MAKALE

Barış, aktif demokrasi mücadelesiyle sağlanır

Şu anda Türkiye halklarının önündeki acil görev, demokrasiyi yaratmak için kavga etmektir, mücadele vermektir. Dolayısıyla bu iktidara karşı her yol ve yöntemle direnenler barışçı olur. Yoksa barıştan söz etmek zalime boyun eğmek olur.

Türkiye’de içi boşaltılan kavramların başında barış gelmektedir. O kadar içi boşaltılmıştır ki, barış karşıtı tutumlar bile barış kavramının içine sokuşturulmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlere karşı özel savaş devleti olarak kurulduktan bu yana en başta da kavramları çarpıtma ve içini boşaltma çabası içinde olmuştur. İçi boşaltılmayan kavram ve kuram kalmamıştır. Türkiye’de hiçbir kuram ve kavram evrensel anlamlarıyla kullanılmamaktadır. Aksine evrensel anlam ve uygulamalarından farklı hale getirmek için özel bir çaba gösterilmektedir. Özel savaşın bir yönüyle de kavramları ve gerçekleri çarpıtmak olduğu Türk devlet gerçeğinde çok çarpıcı biçimde gözler önüne serilmiştir. 

Barış, toplumların ve bireylerin birbirlerinin varlıklarına ve değerlerine saygılı olarak bir arada yaşamalarını ifade eder. Bu nedenle içinde eşitlik, adalet, birbirine saygı ve empati yapma vardır. Kuşkusuz barış kavga etmemenin de karşılığı olmaktadır. Ancak sadece kavganın olmaması ya da sükunet barış kavramının içerdiği değerlere denk gelmemektedir. Eğer bir yerde zalim, zorba toplumları ve insanları susturmuşsa, bir sessizlik varsa orada barış var denilemez. Ya da mazlumun, hakkı gasp edilenin zalime karşı mücadele etmemesi barış kavramıyla izah edilemez. Barış, zalime karşı, diktatöre karşı, haksızlığa karşı susmak olamaz. Barış, birinin diğerine her şeyi kabul ettirmesi olamaz. Kavga ve gürültü yoksa orada barış var demek, barış kavramına yapılan en büyük haksızlık olur. Adalet ve eşitliğin olduğu yerde barıştan söz edilebilir. Ya da adalet ve eşitliğin olduğu yerde barış olur. Toplumlar ve insanlar adalet, eşitlik, vicdan ve hakkaniyetin olduğu yerde kavga etmezler. Böyle ortamlarda kavga etmek akıl dışılıktır, barış düşmanlığıdır. Bu da toplum ve insan düşmanlığıdır. 

Toplum ve insan düşmanlığı aynı zamanda hak, adalet ve eşitliğin olmadığı yerde susmaktır. Zalime karşı çıkmamak barış düşmanlığıdır. Barış konusunda sorumsuz davranmaktır. Barış yaratmak, toplumların ve insanların birincil temel görevidir. Bu da en başta zalime, zulme ve diktatörlüğe karşı durmakla, yani kavga etmekle olur. İslam dini bile kendini barış dini olarak tanımlamıştır. Bunu da haksızlığa karşı mücadele olarak ifade etmiştir. Haksızlığa karşı mücadeleyi barış kavramıyla, yani İslam’la özdeşleştirmiştir. Hıristiyanlık da kendini barışla özdeşleştirmiştir. Ama bunun temelini de hak, adalet, eşitlik ve hakkaniyete dayandırmıştır. İnsanlığa bu temel değerleri hedef göstermiştir. İnsanlık tarihinin en büyük iki dini haksızlığa karşı mücadeleyi insanların önüne temel görev olarak koymuştur. Çünkü barış ancak bu temelde yaratılabilir. 

Kavga özellikle günümüz dünyasında haksızlığı ortadan kaldırmanın ve barış yaratmanın en temel yoludur. Barış, kavganın olmasını engellemek ve kavgayı bitirmek için yapılır. Barış yapıldığı an ya da gerçek barış olduğu zaman kavga etkenleri ortadan kalkmış olur. Yoksa zalim baskıyla haksızlığı, eşitsizliği ve adaletsizliği yaratmışsa ve zulmüyle korkuyu, sessizliği sağlamışsa orada barış var denilemez. Buna tarihte Pax Romana, yani güçlünün barışı demişlerdir. Zulmün yarattığı sessizlik böyle tanımlanmıştır. 

