Besê Hozat: AKP-MHP iktidarının yıkılması gerekli

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, AKP-MHP iktidarının Türkiye halklarına ölüm, karanlık ve savaş dışında hiçbir şey vadetmediğini ifade ederek, faşist rejimin yıkılması gerektiğini söyledi.

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Besê Hozat, AKP-MHP listelerinde tetikçilere, Kürt düşmanlarına yer verildiğine dikkat çekerek, bu iktidarın kesinlikle yıkılması gerektiğini söyledi.

Millet İttifakı'nın da demokratik bir projesi olmadığını vurgulayan Hozat, “Türkiye'nin geleceği, Emek ve Özgürlük İttifakı'ndadır. Türkiye'yi demokratikleştirecek, demokratik cumhuriyeti inşa edecek, Kürt sorununun demokratik temelde çözümünü sağlayacak esas güç, temel güç, Emek ve Özgürlük İttifakı'dır” dedi.

Besê Hozat’ın dün akşam yayınlanan programdaki konuşması şöyle:

Ramazan Bayramını yaşıyoruz. Halkımızın ve tüm İslam aleminin Ramazan Bayramını kutluyorum. Yine bu ay içerisinde Asuri-Süryanilerin Paskalya Bayramı vardı. Kurdistan’ın birçok yerinde kutlandı. Êzidî halkımızın Çarşema Sor Bayramı da kutlandı. Ben Asuri-Süryani halkının ve Êzidî halkımızın bayramlarını da kutluyorum.

ŞEHİT YOLDAŞLARIMIZIN MÜCADELESİ ZAFERE KADAR SÜRECEK

Bu ay içerisinde Serhed’de, Tendurek’te şehit düşen çok değerli arkadaşlar oldu. Hejar Zozan arkadaş, Bager arkadaş. Yine Botan Goyi arkadaşın şehadeti açıklandı. Ben her üç arkadaş şahsında bütün devrim, özgürlük şehitlerini saygı, sevgi, minnetle anıyorum. Hejar arkadaşı tanıma imkanım da oldu. Yakından tanıyan arkadaşlar da hep anlatıyor. Gerçekten çok değerli bir arkadaştı. Mücadelenin birçok alanında kaldı. 2020'deki Heftanîn savaşında, Heftanîn direnişinde Heftanîn komutanı olarak rol aldı, öncülük yaptı. Çok güçlü rol oynadı o hamlede. Yakından tanıyan arkadaşlar da hep anlatır böyle. Katılımını, arkadaşlara ilgilenmesini, öncülük düzeyini, çalışmalardaki ciddiyetini, başarısını anlatırlar. Sevgiyle anlatırlar. Gerçekten de böyle bir arkadaştı. Çok samimi, içten bir arkadaştı. Tüm bu yoldaşların mücadelesi zafere kadar devam edecek.

Savaş sürüyor. Türk devleti her yerde saldırılarını, eylemsizlik kararına rağmen sürdürüyor. Bakurê Kurdistan’da, Başûrê Kurdistan’da, Rojava’da saldırılar tüm şiddetiyle devam ediyor. Buna karşı tabii gerillanın meşru savunma temelinde direnişi de, duruşu da en güçlü bir biçimde sürüyor. Bu mücadele devam edecek. Bu saldırılar sürdüğü müddetçe, bu soykırım politikaları sürdüğü müddetçe direniş de çok görkemli bir biçimde devam edecek ve mutlaka bu halk özgürlüğüne kavuşacak. Kurdistan özgürleşecek, Türkiye demokratikleşecek.

FEDAİ RUH SÜRDÜKÇE BU MÜCADELE YENİLMEZ

Artık bu soykırım politikası da iflas noktasına gelmiştir. 100 yıldır yürütülen bu soykırım politikası, 8 yıldır da AKP-MHP faşist rejimi tüm devletin imkanlarını kullanarak, bu soykırım politikasını sonuca götürmek istedi. Geldiği nokta ortadadır. Bu biçimiyle savaşla, inkarla, imha ile savaş sonuç alamazlar. Bu çok nettir. Hejar yoldaş gibi arkadaşlar olduğu müddetçe, Botan, Bager arkadaşlar gibi yoldaşlar olduğu müddetçe Zap, Avaşîn, Metîna direnişçilerinin ruhu olduğu müddetçe bu direniş iradesi, bu fedailik duruşu olduğu müddetçe asla bu mücadele yenilmez. Mutlaka ve mutlaka kazanacak bu mücadele. Mutlaka zafere ulaşacak.

YARGI DA, HUKUK DA AKP-MHP'NİN ELİNDE BİRER POLİTİK ENSTRÜMANDIR

Adalet Bakanı'nın açıklamaları oldu. Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı'ndan, Asrın Hukuk Bürosu'ndan İmralı'daki duruma ilişkin bilgi istemişti. O temelde Adalet Bakanı'nın bazı açıklamaları oldu. Tabii bu durumu biraz değerlendirmek gerekiyor Hamburg'daki konferansa, Düsseldorf’taki yürüyüşe geçmeden önce. Bu yeni bir gelişmedir ve çok önemlidir. Üzerinde önemle durulması gerekiyor.

Türkiye'de bir hukuk oyunu, bir yargı oyunu oynanıyor. Sanki Türkiye'de yargı varmış, yargı kurumları işliyormuş, hukuk varmış, hukuk işliyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor faşist AKP- MHP rejimi. Faşist Türk devleti dünyaya, Türkiye toplumuna böyle lanse ediyor, böyle bir algı yaratmaya çalışıyor. Ortada ne bir yargı var, ne bir yargı kurumu kalmış ne de ortada bir hukuk var. Hepsi şu anda AKP-MHP rejiminin elinde birer politik enstrümandır. Soykırım savaşında kullandıkları bir silahtır Kürtlere karşı, Türkiye toplumuna karşı. Yargı da bir silaha dönüşmüş, savaşın, saldırıların bir parçası haline gelmiş. Bu bir gerçektir. Yani tamamen siyasete hizmet eden, siyasetin aracı konumuna gelmiş, kurumlara dönüşmüş. Ortada ne bir yargı var, ne bir hukuk var.

CPT, AKP-MHP FAŞİZMİNİ MEŞRULAŞTIRIYOR

Bunu bilinçli yapıyorlar. Yani böyle sanki Anayasa Yüksek Mahkemesi de işliyormuş, yargı organları işliyormuş, Adalet Bakanı izliyormuş gibi bir oyun oynanıyor. O yüzden işte Anayasa Mahkemesi Adalet Bakanlığı'ndan görüş istiyor, Asrın Hukuk Bürosu'ndan görüş istiyor. Böyle de bir aldatmaca, kandırmaca içerisindeler. Tabii kimse buna aldanmaz. Kimse buna kanmaz. En başta da Kürt halkı, özgürlük hareketi, demokratik dünya kamuoyu kanmaz. Artık bunlar geçti. Bunların zamanı geçti.

Ondan daha vahim bir yönü de Adalet Bakanı'nın yaptığı açıklamalar. Adalet Bakanı diyor, İmralı'da öyle iddia edildiği gibi ağır bir tecrit yoktur. Normal uygulamalardır, diyor. Bu gayet hafif uygulamalardır, İmralı'yla diğer görüşme olmamasının temel nedeni elde olmayan sebeplerdir, diyor. Ne anlamak lazım bu ifadeden?

Şu anda İmralı'da bir işkence, tecrit sistemi var. Orada sistematik bir özel savaş yürütülüyor. Önder Apo'ya karşı, Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşının merkezi haline getirilmiş İmralı. Önderlik ile yıllardır avukatların bir görüşmesi olmuyor. Aile görüşmüyor, çevre görüşmüyor. Herhangi bir sivil toplum kurumu, görüşmek isteyen herhangi bir kimse görüşemiyor, ziyaret edemiyor İmralı'yı, Önder Apo'yu, oradaki tutsak yoldaşları. Bir bütün ulusal hukuk, uluslararası hukuk, sözleşmeler ayaklar altına alınmış. Hiçbir biçimde bunlar işlemiyor.

