Almanya’nın PKK’ye yönelik ‘bitirme’ konseptleri -II-

Alman devletinin kriminalize ve Kürt özgürlük mücadelesine yönelik başlattığı ‘bitirme’ konseptlerine karşı Kürt halkı ve dostları yıllardır mücadele ediyor. Alman hukukçularına göre PKK yasağı Kürtleri dışlamaktan başka Almanya’ya hiçbir yarar sağlamadı.

Alman devleti 26 Kasım 1993 günü PKK yasağını ilan etmesiyle yetinmedi. Yasağa karşı verilen mücadeleye rağmen devlet içindeki bir klik sürekli yasağın güncelleyerek sürmesini sağladı. Almanya, bu tavrıyla Kürt özgürlük mücadelesine karşı yeni “bitirme” konseptlerini devreye soktu ve Kürdistan’da yürütülen savaşta Türk devletinin safında yer aldığını açıkça gösterdi.

Alman devletinin Kürtlere yönelik şiddet siyaseti 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında tırmanarak devam etti. Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla 28 Ekim 2010'da ise 129b maddesinin PKK davaları için de geçerli olmasına karar verildi. Bu tarihten itibaren çok sayıda Kürt siyasetçi ve aktivist, hiçbir suça bulaşmamalarına rağmen 129b yasası gerekçesiyle peşi sıra Alman yargı organları tarafından ya takibe alındı ya da tutuklandı.

129b, Almanya'da 11 Eylül saldırıları ardından yürürlüğe giren 'anti-terör' yasalarının biriydi. Yasa, Yabancı örgütleri kapsayan şiddet eylemlerini gerçekleştirme potansiyeli taşıyan hedeflerini tespit edilmesi halinde söz konusu örgütün takibata alınmasını öngörüyor. Buna göre Almanya dışında herhangi bir politik şiddet eylemine katılan gruplarla bağlantılı olan kişilerin Almanya'da yargılanmasının önü açılıyor.

129b maddesiyle Kürt siyasetçi ve aktivistlere yönelik yargılamalar yasal bir kılıf uydurulmuştu. Diğer yandan da zaten 1993 yasağı nedeniyle “dernek ve gösteri yasası” Kürtlere karşı yoğun şekilde işliyordu. Üstelik son yıllarda sembol-bayraklara Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın posterleri ve “Bijî Serok Apo” sloganı eklendi.

Ancak her türlü gözaltı, tutuklama, hapis ve para cezalarına rağmen Kürtler siyasi sembollerine sahip çıkmaya devam etti. Üstelik provokasyon ve polisin saldırılarına rağmen hiçbir şiddete bulaşmadan sivil eylemlerle bu yapılıyordu. 2001 yılında Kürdistan ve Avrupa’da düzenlenen "Ben de PKK’liyim” imza kampanyası Almanya’da da yoğun ilgi gördü. Almanya’da toplanan imzalar federal ve eyalet meclislerine verildi. Almanya hem Kürtlerin taleplerini reddetti hem de imza atanlardan yüzlerce kişi sorgulandı, tutuklandı, ceza aldı, hatta Kürtlerin vatandaşlık ve daha önce verilen oturum hakkının uzatılmasında engeller çıkartıldı.

15 Ekim 2012’de ise Alman Federal Meclisi Dilekçe Komisyonu "Kürt kimliği tanınsın" kampanyasındaki taleplerini dinledi. Kampanyayı organize eden YEK-KOM, 2011 yılında 60 bine yakın imza ile meclise başvurarak Kürtlerin 12 maddelik taleplerini meclisin gündemine taşımayı başarmıştı. Taleplerden birisi de PKK yasağının kalkmasıydı.

PKK yasağının 20. yılı nedeniyle ise Alman sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları ve Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar 16 Kasım 2013 günü Berlin’de dev bir gösteri düzenlendi. Yürüyüş ve mitinge katılan binlerce kişi yasağın kalkmasını istedi. Gösteriyle Berlin polisinin yıllardır yasakladığı ve taşınmasına izin vermediği yüzlerce sembol taşındı.

