AKP felaketinin depreme dönüşmesi

AKP’nin sağlıklı ve güvenli yaşam alanları sağlamak yerine ülke kaynaklarını, savaşa, yandaşa ve ranta aktarması, inşaat sektörünü ‘istismar’ etmesi, on binlerce insanın ölümüne neden oldu.

Türkiye’deki siyasi iktidarlar, bilimsel verilere rağmen deprem gerçekliğini görmezden gelerek, kentleşme süreçlerini evrensel ilkelerden uzak, çevresel ve ekolojik faktörleri hiçe sayarak planladı. AKP, bunu zirveleştirerek, on binlerce evi oturanlara mezar yaptı. 

Pazarcık ve Elbistan merkezli yaşanan depremler, 10 ilde ağır sonuçlar doğurdu. AKP iktidarı döneminde yapılan yasal düzenlemeler ile inşaat sektörünün tümü yandaş sermayeye rant sağlamaya yönelik kullanıldı. Bilim çevreleri ve meslek odalarının uyarılarına rağmen şehirler fay hatları üzerine genişletildi. Yüksek yapılar tercih edildi. Yapıların depreme dayanıklılığı ciddi anlamda denetlenmedi. Sürekli çıkarılan aflarla kaçak yapılaşmanın önü açıldı. Yıpranmış yapı stokunu eritmek için çıkarılan kentsel dönüşüm kanunu ‘riskli alan-riskli yapı adı altında’ risk oranı olan yerler değil, daha çok rantabilite (kârlılık) olan yerler için devreye konuldu. Alanları belirleme yetkisi Cumhurbaşkanı’na, dönüşümü TOKİ’ye bırakıldı. 

YANDAŞ SERMAYE KAZANCI

AKP iktidarı döneminde patlayan inşaat sektöründe inşaat yapım esasları ve müteahhitlerin teknik konularda yoksun olması, yaşanan felaketin başka bir nedeni olarak ön plana çıkıyor. İnşaat sektörünün sadece kar amaçlı olması nedeniyle kalite ve sağlamlık açısından yapı denetim mekanizmaların yasalara uygun işlevsel kılınmadığı ve çarkın rüşvet ağıyla döndüğü bilinen bir gerçektir. Sektörde yerel yönetimleri ve meslek odalarını işlevsiz kılan AKP iktidarı, tümüyle yandaş sermaye kazancı lehine bu alanı denetimsiz bırakarak, adeta yaşanmakta olan felaketlerin hazırlayıcısı oldu. Deprem de yeni yapılan yolların çökmesi, hava alanların çökmesi, yeni hastanelerin yıkılması gibi durumlar ülkedeki denetim mekanizmaların, on binlerce insanın ölümüne olan yıkımların hazırlayıcısı olduğunu ortaya koyuyor.

ÇEVRESEL VE EKOLOJİK FAKTÖRLER DİKKATE ALINMIYOR

Türkiye ve Kuzey Kurdistan coğrafyasının büyük kısmı deprem riski altında; nüfusun yüzde 90’ı risk barındıran topraklar üzerinde yaşam alanlarını kurduğu biliniyor. İktidarlar bu olguyu görmezden gelerek, kentleşme süreçlerini evrensel ilkelerden uzak, çevresel ve ekolojik faktörleri hiçe sayarak planladı. Son yıllarda çeşitli sebeplerle yoğun göç alan kentlerde nüfus artışıyla birlikte daha fazla konut ihtiyacı doğdu. Konut ihtiyacının giderilmesi amacıyla yatay mimariyi (az katlı yapaylar) tercih etmek yerine pratik ve daha çabuk, ancak sosyal dokuyu dikkate almayan dikey mimariye (çok katlı yapılar) yönelme oldu. Bu yapılar planlanırken deprem gerçeği ve fay hatları dikkate alınmadı. 

Türkiye’de 1940’tan itibaren yasal mevzuatta yerini alan deprem yönetmelikleri görmezlikten gelindi; fen ve sanat kurallarına uygun yapı üretimi yapılamadığı gibi denetim mekanizmalarının da doğru çalışması engellendi.

Konuyla ilgili bilim otoriteleri, 1999 Gölcük depreminde yaşanan trajedi sonrası tüm yapı stoklarının bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerektiğini belirtmesine rağmen hiçbir çalışma yürütülmediği gibi gerekli önlemler de alınmadı.

DEPREM YÖNETMELİĞİNE UYULMADI

Deprem yönetmeliği 1940 hazırlandı ancak her deprem sonrası eksiklikler tespit edilerek 8-9 kez revize edildi. En son 2018’de yine bilim insanlarınca hazırlanan yönetmelik 2019’dan beri yürürlükte. Evrensel ilkeler dikkate alınarak hazırlanan bu yönetmeliğe uygun projelendirme ve yapım teknikleri uygulanmış olsa bu büyüklükte hasar ve can kayıpları yaşanmamış olacaktı. Son trajedinin sebeplerini meslek odaları ve bilim insanları şu şekilde açıklıyor:

* Bu bölgedeki yapıların depreme dayanaklı hale getirilmemesi.

* Yaşam alanlarının fay hatlarından uzak yerlere inşa edilmesi gerektiğine dair önerilerin dikkate alınmaması, bağlı olarak herhangi bir çalışma yapılmaması.

* Yapıların projelerinin deprem yönetmeliğine uygun tasarlanmaması.

* Yapım esnasında projesine uygun malzeme kullanılmaması veya eksik kullanılması.

* Yapı denetiminin doğru yapılmaması veya hiç yapılmaması, 

YAPI DENETİM MEKANİZMASI ÜZERİNDEN RANT

‘Yapı Denetim Mekanizması’nın çıktığı 2011’den beri ilgili çevrelerce geçmiş dönemlere göre daha iyi olduğu düşünülüyordu. Son yaşanan depremle birlikte yeni yapılan binaların büyük çoğunluğunun yıkılmasıyla denetim mekanizmasının sadece formalite olarak kaldığı ve işletilmediği ortaya çıkıyor. Rüşvet çarkına göre işlendiği anlaşıldı. AKP iktidarı, insanların sağlıklı, güvenli yaşam alanlarına kavuşmasını sağlamak yerine ülke kaynaklarını hukuk dışı mafyavari yaklaşımlarla yandaşlarına aktarmada Yapı Denetim Mekanizması’nı da kullanmasının bu trajik sonu hazırladığı anlaşılıyor.

MÜHENDİSLİK HİZMETLERİ DOĞRU UYGULANMADI

İnsan sağlığı ve refahını öncelikli ele alan ve riskli deprem bölgelerin olduğu birçok devlet, risk oranını bilimsel verilerle ölçerek çok katlı binalar yapıyor. Bu devletler, mühendislik hizmetlerini doğru uygulayarak, uygun zemin koşullarını gözetleyerek depreme dayanıklı çok katlı binalar inşa ediyor. Buna en iyi örneklerden biri Japonya’dır. 1996 Kobe depreminin yıkıcı etkisinden sonra depremin yıkıcı etkilerini azaltmak için büyük çalışmalar yaptı ve deprem etkisini sönümlendiren önemli teknolojik teknikler (Sismik izolatörler, raylı sistemler vb.) kullanmaya başladı. Türkiye’de 2018’de hazırlanan deprem yönetmeliğinde, 'yüksek binalar için tasarım ilkeleri' başlığı altında bir bölüm ile yüksek yapı üretiminde dikkat edilecek hususlar yönetmeliğe dahil edildi. Demokratik bir yönetim anlayışına sahip olmayan, insan ve çevre odaklı düşünmeyen AKP/MHP iktidarı, sadece çok katlı yapıları değil hiçbir yapıyı doğal afetlere göre denetlemedi ve hazırlamadı.

BELEDİYELER DEVRE DIŞI BIRAKILDI

AKP/MHP iktidarı yasal olarak teoride uygun yönetmelik ve şartnameler olmasına rağmen pratikte gerek proje üretimi- denetimi gerekse inşaat yapımı- denetimi konusunda son derece zayıf ve yasal olmayan uygulamalar neticesinde depreme dayanıksız inşaat üretimine ısrarla devam etti. Yandaşlarını zenginleştirme ve güç devşirmek uğruna olumsuzlukların had safhada olduğu bir dönemde deprem bölgelerinde çok katlı yapıların denetimsiz bir şekilde yapılmasına müsaade ederek, büyük bir yıkımın yaşanmasına çanak tuttu. 2000 yılı öncesi özel yapıların denetim süreci, belediyelere karşı sorumlu olmak koşulu ile mühendis olan Teknik Uygulama Sorumluları tarafından yürütülmekteydi. Bazı belediyelerde proje denetimi iki ayaklı olarak yapılmaktaydı. Projeler incelenmek üzere ilgili meslek odalarına da gönderiliyordu, ancak AKP iktidarı döneminde  kademeli olarak bu ikili kontrol mekanizmasına son verildi.

YASAL DENETİMSİZLİK PEKİŞTİRİLDİ

1999 Düzce depremi sonrası bir Kanun Hükmünde Kararname ile (595 Sayılı) 27 pilot ilde olmak üzere ‘Yapı Denetim Şirketlerinin Kurulması’ sağlanarak Yapı Denetim sürecine geçildi. Daha sonra TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) ile bazı siyasi partiler, denetim mekanizmasının kamusal alan içerisinde yapılması gerektiğini belirterek Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. AYM, bu KHK’yı iptal etti. 2001’de kanun olarak hazırlandı ve 19 pilot ilde uygulama başlandı. 2010’da kanunda bir değişiklik yapılarak 2011’den itibaren uygulamaya geçilmesi sağlandı. Yapı Denetimi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığıyla koordineli şirketler tarafından yapılıyor.

Süreç içerisinde sistemde birçok aksaklık ve eksik yönler olduğu ortaya çıktı. Bunun en önemlisi mevzuatta yeri olmamasına rağmen bir şekilde müteahhit firmaların yapı denetim ücretlerini kendilerinin ödemesiydi. Bu uygulama denetimden ziyade bir denetimsizliği beraberinde getirdi. Bunu da eline yüzüne bulaştıran AKP iktidarı, 2018’de kanunda değişiklik yaparak vatandaşın istediği yapı denetim firmasını seçmesine de son verdi. 2019’dan itibaren işler kura yöntemiyle Yapı Denetimlere aktarılmaya başlandı. Meslek odalarının yoğun baskısıyla eksik ve hatalı bazı uygulamalar yapılan düzenlemelerle giderilse de denetimsizlik süreci yine yandaş inşaatçıların istediği doğrultuda devam etti.

KENTSEL DÖNÜŞÜMDEN RANTSAL DÖNÜŞÜME

Wan’da 2011’de meydana gelen deprem sonrasında ülkedeki yapı stokunun incelenmesi, iyileştirilerek risklerin ortadan kaldırılması veya dönüştürülmesi amacıyla Mayıs 2021’de Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe konuldu. İçerik bakımından hayli geniş kapsamlı olarak hazırlanan yasa ve yönetmelik, meslek odalarının uyarılarına rağmen birçok değişiklik yapılarak bugünkü halini aldı, riskli yapıların belirlenmesinde halen kullanılıyor. Kentsel dönüşüm yetkisi, bakanlığın kendisi ile lisanslandırdığı belediyeler, üniversiteler, kamu ortaklığı olan özel şirketler, bu alanda faaliyet gösteren STK’lar, Yapı Denetim ve laboratuvar kuruluşlarına verildi. Yasa iki türlü dönüşüme imkan sağlıyor:

* Riskli Alan; çok fazla yapıyı kapsayan, zemin koşulları veya üzerinde bulunan yapıların büyük çoğunluğunun risk taşıması nedeniyle can kaybına sebebiyet verecek durumda olmasıyla riskli alan ilan edilip dönüşümün gerçekleştiği alanlar. Bu durumda tüm yetki, yani riskli alan yetkisi Cumhurbaşkanı’ndadır.