CPT İmralı'ya kaç defadır işte gitti. Dokuzuncu defa sanıyorum Eylül'le birlikte dokuzuncu defa oluyor, ziyaretlerde bulunuyor. İmralı'da CPT bir açıklama yapmıyor, açıklama yapamıyor. Adeta gerçekten bu AKP-MHP faşizminin meşrulaştıran bir rol oynuyor. Ve Avrupa Konseyi bu soykırım savaşının, soykırım saldırılarının, işkence tecrit sisteminin bir parça ortağı durumuna gelmiş bulunuyor. Yani böyle insanlık dışı, insanlık dışı bir uygulama var. Orada bir insanlık suçu işleniyor.

FİZİKİ İMHAYLA TEHDİT

Özel savaş rejimi, işkence ve tecrit rejimiyle, sistemiyle, İmralı’yı özel kanunlarla yönetiliyor. Çünkü hiç kimsenin haberi yok; İmralı'da ne oluyor ne bitiyor. Bir sürü iddia ortaya atıldı Önderliğin sağlığına ilişkin, güvenliğine ilişkin. Hiçbirimizin, halkımızın, hareketin hiçbir bilgisi yok. Diyor ki İmralı'daki uygulamalar hafif uygulamalardır. Yani bu uygulamaları, bu işkence, tecrit, özel savaş rejimini, uygulamalarını normal görüyor, hafif görüyor Adalet Bakanı. Bu ne demektir? Bu, şu demektir. Bunlar hafiftir. Yani bunun daha beteri var. Bunun daha beteri nedir? Fiziki imhadır. Bunun bir adım ötesi, fiziki imhadır.

Bu söylem boşuna kullanmıyor. Aslında hareketi, Kürt halkını, Türkiye toplumunu, demokratik toplumunu tehdit ediyor, şantaj yapıyor. Bu bir tehdittir. Bu bir şantajdır. Ve bir de elbette seçimin arifesinde bu yapılıyor. Seçime günler kalmış, bu açıklamalar yapılıyor. Tehdit ediliyor yani.

Diğer taraftan elden olmayan sebepler, diyor. Elde olmayan sebepler nedir? Önce de yıllarca "koster bozuktur, hava muhalefeti var, o yüzden avukatlar gidemiyor İmralı'ya" dediler. Sonra kaç yıldır da sürekli disiplin cezaları diyerek avukatlar İmralı'ya gönderilmiyor. Neyin cezası? Şimdi de elde olmayan sebepler deniliyor. Bu gerekçeler öne sürülüyor.

CPT’NİN AÇIKLAMA YAPMASI GEREK

Bu gayet anlaşılırdır. Böyle her türlü yoruma açık, toplumda tereddüt, kaygı yaratan içinde siyasi kirli hesap olan bir ifade biçimi, bir açıklama biçimidir. Bunlar kabul edilemez. CPT’nin bu duruma açıklama getirmesi gerekiyor, açıklık getirmesi gerekiyor. Eylül'de gitti, İmralı'yı ziyaret etti. Sonra Mart'a kadar rapor hazırlayacağım, Türkiye’ye sunacağım dedi. Mart’ta raporu Türkiye sundu. Hiçbir açıklama olmadı. Ne CPT’den, ne Türkiye'den CPT’nin raporuna ilişkin tek bir açıklama olmadı. CPT İmralı'da ne gördü, nelere tanık oldu, nedir İmralı'nın durumu? Oradaki uygulamalar neyin nesidir? Adalet Bakanı'nın bu açıklamalarına CPT nasıl cevap verecek? Ne diyecek bu halk? Bu hareket, CPT’den açıklama bekliyor. Avrupa Konseyi'nden açıklama bekliyor.

CPT, Avrupa ülkelerinin, Avrupa Konseyi'nin siyasi kirli çıkarları temelinde hareket ediyor. Bir siyasi araca dönüşmüş. İşkenceyi önleme kurumudur. Ne işkenceyi önleme kurumu? Gerçekten işkenceyi meşrulaştıran, AKP, MHP faşizmini meşrulaştıran, güçlendiren, cesaret veren bir kurumlar haline geldi CPT, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği.

Avrupa'nın bu ikiyüzlü, pragmatik politikayı bırakması gerekiyor, terk etmesi gerekiyor. Dün de Almanya bir sürü sivil kuruma, Kürt kurumlarına baskın yaptı, evlere baskın yaptı. Seçim sürecinde Erdoğan'a Türkiye'ye mesaj veriyor. Yanınızdayız demeye getiriyor.

AKP-MHP İÇ SAVAŞIN ZEMİNİNİ DÖŞÜYOR

Biz açıklama bekliyoruz. CPT bir açıklama yapsın. Ne oldu? O raporda neler yazdı? Türkiye neler sundu, ne dedi Türkiye? Şimdi bu açıklamalar ciddidir. Adalet Bakanı'nın yaptığı bu açıklamalar Anayasa Mahkemesi'nin bu süreçte devreye girip sözde böyle hukuk, yargı işliyor gibi bir havaya girip Asrın Hukuk Bürosu'ndan, Adalet Bakanı'ndan görüş istemesi, ardından da böyle bir açıklama yapması ciddidir. İşin içinde korkunç bir özel savaş var. Çok kirli bir politika var. Bu işkence, tecrit sisteminin, soykırım politikalarının ne kadar derinleştiğini gösteriyor. Ne kadar kirli bir biçimde bu savaşın yürütüleceğini ifade ediyor. Bu AKP-MHP faşist rejimi iktidarda kalırsa Türkiye'nin geleceğinin de ne olduğunu ortaya koyuyor.

Bu bir iç savaşa çağrıdır. Bunun zeminini adım adım hazırlıyorlar. AKP-MHP faşizmi, Türkiye'de iç savaşın zeminini adım adım döşüyor. Bu İmralı işkence, tecrit sistemine, karşı çok güçlü mücadele etmek gerekiyor.

HAMBURG KONFERANSI SAHİPLENMEYİ GÖSTERİYOR

Şimdiye kadar gerçekten çok önemli, değerli çalışmalar oldu. Hamburg'daki konferans da son derece heyecan verici. Gerçekten hepimizi çok mutlu eden, oldukça içerikli bir tartışma süreci oldu 4 gün boyunca. 5 Nisan'dan 8 Nisan'a kadar dört gün Önderlik paradigması birçok boyutuyla tartışıldı. Bu çok önemliydi. İşte kapitalist moderniteye meydan okuma, kapitalist modernitenin yaşadığı yapısal krize, Önderliğin getirdiği demokratik modernite çözümü birçok boyutuyla çok önemli, değerli tartışmalarla geçti. Tabii bu, Önderlik paradigmasının ne kadar evrenselleştiğini de ortaya koyuyor. Giderek dünya toplumuna mal oluyor. Dünyada birçok aydın, akademisyen, çevre tartışıyor. Çok ciddi bir etkilenmeye de yol açıyor. Mevcut durumda kapitalist modernitenin, kapitalist sistemin yaşadığı krize de halklar açısından demokratik modernite, demokratik konfederal sistem çözümünü öneriyor. Demokratik ulus paradigması, demokratik, ekolojik kadın özgürlükçü paradigma artık bütün dünya sorunlarına, toplumun yaşadığı her türlü sorunu temel bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. Bu anlamda çok ciddi anlamda benimseniyor, kabul görüyor. Mücadelesi gelişiyor, giderek yayılıyor. Dünya çapında ve güçlü bir sahiplenme gelişiyor. Ve bu sahiplenme beraberinde Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için de güçlü bir mücadele gücü ortaya çıkarıyor. Dikkat edersek; Önderliğin fiziki özgürlüğü için mücadele artık giderek dünyaya yayılıyor. Ciddi bir sahiplenme dünya çapında gelişiyor. Evrenselleşen bir mücadele haline geliyor. Bu son derece önemlidir. Büyük bir başarıdır bu. Bunu böyle görmek lazım. Bu çok önemli bir boyut. Yani paradigmanın, Önderliğin fikirlerinin yayılması, bu kadar sahiplenilmesi, bunun birçok boyutuyla giderek güçlü bir mücadeleye dönüşmesi, evrenselleşmesi çok önemli bir başarı.

Ve diğer bir boyut da Düsseldorf'taki yürüyüş. Görkemli bir yürüyüştür. Ben katılanları selamlıyorum. Giderek bu anlamda bu da kitleselleşiyor. Yani Önderliğin fiziki özgürlüğü için yürütülen toplumsal mücadele giderek evrensel nitelik kazanıyor. Avrupa toplumunda da çok ciddi bir katılım oluyor. Enternasyonallerde çok ciddi bir katılım oluyor.

DÜSSELDORF YÜRÜYÜŞÜ GÖRKEMLİYDİ

Bu yıl da 15 Nisan'daki Düsseldorf yürüyüşünde de güçlü bir katılım vardı. Bu önemlidir. Buradan çıkarmamız gereken sonuç şudur: Önderliğin fiziki özgürlüğü konusunda tek yanlı değil, çok boyutlu bir mücadele yürütürsek siyasi, diplomatik, hukuki, toplumsal, ideolojik, çok yönlü, çok boyutlu mücadele yürütürsek kesinlikle sonuç alırız; Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlarız. Eş zamanlı ve paralel olarak da Kürt sorununu, demokratik çözümünü gerçekleştirmiş oluruz. Bunun tamamen her türlü zemini de oluşturmuş oluruz. Bunlar zaten çok iç içe olan gerçeklerdir, hakikatlerdir. Bu anlamda da Önderliğin fiziki özgürlüğü için bu mücadeleyi her yönüyle sürdürmek lazım. Hem paradigmanın dünyaya taşırılması, hem toplumsal mücadelenin büyütülmesi, yayılması, kapsamlılaşması hem de hukuki mücadele. Diğer boyutu diplomatik, siyasi mücadele, ideolojik mücadele. Tüm bu boyutlarda da böyle. Topyekun bir mücadeleyi daha güçlü bir biçimde geliştirmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar yapılanlar çok değerlidir, çok anlamlıdır. Bu önemli bir duyarlılık geliştirdi, önemli bir sahiplenme düzeyini geliştirdi. Önderliğin fiziki özgürlüğünü, Kürt sorunun demokratik çözümünü dünyanın gündemine koydu. Evrensel bir sorun haline getirdi. Çözümünü de evrensel boyuta, düzeye taşıdı. Bunu da güçlü bir biçimde devam ettirmemiz gerekiyor.

TÜRKİYE’NİN ARAP ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ KÜRT DÜŞMANLIĞI ÜZERİNE

Türkiye zaten bütün diplomasisini Kürt düşmanlığı, Kürt karşıtlığı üzerinden yapıyor. Dış siyasetini tamamen buna endekslemiş. Arap devletleriyle ilişkiler de bunun üzerindedir. Körfez ülkeleriyle görüşüyor; Suudi Arabistan’dır, İran’dır, Katar’dır, Mısır’dır. İşte genelde Ortadoğu'da, Afrika'da yaptığı bütün görüşmeler, dünya çapında da öyle bir bütün Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı üzerinedir. Şimdi bu Arap ülkelerini de böyle Kürt karşıtı bir pozisyona getirmeye çalışıyor. Kendi politikalarına getirmeye çalışıyor. Suriye'de demokratik bir çözümün olmaması için, Suriye'nin de Kürtlerle savaşması için, Suriye'de savaşın derinleşmesi için elinden geleni yapıyor. Arap ülkeleriyle yürüttüğü bütün siyaset de bunun üzerindedir.

Arap ülkelerinin Suriye'yle de bir ilişkisi varsa, bu ilişkinin Suriye'nin demokratikleşmesine, Suriye'de Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetimiyle sorunlarının demokratik temelde çözülmemesine hizmet edecek şekilde bütün bu ilişkileri Türkiye değerlendirmeye çalışıyor. Türkiye'nin bu konuda politikası çok nettir. Suriye'yle geliştirmek istediği süreç de tamamen bu amaçla geliştirilen bir süreçtir. Kürt karşıtlığını geliştirme, Suriye'yle Kürtleri çatıştırma ve savaştır, Kürtlere Suriye'de de soykırım uygulamadır. Rejim yoluyla da, Suriye devleti yoluyla da bütün politikasını bu temelde geliştiriyor. Rusya'yı buna çekmeye çalışıyor. Suriye'yi, İran'ı, herkesi, yani Arap ülkelerini bir bütün buna çekmeye çalışıyor. Tabii bu süreçte Suriye rejiminin Arap ülkeleriyle çeşitli görüşmeleri oldu. Arap ülkelerinin çeşitli ziyaretleri oldu. En son Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı da Şam'a gitmişti. Çeşitli görüşmeler yaptı. Arap Birliği'ne Suudi Arabistan'ın Suriye'ye davet ettiği yönünde de çeşitli haberler çıktı, tartışmalar oldu. Öyle bir eğilimin olduğu da ortaya çıkıyor. Katar dışında Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Arap ülkeleri Suriye’yi Arap Birliği'ne katmak istiyorlar. Bu açıktır. Arap devletleri Suriye'de giderek büyükelçilik de açıyor. Peyderpey orada elçilikler de açılıyor ve dolayısıyla Arap ülkeleriyle, özelde de Körfez ülkeleri, şimdi Mısır da ilişki içerisindedir. Şam'la giderek ilişkiler iyileşiyor. Bu şu anlama geliyor. Arap ülkeleri mevcut Şam yönetimini tanıyor, Esad yönetimini tanıyor. Bu bir tanımadır. Giderek böyle Suriye'yi de Arap Ligi içerisine, alma gibi bir yaklaşım var. Katar buna karşı çıkıyor. Türkiye ile Katar'ın stratejik ilişkileri var. Aynı çizgide, aynı anlayış, zihniyetler ve bu konuda sadece ayrışan, farklılaşan Arap ülkesi Katar’dır.

SURİYE VE ARAP ÜLKELERİNİN TEMASLARI ÖNEMLİDİR

Biz bunları önemli buluyoruz. Açık ifade edelim. Suriye ile Arap ülkelerinin ilişkilerinin bu düzeyde gelişmesi önemlidir. Biz önemsiyoruz. Tabii bu ilişkilerin Suriye'nin demokratikleşmesi temelinde Suriye'de özerk yönetimle sorunu, sorunu demokratik müzakere temelinde siyasi temelde çözme, hizmet etmesini tabii ki biz istiyoruz. Böyle olması Suriye'nin çıkarınadır. Suriye'nin faydasınadır. Bütün Arap ülkelerinin faydasınadır. Arap toplumunun, Arap halkının faydasınadır. Kürtlerle Arapların çelişkisi, çatışması sadece faşist, soykırımcı Türk devletine hizmet eder. Hiçbir Arap ülkesine hizmet etmez. Suriye'ye, Suriye devletine ve Suriye toplumuna, Suriye halkına hiç hizmet etmez. O açıdan da yani bu ilişkilerin de sorunu demokratik temelde çözüme dönük bir biçimde sürmesi, o kulvarda ilerlemesi çok önemlidir.

Zaten Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi de bir deklarasyon ilan etti. O deklarasyon çok önemli bir deklarasyon. Arap ülkeleriyle Suriye yönetiminin Suriye devletin ilişkilerini önemli bulduğunu, kendisi de böyle bütün ülkelerle de ilişkilenmek istediğini, çözümden yana olan her türlü siyasi yapı, sivil toplum örgütü, her türlü ülke, Arap ülkesi, toplum, her kesimle de ilişkiye açık olduğunu ilan etti. Sorunu, Suriye'nin toprak bütünlüğü çerçevesinde, sınırları içerisinde, demokratik temelde Suriye'nin demokratikleşmesi temelinde çözmek istediğini, niyetinin de, siyasetinin de, yaklaşımının da, amacının da bir bütün olarak stratejisinin de bu olduğunu ortaya koydu. Bu son derece önemli, değerli bir yaklaşımdır, bir açıklamadır. Şam'la Arap ülkelerinin ilişkilerinin böyle yoğun geliştiği bir süreçte, Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi'nin de aynı süreçte böyle bir deklarasyon yayınlaması birbirini tamamladı. Son derece önemli yaklaşımı da ortaya koydu ve biz de bu çözümden yanayız. Tabii demokratik çözümden yanayız. Suriye devletiyle, yönetimiyle, Suriye sınırları içerisinde, bütünlüğü içerisinde Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetiminin demokratik temelde bir araya gelip sorunlarını çözmesini destekliyoruz. Gerçekten çözüm, Suriye'nin demokratikleşmesinden geçer. Kürtler ve Suriye'de yaşayan tüm toplumun da demokratik haklarını kazanmasıyla Suriye demokratikleşir. Sorun da demokratik temelde çözülmüş olur. Bu anlamda tüm bu çabaları da biz destekliyoruz ve önemli buluyoruz.