Tarihte en büyük savaşlar haksızlığın ve adaletsizliğin olduğu zamanlar ortaya çıkmıştır. Tabii ki zalimlerin, egemenlerin, sömürücülerin daha fazla egemen olmak ve sömürü tekelini ele geçirme amaçları da büyük savaşlar ortaya çıkarmıştır. Yine devletlerin ya da zalimlerin yaptığı savaşlar ya da saldırılar sonrası karşı tarafa kabul ettirdiği ağır koşullar da büyük savaş etkenleri olmuştur. Tarihin en büyük, en kanlı savaşı olan İkinci Dünya Savaşının Almanya’ya dikte ettirilen ağır koşulların sonucu gerçekleştiği söylenir. Kuşkusuz tek etken bu değildir. Ancak İkinci Dünya Savaşının en temel aktörü olan Hitler’in Wersay Antlaşmasıyla dikte ettirilen ağır koşulların propagandasını yaparak; bu temelde milliyetçiliği ve şovenizmi kışkırtarak kendini güç ve iktidar yaptığı gerçekliği vardır. Hitler, Alman onuru kırılmıştır deyip toplumun duygularına seslenmiş, bunun üzerinden faşist diktatörlüğünü örgütlemiş ve kurumlaştırmıştır. 

Kapitalizm, kapitalist emperyalizm ve onun soykırımcı ulus devlet anlayışı haksızlığı, baskıyı ve zulmü dünyanın her köşesine kadar taşımıştır. Bu nedenle savaşlar kapitalizmle birlikte yaygınlaşmış, en ücra köşelere taşınmıştır. Eskiden devletler arası savaş sadece birinin diğerini biat ettirmesi amacıyla yürütülürken, şimdi biat tüm toplum ve bireylere kadar uzatılmıştır. Özellikle ulus devlet anlayışı tüm etnik ve dinsel toplulukların yok edilmesine, yani tekleşmeye dayandırıldığı için kapitalizm çağı topluluklara karşı savaş, yani soykırım çağı haline gelmiştir. Kapitalizmden önce de savaşlar ve katliamlar görülmüştür. Ancak bunlar iktidar ve hakim olmak için yapılmıştır. Yoksa bir toplumu ve halkı tümden ortadan kaldırmak amaçlı, soykırım amaçlı yapılmamıştır. Kapitalizmle birlikte planlı, programlı, örgütlü, hedefli, yani taammüden soykırımlar gerçekleştirilmektedir. 

Ulus devlet zihniyeti ve tek renkli toplum yaratma amacı tüm topluma karşı bir savaş durumudur; insanlığa karşı bir savaş durumudur. Böyle bir savaş karşısında yapılacak şey, bu zihniyeti, politikayı ve uygulamayı ortadan kaldıracak mücadele vermektir. Yani ulus devletle kavga etmektir; onun sağladığı güçlünün barışı durumunu bozmaktır. Güçlünün barışını bozmak, en büyük barış savunuculuğudur. Bu çerçevede demokrasi mücadelesi de en büyük barış savunuculuğudur. Ya da günümüzde aktif demokrasi mücadelesi vermeden barış savunuculuğu yapılamaz. Demokrasi demek, haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği, baskıyı ve zulmü ortadan kaldırmak demektir. Bireylerin ve toplulukların irade haline getirilmesi demektir. Yani barışı ortadan kaldıran etkenleri ortadan kaldırmak barış savunuculuğu yapmak olur. Demokrasi mücadelesiyle barış olur. Demokrasi mücadelesi vermeyenler, bunun için bedel vermeyi göze almayanlar barışçı olamazlar. Türkiye gerçeğinde ise demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek ve Türkiye’yi gerçek demokratikleşmeye kavuşturmak barış savunuculuğu olur. 

Türkiye’de Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm topluma karşı çok ağır ve yaygın haksızlıklar vardır. Türkiye’deki mevcut siyasal, toplumsal ve ekonomik sistemin ya da AKP iktidarının mağdur ettiği birçok topluluk vardır. Türkiye’de demokrasi yok; aksine Kürtler ve Aleviler üzerinde baskı, zulüm ve soykırım politikası yürütülüyor. Bu durumda barış olsun, kavga olmasın demek, Kürt’e, emekçilere, Alevilere, kadına ve gençlere bu soykırım sistemine, zulüm ve baskıya boyun eğ demektir. Boyun eğilmesi barışçılık değildir. Türkiye’de sadece ve sadece demokrasi mücadelesi kavgası verenler barışçı olurlar. Şu anda Türkiye halklarının önündeki acil görev, demokrasiyi yaratmak için kavga etmektir, mücadele vermektir. Dolayısıyla bu iktidara karşı her yol ve yöntemle direnenler barışçı olur. Yoksa barıştan söz etmek zalime boyun eğmek olur. Hele hele Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı gibi her gün tek tek diyerek ezmekten, kesmekten, biçmekten, kök kazımakta söz eden bir iktidara karşı mücadele etmek ve savaşmak barış savunuculuğudur. Bunun dışında kullanılan barış kavramları demagojidir, güçlüye boyun eğmenin söylemi ya da kılıfıdır. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA