Alman malı Türk işi!

12 Eylül 1980 askeri darbesinde iktidardaki cunta ile ilk uluslararası anlaşma, polis yardımı konusunda Alman Sosyal-Liberal Federal Hükümet ile yapıldı.

Almanya-Türkiye silah kardeşliği, Türkiye’nin 1953’te ve Almanya’nın 1955’te NATO’ya girmesiyle tekrar canlandı. Türk subayları Hamburg’da bulunan Alman Askeri Akademisi ve Münster’deki Zırhlı Birlikler Okulu’nda eğitim aldı. NATO, 1964’te Türkiye’ye silah yardımı hibe edileceği kararından sonra Almanya aynı yıl silah ihracatı gerçekleştirdi ve ABD’den sonra Türkiye’nin ikinci silah tedarikçisi oldu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Türkiye’ye askeri yardımı hibe edilmesi sona ermiş olsa da, silah satışları devam etti. Alman hükümetinin ihracat riski garantileri ile savunma sanayisinin milyar dolarlık ticari anlaşmalarıyla güvenceye alındı.

İki ülkenin NATO’ya girmesiyle ekonomik ilişkileri canlandı. Alman hükümeti Türkiye’nin temel ticaret ortağı oldu; Alman firmaları, yabancı sermayecileri olarak ön sırada yerini aldı.

1961’de yapılan İşgücü Alımı Anlaşması ile 12 yıl içerisinde 900 bin Türkiyeli ‘Gastarbeiter’ (misafir işçi) Almanya’ya geldi; çoğu Almanya’da kaldı. Nisan 1978’de CSU Başkanı ve Bavyera Başbakanı Franz Josef Strauß ile MHP başkanı bir araya geldi. Sendika gazetesi ‘Metal’in haberine göre, MHP siyasetçiler MHP ve ülkücülerin Almanya’da daha iyi bir izlenim bırakabilmesi için olumlu psikolojik iklimin oluşturulması talebini kabul ettiği belirtildi. Ülkücüler, Almanya’da Federal İstihbarat Servisi’nin desteğiyle göç akımı içerisindeki sosyalist akıma karşı bir güç olarak konumlandı. Türkiye’de solcular, sendikacılar ve Alevilere karşı binlerce ölüme sebep olan, açıklaması olmayan iç savaş mevcut iken Alman güvenlik yetkililerinin onayıyla kavgacı faşistler, Almanya’da Türkiyeli muhaliflere saldırmaya başladı. Ülkücülerin Almanya’daki saldırı özgürlüğü bugün de devam ediyor; Türk ajanları, muhbirler, casusluk ve ülkü ocakları ile Ankara’dan gönderilen casus imamlardan oluşan istihbarat ağı giderek geliştiriliyor.

12 Eylül 1980, NATO askeri darbesinden bir gün sonra, daha önce IMF’den Türkiye için milyarlık kredi hazırlayan Federal Maliye Bakanı Hans Matthöfer, Frankfurter Allgemeine Zeitung’a şunları söyledi: “Bu şokun sağlıklı atlatılması; üstesinden gelmek için demokratik güçler de ordu da dahil bir anlaşmaya varılmasını umuyorum.”

Darbeci cunta tarafından imzalanan ilk uluslararası anlaşma, polis yardımı konusunda Sosyal-Liberal Federal Hükümet ile yapıldı. On binlerce muhalif hapishanelere doldurulup ağır işkencelere maruz kalırken, Federal Parlamento içinden bir heyetin 1981 Mart ayında Türkiye’de yapmış olduğu ziyaretten sonra ülkenin hiçbir şekilde diktatorya ile yönetilmediği, cuntanın kamu memnuniyetine dayalı yönettiği ve herhangi sistematik bir işkence yapılmadığı belirtildi.

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı ortak savaş

1980’lerin ikinci yarısında, Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi PKK’nin silahlı mücadeleye başlamasıyla uluslararası ilgi topladı. Almanya, NATO’nun kontrgerilla programı çerçevesinde bir yandan işçi göçünün bir parçası olarak büyüyen Kürt diasporası ve Avrupa standartlarına göre daha katı olan devlet koruma kanunuyla kilit bir rol oynuyordu.

Federal Başsavcı Kurt Rebmann, PKK’yi “iç güvenliğin ana düşmanı“ ilan etti. 1989’da 20 Kürt siyasetçi, Düsseldorf’taki bir yeraltı mahkeme salonunda ‘vahşi hayvanlarmış‘ gibi kurşun geçirmez cam arkasında yargılandı; ancak Federal Başsavcı’nın tüm Kürt Özgürlük Hareketini terörist olarak damgalama girişimi başarısız oldu.

