Türkiye’nin politik koşulları ve karar organları hazır olsaydı, AİHM’nin benimle ilgili karar sürecine girmeden önce, Türkiye ile sorunlara ve AİHS’ye aykırı hususlara karşılıklı diyalog yoluyla çözüm aramak tercihim olurdu. Şahsen kendimi bu tarz çözüme iddialı ve hazır hissediyorum. Kaldı ki, 1993’ten beri Cumhurbaşkanı Özal’la birlikte böylesi bir sürece ilişkin kararlılığımı ortaya koymuştum. Daha sonra dolaylı yoldan bazı diyalog yaklaşımları gelişti.
Devlet tümüyle bu yönteme kapalı olmadığını gösterdi. Ama bazı olumsuz gelişmeler, çözüm istemeyen ve sonuna kadar şiddette ısrarlı güçler bu yönlü adımları etkisiz kılabildiler. Buna rağmen en son 1998 Eylül başından itibaren bir ateşkes sürecini tek taraflı olarak başlatmakla bu yönlü adımlar için zemin hazırlanmaya çalışıldı. Yine 9 Ekim 1998’de sürece yönelik baskı politikasından sonra, dağı değil Avrupa’yı tercih edişimin nedeni diyalog yollarını geliştirmekti. İmralı’da sorgulama süreci aynı havada geçti.
Burada klasik bir sorgulamadan ziyade, sorunlara diyalogla yanıt aramanın tek doğru çıkış yolu olduğu ısrarla vurgulandı. Daha sonra bu temelde hem devletin yetkili makamlarına hem de PKK yetkililerine bu yönlü yaklaşımlarımı içeren kapsamlı mektuplar yolladım. İmralı’daki yargılamaya ilişkin olarak hazırladığım savunma daha çok diyalog arayan bir barış ve demokratik uzlaşı mesajıydı. Bu savunmam ortamın barış ve demokratik çözüm arayışlarına çekilmesinde önemli etkilere yol açtı. AİHM için de bu belgenin ek bir savunma olarak incelenmesini dilerim.
AİHM’ye ilişkin hazırladığım bu savunmam da çok daha kapsamlı olarak demokratik hukuk ölçülerini esas alan bir diyaloga giden yolu aydınlatmak amacındadır. İncelendiğinde tüm taraflar için AİHS’nin ruhuna uygun olarak bir çözüm arayışı içinde olduğu görülecektir. Dolayısıyla Yüce Mahkemenin dostane çözüm önerisini geliştirirken, savunmamın kapsamlı bir incelemesini yapmasını önemli bulmakta ve beklemekteyim.
Türkiye’de de TBMM yakında anayasada bazı önemli değişiklikler yapmaya hazırlanmaktadır. Bu hazırlıklar AB aday üyeliğine ilişkin olarak Kopenhag Kriterlerine uyumu amaçlamaktadır. Eğer AİHS’nin kapsamını karşılayıcı nitelikte bir anayasa değişikliği olursa, dostane çözüm imkânı doğabilir. Ama bazı şoven ve gerici partilerin ölüm cezasında ısrar etmeleri, Kürtçe eğitim ve ifade özgürlüğüne karşı yasaklamaların devamından yana tutumları bu yönlü adımları boşa çıkarabilir. Fakat yine de bir olanak belirdiğinde değerlendirmek sorumlu taraflara düşen bir görevdir.
Diğer yandan PKK’nin ağırlıklı olarak sınırların ötesinde meşru savunma düzeninde kararlı ve hazırlıklı olması diyalog için ortamı uygun hale getirmektedir. Artık adım atması gereken taraf devletin yetkili makamlarıdır. Umut ve önerimiz, devletin kendisi için de son derece onurlu ve yararlı olan bu yolda teşvik edici olması ve adım atmasıdır. Aslında tarafları çevreleyen tüm iç ve dış koşullar bu yönlü adımlar atılmasını hem ivedi hem tarihî kılmaktadır. AİHM’nin de konunun öneminden ötürü özel bir çabayla dostane çözüm amaçlı diyalog arayışlarına güç vermesi ve taraflara çağrıda bulunması, başarılı olması halinde tarihsel bir anlama gelecektir. Yüce Mahkemenin bu konuda alabileceği ve önerebileceği tüm hususlara ilişkin iyi niyetli yaklaşım ve dileklerimi belirtmek durumundayım.
