'AKP-MHP iktidarı baskı ile ömrünü uzatmaya çalışıyor'

AKP-MHP iktidarının baskı ile ömrünü uzatmak istediğini belirten MLKP temsilcisi Ferzad Can, "Vakit kaybetmeksizin direnişle kenetlenelim ve sonuç alıcı eylemler gerçekleştirelim" dedi.

MLKP temsilcisi Ferzad Can, Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) kuruluşunun 3. yıl dönümü ve son siyasal gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu. HBDH Yürütme Komitesinde yer alan MLKP temsilcisi Can, HBDH'nin faşist teröre karşı mücadeleyi büyüteceğini ve birleşik devrimci savaşın mutlaka kazanacağını belirtti.

AKP-MHP iktidarının baskı ve zor ile kendini korumaya çalıştığını ve bu şekilde de ömrünü uzatmak istediğini vurgulayan Can, "Öyle ki faşist rejimin elinde kalan yalnızca korku ve çaresizliktir. Ağızlarından düşürmedikleri “beka sorunu” ise zayıflamış faşist rejimin toplumsal ayaklanma ve direnişler karşısında duyduğu çekingenlikten başka hiç bir şey değildir" diye konuştu. HBDH Yürütme Komitesinde yer alan MLKP temsilcisi Can ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz:

HBDH dördüncü yılına girerken geçen dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde HBDH’ın faşizme karşı mücadeledeki rolü ne olacaktır?

Kahramanca savaşan, fedai duruşları ve bağlılıklarıyla yolumuzu aydınlatan başta Yürütme Komitesi, Ortak Komutanlık ve Alt Komutanlık üyelerimiz olmak üzere ölümsüzleşenlerimizi saygı ve sevgiyle anıyor, özgürlük, devrim ve sosyalizm için dağlarda ve kentlerde direniş bayrağını daha da yükselterek zafere taşıyacağımızın sözünü bir kez daha sizin aracılığınızla yinelemek istiyorum.

Bildiğiniz gibi HBDH 12 Mart 2016’da kuruluşunu ilan etti. HBDH'nin kuruluşu tarihi bir adımdı. Kuruluş Bildirgesi'nde, kendisini 'faşizme ve egemen sisteme karşı, devrimimizi zafere götürebilmek için, devrimci parti ve örgütlerin politik ve pratik birliği' olarak tanımlayarak tarihi rolünü vurguladı. Devrimci örgüt ve partilerin ana gövdesini kucaklaması ve bu bileşimini sürdürmeyi başarması onun iddialarına bağlılığının bir ifadesidir.

Birleşik Devrim Hareketimiz, bu iddiasını sürdürmekte ve birleşik devrimimizin mantığı ve ihtiyaçları açısından olduğu kadar, dönemsel ve güncel siyasal ihtiyaçlar da HBDH'nin gerekli olduğunu göstermiştir. HBDH hedef ve amaçlarıyla uyumlu olarak bizzat eylemleriyle kendi yolunu açmaya çalıştı. HBDH olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan birleşik devrimini büyütme ve zafere ulaştırma yolunda çetin mücadeleler verdik.

Dersim'den Serhad'a, Karadeniz'den Amanoslara, Efrîn'den Zap'a, Türkiye kentlerinden sınır boylarına pek çok alanda bedel ödedik, bedel ödettik. Güçlerimiz sürece yanıt olmak için büyük çaba sarf etti. Sürekli bir hal alan askeri operasyonlar ve bombardımanlar altında, gerilla güçlerimiz güçlü vuruşlarla düşmana önemli kayıplar yaşattı. Bedel ödemekte tereddüt etmedik, şehitler verdik. Türkiye metropollerinde ise istediğimiz düzeyi yakalayamadık.

Bunun nedenlerine değinebilir misiniz?

Birçok neden sıralanabilir. Atılması gereken adımların zamanında atılmaması, gerekli örgütlerin zamanında oluşturulamaması, gözaltı ve tutuklamalar ve yetersizliklerimizin bunda belirleyici bir rol oynadığını söyleyebilirim. 2019 yılı HBDH olarak bu sorunlarımızı çözüp Türkiye kentlerinde de birleşik devrimimizi yükselteceğimiz bir yıl olacaktır. Buna yürekten inanıyoruz. HBDH olarak bu konuda gerekli tartışmaları yaptık, bir kararlaşma düzeyini yakaladık. Eksik ve yetersiz kalan hususları daha derinlikli şekilde ele aldık. Aşmaya dönük çabalarımız pratikte kendisini yansıtacaktır.