1993’te Kürt kentlerinin Türk ordusu tarafından bombalanması, Kürtlerin Almanya’daki Türk temsilciliklere, cafelere, seyahat acentalarına çaresizlik reaksiyonuyla saldırmasına neden oldu. Bu daha sonra Türkiye ile anlaşmalı olarak İçişleri Bakanlığı tarafından 29 Kasım 1993’te PKK’nin yasaklanmasına neden oldu. Yasaklama emrinde, PKK’nin ve ona bağlı kuruluşlarının siyasi faaliyetinin artık dış politika açısından kabul edilemez bir düzeye ulaştığı belirtildi.  Açıklamanın devamında, “PKK faaliyetlerinin daha fazla tolere edilmesi, Alman dış politikasını zayıflatacak; önemli olan değerli gördüğümüz ittifak ortağımızın güvenini zayıflatacaktır. Aynı zamanda, Türkiye’de, Avrupa ve Batı dünyası ile ilişkileri kolaylaştırmak isteyen güçler güçlendirilecek” denildi.

Son 25 yılda PKK yasağı dolayısıyla onlarca dernek ve basın kuruluşları kapatıldı, yüzlerce eylem yasaklandı ve binlerce Kürt para ve hapis cezası aldı. Türk ve Alman güvenlik makamları arasında Kürt Özgürlük Hareketi ve sol muhalifler pahasına yakın işbirliği kuruldu.

Tıpkı Bağdat Demiryolu zamanında olduğu gibi Türkiye, Soğuk Savaşı’ndan sonra da Alman dış politikası için Ortadoğu’nun hammadde ve piyasa kaynakları için kapılar açıldı. Yaklaşık 6 bin Alman şirketi bugün Türkiye’de üretim yapıyor. Almanya, Türkiye için tekstil ve gıda ihracatının en iyi müşterisidir. Türkiye ise Alman ihracat ortakları arasında 15’inci sırada yer alıyor.

Türkiye’nin, jeopolitik rolünün önemi sadece bir yıl öncesine kadar Alman Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılan İncirlik ve Konya’daki hava üsleri bazında değil, aynı zamanda mültecilerin AB’ye gidişini engelleyerek de önemini göstermekte.

Öncelik sermaye yatırımı güvenliği

Geçtiğimiz yıl Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi için yapılan referandum öncesi Almanya ile yaşadığı gerginlikler, Alman gazetecileri ve insan hakları savunucularının tutuklanmasına neden oldu; ancak bunlar karşılıklı ekonomik ve jeopolitik çıkarıları karşısında yüzeysel kaldı ve kısa sürdü.

Türkiye’den beklenen demokratikleşme ve insan hakları değil; istikrar ve sermaye yatırımı güvenliğidir. Türkiye’deki Alman sermaye çıkarılarının önündeki engel Erdoğan’ın diktatörlük arzusu değil; aksine, AKP hükümetinin hegemonyasını toplumun diğer yarısına uzandırmakta ve iç savaşın kenarından geçiren kutuplaşma politikasındaki yetersizliğidir. Alman hükümetini Kürt halkına karşı savaştan daha çok, AKP rejiminin Türkiye sınırların ötesinde büyüyen Kürt ayaklanmasını frenleyememesi endişelendiriyor.

Türk Cumhurbaşkanının Rusya ile ilişkisini tekrardan düzeltmesi karışıklıklara yol açtı. 24 Mart 2018’de dönemin Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Tagesspiegel gazetesine konuya ilişkin yazdığı makalesinde Türkiye’nin Batı’dan bağımsız olabileceğinin riskinin altını çizerek, “Bizim için önemli olan Türkiye’yi jeopolitik olarak koruyabilmektir” dedi. (Gabriel’in burada Türkiye’nin Batı’dan bağımsız kendi yolundan gitmesinin bir ‘risk’ olarak görmesi dikkat çekti)

Türkiye’deki ekonomik durumun karşısında Türk lirasının çöküşü de Alman hükümetini endişelendirdi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Ağustos ortasında Erdoğan’ı arayarak Almanya’nın güçlü bir Türkiye ekonomisini destekleyeceğini belirtti. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, iki ülke arasındaki işbirliğinin genişletilmesi görüşüldü. SPD Başkanı Andrea Nahles ise Türkiye’ye ekonomik destek önerisini gündeme getirdi; Nahles, “Erdoğan ile yaşanan siyasi anlaşmazlıklardan bağımsız olarak, Türkiye’ye yardım edilmesini gerektiren bir durum oluşabilir” dedi. Türkiye’nin bir NATO partneri olduğu için görmezden gelemeyeceklerini savunan Nahles, Türkiye’nin ekonomik olarak dayanıklı kalmasının dövüz kurunun daha fazla yükselmemesinin Almanya’nın çıkarılarını karşılayacağının altını çizdi. Nahles, Erdoğan’ın 28-29 Eylül’de Almanya’ya gelmesini olumlu karşıladı.

Türkiye’nin enerji transfer ve askeri alan piyasası, yatırım ve üretimi yeri, başta Federal Almanya olmak üzere AB ve NATO devletlerinin egemen sınıfları için tehlike.

100 yıl önce formüle edilen Alman emperyalizminin stratejik yönelimi bu güne kadar hiç değişmedi. Federal hükümetin, Almanya’nın yanında duran güçlü bir Türkiye için yapmayacağı bir şey yok ve her bedeli ödemeye razı. Bu zamanında Ermenilerin, bugün de Kürtlerin canına mal olsa bile.

Çeviri: Dilan KARACADAĞ

*Alman tarihçi ve yazar

Kaynak: Yeni Özgür Politika