınmadığı çok daha kötü koşullara maruz kalıyorlar. Tersanede en son yaşanan olayda da zaten göçmen işçiler asit içine koyuluyor ve zehirleniyorlar. Özellikle göçmen kadınlar çok zor şartlarda hayata tutunuyor. Çoğu temizlik işlerinde güvencesiz çalıştırılıyor ve çok zaman taciz, tecavüz ve Nadira Kadirova örneğinde olduğu gibi şüpheli bir cinayetle hayatını kaybediyor.”

‘BU SÖMÜRÜDEN EN ÇOK İŞÇİLER RAHATSIZ’

Konuştuğu göçmenlerin çoğunun sömürüldüklerinin bilincinde olduğunu belirten Önkoyun, ancak işsiz kalma korkusu nedeniyle sessiz kaldıklarını dile getirdi. Göçmenlerin tabi tutulduğu bu sömürüden en çok da işçilerin rahatsız olduğunu anlatan Önkoyun, “Onların tabi tutulduğu koşulları gördüğümde kendi yaşadığım sömürüyü unuttum ve bir şeyler yapmalı diye kendi kendimi motive ettim” dedi. Sığınmacıların koşullarının düzeltilmesi için Ardıç Derneği ve Mayısta Yaşam Eğitim Kooperatifi’nin yürüttüğü çalışmada yer alan Önkoyun, ancak bu çalışmaların çoğunlukla Türkiyeli ve göçmen işçileri kaynaştırmak için yapılan futbol turnuvaları ve pikniklerden ibaret olduğunu, sömürüyü ortadan kaldıracak kalıcı bir çözüm üretmeye yeterli olmadığını söyledi. Demokrasi mücadelesi veren herkesin göçmenlerin ve sığınmacıların vatandaşlık hakkı başta olmak üzere çalışma izni almaları için, Türkiye’deki işçilerle aynı eşit haklara sahip olması için ortak bir mücadele hattı oluşturması gerektiğinin altını çizen Önkoyun, birlikte mücadele edildiği takdirde hem Türkiyeli hem de göçmen işçilerin sınıf kardeşliğini büyütebileceğini söyledi.

‘BİRLİKTE MÜCADELE EDERSEK BİRLİKTE KAZANIRIZ’

Son zamanlarda artan ırkçı söylem ve pratikleri değerlendiren Önkoyun, aynı sömürü ve baskıya maruz kalan işçiler arasında bu söylemlerin karşılık bulmadığını, birlikte hareket edebildiklerini, aralarında birkaç istisna çıktığını ama bu oranın çok düşük olduğunu dile getirdi. Bu konuda işçilerin sınıf dayanışması içinde olduğunu ve birlikte yaşayıp, birlikte ürettiklerini ifade eden Önkoyun, şunları kaydetti: “Bu durumdan daha çok orta sınıf ve burjuvazinin eteklerinde olan kesimler rahatsız bence. Zaten iktidar göçmenleri Avrupa’ya karşı şantaj aracı olarak kullanırken, ana muhalefet iktidara karşı koz olarak kullanıyor. Burada önemli olan demokrasi mücadelesi veren bizlerin hem göçmen hem de mülteci işçilere karşı ne Millet ne de Cumhur İttifakına meydan vermeyecek şekilde onların yaşam, barınma, çalışma hakları için mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor ki kimse bunu bir tehdit olarak sunamasın. İşçilerin de aynı şekilde göçmen işçilerin de bizimle aynı statüye sahip olması için mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü onlar bizimle aynı statüye sahip değilse kimse haktan söz edemez. Bu anlamda iktidara, sömürüye karşı verilen mücadele içerisinde mutlaka göçmen işçilerin de olması gerekiyor çünkü ancak o zaman bütünsel bir karşı koyuş olabilir. Birlikte mücadele edersek, birlikte kazanırız.”