Berlin’de Barış ve Demokrasi Konferansı
Akademisyen, aydın, yazar ve siyasetçilerin katılımı ile 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Berlin’de “Barış ve Demokrasi Konferansı” düzenlenecek.
Akademisyen, aydın, yazar ve siyasetçilerin katılımı ile 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Berlin’de “Barış ve Demokrasi Konferansı” düzenlenecek.
Türkiye’den Avrupa’ya sürgün edilen aydın, yazar, akademisyen, gazeteci ve siyasetçilerin katılımıyla 2 Haziran’da düzenlenen “Barış, Diyalog ve Demokrasi” çalıştayında alınan kararlar doğrultusunda, Berlin’de 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde "Barış ve Demokrasi Konferansı” düzenlenecek. Konferansın gündem ve tartışma konularıyla ilgili konferansın düzenleyicilerinden Akademisyen Dr. Hakan Altun ANF’nin sorularını cevapladı.
‘GÖĞE BAKMA DURAĞI’
Bu konferans hangi ihtiyaçlar temelinde ortaya çıktı ve nasıl başladı?
Dünya yangın yerine döndü, dört bir yanında kıyımlar sürüp gidiyor. Elbette hepsi ciğerimizi dağlıyor ve elbette yüreği ateşin düştüğü yere daha yakın olanı daha fazla yakıyor bu ateş. Bizi bu yangınlar bir araya getirdi, yüreğine yangın düşmüş, yüreği yangın yerlerinde atan bir dünya insanız. Kendi küçük dağlarımızdan indik, deniz seviyesinde buluştuk. Göğe bakma ihtiyacı olan bir dolu insanız ve buluştuğumuz bu yeri Turgut Uyar’ın dediği gibi 'Göğe Bakma Durağı'na çevirdik. Birlikte ve inatla göğe bakıyoruz, gökyüzü açık ve gün doğumunun kızıllığı ile kaplı. Kırmızı acelesi olan bir renk, koşarak gelir, bir haberci gibidir. Bize de doğan günden haber getiriyor heyecanla. Onun heyecanını paylaşan ve doğan günü görmek için inatla gökyüzüne bakan, rengarenk bir dolu insanız. Avrupa Özgürlük ve Barış Forumu (AÖBF/EFFP) göğe birlikte bakma ihtiyacından doğdu diyebilirim.
‘KADİM KÜLTÜRLERDEN ÖĞRENDİĞİMİZ’
J. Huidzinga, insanı “oynayan hayvan” olarak niteler. En sevdiğim tanımlamalardan biridir. Oyun insan türünün üretebildiği en nitelikli ürünlerden biridir ve sanıldığının aksine gayet ciddi bir iştir. M. And ise oyun ile büyü arasında bir paralellik kurar. Eşitlikçi toplumlarda yaşayan kadim insanlar, sömürü ve baskı nedir bilmedikleri, kendinden büyük bir gücün varlığına (her türlü iktidar diyelim) şahit olmadıkları için biat etmeyi de bilmezler. Gücü kendilerinde bulurlar ve yaşamı/dünyayı etkileyebileceklerine inanırlar, bunun adına da büyü derler. Starhawk, büyüyü negatif olanı pozitife çevirme sanatı olarak niteler. Bu bağlamda büyü oldukça politik bir edimdir ve ereği de değişim ve değiştirmektir. Büyü kolektif bir edimdir, dostluğa ve muhabbete gereksinim duyar. Sempatik büyü, mevsimin kıştan bahara dönmesi için kadim insanların bir araya gelerek kendi güçleriyle doğaya destek vermesidir: Dünyayı değiştirmek istiyorsa, yeniden bahar gelsin istiyorsa, bizzat kendi kolları sıvamalı ve eylemde bulunmalıdır. Kadim insanlardan öğrendiğimiz budur: Güneşin doğmasını istiyorsak eylememiz gerekiyor, kolları sıvayıp yangın yerini yeni bir günün tazeliğine çevirmek için elimizden ne geliyorsa yapmamız gerekiyor. Göğe bakma durağında buluşan rengarenk bir dünya insan ne yapabileceğimizi birlikte düşünmek için bu durağı bir foruma dönüştürdük. Hepimizin hemfikir olduğu şey, barışı ilmek ilmek ve birlikte örmemiz gerektiğidir. Çağrımız da bu yöndedir, egemenler dünyayı kundaklamış cayır cayır yakıyorlar, bu yangını söndürecek olan yine biziz, bir araya gelelim, barışı birlikte tesis edelim diyoruz.
HER FELAKET KENDİ VAADİNİ DE İÇİNDE BARINDIRIR
Konferansın düzenleme motivasyonu nedir ve hangi toplumsal, politik ya da tarihsel ihtiyaçlar bu sürecin başlamasına yol açtı?
