Bayık: Kürt gerçeği, Önder Öcalan gerçeğiyle iç içe geçmiştir

Cemil Bayık, 16 Nisan tarihinde yapılacak referanduma ve Kürt halkının tavrına ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Bayık, ‘’Demokratik olmayan her şey Kürt halkı düşmanıdır’’ dedi.

Medya Savunma Alanları’na ve Kandil’e operasyon yapılacağının uzun bir süredir belirtildiğini söyleyen Bayık, “AKP iktidarı çok sıkıştığından, gerçekten çökme noktasına geldiğinden, yine referandumu mutlaka kazanmak istediğinden karadan da bir operasyon yapma ihtimali bulunmaktadır. Biz bunu bir ihtimal olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Bayık, Kandil’in boşaltılmayacağını da vurgulayarak, Kürt Özgürlük Hareketinin her türlü saldırıya karşı direneceğini söyledi.

Cemil Bayık, 16 Nisan tarihinde yapılacak referanduma ve Kürt halkının tavrına ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Bayık, ‘’Demokratik olmayan her şey Kürt halkı düşmanıdır’’ dedi. Bayık, AKP'nin referandum öncesinde asker cenazesi görmek istediğini ve bunun için operasyonlara hız verdiğini belirtti. 

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın ANF’nin sorularına verdiği yanıtların 2. Bölümü şöyle:

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit devam ediyor. Bu sürecin ilk saldırısı İmralı’da oldu onun için oradan başlamak istiyoruz. Sayın Öcalan’a yönelik tecridin mevcut süreçle bağlantısını biraz açar mısınız?

Daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi şu andaki şiddetli çatışma ortamının kararı 30 Ekim 2014 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında verildi. Önder Apo bu gerçekliği gördü; üç aşamalı bir demokratik çözüm taslağı sunarak bu savaşı önlemek istedi. Yürüttüğü çabalar sonucu 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Mutabakatını yayınlattı.

Dolmabahçe Mutabakatı, Erdoğan ve Saray Gladyosunun Milli Güvenlik Kurulunda askerlerle savaş kararı alması ve Ergenekoncularla savaş ittifakı yapmasına karşı yapılmış bir hamleydi. Nitekim Tayyip Erdoğan Dolmabahçe Mutabakatının kendilerinin öngördüğü savaşın önünü kesmek olduğunu görerek Dolmabahçe Mutabakatını reddetti. Dolmabahçe Mutabakatını reddederek savaş yürüteceklerini açıkça ortaya koymuşlardır. Dolmabahçe Mutabakatının reddedilmesini böyle anlamak gerekir. Zaten Şubat ayında İç Güvenlik Paketi denilen bir paket çıkararak 7 Haziran seçimlerinden sonra yürütecekleri savaşın, saldırıların hukuki altyapısını oluşturmuşlardır. Bu nedenle Tayyip Erdoğan ve Saray Gladyosu bu savaş politikalarını rahat yürütebilmek için Dolmabahçe Mutabakatını reddettikleri gibi, Önder Apo'ya ağır tecrit uygulamışlardır. Yürütülecek savaş karşısında Özgürlük Hareketini ve demokrasi güçlerini güçlendirecek herhangi bir çaba içinde olmasın düşüncesiyle Önder Apo üzerinde ağır tecrit uygulamışlardır. Önder Apo'nun herhangi bir tutumunun, hamlesinin, politik yaklaşımının AKP iktidarının 2014 30 Ekim’de alınan savaş kararını zayıflatabileceğini, boşa çıkarabileceğini düşünerek Önder Apo üzerinde ağır tecrit uygulamışlardır.

Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye amacını taşıdıkları ve bu amaçla savaşı sürdürdükleri müddetçe Önder Apo'ya yönelik tecridi kaldırmaları bir yana daha da ağırlaştırıp sürdüreceklerdir. Bu tecrit ve yürütülen psikolojik savaşın bir amacı da Önder Apo’nun bu savaş politikalarına karşı duruşunu kırmaktır. Önder Apo İmralı’daki duruşuyla savaş politikalarına, AKP politikalarına tutum almıştır. Mehmet Öcalan’la 2016 Eylül’ünde gerçekleştirdiği görüşmede bu tutumu net görülmüştür. AKP-MHP’nin Kürt Özgürlük Hareketini bastırma politikası ve saldırıları karşısında Önder Apo'nun gösterdiği tutum gevşetilmeye çalışılmaktadır. Çünkü Özgürlük Hareketimizin direnişi AKP-MHP iktidarını çökme noktasına getirmiştir. Önder Apo bu savaşta herhangi bir tutum almak istememektedir. Açıkça AKP-MHP iktidarına da Kürt Özgürlük Hareketi'ne de ne yapıyorsanız yapın, nasıl savaşıyorsanız savaşın demektedir. AKP iktidarının bir çözüm politikası olmadığına ve zorla, şiddetle ezmek istediğine göre, Önder Apo'nun yaklaşımı da “o zaman ne haliniz varsa görün, buyurun savaşın” biçiminde olmaktadır.

‘ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİN TUTUMU DİRENİŞ OLMUŞTUR’

Önder Apo, AKP-MHP iktidarının tutumuna çok öfkelidir. Önder Apo'nun AKP-MHP iktidarının savaş politikasını onaylamaması ve yapılan uygulamaları kabul etmemesi Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı açısından bu iktidara karşı mücadele etme anlamına gelmektedir. Eğer Önder Apo’nun makul yaklaşımlarına rağmen bir çözüm politikası olmuyorsa, savaşta ısrar ediliyorsa, o zaman Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının üzerine düşen görev de böyle bir saldırıya karşı direnmek olmaktadır. Nitekim Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı AKP-MHP iktidarının bırakalım çözüm zihniyetinin olmasını, Kürt’ün özgürlük mücadelesini ezmek istemesine karşı direnişten başka bir yol olmadığını görmektedir ve bunun gereklerini yerine getirmektedir. 24 Temmuz’dan bu yana Kürdü yok etme savaşına karşı Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi'nin ortaya koyduğu tutum bedelleri ne kadar ağır olursa olsun direnişçi tutum olmuştur.

Halk direnirken, Özgürlük Hareketimiz direnirken halkın Önder olarak gördüğü Kürt Halk Önderine ağır tecrit uygulanacaktır. Önder Apo'nun halkla, örgütle teması kesilecektir. Bu, Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve Kürt halkına yönelik yürütülen savaşın gereğidir. Bu gerçekliği görmek gerekiyor. Önder Apo'ya yönelik bu ağır tecrit zaten Kürt halkına karşı savaştır, soykırım savaşıdır. Bir halkın Önderliğine yaklaşım, o halka yaklaşımdır. Tüm dünyada böyledir, Kürdistan'da daha fazla böyledir. Bu açıdan Önder Apo'ya yaklaşımın Kürt sorununa yaklaşımla bağı olduğu açıktır. Kürtler üzerinde soykırım politikası yürütülürken, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ezilmek istenirken tabii ki onun Önderliğine de ağır tecrit uygulayacaklardır. Ama bu ağır tecritten ve ağır baskıdan sonuç almaları mümkün değildir. Önder Apo artık bu halka mal olmuştur, tarihe mal olmuştur, insanlığa mal olmuştur, Kürt Özgürlük Hareketi'nin her şeyinde içselleşmiştir. Önder Apo'nun felsefesi, ideolojisi, paradigması, düşünceleri artık bir halk gerçeği, bir örgüt gerçeği, bir özgürlük mücadelesi ve insanlık mücadelesi gerçeği haline gelmiştir. Bu açıdan Önder Apo daha zindana düşmeden önce de uluslararası komplodan önce de “ben nerede olursam olayım rolümü oynarım, mezarda da olsam rolümü oynarım” diyerek yarattığı Önderlik gerçeğinin karakterini ortaya koymuştur. Bu yönüyle Önder Apo'yu ne kadar tecrit etseler etsinler, Önder Apo'nun düşünceleri, ideolojisi, mücadele anlayışı, özgürlük tutkusu halkın özgürlük mücadelesinde yaşayacaktır. Özgürlük Hareketimizin mücadelesinde pratikleşecektir. Bu yönüyle bu tecritten bir sonuç almaları mümkün değildir.