IRAK KÜRT DÜŞMANI BİR NOKTAYA ÇEKİLMEYE ÇALIŞILIYOR

Türkiye, Irak'la ilişkileri geliştirmek istiyor. Uzun zamandır bu yönlü yoğun çalışıyor. Aslında elinden gelse Irak'a biçim de verecek. Irak'ın dizaynında da etkili rol oynamak istiyor. Bu konuda yıllardır özellikle Kerkük merkezli Türkmenleri, kendisine yakın Türkmenleri her yönüyle örgütlemeye çalışıyor. Askeri olarak taşındı. Orada ciddi bir örgütleme yarattıklarına dönük de çeşitli bilgiler var. Irak karşıtı bir faaliyet içerisindedir. Alttan alta böyle bir örgütleme içerisindedir. Bu çok açık. Kerkük'ü de bunun merkezi haline getirmiş. Şimdi böyle bir şey yürütüyor ve Irak'ta da özellikle Suriye açısından da ifade ettik; Kürt düşmanı bir noktaya çekmeye çalışıyor. Irak'ın Kürtlerle bir sorunu olamaz ki. Başûr’da, Irak'ta Kürt sorunu çözülmüş. Yani ısrarla ama ısrarla Irak'ı bu şeye getirmeye çalışıyor. Tab,i yıllardır Irak buna gelmiyor. Irak'ın böyle bir sorunu yok. Başûrê Kurdistan'da bir statü var, ilişkiler var. Anayasada Irak bunu tanımış. Irak niye Bakur’daki Kürtlerin düşmanlığını kazansın? Bunun Irak'a ne faydası var? Rojava'daki Kürtlerin düşmanlığını Irak niye kazansın? Komşulardaki Kürtlerin düşmanlığını Irak niye kazansın? Irak'a bunun ne faydası var? Irak bunu biliyor tabii. Devlet aklıyla yaklaşıyor. Rasyonel yaklaşıyor yani. Bu son görüşmeler basında da yoğun tartışıldı.

SU ŞANTAJ OLARAK KULLANILIYOR

Çok ciddi bir su sorunu var Irak'ta. Fırat suyunu Irak'a karşı böyle adeta bir şantaja, bir tehdide dönüştürmüş. Yıllardır AKP-MHP faşist rejimi suyu kesiyor. Halbuki bu uluslararası bir suçtur. Evet, böyle birçok ülkenin sınırlarından geçen uluslararası sulara böyle bir şey getiremez. Uluslararası sözleşmelerde bunun yasaları var. Türkiye bunları çiğniyor. Aslında Türkiye bir insanlık suçu işliyor. Uluslararası hukuku ihlal ediyor. Böyle bunu Irak'a karşı koz olarak kullanıyor. Fırat suyunu kesiyor. Şimdi Irak'ta ciddi bir çölleşmeden bahsediliyor. Tarım yapılamıyor, hayvancılık yapılamıyor. Çok ciddi su sorunu. Gerçekten büyük bir krize dönüşmüş durumdadır. Bunu bir silaha dönüştürmüş. Aynı şeyi Suriye'de de yapıyor. Irak'ta da yapıyor.

Şimdi bunu bir koz olarak kullanarak Irak'ı kendi çizgisine, kendi politikasına çekmeye çalışıyor. Kürt düşmanlığına çekmeye çalışıyor. Diyor, özgür Kürt’ü yok etmeli. Ben soykırım uyguluyorum. Bu soykırımda bana destek sunacaksınız, destek vermezsen diyor, ben de suyu keserim. Yıllardır bunu Irak'a karşı kullanıyor.

Iraklı yetkililerin esas olarak bu su sorunu çözmek için Türkiye gittiği söylendi. Ve yüksek olasılık da su gerçekten ciddi bir krizdir. Böyle temel baş gündem su sorunu olabilir, ticaret sorunu olabilir. Ciddi bir ekonomik şey de var bu konuda. Sorunlar fazla, Irak açısından gündemler elbette bunlar olabilir, bunlar iddia ediliyor. Gündemlerin bu olduğu iddia ediliyor. Olabilir tabii. Fakat Türkiye'nin gündemi bu değil. Türkiye'nin gündemi Kürt düşmanlığıdır. Türkiye’de Irak'ın gündemine Kürt düşmanlığını getirmiştir, Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım saldırılarına, işgal saldırılarına destek vermesini Irak'a dayatmıştır. Irak'tan istemiştir bunu. Bu açıktır. Bu gizli saklı değil. Zaten kendileri de, Türk devleti de, AKP-MHP faşist rejimi de ifade ediyor.

Biz Irak'ın bu tür şeylere gelmeyeceğini düşünüyoruz. Çünkü bunun Irak'a bir faydası yok. Irak'ın çıkarına değil, Irak'a zarar verir. Irak'ın gerçekten çıkarı Kürtlerle, özgür bir gelecekten yanadır. Stratejik ittifaktan, birlikten yanadır. Bu bir gerçektir.

YNK'Yİ KDP'LİLEŞTİRMEK İSTİYOR

Aynı politikayı Türk devleti Başûrê Kurdistan'da da sürdürüyor. Bu soykırım saldırıları zaten yıllardır sürüyor. Üçü de işgal biçiminde. Önemli düzeyde coğrafyasını işgal etti. Bunu sürdürüyor. Daha da derinleştirmek istiyor bu işgal saldırılarını. Bu konuda da böyle. Etki alanını tamamen KDP alanı haline getirmeye çalışıyor. Süleymaniye’yi, Hewlêr gibi yapmaya çalışıyor. KDP gibi yapmaya çalışıyor. YNK’yi KDP'lileştirmek istiyor. Süleymaniye’yi, Hewlêrleştirmek istiyor. YNK’yi, KDP gibi hain, işbirlikçi bir çizgiye getirmek istiyor. Bu saldırıların esas nedeni de budur. Mesela Mazlum Abdi’ye yönelik yaptığı saldırıyı o yol güzergahında havaalanının çok uzak bir noktasında da yapabilirdi ama yapmadı. Havaalanına yakın bir yerde yaptı. Çünkü amacında havaalanına el koymak var. Havaalanı üzerinde, Süleymaniye Havaalanı üzerinde denetim kurmak var. Havaalanına yakın yaptı ki havaalanını gündeme koysun. Bunun üzerinde ciddi bir baskı oluştursun, taviz alsın, Süleymaniye Havaalanı üzerinde de hakimiyet kursun.

