Alaşağı giden bir Türkiye’de demokrasi tek kurtuluş yoludur

Bugünlerde Türkiye’nin gündemine papaz Brunson olayı damgasının vurmuş durumda.

Nasıl oluyorsa tam da başkanlık sisteminin oturtulmaya çalışıldığı, tüm kurumların Türk usulü başkanlığa bağlandığı bir süreçte, önce Adnan Oktar olayı ve ardından papaz Brunson’un Amerika’ya teslim edilmemesi sonucu açığa çıkan yaptırımlar Türkiye’nin gündemini alaşağı ederek yeni tartışmalara vesile olmuştur. Doların tavan yaptığı, cinayetlerin, çocuk istismarlarının, savaşın ve OHAL’in olağanlaştığı Türkiye’de Adnan Oktar ve kedicikleri günlerimizi, hatta böyle devam ederse aylarımızı işgal edecekken birden Papaz Brunson’un Amerika’ya teslim edilmemesi ve ardından gelişen yaptırımlar konusu da ortaya çıkıverdi. Faiz ve işsizlik oranlarının sürekli arttığı, okumuş işsizlerin çoğaldığı, cinnetin ve ahlaki yozlaşmanın sıradanlaştığı, alım gücünün her geçen gün zorlaştığı bir devlet zemininde bu sorunlar tartışılmazken, birkaç manipüle haberle bunların üzeri örtülmeye çalışılıyor. Bu durumda alaşağı olan Türkiye’nin gündemi değil, Türkiye’nin kendisidir.

Daha önce meydanlarda savaş çığırtkanlığı yapan, Modern Osmanlıcığı hortlatmaya çalışan ve kendini yeni halife ilan eden Erdoğan’ın sesi soluğu çıkmıyor gibi, yoksa çıkıyor da biz mi duymuyoruz bilinmez. Muhtemelen şimdi doların yükselişini, ahlaki yozluğun kendi döneminde bu kadar gelişmesini, insan haklarının bu kadar çiğnenmesini ve işçi ölümlerini açıklayacak kılıflar bulmakla uğraşıyordur. Fakat o bunlarla uğraşa dursun, gelişen durumlar hepimizi derinden etkileyecek düzeye gelmiştir. Öyle ki, geçmişle gelecek arasında köprü kuran, toplumun kültürel yaratımlarının taşıyıcısı rolündeki çocuklar tecavüze uğruyor ve katlediliyorken buna karşı hiçbir tepki açığa çıkmıyor, tepki gelişmediği gibi üzeri de örtülmeye çalışılıyor. Toplum için bu kadar önemli olan bu değerlere, yani çocuklara karşı gelişen bu yönelimin sebebini Erdoğan ve şurekası nasıl açıklar bilinmez ama ortaya çıkan sonuç, geleceğimize tecavüzdür. Yine, Türkiye’de yaşanan bu sorunlara sonuna kadar duyarsız olan, kendini basın yayın olarak niteleyen yardakçı kesim ise bunları haber yapmak, asıl bunlara sebep olan devletçi sistemi değerlendirmek bir yana yaşanan kadın cinayetlerini fotoğraflar olmasına rağmen yalan haber olarak sunarak sübyancıların ve de katillerin ekmeğine yağ sürmekle uğraşıyor.

Türkiye, daha yeni bir seçimden çıkmış ve bu seçimde refah ve huzuru getireceğini vaat edenler tarafından yönetilmektedir. Buna rağmen seçimden sonraki durum öncekini aratır vaziyette. Bu demek oluyor ki, var olan sistem her ne kadar demokratik olduğunu iddia etse de iktidar yine açlık, eşitsizlik ve ölüm doğuruyor. Bunu engellemenin umudu ise Türkiye’de demokrasiyi geliştirmek oluyor. Erken genel seçimlerden sonra şimdi de erken yerel seçimler tartışılmaya başlandı. Erken seçim değerlendirmelerinde, yerele gidip demokrasi getireceklerini söylüyorlar. Erken olması bu seçimleri daha da mı demokratik kılıyor? Hayır, sonucunu 24 Haziran seçimlerinde gördük. Demek ki demokrasinin gelişmesi için gerçek demokratik öze sahip olmak gerekiyor. Tıpkı 24 Haziran seçimlerinde olduğu gibi, konfedere bir yapının gerekliliğini yerine getirircesine tüm farklılıklar kendini HDP bünyesinde bütünleştirip, farklılığın birlikteliğine en güzel örneği oluşturdular.

Devletçi sistemi kabul etmeyen Türkmenler, Ermeniler, Araplar, Çerkesler, Êzîdîler, Türkler ve daha birçok inanç ve ulustan insan, kendi ifadesini HDP’de gördüğü için bu partiye katıldı. Adeta bir gökkuşağı gibi farklı olan tüm halk ve inançlar büyüleyici bir doğallıkla Türkiye’ye doğdu. Bu doğuş aynı zamanda umudu da yeşertti ve ancak farklılıkla tercih edilir kılınmanın yolunu açtı. Yani sona doğru koşan bir ülkeye bir soluk aldırdı.

Bu durumda Türkiye’deki belirsizliği önleyecek, Türkiye’yi uçurumun kenarından kanatlandıracak model konfedere örgütlenme modeli olacaktır. Bu modelin örgütlenme zemini ise halk, yani yerellerdir. Yerele inmeden, halkın görüşlerini esas almadan, yaşadıkları sorunlara cevap olmadan hiçbir parti ve birey bu seçimlerde gerçek anlamda kazanamayacaktır. Bir kazanan olsa dahi, tıpkı 24 Haziran seçimlerinde nasıl halk onları sadece meclise veyahut saraya hapsetmek için seçtiyse, bu sefer de belediyelere hapsetmek için seçecektir. Bu durumda bu seçilmişlerin yerelde hiçbir karşılığı olmayacak, bu seçim sadece boşalacak koltukları doldurma yarışına yani iktidar arenasına dönüşecektir. Gerçekten halkın sorunlarını çözmek, halkın iradesine dönüşmek için, halka rağmen değil de halk ile birlikte mücadele verenler ise bu seçimlerin asıl kazananları olacaktırlar. Bu durumda kazanan bireyler değil umut dolu ve yaşanılabilir bir Türkiye olacaktır…

Kaynak: Yeni Özgür Politika