Üçüncü Dünya Savaşının özgünlüğü ve PKK’nin stratejik gücü

PKK ile ittifak yapmadan ne Rusya Suriye’yi “yeniden inşa” ederek orada üslerini koruyabilir; ne de ABD, PKK ile işbirliği yapmadan Rusya’nın karşısında İsrail’in ve kendisinin çıkarlarını koruyabilir.

Rıza Altun, PKK’yi emperyalizmin işbirlikçisi gibi göstermeye çalışanlara gereken yanıtı, büyük bir sabırla, ayrıntılı bir şekilde ve bu ağır suçlamayla eşdeğer olmayan saygılı ve dikkatli bir üslupla vermiş. ANF’de yayınlanan söyleşi “Anti emperyalizm günümüzde nedir, ne değildir” başlığı altında mükemmel bir “ders kitabı” olabilir.

Ben de konuyu bir başka açıdan ele alarak tartışmaya katılayım.

Eğer PKK, bugünkü gücü, deneyimi ve yeteneğiyle, şimdi değil de, örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda yer alsaydı ve diyelim ki, Amerika ve Britanya ile “şimdikine benzer” bir ittifaka girseydi, ne olurdu?

O solcuların dediği olurdu. PKK emperyalizmin kuyruğuna takılır, bütün kimliğini kaybeder, savaşın basit bir figürü haline gelirdi.

Çünkü o dönemin savaşı farklı bir karakterdeydi, dünyanın bütün devletleri varını yoğunu ortaya koymuş, devasa ordularla, akıl almaz silah stoklarıyla, muazzam bir ekonomi ve insan gücüyle savaş alanında yer almıştı: Savaş alanı tüm Avrupa’ydı, Uzak Asyaydı, Pasifikti, Afrika ve Ortadoğu, Kafkasya’ydı. Atom bombası bile kullanılmıştı.

Bu savaşta Sovyetler Birliği yirmi milyon insan kaybetti. Nazi Almanyası’nın kaybı on milyondu. Geri kalan milyonlar, İngilizlere, Fransızlara, Amerikalılara ve diğerlerine aitti.

Bu rakamlar, dünyadaki bütün Kürt nüfusuna neredeyse eşitti.

Şimdiki gücüyle bile PKK, böyle bir savaşta emperyalizmle, örneğin Rusya’nın yaptığına benzer bir ittifak yapsaydı, o emperyalizmin oyuncağı olurdu ve savaştan, galiplerin tarafında olsa bile, belki de bir daha belini doğrultamayacak bir yıkıma uğrayarak çıkardı.

Neden?

Diyorlar ya, PKK “simetrik olmayan” bir “ittifak” kurmuşmuş. Bu ittifak İkinci Dünya Savaşında gerçekten de “simetrik” olmayan bir ittifak olacakken bugünün “Üçüncü Dünya Savaşında” PKK’nin gücü, alandaki bütün devletlerin gücünün üstündedir. Bu savaşın özgünlüğü, bölgedeki güçler oranı ve savaşta Kürt halkının oynadığı rolün özelliği böyledir.

Savaş “dünya” savaşı olmakla birlikte Ortadoğu’ya sıkışmıştır. Bu alanda ne ABD, ne Rusya, ne Çin ve ne de AB ülkeleri bütün savaş potansiyelleriyle yer almış değiller. Ortadoğu’nun yerel güçlerine “destek” pozisyonundalar. Türkiye’ye baksanıza; bölgeye ancak beş on tankını sokabiliyor ve kamufle edilmiş birkaç takım askeriyle iş çevirmeye çalışıyor.

Ama daha önemlisi şudur: Üçüncü Dünya Savaşının sürdüğü Ortadoğu’da, savaşa katılan bölge devletleri, devlet oldukları için büyük, küresel devletlerin “kırmızı çizgilerini” çiğneyemezler. Ablukaya alınırlar, içlerinde darbeler olur vs.

PKK ise “devletsiz” güçtür. Bu da PKK’nin en büyük avantajıdır. Ne Merkez Bankası derdi vardır, ne ithalat, ihracat menfaatleri. Bir lokma bir hırkayla yaşayan ve canından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir güçtür. Barzani neden yenildi. Peşmerge’nin “korkaklığından” yenilmedi. Petrol gelirlerini kaybetmekten korktuğu için yenildi. Yani PKK “tehditten, ambargodan korkmaz”. Silah tehdidinden korkmadığı ise, kırk yıldır NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı savaşmasından bellidir.

Ve nihayet, Ortadoğu’da güç dengesinde PKK ve PYD güçleri büyük bir yere sahiptir. Başlangıçta DAİŞ güçlüydü ve Özgürlük Hareketi bu gücü yok etti. Şimdi alanda İran’ın milisleri ve Şam’ın ordusuyla PKK’nin güçleri var. Türkiye savaşta yenildi ve o artık DAİŞ kalıntılarıyla oyalanmakta. ABD, AB ve Rusya arasındaki “stratejik denge” bu devletlerin Ortadoğu savaşına doğrudan girmesini önlüyor. Girmeleri, insan uygarlığının nükleer savaşta yok olması demek.