Aynı şekilde o düşen helikopterleri de gerekçe yaptı. Halbuki DAİŞ'le yıllardır koalisyon ortak bir mücadele yürütüyor, belli bir plan yürütüyor. Bu konuda ilişkiler var. O temelde de zaten açıklama yaptık. Helikopterlerin gelişi de DAİŞ'le mücadele kapsamında. Kazadır; artık böyle bir durum, şimdi o da gerekçe yapılıyor. Tabii bütün bunlar bahane, gerekçe. Yıllardır bu çalışmalar, bu faaliyetler sürüyor. Böyle bir sürece denk getirdi. Seçimin arifesinde soykırım savaşını derinleştirmek istiyor. Savaşla zaten bu seçimleri kazanma gibi bir plan içerisindedir. Kendince yeneceği bir çizgiye getirirse, bu yönlü baskılarla YNK’yi de hain, işbirlikçi bir çizgiye çekerse, KDP gibi avucunun içine alırsa, teslim alırsa, bu soykırım savaşını istediği biçimde, planladığı biçimde yürütecek. Böylelikle ırkçı faşist kesimlerin, milliyetçi kesimlerin oyunu alarak Türkiye'de o gündemi yoğunlaştırarak seçimleri kazanacak. İşte o amaçladığı gerçekte Mazlum Abdi’ydi, amaçladığını tutturamadı. Artık şimdi de böyle bir konsept yürüyor. Saldırıları takip ediyorsunuz. Tüm yoğunluğuyla Rojava'da da sürüyor. Medya Savunma Alanları'nda da, Bakurê Kurdistan'da da her gün operasyon, saldırılar devam ediyor. Topyekun bir savaş konseptini bu biçimde yürütüyor. Başûr üzerinde de YNK’yi de dahil ederek bunu yapıyor. Şimdiye kadar YNK’nin duruşu önemliydi. KDP çizgisine gelmedi. Hainlik yapmayı, işbirlikçilik yapmayı, Kürt soykırımına ortak olmayı reddetti. Buna karşı tutum aldı. Bu son derece önemlidir. Bu bir yurtseverlik duruşudur. Tabii ki bunun güçlenmesi gerekiyor. Zaten yine Türkiye'nin istediği biçimde KDP çizgisine gelirse YNK biter. Varlık gerekçesi ortadan kalkar. YNK’yi YNK yapan bu yurtseverlik hassasiyetidir, duyarlılıklarıdır. Bu tutumudur. Bu tutumu olmasa KDP’den farklı olmaz ve YNK biter. Hiçbir itibarı kalmaz, biter. YNK açısından da o bir intihar olur.

KDP KÜRT HALKININ VİCDANINDA MAHKUM OLMUŞTUR

Siyasi nedenlerle Başûr’a gelen yurtsever insanlarımıza KDP ajanlık dayatıyor. Ajanlık yapacaksın, MİT'e ajanlık yapacaksın, diyor. Ajanlık yaparsan burada yaşarsın, ajanlık yapmazsan seni burada yaşatmayız, diyor. Diyor, ya çık git, nereye gidiyorsan git ya da ben seni Türkiye'ye teslim ederim. Bu dayatmalar içerisindedir. Buna gelmeyeni de, belli bir duruş içerisinde duranı da bir biçimde MİT'le ortaklık yaparak tasfiye ediyor. Zeki Çelebi'ye saldırı buydu. Hüseyin Türeli’ye saldırı budur. Yani neden budur. Saldırının nedeni budur.

Açıklamada da ifade etti ki, yüzkarası bir durumdur. İğrenç bir şey. Tek kelimeyle utanç verici bir şey ya. Ben inanıyorum Kürtlerin vicdanında KDP mahkum olmuştur. Bu anlayışıyla, bu zihniyetiyle, bu kirli politikasıyla Kürt halkı mahkum etmiştir. Tarih onu mahkum etmiştir.

AKP’NİN SAVAŞ DIŞINDA HİÇBİR VAADİ YOKTUR

Bu seçimler gerçekten çok önemli seçimlerdir. Önemi şuradadır. Bu seçimlerde bu iktidar, bu faşist iktidar kazanırsa bu soykırımcı faşist politikalar meşrulaşmış olur. Meşrulaştırmak ile kalmaz, kalıcılaştırılmış olur. Artık bu faşizm, bu faşist rejim, kurumsallaşır, kalıcılaşır. Türkiye toplumuna kan kusturmaya devam eder. MHP bu soykırım politikalarını derinleştirerek sürdürür. Bu anlamda bu faşist iktidarın, bu faşist rejimin bu seçimleri kazanmaması gerekiyor. Zaten kazanması için her şeyi yapıyor. Tek elinde bir şey kalmış. Yıllardır bunu yürütüyor. Savaştır. Topyekun soykırım savaşıdır. Her yerde bunu yürütüyor. Savaştan medet umuyor. Başka bir rezervi kalmamış. Şiddet dışında, öldürme dışında, kan dökme dışında başka bir şey kalmamış yani. AKP basınına bakın; savaş dışında, savaş silahları dışında hiçbir gündemleri yoktur. Bütün gündemleri Kürt düşmanlığıdır. Kürt karşıtlığıdır. Muhalefete saldırırken de Kürt düşmanlığı üzerinden saldırıyor. Sistem içi muhalefete saldırırken, Millet İttifakı'na saldırırken de Kürt düşmanlığı üzerinden saldırıyor. Bütün argümanı bunun üzerinden, siyaseti bunun üzerinden yürütüyor. Onun dışında da bütün gündemleri cihattır. Yeni üretecekleri savaş silahlardır, savaş tekniğidir. Düşmanlıktır yani. Bütün gündem budur. Şimdi mesela HDP'yi kapatma davasının gerekçelerini açıkladılar. Bir de Selahattin Demirtaş'a verdikleri cezanın gerekçelerini ortaya koydular. Temel bir gerekçe de; işte Selahattin Demirtaş'ın HDP heyetinin Kandil'e gelip görüşmeler yapmasıdır. O diyalog sürecinde AKP'nin 2013-2015 sürecinde, o diyalog sürecinde Kandil'e geliş gidişleri de böyle temel bir gerekçe olarak öne sürüyorlar. Arkadaşlar da değerlendirme yaptı; HDP heyetinin Kandil'e geliş gidişi, Erdoğan'ın, AKP yönetiminin, o AKP hükümetinin izni temelinde oldu.

PKK’YLE EN ÇOK AKP İLİŞKİLENDİ

Geliş gidişlerde HDP heyetinin yol güvenliğini sağlayan hükümetin kendisiydi. O süreçte, o diyalog sürecinde biz Önderliğe birçok mektup gönderdik. HDP heyeti o mektupları götürdüğünde o mektuplar hemen Önderliğe verilmiyordu. Günler sonra, bazen haftalar sonra veriliyordu. O arada o mektuplar ne yapılıyordu? Erdoğan'a sunuluyordu. Bizim Önderliğe yazdığımız mektuplar Erdoğan'a gidiyordu. Erdoğan mektupları okuyordu. Ondan sonra Hakan Fidan'a veriyordu. Sonra Önderliğe gönderiliyordu mektuplar. O süreçte, aynı süreçte AKP'ye bağlı Sabah gazetesi gelip röportaj yaptı. Abbas arkadaş da açıkladı. En fazla PKK ile ilişki geliştiren de Erdoğan'dı. AKP hükümetiydi. Evet, bir gerçektir. Şimdi bütün o görüşmeleri neden gerçekleştirdiği çok açıktır yani. Kendisini devlette bir bütün hakim kalacaktı. Hakim olacaktı devlete. Kendi bu soykırımcı, faşist sistemini de, rejimini de kurumsallaştıracaktı. Bütün amaç buydu. O açıdan Önderlik de dedi ya; Kürt sorununu araçsallaştırıyorlar. Gerçekten Kürt sorununu araçsallaştırdı AKP, taktik yaklaştı. Ama her biçimde, her düzeyde de o süreçte herkesle de ilişki geliştirdi. Şimdi de Erdoğan ağzını açıyor; Kürtlere küfrediyor, Kürtlere hakaret ediyor, Kürt düşmanlığı yapıyor. Kürt düşmanlığı üzerinden Kürtlere her gün hakaret ediyor, küfrediyor. Millet İttifakı'nı bunun üzerinden vuruyor. Kendi durumu da çok açık. Böyle yani. Bu süreç boyunca da Kürtler bu gerçeğini gördüğü için Önder Apo bütün maskelerini düşürdü. Mücadelemiz bütün maskelerini düşürdü Erdoğan'ın. Bu faşist iktidarın artık ellerinde gerçekten hiçbir rezerv kalmadı. Böyle kral çıplak. Tam gerçeği; bu faşist soykırımcı gerçeği ortaya çıktı. Şimdi savaş dışında başka da bir malzeme kalmamış elinde. Bütün seçim politikasını da Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyor.

Dolayısıyla Kürtlere ve Türkiye halkına vadettiği tek şey var; savaştır, katliamdır. Gözyaşıdır, acıdır, ölümdür. Başka bir şey vadetmiyor, bunu vaat ediyor.