2018 büyük bir direniş yılı oldu. Sömürgeci faşist AKP -MHP savaş hükümeti, içte Kürt halkı, Kürt ulusal özgürlük hareketi ve devrimci harekete karşı kirli ve kuralsız bir savaşı tırmandırmakta, dışta ise komşu ülkelere saldırmakta, bölgenin en saldırgan devleti olarak bölge halklarını tehdit etmektedir. İçeride ırkçı, ulusalcı gerici bir kitle hareketi örgütlemekte, gerici bir iç savaşı tırmandırmaya yönelmektedir. Sömürgeci inkar ve imha rejimi, uygulayageldiği savaş konseptini geriye çekmeden, sömürgeci, işgalci savaşın “sivil” ayağını güçlendirmeye, onu sivil savaş konseptiyle tamamlamaya, yeni sürecin ihtiyaçlarına ve bölgedeki gelişmelere göre savaş konseptini kapsamlı hale getirmeye çalışmaktadır.

Diktatörlük her geçen gün zayıfladığının güçsüzleştiğinin farkındadır. Halklarımızın yaklaşan fırtınasından, hesap sorma arzusundan, büyüyen öfkesinden korkmaktadır. Bu korkuyla saldırganlaştığı gibi seçimleri çöktürme ve savaş siyasetinin bir devamı olarak ele alarak, faşist zulüm ve zorbalıkla, ırkçılık ve savaşla, devlet terörüyle, hile hurda ile çalıp çırparak kendisini ayakta tutup ömrünü uzatmayı amaçlıyor. Faşist diktatör ve AKP-MHP koalisyonu, halklarımızın devrimci-demokratik talep ve istemlerini ezerek ayakta kalmak istiyor.

Yaklaşan büyük ekonomik krizin üstü “savaş ekonomisiyle” kapatılmak isteniyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin tüm kazanımları yok sayılıyor. İşten atmalar yaygınlaşıyor. “İş kazası” adı altında her gün işçi katliamları yaşanırken, “kiralık işçilik” ve “özel istihdam büroları”yla köle işçilik yasallaştırılmış, kıdem tazminatları ve iş güvencesi gasp edilmiştir. Yüzbinlerce kamu işçisi görevinden alınırken, süren iç ve dış savaşa muazzam düzeylerde bütçe ayırılıyor.

Kadınlar katlediliyor, taciz-tecavüz ve katliam, devlet ve AKP eliyle yaygınlaştırılıp meşrulaştırılıyor, kadın düşmanlığı Kürt düşmanlığı gibi devlet politikası oluyor. Özerk demokratik eğitim isteyen öğrenciler, inanç özgürlüğü isteyen Aleviler, basın özgürlüğü isteyen gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, çevreciler, laik demokratlar ve LGBTİ'ler hedef alınıyor.

Faşist sömürgeci, işgalciler faşist rejime boyun eğmeyenlere yaşam hakkı tanımıyor. Ama inadına halklarımız boyun eğmiyor, itiraz, eleştiri ve direniş her kesimde en değişik biçimlerde sürüyor. Büyük acılar ve bedeller pahasına bütün mücadele mevzilerinde ulusal kimliğin, kolektif hakların ve politik özgürlüklerin kavgası bir gün bile ara verilmeden devam ediyor.

Faşist diktatörlüğün saldırganlığı kimseyi yanıltmasın. Kürdistan’da sömürgeci savaşın ve Türkiye’de faşist devlet terörünün tüm şiddetine rağmen, faşist devlet, Kürt ulusal demokratik ve özgürlük hareketini yenilgiye uğratamadı, Kadın Özgürlük Hareketi’nin büyümesini engelleyemedi, demokratik Alevi hareketini, halklarımızı, emekçileri teslim alamadı. Devrimci ve antifaşist harekete boyun eğdiremedi. Antifaşist kitleler, pervasız faşist terör karşısında bir durgunluk yaşamalarına rağmen, direnme potansiyellerini yitirmediler ve fırsat buldukları her anda sokağa çıkmayı sürdürdüler.

