Av. Emekçi: İmralı hukukun dışındadır

İmralı’nın, tecrit zihniyetiyle kurulduğunu; dış dünyayla hiçbir bağın kurulmamasının diri diri gömmek, yani fiili idam olduğunu belirten Av. Emran Emekçi, İmralı zindanı için “Devletler hukukunun dışına çıkılarak dizayn edilmiş bir cezaevidir” dedi.

İmralı’nın, MİT-CIA protokolünün sonrasında 4 Şubat’ta boşaltıldığını, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat’ta Türkiye’ye getirildiğini hatırlatan avukatlarından Emran Emekçi, “AİHS’in 5. maddesindeki bireyin devletler karşısındaki hukuki güvenliğinin esas olduğu ilkesi çiğnendi. Devletler, hukuk dışına çıkamaz ama Abdullah Öcalan konusunda hukuk dışına çıkıldı. AİHM bunların hepsini hukuka uygun buldu, 5. maddeyi devletler lehine yorumladı. O yüzdendir, bugün CPT bize tatmin edici bir cevap vermiyor”şeklinde konuştu.  


Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 24 yıldır tecrit koşulları altında rehin tutuluyor. 22 aydır da hiçbir haber alınamıyor. ANF’ye konuşan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin, tarihsel bir temelinin olduğunu ve sadece bir birey olarak ele alınmadığını belirtti. Tecridin Kapitalist Modernite sisteminin, Kürtlere biçtiği kader ve statükoyla bağının olduğuna işaret eden Av. Emekçi, şöyle devam etti: “İşin özünün zaten bugünkü tecrit koşullarıyla ilgili olmadığını, Kürt sorununun çözümü mü çözümsüzlüğü mü olduğunu biliyoruz. Kürt statükosunun gerçekliği çözümsüzlük üzerine kurulmuş. Ulus devlet arasında paylaşılarak, kaderine terk edilmiş bir halk gerçekliği var. On bin yıllık Ortadoğu coğrafyasının en büyük kurbanı, en büyük zarar göreni Kürtler oldu. 1924 anayasasıyla 1921 anayasası lağvedilip Kürt sorununun bugüne kadar gelmesine neden oldu.”

İNGİLİZLER TASFİYE ETTİ

Türkiye’nin kurucu unsurlarının İngilizlerin müdahalesiyle tasfiye edildiğini savunan Av. Emekçi, “Türklere, ortak vatan mücadelesinden vazgeçip ulus devlet yapılanmasına geçmeleri salık verildi. Çelişki aslında burada başlıyor. Yani tarihi Kürt-Türk kardeşliğini, ortak vatan mücadelesini bozan güç, İngiltere’dir. Dikkat ederseniz Kürtlerle birlikte 1920’lerde Mustafa Suphiler ve Çerkez Ethemler katledildi. Yine Lazistan Milletvekili Ali Şükrü Bey cinayeti. Şeyh Sait’in isyanı gibi gelişmelerle kurucu unsurlar tasfiye edildi. Tek devlet, tek dil, tek millet ve tek parti olarak Türkiye yola tek başına devam etmeyi tercih etti” şeklinde konuştu.

HERKES KOMPLODAN PAY ALDI

İmralı tecridinde kimlerin çözümden, kimlerin ise çözümsüzlükten yana olduğunun görüldüğünü kaydeden Av. Emekçi, Abdullah Öcalan’ın çözüm arayışının 1993 yıllarına kadar gittiğini ve 93’teki çözüm sürecini sabote eden güçlere bakmak gerektiğini söyledi. “33 asker komplosunu organize eden kimlerdi? 95’te Sayın Öcalan'ın çözüm çabasına yönelik bombalı suikasti yapan kimlerdi?” diye soran Av. Emekçi, şunları ifade etti: “Bunlar, yerel Gladio ve NATO unsurları, İngiltere, ABD ve İsrail teknolojisi tarafından organize edildiler. Yani barışın çözümünü istemeyen güçler, bugün de yine aynı saikle hareket ediyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinde de aynı güçlerin payı vardı. Kenya bile milyar dolarlarca karşılıksız hibe aldı. Rusya ve diğer tüm aktörler paylarını aldı.”

TECRİDİN HUKUKSAL ZEMİNİ YOK

Tecridin hukuksal zemininin olmadığını, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hukuksuzluklar sergilendiğini, AİHM kararlarının bile uygulanmadığını hatırlatan Av. Emekçi, “Verilen disiplin cezalarının hepsi politik kararlardır. Hukukla alakası yoktur. Zaten CPT bile 2020 raporunda çok açık ve net şekilde diyor ki; biz disiplin cezalarını inandırıcı görmedik, aldatıcı gerekçelerdir. Yine avukat yasaklamalarının yasal ve maddi değerleri yoktur. Avukat ve aile görüşlerini, 15 Temmuz 2016’ya kadar ‘koster bozuk, hava muhalefeti’ ile engelliyorlardı. Artık bu gerekçeler herkese komik gelmeye başlayınca bu kez ‘disiplin cezalarını’ gerekçe göstermeye başladılar” dedi. 