AİHM’nin vereceği kararların uygulama gücü olarak Avrupa Konseyi’ne (AK) ilişkin bazı düşünce ve önerilerimi kısaca belirtmeyi gerekli bulmaktayım. AK, AİHS’yi uygulamak ve gözetlemekten sorumludur. Türkiye yaklaşık 50 yıldır Konseyin kurucu üyesi olarak bulunmaktadır. Konsey’e en son katılan Azerbaycan ve Ermenistan bile yasalarında gerekli değişiklikleri yaptıkları halde, Türkiye birçok konuda halen AİHS’nin gerektirdiği yasal değişiklikleri yapmamakta, bu konuda iç hukuku da bağlayan AİHM’nin kararları doğrultusunda anayasal ve yasal değişiklikleri sürekli ertelemektedir.
Şüphesiz Konsey bu konuda Türkiye’yi birçok defa uyarmıştır. Ama artık uyarıdan öteye bazı tedbirleri almak göreviyle karşı karşıyadır. Bu tedbirleri almaması kendi hukukunu da zedelemektedir. Bir üyesine sanki tavizkâr davranmaktadır. Bu durum demokratik hukuk devletinin Türkiye’de de gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle Kürt sorunu ve laiklikten kaynaklanan bu ertelemelerin son bulması, hukuka duyulan güvenin zedelenmemesi için de önemli bulunmaktadır.
Türkiye başta ölüm cezası olmak üzere, tüm azınlıklara ve düşüncelere ifade özgürlüğünü yasaklayan kanun hükümlerini AİHS’ne göre düzenlememektedir. Benim davam bu konularda da kilit rol oynayan bir konuma gelmiş bulunmakta, hatta tam bir siyasal istismar aracı olarak kullanılmaktadır. Bana ilişkin ölüm cezası yalnız içte değil, maalesef AB platformlarında da AB’ye üyelik için bir koz olarak kullanılmaktadır. Bu durum sadece beni değil, Kürt halkının meşru taleplerini de pazarlık konusu edilmesini beraberinde getirmektedir.
Hâlbuki AB kurumları normatif değerlere sahiptir. Bu değerler zımnen bile olsa tartışılamaz ve taviz konusu olamaz. Benim ve Kürt halkının meşru ve yasal haklarının Türkiye ile sürekli tartışılmasını ve pazarlık konusu edilmesini son derece yanlış ve haksız bulduğumu özenle belirtmeliyim. Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olan Türkiye’yi bir an önce kendi normlarına uymaya ve gereklerini acilen yerine getirilmesini temin etmeye çağırmasını bir kez daha belirtmeyi görev bilirim.
Ayrıca Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile olan güçlü ilişkilerini Kürt sorununda siyasal diyalogun geliştirilmesinde kullanması hem AİHM’nin kararlarının yerine getirilmesinde, hem de Türkiye’nin demokratik ve laik hukuk devletine doğru evrim göstermesinde önemli rol oynayacaktır. PKK’nin güçlü bir biçimde meşru savunma temelinde yürüttüğü tek taraflı ateşkesi de fırsat bilerek, Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile bu yönlü diyalog arayışlarımıza en azından Kosova ve Makedonya’ya gösterdiği ilgi kadar çaba harcayarak destek vermesi büyük öneme haizdir.
Kürtlerin ve tüm Türkiye’nin bu desteğe ihtiyacı vardır. Davamın olası sonuçları dolayısıyla bu yönlü talebimi belirtmeyi gerekli buluyor, Avrupa Konseyi’nin de değerli çabalarıyla katkıda bulunacağına dair umutlarımı dile getiriyorum.
Sonuç olarak AİHM için hazırladığım savunmayı bu biçimde tamamlarken, İmralı’daki savunmamla birlikte özenle değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. İncelenmesi gereken birçok olay ve kişiye ilişkin verdiğim bilgilerin belge ve tanık olarak değerlendirilmesini diliyorum. Gerekirse sözlü ve yazılı ek savunmalara da hazır olduğumu yineliyorum. Bu savunmamla AİHM’nin hem halkımız, PKK ve benim için, hem de ilerici insanlık ve Türkiye için tarihe yaraşır, daha doğru ve adil bir karar vereceğine dair inancımı belirtir, saygılarımla arz ederim.
(Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarından derlenmiştir.)
Devam edecek…