Aktüel duruma gelince:

Şimdi “mezhep savaşlarının” an meselesi haline geldiği bölgede Kürdistan halkının konumu şöyledir: Kürtler “Sünni İslamı” temsil ettiği için şu anda Selefilerin ve Müslüman Kardeşlerin etkisi altında politik çözümün dışına atılmış ve tehdit altına girmiş olan Sünni Arapların biricik potansiyel müttefiğidir. Federal Suriye’de Sünni Araplar, aralarına kan giren Alevi Araplığından çok onlara güvenmektedirler.

Bölgedeki tüm siyasi güçler ve devletler içinde biricik “laik” bir güç olduğu için, aynı zamanda “demokratik ulus” içinde Türkiye Aleviliği ve Caferiliği ile kaynaştığı ve Rojava’da bütün dinler, mezhepler ve etnisitelerle içiçe geçtiği için, Ortadoğu Sünniliği içinde Şia ve Arap Aleviliği ile diyalog kurabilecek ondan başka “Sünni” güç yoktur.

Bu özelliği yüzünden, Ortadoğu’daki “mezhep savaşlarına” karşı biricik “laik” güç olarak, bütün savaş karşıtlarının da biricik dayanağıdır.

Şimdi söyleyin bakalım: PKK Ortadoğu’da nasıl bir güç?

Stratejik bir güç. Tıpkı İkinci Dünya Savaşında Sovyetlerin emperyalizm karşısındaki gücü gibi. Tam öyle. “Üçüncü Dünya Savaşı” dediğimiz sürecin özgünlüğü ve yukarıda saydığımız Kürt halkının stratejik durumunun özellikleri, PKK’yi girdiği her türlü stratejik ve taktik ittifaklarda, “eşit haklı, bağımsız ve inisiyatifli” bir güç haline getirmiştir. Bu öyle bir durumdur ki, hem ABD ve hem de Rusya ile ilişkilerde, inisiyatif PKK’nin elindedir.

Örneğin PKK ile ittifak yapmadan ne Rusya Suriye’yi “yeniden inşa” ederek orada üslerini koruyabilir; ne de ABD, PKK ile işbirliği yapmadan Rusya’nın karşısında İsrail’in ve kendisinin çıkarlarını koruyabilir. O nedenle her iki devlet, şu ya da bu şekilde kendi çıkarlarının gereği olarak PYD güçleriyle “taktik” ittifaklara mecbur kalıyor.

PKK ne yapmak istiyor?

Elbette dünya devletlerini bir vuruşta yok etmekten söz etmiyor. Onların arasındaki “denge” şartlarında, Ortadoğu’da elde ettiği stratejik üstünlüğü kullanıyor ve bu devletlerin “egemenlik alanı dışında” kendi “Konfederal Ortadoğu Ortak Evini” kurma yolundan yürüyor.

Bu yol nasıl bir yol?

Bu yol “üçüncü yol”. Kürdistan halkı, Ortadoğu devrimi söz konusu olduğu zaman “Ne Amerika, ne Rusya, Ortadoğu Ortadoğu halklarınındır” diyor; DAİŞ’e karşı savaşta ve bugünkü kaotik krizden çıkış söz konusu olduğu zaman, “hem Amerika’yla, hem de Rusya’yla” karşılıklı çıkar temelinde ilişkiler geliştiriyor.

Ben de yılların komünisti olarak, bu Apocu dahiyane “anti emperyalist” ve aynı zamanda “anti kapitalist” stratejiye şapka çıkarıyorum.

Bitirirken bir not: PKK’yi suçlayanlara “kendi başlarına” PKK’nin kurduğuna benzer ittifaklardan uzak durmalarını tavsiye ederim; ittifak lafazanlıkla değil, kuvvet varsa yapılır. Yoksa “Fena Halde Leman” olunur. Ve şu da bir gerçektir: Türkiye solunun büyük bölümü artık gerçek durumu kavramıştır. Onlar PKK’yle ve PYD’yle aynı saflarda savaşıyorlar. Şehitlere bakın anlarsınız. Onlar, Sovyetlerin yıkılması, Çin’in geriye dönmesi sonrasında karaya oturan sosyalizm gemilerini, kızaklarda kaydırdılar ve devrimci sürecin Fırat-Dicle sularında yeniden yüzdürdüler. Yarın sular taşıp Türkiye’yi kapladığında, devrimci güçler, hazırlıklarını yapmış olacak…

Rıza Altun'un ANF İspanyolca servisi ile yaptığı röportajın Türkçe linkleri: 

1.BÖLÜM

 

2. BÖLÜM