MUTLAK TECRİT KARARI

İnfaz Hakimliğinin 20 Temmuz 2016’daki kararının bugünkü mutlak tecridin temelini oluşturduğunu söyleyen Av. Emekçi, şunları paylaştı: “Bu kararda, haberleşmenin, avukatların, mektupların ve aile görüşünün engellenmesi sağlandı. Mutlak tecridin yasal kılıfı böyle oluşturuldu. Buna da ‘mahkeme kararı’ dediler. Avukat yasaklamalarının ne yasal nede maddi dayanakları var. Yine ailenin görüş taleplerine verilen ret kararlarının da hiçbir dayanağı yoktur. Devlet, 20 Temmuz 2016’da verdiği İnfaz Hakimliği kararıyla bugün yaptığımız tüm başvuruların engellenmesi için zemin hazırlamış oldu.”

'ÖCALAN YASALARI' NELERDİR?

‘Öcalan Yasaları’nın ne anlama geldiğine ilişkin de konuşan Av. Emekçi, şu bilgileri verdi: “Öcalan Yasaları, çok ilginçtir. Bir devlet, kendi hukukunu bir kişiye göre tepetaklak ediyor. Ceza İnfaz Kanunu ve Ceza Kanunu’nu diğer mevzuatlarının hepsini bir kişiye göre yeniden düzenliyor. Öcalan yararlanmasın olmasın diye öğrenci affını bile şarta bağlıyorlar. Hangi yasa çıkarsa çıksın bu memlekette, önce Öcalan yararlanır mı yararlanmaz mı diye bakıyorlar. Yani sistem, kendini bir kişiye kilitlemiş. Çıkarılan tüm yasalar, ilk önce İmralı’da uygulanıyor. Ondan sonra Türkiye'ye yaygınlaştırılıyor. 5275 Sayılı Ceza İnfaz Kanunu, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe girdi. Yine aynı tarihte ilk avukat yasağı Öcalan’a uygulandı. Avukat ve müvekkilin görüşmesini kasede alınması uygulanması ilk olarak Öcalan’da uygulandı. Bu, hukuk sisteminin temel ilkesinin alt üst edilmesidir. Yine kitaplara kısıtlılık kararının getirilmesi de ilk olarak İmralı’da uygulandı. Genel olarak mahpus haklarının kısıtlanması kararlarının hepsinin ilk olarak burada uygulandığını görüyoruz.” 

İmralı’nın, tecrit zihniyetiyle kurulmuş bir sistem olduğunu kaydeden Av. Emekçi, 2015 yılına kadar ağırlaştırılmış tecrit, o tarihten sonrası ise mutlak tecrit dönemine geçildiğini söyledi. Av. Emekçi, “Artık bunun ötesi yok. Dış dünyayla bağının hiçbir şekilde olmadığının ötesi yoktur. Bu, artık bir insanı diri diri gömmedir, yani fiili idamdır. İmralı Cezaevi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kurulmuş bir cezaevi değildir. Devletler hukukunun dışına çıkılarak dizayn edilmiş bir cezaevidir. Oradaki kuralların hiçbiri ne ulusal hukukta ne de uluslararası hukukta yer alıyor” diye konuştu. 

AİHM KENDİ İLKESİNİ TANIMADI

Abdullah Öcalan’ın korsanca yakalanıp, idam cezası olan bir ülkeye iade edilmesinin bile Dublin Antlaşması’na aykırı olduğunu ve bir kişinin güvenlik hakkının ihlali anlamına geldiğini söyleyen Av. Emekçi, şunları dile getirdi: “Öcalan’ın korsanca yakalanması ve güvenlik hakkının ihlal edilmesi bile tek başına uluslararası hukuka aykırıdır. İmralı, MİT-CIA protokolünün sonrasında 4 Şubat’ta boşaltılmış bir cezaevidir. Zaten 15 Şubat’ta Türkiye’ye getirildi. AİHS’in 5. maddesindeki bireyin devletler karşısındaki hukuki güvenliğinin esas olduğu ilkesi çiğnendi. Devletler, hukuk dışına çıkamaz ama Öcalan konusunda hukuk dışına çıkıldı. AİHM bunların hepsini hukuka uygun buldu. Halbuki daha önce bu 5. maddede AİHM, hep birey lehine hareket etmişti. AİHM, 1999’a kadar hukuka göre devletler çizgisinde iken, o tarihten sonra devletlere göre hukuk çizgisinde olmayı tercih etti. Ondan sonra da zaten Guantanamo'nun yolu açılmış oldu.” 

DEVLETLERE GÖRE HUKUK

AİHM’in 2005’teki kararına da değinen Av. Emekçi, şunları ekledi: “O kararın özünde, Abdullah Öcalan’ın tehlikeli biri olduğu ve uluslararası anlaşmalarla korsanca kaçırılabilir, deniliyor. Yani Öcalan tehlikeli bir kişi olduğu için ona Dublin Antlaşması uygulanmayabilir. Uluslararası iltica haklarının olmadığı, yine idam cezası olan bir ülkeye iade edilebileceği savunuldu. AİHM, 5. maddeyi devletler lehine yorumladı. Tersine karar verdi. O yüzdendir bugün CPT bizlere tatmin edici bir cevap vermiyor. 23 yıldır buraya gelip gidiyorlar. Raporlar sunuyor, tavsiyelerde bulunuyor ama Türkiye, hiçbirini uygulamıyor. 23 yıldır CPT’nin tavsiyelerine uymayan bir hükümet gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Tüm bunlara rağmen CPT halen beklenen tepkiyi göstermiş değil. Daha önce bir kere yaptılar, Türkiye hemen görüşlerin önünü açtı. Genel olarak CPT’nin Türkiye’yi kayırdığını görüyoruz.”