‘ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ İLE KÜRT HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜ İÇ İÇE GEÇMİŞTİR’

Artık Kürt gerçeği yirmi beş yıl, elli yıl, yüz yıl öncesi gibi değildir. Mevcut Kürt gerçeği ve mücadele gerçeği Önder Öcalan gerçeğiyle iç içe geçmiştir. Bunları koparmak, kopararak sonuç almak mümkün değildir. Bu süreç şu anlama gelmiştir; Önder Apo'nun özgürlüğüyle Kürt halkının özgürlüğü iç içe geçmiştir. Önder Apo'yu özgürleştirme mücadelesiyle Kürt halkını özgürleştirme mücadelesi bu süreçte yan yana yürüyecektir. Halkımız bu gerçekliği çok iyi görmüştür. Bu açıdan Önder Apo'ya sahiplenme, Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele etmeyle Kürt halkının özgürlük mücadelesi iç içe yürümektedir. Çünkü Önderliğine sahiplenmeyen bir halkın kendi özgür ve demokratik yaşamına sahiplenmeyeceğini çok iyi bilmektedir. Tarih içinde yaşananlar ve edinilen tecrübe bu konuda Kürt halkının çok derin bir bilince ulaşmasına yol açmıştır.

Öte yandan bu tecrit Kürt halkının tutumunu, duruşunu da belirlemektedir. Halkımız Önder Apo'ya bir tutum varsa bu Kürt halkına tutumdur, bu Kürt’ün özgür yaşamına tutumdur düşüncesiyle kendini örgütlemekte ve mücadelesini geliştirmektedir. Bu yönüyle Kürt halkının mücadele duruşuna, tutumuna, yaklaşımına Önder Apo'ya yaklaşım ve Önder Apo'nun zindandaki duruşu yön vermektedir. Önder Apo gerçeğiyle özgürlük mücadelesi gerçeği arasındaki diyalektik bağı Kürt halkı çok iyi kavramıştır. Önder Apo'ya yaklaşımın ne anlama geldiğini çok iyi bildiğinden buna göre de tutumunu, duruşunu belirlemekte ve mücadelesini sürdürmektedir.

Son dönemlerde kırsal kesimlere yönelik kapsamlı askeri saldırılar var. Nusaybin’le başladı, Amed’de devam ediyor, başka yerlerde de hazırlık yapıldığı söyleniyor. Geçen yıl şehirlerde, bu yıl köylerde yapılan bu uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP-MHP iktidarı iç ve dış politikada her konuda başarısız olmuştur. Son iki yılda Türkiye'nin iç ve dış politikada yaşadığı başarısızlık Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde yaşanmamıştır. AKP-MHP iktidarının elle tutulacak hiçbir yanı kalmamıştır. En son Almanya’yla, Hollanda’yla yaşanan durumlar da ortadadır. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu duruma düşmemişti, bu kadar itibarsızlaşmamıştı. Kuşkusuz şimdi Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı her durumu kendi iktidarları için yararlanma politikası yürüttüklerinden, bu son gerilimi de referandumda evet oyunu yükseltmek için değerlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu gerçeklik AKP iktidarının kirli karakterini ortaya koymaktadır. AKP-MHP iktidarı öyle kirli karakterdedir ki, insanların kanı üzerinden, Türkiye'nin itibarı üzerinden, itibarsızlığı üzerinden, Türkiye'nin her türlü imkanı üzerinden kendi iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır. Halk zarar görmüş, Türkiye zarar görmüş, toplum zarar görmüş, insanlık zarar görmüş, bunlar AKP-MHP iktidarının umurunda değildir; tek düşündükleri kendi iktidarlarını sürdürmektir. Bu açıdan başarısız olan AKP-MHP iktidarının tek söylemi kalmıştır. Ben terörü ezeceğim, PKK'yi bitireceğim söylemi ve politikası dışında başka sarılacağı hiçbir şeyi kalmamıştır. Bu konuda da niye bitirmedin sorunları şimdiye kadar haklı olarak sorulmaktadır. Ama MHP’yi yanına almış, Ergenekoncuları yanına almış, belirli faşist ulusalcı kesimleri yanına almış, bunlara dayanarak bu politikayı yürütmektedir. “Ben PKK'yi ezeceğim, tasfiye edeceğim” diyerek halkı kandırıp iktidarını bir dönem daha sürdürmeye çalışmaktadır. AKP iktidarı geçen yıllarda iktidarını “ben Kürt sorununu, şu sorunu çözeceğim” biçiminde sürdürürken, çözüm politikası olmadığından bu sefer de ezeceğim üzerinden iktidarını sürdürme politikasına yönelmiştir. AKP iktidarının son zamanlarda bitireceğiz, şöyle ezeceğiz, böyle kıracağız demesinin nedeni budur.

‘AKP/MHP’NİN SALDIRILARI ÇÖKMEKTE OLAN İKTİDARIN AYAKTA TUTUNMA ÇABALARIDIR’

Bunun için de kendilerine göre bazı operasyonlarla PKK'ye darbe vurduğunu göstermek istemektedir. On binlerce askeri bu soğuk zamanlarda dağlara sürerek birkaç gerillayı öldürüp bunu bir başarı gibi göstermeye çalışmaktadır. Yani Türkiye'nin bütün imkanlarını, her şeyini kullanarak aynı Sarıkamış’ta Enver Paşa’nın yaptığı gibi on binlerce askeri dağa taşa vurarak kendine göre bazı küçük başarılar elde edip, bunu kamuoyuna sunup, bak darbe vurdum deyip kendini yaşatmak istemektedir. Bu saldırıların amacı budur. Nusaybin’de saldırdı, Amed’te operasyon yapıyor, Botan’da operasyon yapıyor, Dersim’de operasyon yapıyor. Bunların hepsi çökmek üzere olan, zayıflayan AKP-MHP iktidarının kendini ayakta tutma çabalarıdır. Zaten 2014’te gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında savaş kararı almaları iktidarlarını ancak bu yolla sürdüreceklerini görmelerindendir. Tamamen bir savaş hükümeti haline gelmişlerdir. Bu yönüyle Dolmabahçe Mutabakatı reddedilmiş, Önderlik üzerinde tecrit uygulanmış, 7 Haziran seçimleri yok sayılmış, seçimden önce bombalar patlatılmış, seçimden sonra Suruç’taki gençler katledilmiş ve Lozan Antlaşmasının yıldönümünde de Kürt Özgürlük Hareketini ezme, Kürt halkının iradesini kırıp sindirme saldırıları yürütülmüştür.

Tayyip Erdoğan ve Saray Gladyosu Kürt Özgürlük Hareketini ezebilirlerse, bunun üzerinden yeni bir hegemonik sistem kuracaklardır. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketini ezmeden, tasfiye etmeden iktidarda kalmaları, iktidarlarını sürdürmeleri mümkün değildir. Türkiye'deki siyasal durum bu noktaya gelmiştir. Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle, demokrasi güçlerinin özgürlük mücadelesiyle Türkiye'nin geldiği nokta şudur; ya demokratikleşerek sorunları çözeceklerdir, ya da savaşla Kürt Özgürlük Hareketini ve demokrasi güçlerini ezme politikası yürüteceklerdir. Yani böyle keskin bir mücadele dönemine girilmiştir. Bu gerçekliğin görülmesi gerekiyor. Artık eski aldatma, oyalama, yani ara politikalar dönemi bitmiştir. Ya demokratikleşme ya da demokrasi karşıtı bir şiddet, savaş, faşist politika izlenecektir. AKP-MHP iktidarının yürüttüğü politikayı böyle görmek, böyle ele almak gerekmektedir.