* Riskli Yapı; bu koşul ekonomik ömrünü tamamlamış hasarlı veya hasar alma riski olan yapının tespit edilmesi esaslarını kapsar. Riskli yapı sisteminde ise yukarıda belirtilen lisans almış gerek kamu gerekse özel kuruluşlar yetkilidir. Özellikle metropol kentlerde riskli alan olarak belirlenen bir çok bölge incelendiğinde kanunun temel amacı dışına çıkıldığı, rant getirisi yüksek bölgelerin seçildiği görülmektedir. Kamuoyunun sürekli dikkat çektiği İstanbul’da risk oranı yüksek ilçelerin dönüşüm kapsamına alınması gerekirken rantabilitesi yüksek olan yerler tercih edildi. Bu alanların dönüşümü adeta bir ticari şirket gibi çalışma prensiplerine sahip olan TOKİ eliyle yürütülüyor.

DÜNYANIN EN ÇOK MÜTEAHHİDİ

Müteahhitlik, Türkiye’de çok basite indirgenmiş bir meslek grubudur. Halbuki can ve mal güvenliğiyle doğrudan ilişkili olan bu meslek grubunda faaliyet gösteren bireylerin bu meslekle ilgili deneyim, yönetme, planlama ve organizasyon yapabilme becerisinin, ilgili yasal ve teknik konulara hakimiyetinin olması gerekir. Bu sektörde 2020 öncesine kadar 18 yaşını doldurmuş her birey yukarıda belirtilen özelliklere dair hiçbir şart ve koşul istenmeden rahatlıkla müteahhit olabiliyordu. Vergi kaydı ve Ticaret Odası kaydı yapıldıktan sonra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına müracaat ederek müteahhitlik belgesi alabiliyordu.

YANDAŞLIKTA MÜTEAHHİTLİK TERFİSİ

Son 20 yılda mevcut AKP iktidarı ülkeyi adeta bir beton yığını haline getirdi. İnşaat sektörü ülkede hakim sektör haline geldi. Farklı ticari sahalarda faaliyet gösteren meslek gruplarına mensup ticaret erbapları kendi mesleklerini ya bıraktı ya da küçülmeye giderek inşaat sektörüne dahil oldu. Böylelikle bu sektör, bu meslek gurubundan olmayan bireylerin tekeline geçmiş oldu. İktidar siyasi otoritesini sağlamlaştırma ve büyütmek için bu sektörü kullanarak ülkenin her noktasında güçlü ekonomiye sahip bir yandaş kitlesi yaratmayı başardı. Ülkedeki müteahhit sayısı 400 binlere vararak tüm Avrupa’daki toplam müteahhit sayısını geçti.

İstediğini elde ettikten sonra 2019’da müteahhitlik yasasını değiştirerek mesleki, teknik, ekonomik ve mali yeterlilik şartı getirdi. Mevcut müteahhitleri de deneyim büyüklüklerine göre sınıflandırdı. Yasa 2019’da çıkmasına rağmen ertelenerek 2020’de uygulamaya geçti. Aslında bir bakıma kendi yandaş gruplarını da ekonomik büyüklüklerine göre tasnif ederek iş dağılımını daha rahat yapabilme olanağına sahip oldu. Yasanın değişmesindeki amaç; gerçekten teknik, mesleki ve ekonomik yeterliliğe sahip kişileri veya firmaları sektöre kazandırmak olsaydı, bunun için 18 yıl beklenmezdi.