Üçüncü dünya savaşı ve Öcalan'ın görüşleri

Suriye üzerinden yükselen ve şimdilik blöflerle süren ‘savaş naralarını’ Öcalan gibi gerçekçi okumaya ihtiyaç var. Çünkü Öcalan Suriye’yi ve onun sosyo-politik yapısını en iyi bilenlerden biridir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bundan on yıl önce yazdığı savunmalarının son cildinde (5.Cilt) Ortadoğu’da 3.Dünya Savaşı’nın çoktan yaşandığını söylerken, bu savaşın bir ülke ile ilgili olmadığını, dünya hegemonik güçlerinin çıkarları ve varlığı ile ilgili olduğunu da ekliyordu. Öcalan’a göre mevcut savaşta bazen diplomasi, bazen de şiddet yoğunlaşacaktır. Gündeme şiddetli ve kontrollü ekonomik krizlerle müdahale edilecektir. Alanların önceliği değişecek, ama şöyle veya böyle savaş komple olarak birçok alanda cereyan edecektir. Ve bu savaşın asıl hedeflerinden biri de İran’ın etkisizleştirilmesidir.

Öcalan’ın yukarıda kısaca ifade ettiğimiz öngörüleri tek tek gerçekleşti. Trump’ın geçtiğimiz gün attığı bir tweet ile Rusya, İran ve Türkiye’de doların ne hale geldiğini gördük. Yine hegemonik güç savaşının nasıl kızıştığını ve bunun yer yer diplomasi yer yer de sıcak savaş ile devam ettiğini de bugün net görüyoruz. Bunun yanında savaşın merkezi tek bir yer değil, Ortadoğu’nun tüm kültürel ortamında cereyan ediyor.

Sıcak bir dünya gündeminden geçiyoruz. Gündem Suriye’deki gelişmeler şahsında iyice ısınmış durumda. Dünya güçleri diplomatik hamlelerini gerçekleştirirken yeni saflar beliriyor. Fakat bu yeni “günlük” müttefiklik halleri bizi yanıltmamalı, çünkü esas belirleyici olan birleşmeler kapitalist modernite altında yıllardır anlaşmalı olarak devam ediyor. Bu çerçevede Suriye üzerinden yükselen ve şimdilik blöflerle süren ‘savaş naralarını’ Öcalan gibi gerçekçi okumaya ihtiyaç var. Çünkü Öcalan Suriye’yi ve onun sosyo-politik yapısını en iyi bilenlerden biridir. Yıllarca orada siyaset yürüttü, ilişkiler geliştirdi ve her dönem analizler yaptı… “Suriye’nin suyu ısınıyor” dediğinde kimsenin böyle bir öngörüsü yoktu. Aynı şekilde “Kürtlerin Suriye'de ayaklanması halinde Arap ayaklanmalarından çok daha güçlü bir ayaklanma olacağını” söylediğinde Rojava devrimi kimsenin aklından dahi geçmiyordu.

En önemlisi, “Yakında Suriye'ye de bir operasyon yapacaklar, birkaç ay sonra mı birkaç yıl sonra mı bilemiyorum. Türkiye'ye de gelecek, Türkiye'yi de halledecekler. Demokratı da iktidara gelse bunu yapacak. Cumhuriyetçisi de demokratı da fark etmez, ikisi de aynı şeyi yapar (Dış devletleri kastederek)” dediğinde yıl 2008 idi…

O zaman şu soru etrafında gidelim:

Öcalan, bugünkü durumu ve savaşın aktörlerini nasıl görüyordu?

Ülkeler için neyi söylemişti?

Şuan Ortadoğu’yu ‘modernitenin ideolojik tekeli olarak liberalizm, bir yandan görüş enflasyonu yaratırken ve diğer yandan en büyük vurgunu enflasyonda yaptığı gibi görüş enflasyonunda da işine en çok yarayanları medyası aracılığıyla zihinleri bombardımana tabi tutarak azami sonuç almaya çalışırken’ tam olarak nasıl ele almak lazım?

***

Birincisi;

Öcalan, göstermelik kurum, kuruluş, yapı ve toplantıların işe yaramadığını söylüyor. Suriye ile ilgili yapılan toplantılar ve şimdiye kadar tek bir çözüm getirmemesi de bunu yeterince göstermiştir. Peki neden? Öcalan cevabı net veriyor: ‘Kapitalist modernitenin yol açtığı sorunlara çözüm için yakın geçmişte geliştirilen Bağdat Paktı, CENTO, RCD türü ulus-devlet birlikleri bünyesel nedenleri dolayısıyla çözümleyici ve uzun ömürlü olmadıkları bilinmektedir. Halen yaşatılmak istenen Arap Birliği, İKO (İslam Konferansı Örgütü) gibi örgütlerin bölgenin hiçbir önemli sorununa çözüm getiremedikleri, etkisiz kaldıkları, yine ulus-devlet niteliklerinden ötürü anlaşılır bir husustur. Kaldı ki, bölgenin her ulus-devleti kendine özgü bir kapitalist hegemonik merkeze bağlıdır. Bağlı oldukları merkezin denetimi dışına çıkacak kapasiteden yoksundur. Toplantı üstüne toplantı; zirve üstüne zirve yapmalarına rağmen çözümsüz ve etkisiz olmaktan kurtulamamaları bu gerçeklikle bağlantılıdır.’

İkincisi;

Öcalan, savaşın bir maske olduğuna da dikkat çekiyor. Esas meselenin “ideolojik hegemonya” olduğunu söylüyor: ‘İdeolojik hegemonya olmadan sadece siyasi ve askeri baskıyla moderniteyi sürdürmek olanaklı değildir. Dincilik yoluyla kapitalizm öncesi toplum vicdanını kontrol etmeye çalışırken, milliyetçilik yoluyla ulus-devlet vatandaşlığını, kapitalizmin etrafında gelişen sınıfsallıkları kontrol edip denetim altında tutar.’

Üçüncüsü;

Bugün Ortadoğu’daki esas aktörler sahneye çıkmak zorunda kaldı. Uzun süredir paralı orduları ve paravan şirketleri ile sahada varlık gösteriyorlardı. Fakat işler farklı bir noktaya geldi. ‘Ekonomizm’ savaşı iyice ısındı ve farklı yönelimler, hesaplar, kartlar dağıtılmak zorunda kalındı.

Öcalan bu durumun ‘doğru kavranmamasından’ şikâyetçi! Burada yaratılan 22 ulus-devletin ve kuruluş amaçlarının doğru okunmasını talep ediyor: ‘Kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki hegemonik kurgulanışını doğru kavramadıkça, neden yirmi iki Arap ulus-devletinin inşa edildiğini de doğru kavrayamayız. Ulus-devletçi küçük-burjuva bağımsızlıkçılığının sağ-sol, dinci- mezhepçi, etnikçi ve kavmiyetçi tarih yorumlarıyla Ortadoğu’da kurgulanan kapitalist modernite doğru çözümlenemez. Bu bağlamda Arap sorununun gerçeklikte olduğu gibi kavranması (tıpkı Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türki cumhuriyet ve toplulukların sorunlarının doğru kavranmasında olduğu gibi), öncelikle kapitalist modernite hegemonyacılığının Ortadoğu’daki kurgulanışı ve tesis edilmesinin doğru kavranmasını gerektirir.’

Dördüncüsü;

Ülkelerin durumu ve olası hesaplarıdır.

Fakat dikkat çektiği ülkeler, işin her daim arkasında olan temel aktörlerdir. Oyuna dâhil edilen, araçsallaştırılan ülkeler ile çok vakit kaybetmez Öcalan.

ABD

Öcalan’a göre ABD, sistemin hegemonik gücüdür. 2. Dünya Savaşı sonrası İngiltere’den devraldığı merkezi temel güç olma özelliğini, bugün yine onunla beraber sürdürecektir. (Hatırlayalım: Trump’ın Rusya’ya savaş ilanında ABD’ye koşulsuz ilk desteği veren İngiltere oldu. Savaşı çılgınca desteklemektedir. Yine Ortadoğu’ya dair en çok manipülatif haber yapan İngiliz kuruluşlarıdır.)

Öcalan özellikle ABD’nin merkezi güç olarak büyük ekonomik yarışına çok dikkat ettiğini, kendini restore etme yeteneğinin çok fazla olduğuna dikkat çekmektedir. Haliyle restorasyon döneminde hegemonik savunmaya ağırlık verecektir. Mevziî saldırılar dışında topyekûn bir saldırıyı sürdürme yeteneğinde değildir.

İNGİLTERE, ALMANYA, FRANSA vs.