AKP-MHP ittifakı bir referanduma gitmektedir. Bu referandumla şu andaki ittifaklarını, uyguladıkları yönetim gerçeğini resmileştirmeye, meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle bu operasyonlarla da nasıl teröre karşı mücadele edildiğini, nasıl PKK'ye darbe vurulduğunu gösterip kamuoyunu aldatıp referandumdan başarılı çıkmak istemektedirler. Bu yönüyle on binlerce askeri her yerde dağa taşa sürmesini, ölüme göndermesini aynı zamanda referandum operasyonları olarak da değerlendirmek gerekmektedir.

Bu operasyonları Kürt’ün ölümü, soykırımı üzerine bir iktidar yürütmek, bir sistem kurmak olarak gördüğümüzden, biz de buna karşı 24 Temmuz’dan bu yana tarihi bir direniş vermekteyiz. Bu tarihi direnişimizin Türkiye'yi son iki yıldır iç ve dış politikada ne hale getirdiği ortadadır.

Birçok yerde askeri operasyon var. Medya Savunma Alanlarına yönelik de hava saldırıları sürüyor, ama karadan bir operasyonun olacağına dair güçlü işaretler var. Siz böyle bir şey bekliyor musunuz?

Operasyonlar iç eyaletlerde sürmektedir. Türk devleti sadece Bakurê Kurdîstan'da değil, Rojava’da da Kuzey Suriye’de Kürtlere saldırmaktadır. En son Şengal’de KDP'nin saldırısı vardır. Bu da Türkiye'nin politikalarıyla bağlantılı bir saldırıdır. Türk devleti, AKP-MHP iktidarı Kürt halkına yönelik saldırıları her yerde sürdürmektedir. Çünkü AKP-MHP Kürdü bitirme üzerine iktidarını kurmuştur. Bu açıdan Kürdün Kürdistan’ın bütün parçalarında ve Ortadoğu'da elde ettiği kazanımları tasfiye etmek istemektedirler. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşı da her yerde sürdürmektedirler. İkizkulelerin vurulmasından sonra ABD'nin, Bush yönetiminin ortaya attığı önleyici müdahale stratejisinin taklidini yaparak, biz de PKK neredeyse oraya gidip vururuz, demektedirler. Kendilerine göre böyle bir yeni strateji, politika benimsemişlerdir. Aslında bu kadar güçleri yoktur, ama kendilerini güçlü göstermeye çalışmaktadırlar. Ortadoğu'da eski dengelerin yıkıldığı, yeni dengelerin kurulduğu süreçte kendilerini güçlü gösterip Kürtlerin kazanım elde etmesinin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Bu kadar saldırmalarının bir yönü de bunu ifade etmektedir.

Medya Savunma Alanlarına ve Kandil’e operasyon yapılacağı uzun süredir belirtilmektedir. Bunun bir kısmı psikolojik savaş amaçlıdır. Kendisinin sürekli operasyon yapacağını, operasyon gücü olduğunu gösterme amaçlı böyle bir algı yaratma politikası yürütmektedir. Bu açıdan psikolojik savaş yönü de bulunmaktadır. Ama AKP iktidarı çok sıkıştığından, gerçekten çökme noktasına geldiğinden, yine referandumu mutlaka kazanmak istediğinden karadan da bir operasyon yapma ihtimali bulunmaktadır. Biz bunu bir ihtimal olarak değerlendiriyoruz. Çünkü faşist iktidarlar kaybetmeye gittiklerinde böyle maceralara girişirler. Kendilerini ayakta tutmak için bu tür savaş politikaları izlerler. İç sorunları dışa taşırmak için, içerideki sıkışıklığı gidermek için bu tür dışa yönelik saldırılar yaparlar. AKP-MHP iktidarı tam da bu karakterde bir iktidardır. Bu yönüyle kendini ayakta tutmak için de olsa böyle bir operasyon yapma ihtimali vardır. Nitekim Kılıçdaroğlu AKP-MHP iktidarının boşalmış Kandil’e bir operasyon yapacağını, Kandil’e bir bayrak dikerek referandumda kazanmayı hedeflediğini söylemiştir. Herhalde Kılıçdaroğlu bir yerlerden bir bilgi almıştır. Ne de olsa CHP’dir, CHP’ye çeşitli biçimlerde bazı yerlerden bilgi akabilir, gidebilir. Bu yönüyle Kılıçdaroğlu’nun o söylemini de ciddiye almak gerekir. Belki de Kılıçdaroğlu’nu böyle bir konuşmaya sevk eden yönlendirme de yapılmış olabilir. Ama biz yine de ciddiye alıyor, ona göre yaklaşıyoruz.

‘BÜYÜK BEDELLER ÖDENEREK OLUŞTURULMUŞ KANDİL’İN BOŞALTILAMAYACAĞI AÇIKTIR’

Kandil’in boşaltılmayacağı açıktır. Kandil niye boşaltılacakmış? Büyük bedeller ödenerek oluşturulmuş Medya Savunma Alanlarını ve Kandil’i gerillanın, Özgürlük Hareketi'nin boşaltmayacağı açıktır. Bunu da bir psikolojik savaş olarak yürütmektedirler. Sadece Kılıçdaroğlu söylemedi. AKP yanlısı basında da birkaç defa Kandil’in boşaltıldığı gibi haberler yapıldı. Böyle haberler yaparak kendilerini çok akıllı sanıyorlar, psikolojik savaş yürütüp algı yaratmaya çalışıyorlar. Ama biz bu algı operasyonlarıyla neyi amaçladıklarını biliyoruz.

Operasyon yapabilirler. Bu konuda Kürt Özgürlük Hareketi, gerillalar her zaman hazırdır. Bu yönüyle rehavet içinde olma durumu yoktur. Hele Üçüncü Dünya Savaşının sürdüğü Ortadoğu'da neyin ne zaman olacağı önceden çok kestirilemez. Siyasal dengeler, ilişkiler, ittifaklar kısa sürede değişmekte, dağılmaktadır. Bu açıdan Üçüncü Dünya Savaşının sürdüğü dönemde Özgürlük Hareketi ve gerillalar olarak her yerde kendimizi hazır tutuyoruz, hazır tutmak zorundayız. Üçüncü Dünya Savaşının sürdüğü bir dönemde herhangi bir yerde gevşek bir yaklaşım olabilir mi? Bir rehavet içinde olunabilir mi? Bu açıdan gerillanın herhangi bir operasyona karşı her yerde tedbirleri vardır. Nasıl bir savaş yürütecek, nasıl bir taktik uygulayacak, nasıl bir planlama olacak? A planı nedir, B planı ne olur, bunların hepsi değerlendirilmiştir.

Tek bir tutum vardır, o da direnmektir. Her yerde direnme esas alınacaktır. Başka türlü olması düşünülemez. Tabii ki masa üzerinde, kağıt üzerinde bazı işler kolay olabilir, kolay düşünebilirler, ama biz böyle çok propaganda yapılan operasyonların ne hale düştüğünü biliyoruz. Çelik Operasyonunda binlerce askerle, on binlerce askerle girdiler, büyük bir huşuyla girdiler, ama ne oldu? “Suvar hatın, peya çun”! Zap İşgal edilmek istendi, ne oldu? “Suvar hatın, peya çun”! Belki mehter marşıyla gelebilirler, ama kesinlikle İzmir marşıyla da dönerler. Bunu da böyle belirtebiliriz. Bir mücadele örgütüyüz; Kürt sorunu çözülene kadar, özgür ve demokratik yaşam sağlanana kadar da bu mücadele sürecektir. Bu açıdan bizim için yeni mücadele alanları, yeni mücadele imkanlarının ortaya çıkması herhangi bir olumsuzluk değildir, bir fırsatı ifade eder. Bu yönüyle operasyon da olabilir. Belli yerlere güç yığdıklarını söylüyorlar. Biz de takip ediyoruz, izliyoruz. Herhangi bir durumda da gerekenler yapılacaktır.