Bütün bunlar, Gezi- Haziran ayaklanmasında gün yüzüne çıkan devrimci-demokratik dinamiklerin, bir başka ifadeyle, herhangi bir olayın tetiklemesiyle bir halk ayaklanmasının patlak verebileceği koşulların var olmaya devam ettiğini ortaya koyuyor. 20 Temmuz saray darbesinden bugüne, devrim ile karşıdevrim arasındaki mücadelenin alabildiğine şiddetlendiği, faşist politik İslamcı saray iktidarının kendisine angaje edemediği bütün politik odakları ezip yok etmeyi hedeflediği, iç savaş unsurlarının birikiminin hızlandığı bir dönemden geçildi. Bu dönemde, mücadelenin yasadışı ve şiddete dayalı biçimlerinin nesnel rolü gitgide öne geçti. Faşist şefin burjuva orduyu ve polisi kontrolü altına almasının yanı sıra, faşist paramiliter çetelerin teşkilatlanışını da hızlandırması karşısında, halkın öz savunmasını örgütlemek her zamankinden daha elzem hale gelmiştir. Günümüz koşullarında devrimci önderlik iddiasında olan politik öznelerin devrimci kriz anlarında iç savaşı göze almak ya da burjuvaziye boyun eğmek dışında bir politik seçeneğe sahip olmadıklarını, işçiler ve ezilenler ve halklarımız için tek çıkış yolunun devrimde olduğunu kanıtlıyor.

Türk devleti yıllardır uyguladığı tecrit politikasıyla neyi hedefliyor?

Öncelikle HDP milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’i ve Leyla Güven’le birlikte zindanlarda ve başka alanlarda açlık grevini sürdüren direnişçileri devrimci duygularımla selamlıyorum. Gerçekten de Kürdistan’ın dört parçasında, Türkiye’de, yurtdışında ve hapishanelerde görkemli bir direniş sergileniyor.

Faşist burjuva devletin temel politikalarından biridir tecrit. Zindanlardan toplumun geniş kesimlerine uzanan tecrit saldırısının merkezinde, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin iradesini kırarak teslim alma hedefi vardır.

Gerek Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a karşı uygulan tecrit, gerekse bir bütün olarak devrimci tutsaklara karşı uygulanan tecridin temel amacı öncü güçler üzerinden halklarımızın birleşik devrimci geleceğini ve iradesini teslim almaktır. Kısaca kimliksizleştirme, iradesizleştirme ve teslim alma olarak ifade edebiliriz.

‘Tecriti kıralım faşizmi yıkalım’ hamlesi çerçevesinde Leyla Güven’in öncülüğünü yaptığı, yurtdışında ve cezaevlerinde büyüyerek devam eden açlık grevlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt Halk Önderi Öcalan’a karşı uygulanan tecrit, faşist devletin 2014’te devreye soktuğu “Çöktürme” planının bir parçası ve devamıdır. Bu katliamcı plan, bugün Ortadoğu coğrafyasında sürdürülen savaş, içerideki faşist saldırganlık ve Kürt halkının kazandığı devrimci demokratik kazanımların ortadan kaldırılması amacı ile kopmaz bir bağ içindedir.

Kürt halkını teslim almanın temel aracı haline getirildi ve sürdürülüyor. Kürt Halk Önderi Öcalan üzerindeki tecritte ısrar Kürt halkına karşı boyutlandırılan inkâr ve imha saldırında ısrardır. Tam da bu nedenle tecride karşı mücadele, savaşa, katliamlara ve bölgesel saldırganlığa karşı özgürlük mücadelesidir. Bu bakımdan, Leyla Güven’in sürdürdüğü açlık grevi eyleminin önemi bu gerçeklik içinde daha iyi kavranabilir. Halklarımıza, ezilenlere, işçi ve emekçilere, kadın ve gençlere karşı uygulanan tecrit politikası ile Kürt halkı üzerindeki tecrit ve saldırı politikası bir madalyonun iki yüzü gibidir.

Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan açlık grevi direnişi, tecridin sadece Kürtlerin sorunu olmadığını Türkiye’de özgürlük isteyen herkesin sorunu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Bu bakımdan, Türk işçi ve emekçileri, ezilenleri faşizmin zulmünden, sömürgeci savaş barbarlığından kurtulmak istiyorlarsa Kürt halkının taleplerine sahip çıkmalıdır. Kürt sorunu emek sermaye çelişkisiyle direk bağlantılı bir sorundur. Erdoğan’ın dayandığı en önemli dayanak savaş sanayisidir. Savaş sanayisi ise sadece Erdoğan ile sınırlı değildir. Karşımızda düpedüz burjuva devletinin emekçi halklara karşı topyekûn saldırısı söz konusudur. Leyla Güven’le birlikte zindanlarda ve başka alanlarda açlık grevi sürdüren direnişçilerin talebi insani ve meşrudur. O sese ses vermek, zindanlarda ve Amed’deki direniş evinde yükselen iradeyi halklarımızın ortak iradesi olarak büyütmek başta birleşik devrim hareketimiz olmak üzere; ilericilerin, devrimcilerin, ezilenlerin omuzlarındadır.

Devrimci ve demokratik güçlerin, açlık grevi eyleminin salt dayanışmacı unsuru olmaktan çıkıp, içsel gücü olarak direnişi büyütecek somut adımlar atması gerekir. Halklarımızın, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin bu eyleme omuz verecek bir kararlılığa yöneltmek, öncülerin kararlılığının yol açıcı iradesi dışında olanaklı değildir. Dönem, bedelsiz tek bir adımla bile ilerlemenin mümkün olmadığı bir dönemdir. Yerinde çakılmak, hareket cesaretini yitirmek, kitle dayanışmasını geliştirmek için bir yol bulmaya veya bir yol açmaya çalışmamak, yalnızca daha büyük bedelleri gerektirecek koşulların oluşmasının yolunu açacaktır.

AKP-MHP faşist iktidarı neden sürekli ‘beka’ sorunu olduğunu söylüyor? Gerçekten TC rejiminin ‘varlık, yaşam ve gelecek’ sorunu var mıdır?

Faşist rejimin bir yapısal kriz yaşadığını söyleyebiliriz. Bu anlamıyla faşist devletin, AKP-MHP iktidarının bir beka sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu Türk halkının bir beka sorunu olduğu anlamına gelmez. Kürt sorununun çözümü, Rojava devriminin Ortadoğu'ya yayılması, alevi halkımızın inancını özgürce yaşamasının Türk halkına kaybettireceği bir şey yoktur.

Faşist şef ve AKP-MHP koalisyonu ‘beka sorunu var’ diyerek ırkçı, faşist, şoven milliyetçi kesimlerin desteğini almaya çalışıyor. Kendi beka sorununu toplumun bir kesiminin beka sorunu haline getirmeye çalışıyor. İnandırıcı olmak içinde yapmadıkları alçaklık kalmıyor. Halkları düşmanlaştırarak sömürgeci-faşist düzenlerini ayakta tutmaya çalışıyorlar.

Başta Kürt halkı olmak üzere direnen her kesimi terörist diye yaftalayarak toplumu baskı altına almaya çalışıyorlar. Herkes bilmelidir ki biz direnenler, Kürtler, faşizmi karşı olan toplumun tüm kesimleri ülkemizi terk etmeyiz, ülkemizi de bu faşist iktidarın insafına bırakmayacağız. Terk edip gitmesi gerekenler varsa onlar da faşist iktidar güçleridir. Türk işçi ve emekçileri, ezilenleri bu faşistlere kesinlikle inanmamalıdır. Halkların eşitliği temelinde gelişen mücadeleye omuz vermelidir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi saflarına katılarak devrim mücadelesini yükseltmelidir.

Açlık grevlerinin Türkiye’de mücadele eden işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin direnişleri ile bütünleşmesi nasıl sağlanabilir? Faşizme karşı devrimci, demokratik ve yurtsever kesimlerin ortak eylem ve mücadele için yapması gerekenler nelerdir?