Öcalan AB ülkelerine özel bir parantez açar. Çünkü AB ülkeleri merkezî uygarlık sistemindeki kapitalist dönüşümün sahipleri olarak ağırlıklarını sürdürmeye devam edeceklerdir. ABD’nin stratejik müttefikliğini sürdüreceklerdir. AB ülkelerinin hemen hepsi bir şekilde Ortadoğu’da yer alıyor. Yer yer savaşa girip yer yer de uzak duruş gösteriyorlar fakat temel aktörler olarak hepsinin hesap kitabı bulunmaktadır. Kriz ve bunalımlarını aşmak için savaşa ihtiyaç duymaktadırlar. Beş yüz yıldır kapitalist moderniteye öncülük ettiler. Haliyle Kapitalizmi, ulus devletçiliği ve endüstriyalizmi en çok reforme edecek güçler bu ülkelerde ortaya çıkacaktır. Yine Öcalan’a göre AB’den de yeni bir sistem çıkışı beklemek gerçekçi değildir. Yeni sistem konusunda yeni bilim ve felsefi çıkışta vazgeçilmez öğretici bir merkez rolünü oynayabilir. Fakat yeni sistemin olası güç ve hareketlerinde sınırlı rolde kalıp başat rol oynayamayacaktır.

RUSYA

Öcalan’a göre Rusya demokratik modernite çözümünden yana bir ülke değil. Bu açıdan bakılmalı ve okunmalıdır politikaları.

Özünde kapitalist moderniteyi aşamadı, hatta çoğunlukla kapitalist modernitenin hizmetinde önemli roller oynadı. ‘Komünist Partilerin’ önderliğindeki Rus ve Çin Devrimlerinin kapitalist modernitenin dünya çapında yayılmasındaki rolleri göz önüne getirildiğinde söylenmek istenenler daha iyi anlaşılır. Kapitalist modernite bağlamındaki dünya devrimlerinin uzantıları Ortadoğu’da başarılı olamadılar. Şüphesiz bölge kültürü bunda önemli rol oynadı. Modernite kültürü bölge kültürünü tümüyle fethedememektedir. Bu konuda güçlü bir kültürel direniş söz konusudur.

Rusya karşı bir blok olarak birden çok hamle yapmak zorunda! Hem ABD-İNG’ye karşı hem de Ortadoğu’daki ulus-devlet politikalarına karşı. Çünkü Pazar arayışı sürüyor ve sahip olduğu güç ile de içeriden fethetme politikaları tarihsel olarak devam ediyor.

İRAN

Öcalan’a göre İran kendi hegemonyasını dayatan bir ülke ve tasfiyesi öyle kolay olmayacaktır. Yine Öcalan’a göre savaşın her yerinde olup hiçbir yerinde olmama gibi bir özelliğe sahiptir İran.

Türkiye Cumhuriyeti ve Arap ulus-devletleri İsrail’i mümkün kılan ulus-devlet sisteminin meşruiyetini kabul etmiş oldukları halde, İran İslâm Devrimi tüm tutarsızlığına rağmen çizilen statüyü olduğu gibi kabul etmemiş, karşı hegemonyayı oluşturma çabasına girişmiştir. Günümüzde gözlemlenen İran-İsrail gerginliği sadece iki ulus-devlet arasında olmayıp, hegemonya peşinde koşan iki güç sistemi arasında cereyan etmektedir.

İran devleti, Birinci Dünya Savaşından sonra tıpkı Türkiye Cumhuriyeti ve Afgan Şahlığı örneğinde olduğu gibi İngiltere’nin hegemonik hesapları sonucu modern bir ulus-devlet olarak yeniden inşa edilmiştir... Güçlü kültürel gelenek kapitalist moderniteyle uzlaşmış bir Şia oligarşisini de kabul etmemektedir. Dolayısıyla İran’daki çelişkinin iki alternatif modernite arasında bir mücadeleye dönüşme şansı her zaman vardır. Türkiye ve Arap ulus-devletlerinin aksine kolayca tasfiye edileceğe de benzememektedir. Ağırlıklı olarak söylem düzeyinde sürdürülse de, İran oligarşisi günümüzde İsrail’le Ortadoğu üzerinde hegemonik bir çatışmaya girişmiş bulunmaktadır. Özellikle nükleer çalışmalarını bu amaçla ikinci bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Şia geleneği tarihte de hegemonya peşinde koşmuştur.