AKP-MHP hükümeti zayıfladıkça Hareketinize yönelik saldırıları arttırıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

AKP-MHP hükümetinin yaşayacağı tek dayanak vardır, o da savaşı tırmandırmaktır. Varlığını Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye bağlamıştır. Hem de kısa sürede tasfiye etme politikasına bağlamıştır. Çünkü uzun süre iktidarda kalamaz. Ya kısa sürede sonuç alacaktır ya da tasfiye olacaktır, iktidarını kaybedecektir. Bu açıdan bu kadar azgınca saldırıyor. Çünkü zaman daralıyor. AKP iktidarının önünde uzun zaman yok. Ya Kürt Özgürlük Hareketini kısa sürede tasfiye edecektir ya da kendisi tasfiye olacaktır. Bu açıdan gözü dönmüş biçimde saldırıyor. Aklını, şuurunu kaybetmiştir. Öfkeyle hareket ediyor. Özgürlük Hareketimizin direnişi onu yıpratıyor, zayıflatıyor, çöküntüye getiriyor; bu da AKP-MHP iktidarını daha da öfkelendiriyor. Öfkelendikçe de kırmızı şal görmüş boğa gibi saldırıyor. Derler ya, “öfke baldan tatlıdır”, öfkelenince bağırıyor, çağırıyor, yıkacağım, öldüreceğim diyerek kendi kendini tatmin etmeye çalışıyor. Bu yönüyle bu saldırıların arttırılması zayıflıkla ilgilidir, sıkışmayla ilgilidir, kısa sürede sonuç almak istemeyle ilgilidir.

‘TÜRK DEVLETİNİN BAŞARISIZLIĞINI KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ’NİN DİRENİŞİ ORTAYA ÇIKARIYOR’

Öte yandan iç politikadaki bütün başarısızlıkları, dış politikadaki bütün başarısızlıkları, Suriye'deki çıkmazı, ABD ile bozulan ilişkileri, Suriye ile bozulan ilişkileri, Rusya ile bozulan ilişkileri, Avrupa ile bozulan ilişkileri, ne kadar sorun varsa hepsini ortaya çıkaran Kürt Özgürlük Hareketi'nin direnişidir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin direnişi AKP'nin politikalarını çıkmazla karşı karşıya getirmiş, çökertmiştir. Çünkü tek politika vardır, o da Kürt düşmanlığıdır. Siyasi ilişkisini, askeri ilişkisini, ekonomik ilişkisini, her türlü ilişkisini Kürt düşmanlığına dayandırıyor. Kürt düşmanı olmayan herkesi de kendine düşman yapıyor. Geçen gün Almanya ile bir sorun yaşamışlar, hemen Merkel’e ‘Kandil Ablası’ damgasını vuruyorlar. Bütün ilişkilerini Kürt düşmanlığı ve PKK karşıtlığı üzerine kurunca bütün politikaları çıkmaza giriyor. Sonuç alamıyor. Çünkü herkesin, bütün dünyanın gündemiyle Türkiye'nin gündemi farklı. Herkesi kendi gündemine yedeklemek istiyor, kendi gündemi ekseninde ittifak kurup politika yapmak istiyor. Böyle olunca da hiç kimseyle uyumlu politika yürütemiyor. Kürt Özgürlük Hareketi'nin, AKP-MHP iktidarının bütün politikalarını boşa çıkardığını, zorladığını, hükümeti başarısız kıldığını, etkisiz kıldığını görüyor, öfkeleniyor, bu öfkesiyle saldırıyor.

Kuşkusuz biz 45 yıldır Türk devletiyle bir mücadele yürütüyoruz; 35 yıllık bir savaş var. Türkiye'de zihniyet değişmediği müddetçe bu savaş şöyle ya da böyle sürecek. Ama AKP-MHP iktidarının yürüttüğü savaşın içinde devlet politikasından, devlet hedeflerinden ayrı bir de kendi iktidarlarını ayakta tutma kaygısı işin içine girmiştir. Yani sorun Türkiye değildir. Türkiye'nin mevcut politikalarından öte bir de kendi iktidarlarını ayakta tutmak için bu kadar saldırganlaşıyorlar. Bu yönüyle de saldırganlığının esas yönü iktidarını ayakta tutma hırsı olduğu için keskin sirke küpüne zarar verir misali Türkiye'ye zarar veriyor, Türkiye halklarına zarar veriyor. AKP iktidarının Kürt düşmanlığı, PKK düşmanlığı artık Türkiye düşmanlığı, Türkiye halkları düşmanlığı haline gelmiştir. Öyle ki, Türkiye ekonomisini çökertme pahasına Kürt düşmanlığına ve demokrasi düşmanlığına dayalı politikayı gözü dönmüş biçimde sürdürmektedir.

Referandum öncesi milliyetçiliği daha da hortlatmak için AKP-MHP çatışmaların yoğunlaşmasını ve asker cenazelerinin daha fazla Türkiye kentlerine gitmesini mi istiyor?

Doğrudur, zaten savaşı bir de bunun için yürütüyor. 7 Haziran seçimlerinden sonra da savaşı tırmandırarak, milliyetçiliği hortlatarak kendi iktidarını sürdürmek istemişti. Ya da iktidarını ona dayandırmıştı. İktidarını 7 Haziran seçimlerini yok sayıp Kürt Özgürlük Hareketi'ne saldırarak ayakta tutmuştu. MHP ve tüm faşist şoven güçleri arkasına alarak kendisini ayakta tutmaya çalışmıştı. Tabii ki bunu 1 Kasım öncesinde yaptığı gibi, referandum öncesi de çatışmaları arttırmaya çalışıyor. Asker ve polis cenazelerinin daha fazla gelmesini, polislerin daha fazla ölmesini istiyor. Bu da kesindir. Hatta 7 Haziran öncesi bile denedi, ama o zaman çok teşhir olduğu için, koşullar olmadığı ve kendileri de hazır olmadığı için savaşı tırmandıramamışlardı. 7 Haziran öncesi kontrollü bir gerilim yapmışlar, esas olarak da IŞİD eliyle muhaliflerini susturmaya ve etkisiz hale getirmeye çalışmışlardı. Referandum öncesi de milliyetçiliği hortlatıyorlar. Cerablus ve Bab’a girişini de AKP kendi iktidarı için, referandum için kullanmaya çalışıyor. Şovenizmi ve milliyetçiliği hortlatarak kendi amaçlarına ulaşmak istiyor. Öyle Türkiye'yi, Türkiye'nin itibarını ve güçlenmesini düşündüğü falan yok. Her şeyi iktidarına endeksleyen bir Erdoğan kafası var, bir Saray Gladyosu var.

‘ERDOĞAN VE SARAY GLADYOSU İKTİDARI İÇİN HER ŞEYİ YAPAN, YAPTIRAN KARAKTERE SAHİPTİR’

Tayyip Erdoğan kadar Türkiye'nin imkanlarını iktidar aracı yapan başka bir iktidar görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir iktidar olmamıştır. Ne Demirel bunu yapmıştır ne Ecevit ne de Yılmaz. Hatta darbeciler bile bunu yapmamışlardır. Ama Erdoğan ve Saray Gladyosu kendi iktidarı için her şeyi yapan, yaptıran bir karaktere sahiptir. Bunun için referandum öncesi çatışmaları yoğunlaştırmaktadır. Sınır ötesi bir operasyon yapılırsa da bunun için yapılacaktır. Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu bile bir operasyonun bu amaçla yapılacağını anlamış. Ancak Kılıçdaroğlu Cerablus’ta, Bab’ta ne işin var, Türkiye'nin ne çıkarı var diyemiyor. Avrupa ile gerilimi niye tırmandırdın diyemiyor. Hatta AKP'ye neden bu gerilimi yaratıyorsun, Türkiye'nin itibarını neden bu hale getiriyorsun diyeceğine, AKP'yi değil de Avrupalıları suçluyor.