AKP-MHP REJİMİNİN YIKILMASI GEREKİYOR

AKP-MHP’nin listesine bakın; zaten içinde bir sürü katliamcı tetikçi var. Tetikçilerle dolu bir liste. Kürt düşmanlarıyla dolu bir liste. Türkiye’ye vaat ettiği bu. Yani bu açıdan, bu iktidarın kesinlikle, kesinlikle yıkılması gerekiyor 14 Mayıs'ta. Bu iktidar Kürt halkına, Türkiye halklarına ölüm dışında, karanlık dışında, savaş dışında, katliam dışında hiçbir şey vaat etmiyor. Yok ediyor. Türkiye'nin geleceğini yok ediyor. Bu iktidarın yıkılması gerekiyor.

Millet İttifakı'nın da demokratik bir projesi, planı, politikası yok ortada. Hem kendileri seçim beyannamesini ilan etti. Açıklamalar oluyor işte. Herkes konuşuyor, tartışıyor, birçok açıklama yapılıyor. Yani Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye'nin demokratikleşmesini, demokratik cumhuriyeti inşasına dönük güçlü, ciddi bir plan, proje, politika ortada yok. Çok açıktır; Türkiye'nin geleceği, Emek ve Özgürlük İttifakı'ndadır. Türkiye'yi demokratikleştirecek, demokratik cumhuriyeti inşa edecek, Kürt sorunun demokratik temelde çözümünü sağlayacak esas güç, temel güç, Emek ve Özgürlük İttifakı'dır. Yeşil Sol Parti'nin bu seçimdeki başarısıdır. Kesinlikle bu böyledir. O yüzden Yeşil Sol Parti'nin bu seçimden zaferle çıkması gerekiyor. Bu Türkiye'nin demokratikleşmesi, demokratik cumhuriyet inşası açısından, Kürt sorunun demokratik çözümü açısından çok önemlidir. Yeşil Sol Parti'nin çok güçlü bir biçimde nicel olarak da nitel olarak da meclise girmesi gerekiyor. Bunun için halkımızın, Türkiye toplumunun barıştan, demokrasiden, adaletten, eşitlikten, doğayla dost anlayıştan yana olan tüm çevrecilerden, ekolojistlerden, kadın hareketinden, gençlik hareketinden beklenen budur.

FAŞİST ERDOĞAN’I YIKMAK İÇİN OY KULLANILMALI

Türkiye'nin gerçekten demokrasisini, barışını isteyen, adaletli, adil bir sistem isteyen herkes Emek ve Özgürlük İttifakı'na, Yeşil Sol Parti'ye oy vermeli, Yeşil Sol Parti'nin başarısı için, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın başarısı için çalışmalıdır. Bu çok önemlidir. Türkiye'nin geleceği buradadır. Esas güç budur. Demokrasi gücü budur. Türkiye'yi demokratikleştirecek esas güç budur. Millet İttifakı değil yani. Fakat bu faşist Erdoğan'ın, diktatör Erdoğan'ın yıkılması için de Yeşil Sol Parti'nin, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın adres gösterdiği adaya da tüm halkımızın oy vermesi gerekiyor. Bu faşist diktatörün gitmesi gerekiyor. Bu faşist rejimin başındaki kişi, bu faşist diktatördür. Hem bu faşist diktatörü götürmek lazım hem de bu faşist rejimi çökertmek, yıkmak lazım. 14 Mayıs'ta bunun içinde Emek ve Özgürlük İttifakı'nın, Yeşil Sol Parti'nin başarısı çok önemlidir. Yeşil Sol Parti aday listesi oldukça güçlü. Kadın temsiliyeti de çok güçlü. Gençlik temsiliyeti çok güçlü. Hemen hemen her kimlikten temsiliyet var. Türkiye'nin tüm renklerini, tüm farklılar farklılıklarını içinde barındırıyor, taşıyor, meclise taşıyor. Bunları taşıma iddiasını ortaya koyuyor. Bu çok önemlidir. Bu anlamda son derece demokratik bir liste. Türkiye'nin böyle o renkli, çoğulcu gerçeğini yansıtan bir liste ve bu anlamda da halkımız bu adaylar etrafında kenetlenmelidir. Bu adayların kazanması için seferber olmalıdır. Mutlaka herkes oyunu kullanmalıdır. Herkes sandığa gitmelidir, oyunu Yeşil Sol Parti'den yana kullanmalıdır. Faşist Erdoğan'ı yıkmak için oyunu kullanmalıdır. Demokrasi güçlerinin adayına oyunu vermelidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, parlamento seçiminde de Yeşil Sol Parti’ye oy vermelidir. Türkiye'nin demokrasi için demokratik, bir gelecek için özgür, eşit, adil, barışçıl bir gelecek için Yeşil Sol Parti'ye bu seçimlerde herkes oy vermelidir, seferber olmalıdır. Bu çok önemlidir ve adayların etrafında da herkesi kenetlenmeye çağırıyorum.

Bu seçim sürecinde böyle bazılarının çeşitli beklentileri olabilir. O beklentilere göre bir yaklaşım belki de gelişmemiş olabilir. Gerçekten bu süreç bunu mesele edecek bir süreç değil. Gücü olan, etkisi olan herkesin bu sürece katılması gerekiyor. Gücünü, enerjisini seferber etmesi gerekiyor. Demokrasinin kazanması için, demokratik ve demokrasi ve özgürlük güçlerinin kazanması için seferber olması gerekiyor. Çalışması gerekiyor. Bu çok önemlidir.

BOYKOT ZAYIFLIK YARATIR

Bazı yapıların, siyasi, demokratik, sol, sosyalistlerin Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda böyle boykot gibi bazı tartışmaları yürüttüğünü de duyuyoruz. Bu bize göre doğru değil. Bu seçim öyle bir seçim değildir. Yani her türlü boykot, Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda boykot tutumunu geliştiren kim olursa olsun, ideolojisi, eğilimi, çizgisi ne kadar demokratik sosyalist sol olursa olsun bu tutumu geliştirirse, bu direk ve dolaylı olarak faşist diktatör Erdoğan'a hizmet eder. Bu faşist soykırımcı rejime hizmet eder. Ve buna girişmemek lazım. Çünkü bu oy kaybına yol açar. Oy kaybı faşist rejime hizmet eder. Boykotun demokrasi güçleri açısından bir faydası yoktur. Bunu bilmek lazım. Çünkü bu seçimler gerçekten önemlidir. Kurdistan ve Türkiye halkları açısından en küçük bir hata bile yapmamak lazım. En küçük bir zayıf duruş bile göstermemek lazım.

ÇEVRECİLERE DE UMUT OLDU

Yeşil Sol Parti ciddi bir heyecan yarattı. Seçim bürosu açılışları adeta böyle miting niteliğinde geçti. Çok coşkulu, kitlesel geçti. Ciddi bir böyle coşku var, heyecan var, beklenti var. Bu aynı zamanda Yeşil Sol Parti'ye dönük bu yoğun ilgi, heyecan aynı zamanda demokrasiye ilgidir. Özgür bir geleceğe ilgidir. Demokratik, özgür, eşit geleceğe ilgidir. Adil yaşama, özgür yaşama ilgidir. Böyle ele almak lazım. Yeşil Sol Parti de bunu ifade ediyor, bunu temsil ediyor. Programıyla, anlayışıyla, siyaset anlayışıyla, yaşam anlayışıyla bunu ifade ediyor. Demokratik, kadın, özgürlükçü, ekolojik bir paradigmayı ve siyaseti temsil ediyor. Bu da çok önemli.