2013 Newroz’unda Öcalan’ın çağrısıyla başlayan Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki “barış ve çözüm sürecine” rağmen Alman devleti Kürtlere yönelik siyasetinden vazgeçmedi. O dönem PKK yasağını Merkel hükümete soran Sol Parti şu yanıtı almıştı: "Türk hükümet yetkilileri ve PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmeleri büyük bir ilgiyle takip ediyoruz. Şu andaki görüşme ve müzakereler hükümetimize göre Almanya'da yasaklanan bir organizasyonun faaliyetlerini etkileyecek düzeyde değil. Bu yüzden PKK'yi eskisi gibi ele alıyoruz."

PKK ÊZİDÎLERİ SOYKIRIMDAN KURTARINCA…

DAİŞ çetelerinin 3 Ağustos 2014 günü Şengal'de yaşayan Êzidîlere saldırması ve katliamlara girişmesi üzerine YPG/YPJ ve HPG/YJA STAR gerillalarının bölgeye gitmesi, on binlerce Êzidi'nin can güvenliğini sağlaması uluslararası arenada Kürt özgürlük hareketine yaklaşımın değiştirilmesini de beraberinde getirdi.

Almanya'nın prestijli günlük gazetelerinden Tageszeitung (Taz) 3 Eylül 2014 günü "PKK Almanya'nın bir parçasıdır" manşetiyle çıktı. Gazete manşetine şu soruyu taşımıştı: "İŞİD teröristlerine karşı mücadelede övgü gören PKK neden Almanya'da yasaklı?" PKK'nin DAİŞ çetelerine karşı güçlü bir mücadele verdiğini dikkat çeken gazete artık PKK yasağının kalkması gerektiğini belirterek şu çarpıcı tespitleri yapıyordu:

"PKK yasağı sadece dış politikadaki gelişmelerden dolayı kalkmamalı. Bu Almanya'da yaşayan Kürtler için de bir gereklilik arz ediyor. Yasakla birlikte 20 yıl boyunca Kürtlere terörist damgası vuruldu, otomatik olarak bu kelimenin yanına getirildi. Kürtlerin haklarının verilmesi için verilecek her pratik girişim PKK propagandası şeklinde sayılır. Sadece cezai işlemlere tabi tutulmazsınız, aynı zamanda size karşı yabancılar yasasına dayandırılan bir katalog dolu işlem yapılır.

PKK ile bağlantısı olduğu şüphelenen kişilerin oturum müsaadeleri uzatılmayabilir ve bu kişiler sınır dışı edilmekle tehdit edilir. Daha önce verilmiş mülteci statüsü ise göz önüne alınmaz. Çünkü Kürtler siyasi çalışmalarından dolayı kaçmış ve buraya gelmişlerdir. PKK yasağı gerekçesiyle on binlerce Kürdün oturum haklarına müdahale ediyor, Kürt dernekleri, kültür evleri kapatılıyor. Kürtlerin ve örgütlerinin bölgede önemli bir aktör oldukları gerçeğini hukuk anlamalı. Almanya'da yaşayan Kürtlere terörist gözüyle bakılmaması için yasak kalkmalı."

27 Ekim 2014 günü ise Der Spiegel dergisi "Teröre karşı tek başına" başlığıyla DAİŞ çetelerine karşı Kürtlerin verdiği mücadeleyi kapağına taşıdı. Kürtler için "Terk edilmiş halk" tespitini yapan dergi PKK'nin DAİŞ'e karşı mücadelede batının sonu umudu olduğunu vurgu yaptı. Avrupa'da yaygın medya ve siyasetçiler bu şekilde Avrupa Birliği'ne "PKK'yi terörist örgütler listesinden çıkar" çağrısı yaparken, Almanya'dan da "Yasağı kaldır" diyordu.

Fakat kamuoyu ve basındaki bu çağrılara rağmen Berlin yönetimi ülkesinde yürüttüğü Kürt siyasetini değiştirmekten vazgeçmiyordu. O günlerde dönemin Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier PKK'ye yönelik yasağın süreceğini açıkça söyleyen isimlerden biriydi. Daha sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Steinmeier "PKK yasağının kökeni geçmişe dayanıyor" diyordu.

Almanya İçişleri Bakanlığı 2 Mart 2017 günü ise 16 eyalete gönderdiği bir genelge ile PKK yasağının genişletildiğini ve aralarında PYD, YPG ve YPJ'nin de bulunduğu çok sayıda Kürt parti ve kuruluşun bayrak/flamalarının yasaklanmasını talep etti. Kürtler ve dostlarının direnişi ardından bazı eyaletler genelgeyi sıkıca uygulamaktan vazgeçerken, özellikle Bavyera Eyaleti YPG/YPJ sembollerine karşı sert bir siyaset yürütüyor.

Son yıllarda ise Almanya çapında polis ve savcıların Kürt özgürlük hareketine karşı Türk devletini aratmayacak şekilde sindirme mücadelesi yürütmesi dikkat çekiyor. Bir nevi Erdoğan rejiminin "PKK'ye destek veriyorsunuz" iddialarının aksini ispatlamaya çalışırcasına Almanya, Kürt özgürlük hareketine karşı elinden geleni yaptığını gösterme çalışıyor. Alman devletinin bu çabası Kürtlere karşı son yıllarda sayısı artan soruşturmalarda açıkça görülüyor. 2017 yılı içinde Kürtlere yönelik toplam 136 siyasi soruşturması açılırken, bu rakam 2016’da 37, 2015’te 24, 2013’te ise 13’tü.

LUNNEBACH: YASAK HUKUKSAL DEĞİL SİYASİ BİR KARARDI

Peki 25 yıldır sistematik şekilde yürütülen kriminalize, baskı ve soruşturmalar Alman hukukuna uygun mu? Düsseldor’taki davalardan bu yan Kürtlerin savunmasını üstelenen Avukat Edith Lunnebach’e göre 1993’teki yasak kararıyla Kürler dışlandı. Yasağın 25. yılında ANF’ye konuşan Lunnebach “PKK yasağı büyük bir hataydı. Tamamen üzerinde tartışma yapılmadan alınan bir karardı” dedi.

26 Kasım 1993’teki yasak ilanından sonra Düsseldorf’taki yargılamalarda kararın Mart 1994’de çıktığını hatırlatan Lunnebach “Düsseldorf’taki karar ile yasağı birbirine karıştırmamak lazım, çünkü PKK yasağı hukuksal bir karar değil, siyasi bir karardı ve İçişleri Bakanlığı tarafından alınmıştı. Yasak kararının Düsseldorf’daki yargılamalarla direkt bir alakası yoktu” diye konuştu.

BEHRENS: YASAKLA KRİMİNALİZE SİYASETİNİ KOLAYLAŞTIRDI

Kürt siyasetçi ve akvitistlerin bir başka avukatı Antonia von der Behrens’e göre ise PKK yasağı Almanya’da yaşayan Kürtleri geniş bir çerçevede etkiledi. Yasağın Alman yargı organlarının Kürtleri kriminalize etmesini kolaylaştırdığına dikkat çeken Behrens “Yasak bayrakları açanlara, derneklere veya örneğin yayınevlerine ceza verilmesini kolaylaştırdı. Yasak, geniş bir yelpazede krimanilize siyasetinin yürütülmesini sağladı, böylelikle insanların korkutulup aktif olmaları amaçlandı” diye konuştu.

YPG/YPJ bayraklarının tek başına gösterildiğinde ve PKK propagandası için kullanılmadığı halinde yasak olmadığını belirten Behrens devamla şunları söyledi: “Bu konuda yargı birimlerinin de kafası karışık; YPG/YPJ sembollerinin ne zaman hangi amaçla kullanıldığını tespit etmekte zorlanıyorlar. Fakat şunu söyleyebilirim; YPG/YPJ bayraklarının yasaklanmasıyla krimanilize siyasetinin sürdürülmesi hedeflendi.”

‘BUNDAN SONRA NE OLACAĞINI KESTİRMEK ZOR’

Siyasi davalarda Almanya’nın tanınmış avukatlarından Antonia von der Behrens bundan sonra neler olabileceğine ilişkin ise ANF’ye şu değerlendirmeyi yaptı:

“129b maddesi çerçevesinde açılan davaların sayısında son dönemlerde ciddi bir artışın olmasına rağmen Kürt hareketine yönelik baskıların daha nasıl sürdürüleceğini kestirmek zor. Ancak diğer taraftan da ceza alan insanların sayısında artış yok, bu sayı aynı kalıyor. 129b maddesi gerekçe gösterilerek açılan davaların sayısında artış olacağını düşünmüyorum, fakat dernekler ve gösteri yasası çerçevesindeki dava ve soruşturmalar artabilir. Alman-Türk ilişlerinin yeniden düzelmesinin söz konusu davaların sayısını etkileyip etkilemeyeceğini de önümüzdeki dönemde göreceğiz.”

DİĞER ÜLKELERİN PKK’YE KARŞI KONSEPTLERİ…

PKK'yi resmi olarak yasak listesine alan ülke Almanya olsa da pratikte, Fransa Kürtlerin siyasal faaliyetlerini yasaklayan ilk ülke oldu. 21 Kasım 1993'te Kürtlere yönelik dönemin en büyük polisiye operasyonu gerçekleştirildi. 17 dernek ve çok sayıda ev baskın düzenleyen Fransız polisi, 110 kişiyi gözaltına aldı. Bazıları altı ay cezaevinde kaldı. Aynı operasyonların sonucu olarak Kürdistan Enformasyon Merkezi kapatıldı.

Dönemin İçişleri Bakanı Charles Pasqua, yabancı düşmanı politikaları ile biliniyordu. Bu operasyonlara ilişkin dava 2001'de tüm sanıkların aklanması ile sonuçlandı. 2000'li yıllardan itibaren Fransa'daki baskılar yeni bir boyut alarak, düşünce özgürlüğünü de vurmaya başladı. Kürtlerin Med TV'den sonra 1999'da kurulan ikinci televizyonu olan Medya TV, 2004'te Fransa topraklarında yayın yasağına maruz kaldı.

Cumhurbaşkanlığı görevine sağcı Nicolas Sarkozy'nin geldiği 2007'den itibaren gözaltı ve baskınlar yeniden hız kazandı. Sadece Ocak 2007 ile Şubat 2013 arasında 250'ye yakın Kürt siyasi gerekçelerle gözaltına alındı. Ekim 2011'de Paris ile Ankara arasında Kürt siyasal faaliyetlerine yönelik geniş bir güvenlik anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, alanda ortak operasyon yürütmeyi öngörüyordu.

9 Ocak 2013'te Paris'te Kürt kadın devrimciler Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesi ardından, kamuoyunun baskısı nedeniyle anti-Kürt yasa tasarısı 26 Şubat'ta askıya alındı.

Londra yönetimi Şubat 2001'de PKK'yi resmi olarak yasakladı. Tarih 28 Şubat 2001'i gösterdiğinde dönemin İngiliz İçişleri Bakanı Jack Straw, aralarında PKK'nin de olduğu 21 harekete üye olmak ve desteklemeyi yasakladıklarını açıkladı. Özellikle Ankara bu karardan sonra duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Bir yıl sonra Ocak 2002'de bu kez Avustralya PKK'yi yasaklayarak, İngiltere, ABD, Almanya'dan sonra PKK'yi yasak kategorisine alan dördüncü ülke oldu. PKK mevcut durumda Kanada, ABD, Avrupa Birliği, Avustralya, Türkiye, Yeni Zelanda ve İngiltere'nin "terörist örgütler" listesinde yer alıyor. 2008'de Kırgızistan hükümeti de PKK'yi "terörist örgüt" olarak değerlendiren bir karar aldı.

Bununla birlikte 30 Mayıs 2008'de dönemin ABD Başkanı George W. Bush uluslararası uyuşturucu ile mücadele yasası uyarınca, PKK'ye yönelik mali yaptırımlar devreye koydu. PKK'ye yönelik bu uygulama dönemin Türk başbakanı Erdoğan'ın Kasım 2007'de Washington'da Bush ile yaptığı görüşmenin ardından başladı.

Kasım ayının başında ise ABD yönetimi, PKK kurucuları ve yöneticilerinden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan ve Murat Karayılan’a ilişkin yakalama emri çıkarttı. Trump yönetiminin bu kararı dünya çapında Kürtler ve diğer halkların protestosuyla karşılaştı.