Kuşkusuz biz referandum öncesi asker cenazesinin çok gitmesini istemeyiz. Ama bu kadar operasyon karşısında, operasyonun bu kadar yoğunlaşması karşısında tabii ki de direnilecektir. Bu operasyonlar, saldırılar cevabını bulacaktır. Gerillaya yönelik bu kadar operasyon yapılırken, Kürt Özgürlük Hareketi'ne darbe vurulmak istenirken AKP'nin bu saldırılarına sessiz kalınması, göz yumulması mümkün değildir. Ancak AKP iktidarının referandumu kazanmak için bu operasyonları yaptığı, askerleri ve polisleri ölüme götürdüğü gerçeğinin de Türkiye halklarına iyi anlatılması gerekmektedir. Asker ve polis vurulduğunda bizi suçlayacaklarına, referandum için, oy için askerleri savaşa süren, askerleri ölüme sürükleyen AKP-MHP iktidarını sorumlu görmeleri ve tutum almaları gerekir. AKP'ye, sen yıllar önce niye Kürt sorunu savaşla çözülmez derken şimdi savaşta ısrar ediyorsun diye sormaları gerekir. Dün Türkiye halklarını bu sorunu ben çözeceğim diye oyalarken, şimdi de savaşla Türkiye halklarını oyalamaya çalışıyor. Bu yönüyle referandum öncesi savaşın bu kadar tırmandırılmasını, operasyonların arttırılmasını Türkiye halkları, demokratik siyasi güçleri doğru değerlendirmesi gerekiyor. AKP iktidarı Türk gençlerini birkaç oy almak için ölüme sürüklüyorsa, Türkiye'nin imkanlarını kullanarak savaşı tırmandırıyorsa bu halklara karşı işlenmiş bir suçtur. Bu yönüyle bu operasyonları yapan AKP gerçeğinin görülmesi gerekir.

AKP-MHP ittifak yönetimindeki Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ne imhayı dayattığını açıkça beyan ediyor. Öyle görülüyor ki, bu bahar ve yaz ayları çok çetin geçecek. Siz hareket olarak bu sürece nasıl hazırlandınız?

Biz bu saldırıların olacağını biliyorduk. Türk devletinin sıkışıklığı bu saldırıları arttıracağını ortaya koyuyordu. Bu yönüyle biz kışın da buna göre hazırlandık, bahara ve yaz aylarına da buna göre hazırlanıyoruz. Türk devleti zaten savaşı yaygınlaştırmıştır, daha da yaygınlaştıracaktır. Zaten referandum sürecinde saldırılarını arttırmış bulunuyor. Referandumda evet çıkarsa savaş tırmandırılacak. Bu yönüyle AKP-MHP iktidarı Türkiye'yi içeride ve dışarıda sürekli savaş durumunda tutacaktır. Biz de AKP iktidarının bu saldırılarına karşı hem bahar, hem yaz, hem de sonbaharda büyük bir mücadele yürüteceğiz. 2017 yılı soykırımcı Türk devletinin kaderinin belirleneceği bir yıl olacaktır. AKP-MHP beka sorunu diyordu, gerçekten de AKP-MHP iktidarının beka sorunu var. Türkiye halklarının değil, Türkiye'nin değil, AKP'nin, MHP’nin beka sorunu var. Çünkü özgürlük mücadelemiz ne Türkiye'ye ne de Türkiye halklarına karşıdır. Sadece Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümünü hedeflemektedir. Bu yönüyle Türkiye'nin beka sorunu varmış gibi bir saptırmada bulunan AKP ve MHP’nin bu saldırılarına karşı sadece Kürdistan'da değil, Türkiye'de de savaş gelişecektir, metropollere yayılacaktır. AKP iktidarının politikaları buna yol açacaktır. Çünkü referandumda evet çıkarsa zaten savaş en yoğun biçimde arttırılacaktır. AKP-MHP iktidarı zaten referandumda savaş yönetimine oy istiyor. Bir savaş yönetimi istiyor, bunu referanduma götürüyor. Bu yönüyle biz gelişecek saldırılara karşı her bakımdan hazır durumdayız. Bakurê Kürdistan'da da Türkiye'de de, Başurê Kurdîstan'da da Türk devletinin saldıracağı her yerde de direnişi sürdüreceğiz. Türk devletinin savaş politikaları öyle dikensiz gül bahçesinde elini koluna yürüterek bir durumda olmayacaktır. AKP-MHP iktidarını yıkacak, AKP-MHP iktidarını çöküşe götürecek bir savaş süreci gelişecektir. Bunu herkesin görmesi ve herkesin de hesabını buna göre yapması gerekiyor. Bunu biz söylemiyoruz, kendileri söylüyorlar. Kendileri savaşı tırmandırıyorlar, tırmandıracaklarını söylüyorlar. Zaten referandum çerçevesinde yapılan konuşmalarda bize bir savaş hükümeti gerekir, savaş yönetimi gerekir, mevcut anayasa bu savaşı yönetmemize yeterince imkan sunmuyor diyerek evet oyu istiyorlar.

‘OHAL İLANI 12 EYLÜL GİBİ BİR DARBEYİ, SAVAŞ KARARINI İFADE EDİYOR’

Biz zaten OHAL’le birlikte AKP-MHP iktidarının ne yapmak istediğini gördük. Şu açıktır, Fethullah’a karşı mücadele, IŞİD'e karşı mücadele söylemlerinin hepsi kılıftır, örtüdür. OHAL’in ilanıyla birlikte tıpkı 1980 12 Eylül’ünde nasıl ki demokrasi güçlerine ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı şiddetli bir savaş açıldıysa, 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL de 12 Eylül gibi bir darbeyi, bir savaş kararını ifade ediyor. Bu açıdan bu savaş öyle Fethullahcılara, IŞİD'e karşı savaş değildir. Kesinlikle Kürt halkına, Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve demokrasi güçlerine karşı savaştır. Biz bunu OHAL ilanıyla birlikte daha iyi gördük ve buna karşı da bir mücadele içine girdik. Bu mücadeleyi daha da geliştirerek, boyutlandırarak sürdüreceğiz.

Önümüzde referandum süreci var. Türkiye siyasetindeki her çevre bunu cumhuriyet tarihinin en önemli dönemeci olarak tanımlıyor. Burada Kürtlerin rolü de belirleyici olacak gibi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Referandumu Türkiye siyasetinde bir dönemeç olarak ifade etmek mümkün. Türkiye demokratikleşecek mi, yoksa daha hegemonik otoriter yeni bir düzen mi kurulacak? Şu andaki sürecin karakteri budur. Türkiye'de onlarca yıla dayalı bir demokrasi mücadelesi var. Kürt halkının özgürlük mücadelesi var. Tüm bunlar cumhuriyetin demokratikleşmesini dayatmaktadır.

Cumhuriyet Birinci Dünya Savaşı sonrası kuruldu. 20. yüzyıl çatışmaların, soğuk savaşın olduğu dönemdi. Bu yönüyle genelde dünyada otoriter bir eğilimin olduğu süreçte kuruldu ve kendisini kurumlaştırdı. Ancak özellikle 1970’lerle birlikte Türkiye'deki demokrasi mücadelesi önemli bir boyut kazandı. Gençlerin, emekçilerin, memurların, mühendislerin, kadınların on yıllardır süren bir demokrasi mücadelesi ortaya çıktı. Kuşkusuz öncesi de var, ama 1970’lerle birlikte daha da yoğunlaştı. Yine 1970’lerle birlikte Kürt halkının özgürlük mücadelesi gelişmeye başladı. Kürtler örgütlenmeye, özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermeye başladılar. Bunun sonucu 1970’lerde sadece Türkiye'de değil, Kürdistan'da da önemli gelişmeler ortaya çıktı. Nitekim 12 Eylül askeri darbesi demokrasi güçlerini ve Kürt halkını ezmek için gerçekleşti. 1980’lere gelindiğinde Türkiye ya demokratikleşecekti ya da Türkiye'de gelişen demokratik devrim süreci ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yükselişi engellenecekti. 12 Eylül askeri darbesiyle bunun önünü almaya çalıştılar. Ancak bu darbeye karşı 1980’lerde PKK'nin öncülüğünde gelişen Kürt özgürlük mücadelesi önemli bir gelişme gösterdi. Bu Türkiye'yi de etkiledi, Türkiye'deki demokrasi güçlerinin ayakta kalmasını da sağladı. O yıllardan bugüne bir taraftan Kürt halkının özgürlük mücadelesi, diğer taraftan Türkiye'deki demokrasi güçlerinin mücadelesi sonucu 2015’e gelindiğinde Türkiye'de önemli bir demokratikleşme eğilimi ortaya çıktı. 7 Haziran seçim sonuçları bu gerçekliğin ifadesidir. Buna karşı demokratikleşmeye direnen güçler 7 Haziran seçim sonuçlarına bir siyasi darbe yaparak savaş başlattılar. Bu iki yıllık süreçte Kürt şehirlerini yakıp yıktılar, yüzlerce sivili katlettiler, binlerce insanı zindana attılar. 15 Temmuz’da gerçekleşen başarısız darbe girişimini bahane ederek saldırılarını arttırıp öngördükleri Kürt soykırımını hedefleyen, dincilikle milliyetçiliğin birleştirildiği yeni bir devlet yapılanmasını hedeflemektedirler. 20 Temmuz’da OHAL’ın ilan edilmesi de bunun için olmuştur. Referandumla birlikte bu düşündükleri soykırımcı sisteme resmiyet kazandırmak istemektedirler. Buna karşı demokrasi güçlerinin bir direnişi var. Bu yönüyle referandum bir dönemeci ifade ediyor.

Gerçekten Türkiye demokratikleşecek mi, yoksa dinci milliyetçi soykırımcı yeni bir devlet yapılanması mı ortaya çıkacak? Şimdi bu yönlü ciddi bir mücadele var. Türkiye tamamen bu eksen etrafında bölünmüş durumda. Bir tarafında Kürtlerin de içinde olduğu demokrasi güçleri, diğer tarafında AKP-MHP ittifakı ve tüm faşistlerin desteğine dayalı yeni bir otoriter hegemonik cumhuriyet kurmak isteyen güçler söz konusu. Referandum da bunun bir mücadele alanı olmaktadır. Kuşkusuz referandumla sonlanacak durum değildir. Ama referandum bu mücadeleyi önemli düzeyde etkileyecektir. Çünkü anayasa değişiklikleri 12 Eylül anayasasının daha otoriter hale gelmesini hedeflemektedir. Kürtler için demokratik olmayan her adım Kürt düşmanlığıdır; Kürt soykırımını hedefler; Kürt soykırımı amaçlıdır. Bu açıdan Kürtler soykırıma dayalı bir anayasal sisteme karşı tutum alacaklardır, hayır diyeceklerdir, mücadele edeceklerdir.

Kuşkusuz Kürtleri Türkiye'nin demokratikleşmesi yakından ilgilendirmektedir. Bu yönüyle Türkiye'deki demokratik güçlerle birlikte ortak tutum takınmaktadırlar. Çünkü Kürt sorununun Türkiye'nin sınırları içinde demokratikleşme temelinde çözümünü istemektedirler. Böyle olunca da demokratikleşme sorunları Kürtleri yakından ilgilendirmekte, kaderlerini, mücadelelerini demokrasi güçleriyle birlikte yürütmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te otoriter bir cumhuriyet olarak kuruldu. O koşullarda öyle şekillendi. Ama yüz yıla yakındır Türkiye'de bir demokrasi mücadelesi var; Kürtlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Diğer farklı kimliklerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Tüm toplumsal kesimlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Solun, sosyalistlerin özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Bu açıdan Türkiye artık demokratikleşme durumunda. Kuruluş dönemindeki gibi kalamaz. Bu konuda da önemli bir mücadele verilmiştir. Şimdi Türkiye'nin dinamiklerinin gereği Türkiye'nin demokratikleşmesi gerekiyor. AKP iktidarı ise Türkiye'yi eskisi gibi tutmaya, hatta daha otoriter bir hale getirmeye çalışıyor. Bu yönüyle de önemli bir dönemeçten geçiyoruz; önemli bir mücadele sürecinden geçiyoruz. Bu dönemeç, bu mücadele süreci Türkiye'nin geleceğinde Kürtlerin durumunu da önemli düzeyde etkileyecektir. Biz referandum sürecini böyle değerlendiriyoruz.

Referandumun olası sonuçları genel olarak Türkiye, özelde ise Kürtler için nasıl bir öneme sahip?

Referandumun sonuçları Türkiye açısından ya daha sıkıntılı bir dönem ortaya çıkaracak, ya da bir rahatlama. Referandumda evet çıkması durumunda Türkiye tamamen bölünmüş olacak ve bu bölünme sürecek. Çünkü yüzde 55 evet olsa bile yine de bu Türkiye açısından bir bölünmeyi ifade eder. Bu bir parti seçimi değil; herhangi bir dönemsel iktidar değil; tamamen yeni bir Türkiye sistemi ortaya çıkaracak. Bu bir uzlaşma temelinde değil de OHAL koşullarında bir dayatma temelinde ortaya çıktığı için kesinlikle evet Türkiye açısından kriz, bölünme, siyasal olarak bir iç savaşın gelişme durumunu ortaya çıkaracak. Evetin çıkmasıyla birlikte AKP-MHP iktidarının öyle rahatlayacağı, hegemonyasını rahat kuracağı bir durum olmayacak. Aksine bu evetle birlikte hayır diyenlerin bir direnişi olacak. Bu sistemi kabul etmeyecekler. Çünkü kabul etmeyecekleri, uzlaşmayacakları bir sistemdir. Anayasa değişikliği herhangi bir seçimde bir iktidarın oy alarak iktidara gelmesi değildir. Burada tamamen iktidardan öte herkesi bağlayan bir sistemin ortaya çıkması durumu vardır. Diğer seçimlerde ise mevcut bir sistem vardır, sistem içinde şu ya da bu parti iktidara gelir. Ama sistemin geneli açısından kazanan ve kaybeden için bir değişiklik yoktur. Sistem ya da öngörülen sistem genel olarak aynıdır; ama sistem içindeki politikalar, uygulamalar farklılaşmaktadır.

‘REFERANDUM, TÜRKİYE’NİN GELENEĞİNİN NEREYE EVRİLECEĞİNİ BELİRLEYECEK’

Bu referandumla durum değişmektedir. Bir partinin seçimi değildir; Türkiye'nin geleceğinin nereye evrileceğini belirleyecek bir referandumdur. Bu açıdan yüzde 55 bile evet çıksa Türkiye'de bir iç çekişme ve çatışmanın olacağı kesindir. Demokrasi güçleri demokratik olmayan, antidemokratik olan bu sisteme karşı bir mücadele içinde olacaklardır. Nasıl ki 12 Eylül anayasası zoraki kabul ettirildi, sonradan demokrasi güçleri hiçbir zaman kabul etmedi, her zaman bu sisteme karşı mücadele ettilerse, bu referandumla birlikte 12 Eylül’ün daha otoriter hale gelmesi durumu yaşanacağından bu mücadele daha farklı biçimde sürecektir. Birçok kesim kendi durduğu yerden, bulunduğu yerden bu sisteme karşı çıkacaktır. Karşı çıkışlar farklı farklı olacaktır. Belki herkesin karşı çıkış gerekçesi aynı olmayacaktır, ama bu referanduma hayır diyenler, kendi hayır pozisyonlarını bırakmayacaklardır; mevcut sisteme karşı direneceklerdir. Çünkü anayasalar bir uzlaşma temelinde ortaya çıkarlar. Sistemler bu temelde ortaya çıkar. Eğer bir uzlaşma temelinde oluşmamışsa o zaman buna hayır diyenler açısından bir meşruiyeti yoktur. Ona karşı bir mücadele sürer. Bu bakımdan evetin çıkması durumunda Türkiye'de bir siyasal mücadelenin süreceği, ciddi bir siyasal çekişmenin süreceği açıktır. Demokrasi güçlerinin mücadele edeceği açıktır. Kürtler için ise 12 Eylül anayasası bir soykırım sistemiydi, şimdi bu referandumla soykırımcı sistem gerçeği daha otoriter, soykırımı hiçbir engel tanımadan yürütmek isteyen bir soykırımcı yönetim karakterine kavuşturulması anlamına gelecektir.

Buna karşı Kürtler direnecektir. Kürtler onlarca yıldır direniyor, direnişlerini daha açık biçimde sürdüreceklerdir. Bir yönüyle Kürtler açısından özel savaşın bitmesi anlamına gelecektir. Bugüne kadar Kürtlere uygulanan politika hep özel savaş olmuştur, psikolojik savaş olmuştur. AKP ise bu psikolojik savaşı daha üst boyutlara tırmandırmıştır. AKP Kürtlere karşı bir özel savaş iktidarıydı, psikolojik savaş iktidarıydı. Bu durum 7 Haziran’la birlikte çöktü. 7 Haziran seçimleriyle halklar demokratikleşmeyi dayatınca, Kürt sorununun çözümünü dayatınca, o güne kadar özel savaşla Kürtlere karşı mücadele eden Türk devletinin, psikolojik savaşla oyalayan, aldatan AKP iktidarının 7 Haziran’da maskesi düşünce doğrudan bir savaş hükümeti haline geldi. Bu referandumla birlikte tüm maskeler de atılmış olacak. Şu anda da tüm maskeler atılmıştır, savaş tüm çıplaklığıyla sürdürülmektedir, ama bu referandumla birlikte Kürt soykırımına dayalı hegemonik bir sistem tamamen yüzünü tüm gerçekliğiyle ortaya koyacaktır.

Bu yönüyle Kürtler açısından soykırım gerçeğinin daha da netleşmesi durumu ortaya çıkacak. Soykırım sistemi gerçek yüzüyle ortaya çıkacak. Bu durum Kürtler açısından bir yönüyle de başarıyı ifade ediyor. Türk devleti sıkıştığı için, AKP-MHP iktidarı sıkıştığı için artık psikolojik savaş yerine Kürt Özgürlük Hareketini ezmek, Kürt halkının özgürlük iradesini kırıp sindirmek için açık savaşa yönelmiştir. Böyle bir baskıcı yönetime, bir iktidara ihtiyaç duymuştur. Bu, bir yönüyle Kürtler için, Türkiye halkları için acı getiren bir gerçeklik olsa da, özel savaş gerçeğinin, psikolojik savaş gerçeğinin maskesinin düşmesi, gerçek yüzüyle ortaya çıkması hem demokrasi güçleri açısından, hem de Kürt Özgürlük Hareketi açısından bir kazançtır. Bu da Kürtler açısından mücadele demektir, demokrasi güçleri açısından mücadele demektir, demokrasi güçleriyle Kürtlerin ortak bir mücadele tutumu içine girmesi demektir. Bu zeminin güçlenmesi demektir. Bugüne kadar özel savaş ve psikolojik savaş Türkiye'deki demokrasi güçleriyle Kürtlerin mücadelesini parçalıyordu, engelliyordu. Özel savaş, psikolojik savaş bir yönüyle de Türkiye'de demokrasi güçleriyle Kürtlerin özgürlük mücadelesinin ortaklaşmasını engelleyen bir karaktere sahipti. Bir kısım demokrasi güçlerini, Kürtleri aldatıyordu. Şimdi bu aldatma, oyalama gerçeği tümden ortadan kalkmış, hem demokrasi güçlerinin, hem Kürtlerin mücadele edeceği bir otoriter faşist iktidar gerçeği ortaya çıkmıştır. Referandumla birlikte bu kendisini çok açık ve net biçimde ortaya koyacaktır. Bu yönüyle de evet çıkması durumunda demokrasi güçlerinin ortak paydada buluşacağı bir demokrasi cephesinin gerçekleşmesi olacaktır. Evetin yaratacağı sonuçlar böyle olacaktır.

Hayır ise AKP-MHP iktidarının soykırımcı sömürgeciliğini tümden ortadan kaldırmasa bile, hegemonik dinci milliyetçi soykırımcı sistem gerçeğinin reddedilmesi, referandumda değişikliklere onay verilmemesi, AKP-MHP faşist iktidarının zayıflaması anlamına gelecektir. Artık eski düzeyde savaş ve şiddet politikalarını sürdürme meşruiyeti olmayacaktır. Bu yönlü bir zayıf temele dayanacaktır. Yine savaşı sürdürmek istese de, demokrasi güçleri ve Kürt halkı üzerinde baskıyı sürdürmeye devam etse de, eski meşruiyeti olmayacağından demokrasi güçleri ve Kürtlere karşı yürüttüğü bu savaşın temeli zayıflayacaktır; bu da demokrasi güçlerini güçlendirecektir. Referandumdan hayır çıkması, demokrasi güçlerinin güçlenmesi anlamına geldiğinden bu Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü için yeni imkanlar ortaya çıkaracaktır. Hemen birden demokratikleşme olmayacaktır, ama demokratikleşme açısından önemli imkanlar ortaya çıkacaktır.

Birçok çevre Hayır çıkması halinde mevcut kaos ve çatışmaların duracağını belirtiyor. Hayır çıkması halinde Türkiye normal bir sürece mi girecektir? Kaos ve çatışmalar tümden bitecek midir?

Böyle yaklaşmak yanlıştır. Hayır çıkması halinde Türkiye hemen normal sürece geçeceği ve demokratikleşmenin olacağını beklemek doğru bir yaklaşım değildir. Ama hayır çıkmasının savaş hükümetini zayıflatacağını, demokrasi güçlerine karşı yürüttüğü o şiddetli baskı zemininin zayıflayacağı açıktır. Bu yönüyle halkta, demokrasi güçlerinde demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü umudu güçlenecektir. Mevcut hükümet savaşı sürdürse de Türkiye toplumunda Kürt sorununun savaşla çözülemeyeceği, Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiği, demokratikleşme temelinde sorunların çözülmesi eğilimini güçlendirecektir. Yine hayır çıkması durumunda Türkiye'nin Rojava politikası, Ortadoğu politikası, bu saldırgan politikası bir nevi onay almamış olacaktır. AKP-MHP iktidarı Avrupa’yla, dünyayla, herkesle gerilim politikası izliyor. Hayır bunlara onay verilmemiş anlamına gelecektir. Bu açıdan hayır çıkması, evet çıkması durumuyla karşılaştırılınca Türkiye'nin daha umutlu, savaş politikaları yerine demokrasi eğiliminin daha da güçleneceği bir siyasal zemin ortaya çıkaracaktır. Eğer demokrasi güçleri ve Kürtler böyle bir siyasal zemini doğru değerlendirirlerse, bu tabii ki Türkiye'de demokratikleşme ve çatışmaların durması açısından önemli bir süreci ortaya çıkarabilir. Bu açıdan demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının referandumda evet ve hayır çıkmasına göre kendi politikalarını belirlemesi ve buna göre hazırlık yapması gerekmektedir. Örneğin, hayır çıktığında demokrasi güçleri 7 Haziran sonrası olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamalıdırlar. Bu defa demokrasi cephesini güçlendirerek Türkiye siyasetinde inisiyatif alacak bir konuma gelebilmelidirler.