Şu anda korkunç bir ekolojik yıkım var. Kurdistan'da bu soykırım savaşının bir zaten parçası olarak yürüyor. Türkiye'de de talan ve rant politikalarının bir sonucu olarak korkunç bir çevre yıkımı var. Doğa yıkım var, eko yıkım var ve bu anlamda da Yeşil Sol Parti ekolojist örgütler, çevre örgütlerinde de çok ciddi bir heyecan yarattı. Toplumda ciddi bir heyecan yarattı. Evet, gerçekten bu üzerinde yaşadığımız mekan, coğrafya, dünya yok olursa, yani demokrasi, özgürlük mücadelesinin de bir anlamı kalmaz ki. Bir değeri kalmaz ki. Yaşam kalmaz. Çünkü senin yaşam mekanın yok olduktan sonra, yani sen o özgür, demokratik yaşamı neyin üzerinden inşa edeceksin? Yaşam bir mekan üzerinden inşa edilir. O anlamda işte Yeşil Sol Parti çok ciddi bir ilgiyle karşılandı. Çok önemlidir. Ben inanıyorum. Emek Özgürlük İttifakı, Yeşil Sol Parti bu seçimin kazananı olacak. Demokrasi ve Özgürlük Güçleri bu seçimin kazananı olacak. Faşist diktatörlük, bu faşist rejim 14 Mayıs seçimlerinde tarihe gömülecek.

KADINLAR YEŞİL SOL’A OYLARINI VERMELİ

Bu faşist iktidar kadınlara yapmadığını bırakmadı. İktidar, devlet sisteminin kendisi zaten kadın karşıtıdır. Anti kadın bir sistemdir, anti toplum bir sistemdir. Bu bir gerçek. Fakat bu iktidar sürecinde AKP'nin 20 yıllık, 21 yıllık iktidar sürecinde ve özellikle bu 8 yıllık AKP, MHP faşist iktidarı sürecinde kadına yönelik şiddet. 3-4 kat belki de daha fazla arttı. Kadın katliamları, kadın cinayetleri korkunç düzeyde arttı. Zirve yaptı artık. Yani şiddet aileye, sokağa, iş yerine, medyaya, siyasete; yani yaşamın tüm alanlarına, tüm çalışma alanlarına şiddet bulaştı, şiddet taşındı. Cinsiyetçilik derinleşti, cinsiyetçi kültür korkunç derinleşti. Bu iktidar cinsiyetçi kültürü, cinsiyetçi anlayışı korkunç derecede besledi. İşte kadına zaten şiddetin bu kadar artmasının temel nedeni de budur. Her yerde adeta erkek kadın düşmanı hale getirdi. Böyle kadın düşmanı bir iktidar. Bununla da kalmadı, bütün kadın kurumlarını kapattı. Eşbaşkanlık eşit temsil sistemine saldırdı. Bir sürü eşbaşkan şimdi cezaevinde. İstanbul Sözleşmesi'ni feshetti. Şiddete karşı olan yasayı Hüda Par ve yeniden Refah Partisi ile pazarlık konusu yaptı. Büyük ihtimalle taviz verdi. Ulus devlet hukukuna göre hukuksal anlamda kadınlar lehine olan bütün yasaları ortadan kaldırdı, feshetti. Bu düzeyde bir kadın düşmanlığı yaptı yani. Bu açıdan bu iktidar, kadın düşmanı bir iktidardır. Kadının tüm kazanımlarını ortadan kaldırdı. Bu iktidar zaten kalırsa, bu kadın kırım politikaları derinleşerek devam eder. Gerçekten köle kadına dayalı köle bir toplum, köle bir topluma dayalı da faşist, soykırımcı, diktatöryal bir sistemi kurumsallaştırmak, kadınların tüm varlığıyla yok olması demektir, bitirilmesi demektir. Bu açıdan, kadınların bu seçimde bu faşist iktidara karşı güçlü bir duruş ortaya koyması gerekiyor. Birazcık kadın duyarlılığı olan, kadının özgürlüğünü isteyen, kadın özgürlüğü için mücadele eden, kendi özgürlüğü için mücadele eden hiçbir kadının bu AKP-MHP faşist iktidarına tek bir oy bile vermemesi gerekiyor.

KADIN SİYASETTE DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖZNESİDİR

Normalde böyle olması gerekiyor. Kadın katliamcı bir iktidardır. Bu önemlidir. Yeşil Sol Parti bir kadın partisidir. Programıyla, siyaset anlayışıyla, aday listesi de öyledir. Eşit temsiliyeti ve yakın bir kadın temsiliyeti var. 34 yerden kesin seçilecek kadınlar var. Bu meclise girecek. Türkiye'de birinci partidir. Kadın özgürlükçü partidir. İlk sırada yer alıyor kadın temsiliyeti ile, kadın özgürlükçü anlayışıyla. Bu anlamda Yeşil Sol Parti, bir kadın partisidir. Bütün kadınların Yeşil Sol Parti'ye oy vermesi gerekiyor. Yeşil Sol Parti'nin kazanması için, başarısı için seferber olması gerekiyor. Yeşil Sol Parti'nin kazanması demek, kadınların kazanması demektir. Kadınların kazanması, siyasetin demokratikleşmesi demektir. Demokratik siyasetin, demokratik yönetimin giderek Türkiye'de hakim olması demektir ve dolayısıyla Türkiye siyasetinin ve Türkiye toplumunun demokratikleşmesi demektir. Kadın siyasette demokratikleşmenin temel öznesidir. Toplumun demokratikleşmesinde, özgürleşmesinde temel öznedir. Bu açıdan kadınların bu seçimde başarısı Yeşil Sol Parti'nin başarısı, Yeşil Sol Parti'nin başarısı da kesinlikle kadınların başarısı, demokratik siyasetin, demokratik toplumun, demokratik Türkiye yönetiminin, Türkiye demokratikleşmesinin başarısı olacak. Bu anlamda çalışmak gerekiyor.

Gençler açısından da benzer bir durum söz konusu. Yeşil Sol Parti gerçekten bir gençlik partisidir. Güçlü bir gençlik temsiliyeti var. Siyaseti de anlayışı da gençler açısından özgür bir geleceği, demokratik bir geleceği vaat ediyor. Bunu gerçekleştirmenin mücadelesini veriyor. AKP-MHP faşist iktidarı karanlık bir gelecek gençlere sunuyor. Millet İttifakı gençlere ciddi bir gelecek sunmuyor. Bu anlamda gençlerin geleceğini de bitirdi bu iktidar zaten. Karanlığa mahkûm ettiği gençleri, gençliği ve bu anlamda da gençlerin Yeşil Sol Parti'nin kazanması için seferber olması lazım. Bu partinin kazanması genç, özgür gelecek açısından, gençlik açısından çok çok önemli olacak. Bu açıdan  gençleri de seçime güçlü katılmaya, Yeşil Sol Parti'ye oy vermeye, sandık güvenliğini sağlamada da çok güçlü rol oynamaya çağırıyorum kadınları ve gençleri.

ALEVİ KIRIMINA KARŞI MÜCADELE

AKP-MHP faşist iktidarı Alevilere çok büyük zulüm yaptı. Zaten bu iktidar Muaviye geleneğinin üstüdür. Günümüzün Muaviye'sidir Erdoğan. AKP de günümüzün Muaviye hareketidir. Şimdi Türkiye halklarına yaşattığı da tam bir Kerbela'dır. Bu bir gerçektir. Alevilere de bu Kerbela'nın iki katını yaşatıyor. Korkunç bir zulüm uyguluyor yıllardır Alevilere. Aleviler büyük bir inanç kıyımına uğruyor. Her yerde çok ciddi bir asimilasyon var. Alevilere dönük inanç asimilasyonu, inanç kırımı var. Bu da Alevilere dönük bir soykırımdır. Birçok yerde zaten katliam var. İşte tarihte çok meşhurdur; Maraş katliamı, Çorum katliamı, Sivas katliamı, Dersim katliamı. Bir Kürt katliamı olduğu kadar bir soykırımdır. Dersim tertelesi, bir Kürt tertelesi, soykırımı olduğu kadar bir Alevi tertelesi, soykırımdır da aynı zamanda. Bütün Alevi ocakları Dersim'de bulunuyor. Dersim, Kürt Alevilerinin ana ocağıdır, merkezidir. Burada büyük bir soykırım yaptı bu faşist Türk devleti. Bu iktidar sürecinde de Alevilere dönük bu soykırım binbir türlü yöntemle sürdürüldü. Bunun başında asimilasyon geliyor. En korkunç, en acımasız günümüzde en vahşi soykırım yöntemi asimilasyondur. Kürtlere kültürel soykırım uyguluyor. Alevilere, Alevi toplumuna inanç soykırım uyguluyor, asimilasyon uyguluyor. Yani inanç kırımı uyguluyor. İşte şimdi bu Kültür Turizm Bakanlığı bünyesinde bir kürsü oluşturdular. Burada da bütün amaç bu inanç kırımını geliştirmektir. Bunun için yaptılar.