Faşist devlet ve onun başı, diktatör Erdoğan'ın faşist propaganda aygıtları ve psikolojik savaş medyasının sunduğu gibi güçlü değil. Ama kendiliğinden kolayca yıkılmayacağı, uydurma seçimlerle çekip gitmeyeceği de kesin. Halklarımız işçiler ve ezilenler bilmelidir ki direnenler, bizler daha güçlüyüz. Faşizme, işgale ve savaşa karşı, özgürlük ve demokrasi için, insanca ve onurlu bir yaşam için birleşik anti-faşist direnişi sokak sokak, meydan meydan, mahalle mahalle, kent kent her alanda ve her biçimde örgütlemeli ve geliştirmeliyiz. Mali ve ekonomik krizin işçi ve ezilenlere dönük toplumsal sonuçlarıyla mücadele zemininde diktatörlüğe ve kapitalizme karşı savaşımı geliştirmeliyiz.

Süregiden açlık grevini sokaklardan yankılayarak, en ağırı, en pervasızı İmralı’da uygulanan tecridi kırmak ve faşizme karşı direnişi yükseltmek için hareket geçmeliyiz. Mart-Mayıs döneminin, Newroz’dan 30 Mart’a ulaşan özel tarihsel günlerin devrimci görevlerini, dönemin görevleriyle birleştirerek yerine getirmemiz gerekiyor.

Bu Newrozu bir özgürlük ve direniş Newrozu haline getirmeli, halkların birleşik mücadelesinin bayrağını daha yükseltmeliyiz. Newroz başta Türkiye sahasında olmak üzere her yerde bütün gücümüzle katılım sağladığımız, kitlelerde mücadele bilinci ve ruhunu güçlendirdiğimiz bir direniş ve özgürlük günü olmalıdır. Tüm bileşenlerimiz bunun için seferber olmalıdır.

Süreç, üzerinden atlanamaz, dışında kalınamaz görevlerimizi, devrimci kararlılıkla, cüretle, planlı, hedefli ve örgütlü hareket etmeyi gerektiriyor. HBDH olarak birleşik antifaşist direnişi geliştirmek için tüm güç ve imkanlarımızla üzerimize düşenleri yerine getirmeye devam edeceğiz. şehitlerimizin bizlere bıraktığı direniş ve feda ruhunu kuşanıp birleşik devrim hareketimizi büyüteceğiz. Bunu başaracağız ve de başarmak zorundayız. 2019’u tutsakların ve halklarımızın özgürleştiği bir yıla çevirmek için ileri atılalım! 2019 ise direnişi büyüterek faşizmi yenilgiye uğratacağımız bir yıl olmalıdır. Bunun nesnel olanakları fazlasıyla vardır. Unutmayalım ki, devrimci olanaklar ancak onu değerlendirebilenler için vardır. Fırsatlar, ‘devrimci öncüler hazır mıdır’ diye beklemez.

Dikkatlerimizi 31 Mart’a değil ötesine dikmeliyiz. Rejimin içinde kıvrandığı çok katmanlı kriz zemininin çözüleceğine dair bir emare yok. 31 Mart’ın bu krizin çözüm yoluna girdiği değil daha da derinleştiği bir andan ibaret olduğunu hep birlikte göreceğiz. Öyleyse yapacağımız şey bellidir. Ezilenlere, halklarımıza, işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere gidelim her fırsatı onların düzenden kopuş eğilimini derinleştirmek için çalışalım, örgütlenelim.

Toplumun her kesimi içinde bu faşist rejime karşı güçlü bir propaganda ve ajitasyon çalışmasında bulunalım. Toplumsal gerçeğin derinliklerinde biriken isyanın, öncü gücünü ve iradesini büyüterek hazırlanalım. Seçimler, bu mücadele başlıklarının kitlelere taşınması için uygun bir zemin yaratmaktadır. Seçimlere değil mücadele başlıklarına odaklanan, seçimlerden kaynaklanan zemin ve olanakları bu mücadeleleri büyütmek için değerlendiren bir çizgiden ilerlemek esas alınmalıdır. Karşı-devrim saflarındaki çatlakları, çatışma ve çelişkileri derinleştirecek olan halklarımızın geliştireceği direniş çizgisi ve devrimci mücadelemiz olacaktır.

Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci, demokratik yurtsever gençliğin birleşik bir mücadele ve eylem için yapması gerekenler nelerdir? Gençlik AKP-MHP faşizmine karşı nasıl bir direniş içinde olmalıdır?

Faşist baskı ve terörün hedeflerinden biri de gençliktir. AKP-MHP faşist iktidarı, varlığını kalıcılaştırmak, ideolojisini toplumsallaştırmak, sosyal-siyasal tabanını genişletmek için gençlik kitleleri üzerinde hegemonya kurmaya çalışıyor. Gençliğin geleceği faşist devlet tarafından ipotek altına alınmıştır. Üniversiteler bilim yuvaları olmaktan çıkarılıp gericiliğin üretilip yaygınlaştırıldığı kurumlar haline getirilmiştir.

İlerici, demokrat akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırılmış, bir çoğu zindanlara atılmıştır. Birçok akademisyen ise can korkusuyla yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştır. Şoven, milliyetçiler, din istismarcıları üniversitelerde elini kolunu sallayarak dolaşırken devrimci-demokrat, yurtsever öğrenciler soruşturmalara, üniversitelerden atılmaya maruz kalmaktadırlar. Liseli gençlik, semt gençliği, genç kadınlar da faşizmin saldırı kapsamındadır. Faşist devlet toplumsal siyasal sorunlara duyarsız apolitik bir gençlik yaratmak istiyor. Gençlik ırkçı-şoven, gerici kuşatma altındadır.

Birleşik devrimci gençlik hareketimiz mutlaka bu kuşatmayı yarmak zorundadır. Birleşik gençlik hareketi faşist kuşatmaya karşı birleşik mücadeleyi yükseltmelidir. Bunun içinde birlik olmalı, acil olarak bir araya gelmelidir. TC faşizmine karşı anti-faşist mücadele temelinde ortak hareket etmeli, devrimci birliği sağlamalıdır. Gençlik en doğru ve sağlam birliği eylem yaparak sağlayabilir. Zulme karşı ortak duruş sağlayarak, gücünü birleştirerek, eylemle bunu somutlaştırarak başarı sağlayabilir. Süreç öncü çıkışlara ihtiyaç duyuyor. Bu da eylemde birlikle, birleşik mücadele ile olur. Devrimci tutum bu olmalıdır.

Ancak birleşik mücadelenin en geniş ittifakını başarabilmek adına beklemecilik hastalığına kapılmamalıdır. Antifaşist mücadelenin sürükleyicisi olabilecek gençlik örgütleri devrimci gençliğin tarihsel misyonunu öncü bir konumlamayla yerine getirmeyi hedeflemelidir. Liseli gençliği, genç kadınları, anti faşist semt gençliğini birleşik devrimci gençliğe, hareketimize kazandırmayı acil bir hedef olarak önüne koymalıdır. Yurtlarda, üniversitelerde, liselerde, semtlerde zaman kaybetmeksizin faşizme karşı direniş komiteleri, milis gurupları oluşturmalıdır. Belirli düzeyde militan grupların gerçekleştireceği öncü vuruşlar kitle şiddetini açığa çıkaran katalizör rolü oynayacağını unutmamalıdır. Birleşik devrimci gençlik hareketimiz antifaşist savaşımında başarması gereken en önemli görevlerinden biri de kitlelerin antifaşist mücadeleye kazandırmasıdır. Gençliğin, ezilenlerin ve halkların özgürlüğünü temel alan bir çizgi üzerinden hareket tarzını oturtmalıdır. 68 devrimci gençlik kuşağını var eden devrimci iddia ve feda ruhudur. Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin, Mazlum Doğanların bizlere miras bıraktıkları devrimci mirasa sahip çıkarsak faşizmi yerle bir edebiliriz. Birleşik gençlik sürmekte olan açlık grevi direnişlerini sahiplenmeli, direnişin üniversitelerdeki, liselerdeki, semtlerdeki, genç kadınlar arasındaki sesi soluğu olmalıdır. Direnişin başarısı için var gücüyle çalışmalı, milis eylemleri de dahil olmak üzere faşizmin tecrit politikasına karşı tavrını ortaya koymalıdır. Faşizmin zulmüne karşı her eylem meşrudur ve de gereklidir.