Referandum için Kürt halkına ve demokrasi güçlerine nasıl bir çağrıda bulunursunuz?

En başta demokrasi güçlerine çağrımız şu olur, Türkiye'de yüz yıla yakındır bir demokrasi mücadelesi verilmektedir. Türkiye demokratik birikimi olan bir ülkedir. Bu yönüyle herhangi bir Ortadoğu ülkesi değildir. Türkiye'de demokratikleşme için ağır bedeller ödenmiştir. Otoriter, baskıcı rejimlere karşı çok önemli direnişler gösterilmiştir. Bu yönüyle verilen bedeller, çekilen acılar az değildir. Bu mücadeleler boşa gitmemiştir. Türkiye'de önemli bir demokrasi mücadelesi birikimi ve gücü ortaya çıkmıştır. Şimdi AKP-MHP iktidarı bu gücü ezmek istemektedir. Çünkü demokratikleşme gerçekleştiğinde MHP gibi bir partiye ihtiyaç duyulmayacaktır ya da marjinalleşecektir. Yine demokratik bir Türkiye olduğunda AKP iktidarına gerek kalmayacaktır. Belki var olacaktır, ama bugünkü gücünde olmayacaktır. Bu açıdan demokrasi güçlerinin ezilmek istenmesine karşı bu referandumda demokrasi güçlerinin hayır demesi gerekiyor. Sadece bir oy anlamında değil, bir demokratik duruş, demokrasi güçlerinin birliği çerçevesinde bir hayır duruşunun ortaya konulması gerekiyor. Sadece sandıkta hayır vermek yetmez. Çünkü AKP-MHP faşizmi, faşist güçler kararlıdırlar, ısrarlıdırlar; kendi hakimiyetlerini sağlamak istiyorlar. Bunu referandumda resmileştirmek istiyorlar. Eğer resmileştirmezlerse yine bu ittifak Türkiye'de demokrasi güçlerine karşı mücadeleyi sürdürecektir. Bu yönüyle hem hayırı örgütlemek, hem de bu hayır etrafında demokrasi güçlerinin örgütlendirilmesi, AKP-MHP iktidarına karşı bir tutum ortaya konulması gerekmektedir. Kürtler dahil hayır diyen tüm demokratik kesimlerin bir araya getirilip AKP-MHP iktidarına karşı bir tutumun ortaya konulması gerekmektedir.

Zaten referandumun yapılması gayrimeşrudur. Gayrimeşru koşullarda yapılıyor. Bu referandumun yapılması önlenemiyorsa o zaman hayır etrafında demokrasi güçlerinin örgütlenmesi, onlara karşı bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor. Kuşkusuz bunu hayırı güçlü çıkararak geliştirebilirler. Hayırın güçlü çıkması en fazla da demokrasi güçleri açısından gereklidir. Demokrasi güçleri ezilmek isteniyor. Eğer referandumdan evet çıkarsa demokrasi güçlerine çok ağır saldırılar olacaktır. Kuşkusuz Kürtlere de olacaktır, ama Kürtler zaten direnmektedirler. Kürtler direnmeye devam edeceklerdir. Direnişlerini daha da arttıracaklardır. Ama demokrasi güçleri açısından daha olumsuz durumlar ortaya çıkacaktır. Bu uzun süre demokrasi güçlerinin kendine gelememesi anlamına gelecektir. Bu yönüyle referandum en az Kürtler kadar demokrasi güçlerini de ilgilendirmektedir. Çünkü zaten demokratikleşmemek için bu kadar saldırı yapılıyor. Demokratikleşme olduğu zaman Kürtler yararlanır diyor. Bu yönüyle Kürtlerin yararlanmaması için tüm demokrasi güçleri de ezilmek isteniyor. Gerçeği böyle görmek lazım. Bu bakımdan demokrasi güçlerinin hem ortak çaba yürütmeleri gerekiyor, hem de bu çabalarını Kürtler dahil tüm demokrasi güçleriyle ortaklaştırmaları gerekiyor.

Kürt halkı açısından zaten bu referandumda hayır denileceği açıktır. Bu kadar şehirleri yakıp yıkan, Kürtlere zulüm yapan, MHP gibi faşist bir iktidarın bulunduğu bir durumda tabii ki hayır denilecektir. MHP şu anda iktidardadır. Sadece ittifak değil, hükümetin de içindedir. Böyle görmek lazım. Birçok önemli kararı birlikte alıyorlar. Bu durum karşısında Kürtler MHP iktidarına, MHP’nin içinde olduğu ittifaka hayır diyeceklerdir. Kürt inkarına, Kürt şehirlerinin bu kadar yakılıp yıkılması gerçeği karşısında hayırdan başka ne diyebilirler? Bütün belediyelere kayyum atayanlara hayırdan başka ne diyebilirler? Bu kadar milletvekillerinin tutuklanmasına, binlerce, on binlerce siyasetçinin tutuklanmasına hayır diyeceklerdir. Çünkü bu iktidar Kürt’e karşı bir savaş iktidarıdır. Böyle bir savaş iktidarına karşı da Kürtler tutum alacaklardır. Kim hayır der, evet der, ayrı bir konudur, ama Kürtler en başta da kendileri açısından tutum alacaklardır.

‘DEMOKRATİK OLMAYAN HER ŞEY KÜRT DÜŞMANIDIR’

Öte yandan demokratik olmayan her şey Kürt düşmanıdır; Kürt soykırım karakterine sahiptir. Demokratik olmayan her şeye Kürtlerin her zaman tutum takınması, mücadele etmesi gerekir. Bu açıdan da bu referandumda hayır diyeceklerdir. Bazılarının söylediği gibi bize ne, bizi ilgilendirmez, Türklerin anayasasıdır demek yanlıştır. Bu tutum, evete, savaş iktidarına güç ve destek vermektir. Evet oylarının artmasını sağlamaktır. Savaş hükümetini güçlendirmektir. Hayır verilmeyen her oy savaş hükümetini güçlendirir. Hayır demeyen her Kürt töhmet altında kalır. Savaşın destekçisi olur. Bunu açıkça söyleyelim. Sandığa gidip hayır vermeyen her Kürt bu savaşa destek oluyor demektir. Kürtlere karşı yürütülen savaşı kabul ediyor demektir. Kürtler bunu kabul edebilir mi? Bu açıdan da Kürtlerin baskılar ne olursa olsun, zulüm ne olursa olsun sandığa giderek hayır demeleri gerekmektedir. Bir tutum koymaları gerekmektedir. Kürtlerinki bir tutum olacaktır. İki yıldır sürdürülen zulme karşı bir tutum olacaktır. Şehirleri yakılıp yıkılmıştır, sokağa çıkan insanlar kurşunlanmıştır, her gün her taraf bombalanıyor, önceden görülmemiş biçimde yüzlerce köye sokağa çıkma yasağı konuluyor. Dünyada böyle bir şey olabilir mi? Köylerde sokağa çıkma yasağı konuluyor. Köyün hayvanları var, köylü tarlasına gidecek, her işi dışarıdadır. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye'de şehirlerde bile sokağa çıkma yasağı bu düzeyde uygulanabilir mi? En fazla bir gün uygulanabilir. Kürdistan'ı yasak bölge haline getiren böyle bir iktidara, savaş hükümetine tabii ki hayır denilecektir. Kürtlerin hayırdan başka seçeneği yoktur. Kürtler bilinçli bir halktır. AKP-MHP iktidarının nasıl Kürt düşmanı olduğunu bilmektedirler. Buna karşı nasıl tavır alınması gerektiğini de bilmektedirler. Biz Kürtlerin baskılar ne olursa olsun sandığa gidip hayır diyeceklerine inanıyoruz. 

Röportajın 1. bölümü: http://anfturkce.net/guncel/bayik-2017-newroz-u-fasizme-guclu-bir-cevap-olacaktir

Yarın: Barzani’nin Türkiye ziyareti, AKP-KDP işbirliği ve Şengal…