Diğer taraftan da yani Aleviler göçertiliyor, demografi değiştiriliyor. İşte 6 Şubat Kurdistan, Elbistan, Pazarcık merkezli depremde de gördük; çok ciddi bir demografi değişimi var o alanda. Soykırım uyguluyor, göç artıyor. Göçertip çeteleri getirip yerleştiriyor. Demografik yapıyı değiştiriyor, katlediyor. Deprem oldu, ilk 2-3 gün hiç gitmedi o alanlara. Ölüme terk edildi Aleviler. Katliama terk edildiler. Bilinçli yaptı bunu devlet. Devletin imkanı olmadı, gidemedi falan, bunların hepsi hikayedir. 2-3 gün hiçbir müdahalede bulunmadan, müdahale edenlere müdahale etti. Ölüme terk etti. Bilinçli bir politikaydı.

Bir soykırım politikası uygulanıyor. Aleviler bu seçimde bunun intikamını soracak, seçimlerde soracak, bunun hesabını soracak, hesabını alacak. Bu yüzden Yeşil Sol Parti, Alevilerin partisidir. Alevilerin haklarını en güçlü bir biçimde savunan partidir Yeşil Sol Parti ve Emek Özgürlük İttifakı. Çok güçlü bir temsiliyet de var Yeşil Sol Parti'de. Alevi temsiliyeti, kurumsal temsiliyet; yani Alevi kimliği üzerinden de güçlü bir temsiliyet var. Alevi sorununu güçlü bir biçimde Meclis'e de taşıyacaklar.

Türkiye'de Kürt sorununun yanı sıra en büyük tarihsel sorun, Alevi sorunudur. Neredeyse Kürt sorunu kadar, belki de daha eski bir sorundur. Öyle bir sorun. Osmanlı sürecinde de on binlerce Alevi katledilmiş, katliamlar yaşamış Aleviler. Cumhuriyet sürecinde de bu devam etti. Aleviler de Kürtler gibi inkar edildi. İnkar, imha politikası, soykırım politikası Alevilere de uygulandı bugüne kadar. Halen Alevi olan, Aleviyim demekten korkuyor, düşünebiliyor musunuz? Siyaset yapıyor insanlar. Alevilik üzerinden özel savaş yürütülüyor. Aleviyim demekten korkuyor insanlar. Böyle bir zulümle karşı karşıya Aleviler. O yüzden Aleviler bunun hesabını çok güçlü sormalı bu seçimde. Bunun bu hesap sorma yeri ve biçimi nasıl olur? Elbette ki Alevileri en güçlü bir biçimde temsil eden Yeşil Sol Parti’ye oy vermekle olur. Ben Alevilere de böyle bir çağrı yapıyorum. Bütün Aleviler Yeşil Sol Parti'nin başarısı için, zaferi için oylarını Yeşil Sol Parti'ye vermeli. Mutlaka sandıklara gitmeli.

DERSİM HALKINA ÇAĞRI

Dersim soykırımı halen devam ediyor. Bu faşist rejim sürecinde de çok fazla derinleştirerek devam etti Dersim'de kültürel soykırım ve asimilasyon. Dersim katliamından sonra, Dersim Tertelesi'nden, soykırımından sonra beyaz soykırım biçiminde devam etti. Kürt kültürel soykırımı, asimilasyonu derinleştirilerek sürdürüldü. Ve şimdi bu faşist rejim sürecinde de çok fazla derinleştirdi. Asimilasyon had safhadadır. Dersim'de kültürel soykırım ve bununla birlikte inanç soykırımı da, Alevi inancına dönük inanç kırımı da Dersim merkezli derinleştirerek sürdürülüyor. Korkunç bir asimilasyon. İnanç bakımından da Dersim Kürtlerine, Kürt Alevilerine uygulanıyor. Bu iktidar sürecinde bu çok derinleştirdi. Aynı zamanda coğrafyasına dönük de korkunç bir saldırı var. Dersim coğrafyası tüm Kürt Alevilerin ana ocağı olduğu için ana merkezidir. Dersim, 12 Alevi ocağına beşiklik yapıyor. Onun merkezidir. Tüm Alevilerin, Kürt Alevilerinin yüzünü döndüğü yerdir. Kutsal coğrafyadır. Şimdi bu coğrafyayı bu faşist rejim adeta gerçekten talan etti, büyük bir yıkıma uğrattı. Her yerde maden ocakları açılmış. HES'ler yapılmış. Sayısızca baraj yapılıyor Munzur suyu üzerinde. Munzur suyu, Kürt Alevilerin kutsal suyudur. O su üzerine şimdi çok sayıda baraj yapılmış. İklim değiştirilmiş. Tüm doğa etrafındaki canlılar adeta yok edilmiş. O kutsal dağların hepsine şimdi maden ocakları açılmış. Civarlarına, ziyaret yerlerine bir sürü böyle rant talan projeleri geliştirilmiş. Yani büyük bir yıkım yaşıyor bu coğrafya, bu kutsal coğrafya. Bu Dersim'in kutsallığına büyük bir saldırıdır. Dersim'in kültürüne, inancına büyük bir saldırıdır. Varlığına büyük bir saldırıdır. Tarihine, hafızasına büyük bir saldırıdır. Yani aslında bir bütün Dersim yok edilmeye çalışılıyor. Ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Çok yönlü, çok boyutlu bir yok etme saldırısı var. Bir yıkım saldırısı var. Soykırım saldırısı var. Acıdır tabii.

Buna karşı ben bütün Dersimlileri, Dersim'e sahip çıkmaya çağırıyorum. Dersim'in doğasına, Dersim'in inancına, Dersim'in kültürüne, Dersim'in tarihine sahip çıkmaya çağırıyorum. Dersim'e sahip çıkmanın yolu da, kesinlikle bu faşist soykırımcı iktidarın yıkılmasından geçiyor. Bu iktidar, bu politikaları, bu saldırı, yıkım politikalarını geliştiriyor, uygulamalarını geliştiriyor.

O açıdan da ben Dersim halkını, özellikle bu seçimde Yeşil Sol Parti adayına oy vermeye çağırıyorum. Mutlaka herkes ama herkes sandık başına gitmelidir. Yeşil Sol Parti adayına Dersim'de oy vermelidir. Dersim düşmanı, Kürt düşmanı, Alevi düşmanı, kadın düşmanı, gençlik düşmanı bu faşist iktidar kesinlikle bu seçimde kaybetmelidir, yıkılmalıdır. Bu anlamda da Dersimlilere de çok büyük bir rol düşüyor. Dersim'i kurtarmak istiyorlarsa yeniden yaratmak, yeniden inşa etmek, var etmek istiyorlarsa o zaman Dersim'i bu hale getiren, bu zihniyetten, bu anlayıştan, bu politikalardan, bu politikanın temsilcilerinden büyük bir hesap sormalılar, hesaplaşmalılar. Ben bunu önemli buluyorum.

Tabii bu iktidarın yıkılmasıyla da her şey çözülmüyor. Bu çok derin bir zihniyettir. Türk faşist devleti, ulus devlet sistemi zihniyeti inkar imha sistemine dayanıyor, köklüdür. Fakat bu demokrasi cephesinin güçlerini kazanması, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde çok güçlü bir mücadele cephesini oluşturacak. Bu konuda çok önemli gelişmeler ortaya çıkacak. Türkiye'de yeni dinamikler ortaya çıkacak. Demokrasi zemini gelişecek, güçlenecek. Türkiye'nin demokratikleşmesine dönük hem demokratik cumhuriyet inşası, demokratik bir yönetim, demokratik bir sistem çok önemli bir imkan ve mücadele zemini ortaya çıkmış olacak. Bu açıdan, yani bu seçimlerde herkes üzerine düşen rolü oynamalıdır. Buna uygun yaklaşmalıdır.