Forumun (AÖBF/EFFP) motivasyonunu bir parça ifade ettim sanıyorum. Kuşkusuz bu motivasyonu ortaya çıkaran şey tarihsel, toplumsal dinamiklerdir. Hiçbir sorun tarihselleştirilmeden anlaşılamaz. İçinden geçtiğimiz tarihsel/toplumsal eşik, dizginsiz bir küresel talan ve buna karşı direnen, dünyayı yeniden sömürüsüz, sınırsız, sınıfsız bir kardeş sofrasına çevirmek isteyenlerin bu talana karşı bir araya geldiği bir döneme işaret ediyor. Bir yandan iyice vahşileşen kapitalizm, sömürebileceği her şeyi sömürmeye ant içmiş bir biçimde ve eline geçirdiği her türlü aracı kullanarak, dünyanın insan eliyle gerçekleşen altıncı büyük yok oluşunu gözümüzün içine baka sahneye koyuyor. İnsan harici yaşam formlarının külliyatlı bir bölümünü yitirdik. Açlık, sömürü diz boyu, görünmez bir kölelik düzeni egemen. Sermaye daha dar bir kesimde birikirken yoksulluk genişliyor. Doğa kırımı, cins kırımı, tür kırımı artık bir norm. Bu felaketin failini doğru tespit etmek lazım. Araştırmacılar kapitalosen (capitalocene) adını verdikleri bu dönemi farklı isimlerle nitelese de kapitalizmin soykırımcı niteliğinde buluşuyorlar. Dünya ölçeğindeki bu olgunun ayrıca yerel tezahürleri de var. Sömürgeci ülkeler, mevcut neoliberal kolonyalizmi sürdürebilmek için, metropol halkları için baskıdan daha fazla pay (eşitsiz gelişim bu bağlamda eşitlenme eğilimine girdi) ve totaliterleşen bir toplum öngörürken, uzak coğrafyaları da yerel soslu faşizmlerle sınıyorlar. Dünyayı tek bir satıh olarak birbirine iliştiren bu felaket, aslında bir vaadi de beraberinde ortaya çıkarıyor. Halil Cibran’ı da bu bağlamda analım: “Eğer kış ben baharı kalbimde taşıyorum dese, ona kim inanırdı?” Devletin ve sermayenin çok güçlü olduğu bu dönemde, ezilenlerin/direnenlerin ve özgürlükçü/sömürüsüz bir gelecek tahayyülü olanların bir arada durmaktan başka bir sermayesi yok. Gücümüz bir arada durmaktan kaynaklanıyor. Özgürlükçü, sömürüsüz ve sınırların ortadan kalktığı bir dünyayı tahayyül edenler, farklılıkların çok ortaklıklarının olduğunun farkında. Bir arada durduğumuz sürece güçlü olduğumuzun farkındayız. Bu nedenle Derida’nın adını koyduğu, Marc Nichanian’ın başka bir boyuta taşıdığı dostluk siyasetini ve kesişimselliğin bir aracı olan koalisyon politikalarını önemsiyoruz. Dünyanın direnen bütün halklarıyla yan yana ve dayanışarak; bununla birlikte, odağımıza payımıza düzen faşizme direnmeyi alarak ve yüzümüzü yüreğimize yakın düşen ateşlere çevirerek. Cemal Süreyya’nın dizeleriyle özetleyecek olursam: doğrudur “biz kırıldık daha da kırılırız” -ama- “şimdi yayana geliyor ve çoğalıyoruz, bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını, işte o gün, sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
‘GÖR, NASIL YENİDEN YARATILIRIM, NAMUSLU, GENÇ ELLERİNLE’
Bu aşamaya kadar nerelerden geçerek geldiniz? Hangi konuları tartıştınız ve bu tartışmaları neden önemli buldunuz? Hangi somut hedefleri gerçekleştirmeyi bekliyorsunuz ve bu hedefler, barış, diyalog ve demokrasi arayışlarını nasıl güçlendirecek?
Güneşin üzerinden doğduğu her yer Anadolu’dur, öncelikle bu tanımı orijinal haline geri çevirelim. Bir beşiği, oluşumu, yaratma halini niteler. Yani bir doğuşu... Ahmet Arif’in, gelecekte kızlarının, oğullarının olduğunu söylediği ve Nuh’a beşikler veren Anadolu şiirini anımsayalım. Arif’in bir umudu bu Anadolu’dadır; umudun beşiği olan bu yerde. Kültürel coğrafya olarak Anadolu, Mezopotamya’yı (iki nehir arasındaki yer) da dışlamaz (Mezopotamya da Anadolu’yu), nasıl adlandırırsak adlandıralım meramı aynıdır. Diğer yandan, İllan Pappé, FBI tarafından sorgulandığında, meşhur Filistin direniş sloganını tashih ederek, “iki su kaynağı arasındaki her yer özgür olmalıdır” demiştir. Karadeniz’den Akdeniz’e, Fırat’tan Dicle’ye her yerin özgür olması gerekiyor, insanların barış içinde yaşaması gerekiyor. Aslında tam da bunları konuşarak bir diyalojik olanın kural olduğu bir “forum” tesis etmeye kadar vardık. Buraya varırken de içinden geçtiğimiz coğrafyaya ait özgürlük ve barış ekseninde yakıcı sorunları, zor soruları masaya yatırılarak ilerlendi. Tüm bu sorunlar, önce tarihselleştirilerek, dünya ölçeğinde (diğer örnekleriyle birlikte) bir bağlama yerleştirilerek değerlendirildi, nevi şahsına münhasır vakalar olarak değil. Buradan, bu sorunları özgün kılan boyutları ıskalandı diye algılamayın, tarihsel bir bağlama yerleştirmek, vakaların özgüllüklerini de belirginleştirmeye yarar. Örneğin, konferans ön hazırlık çağrısında göreceğiniz gibi, Abdullah Öcalan’ın tecrit sorunu, benzer dinamiklerle dünyadaki diğer örnekleri birlikte değerlendirildi. Hukuku hiçe sayan bu yaklaşımın özgül dinamiklerini analiz etmek ve doğru bir bağlama yerleştirmek böylece daha kolay oldu. Bu forum kendi coğrafyalarımızın yakıcı sorunlarını, eleştirel bir perspektiften analiz edip, bunları ifade edebilmek için farklı bir dil yaratmak niyetinde. Ön çalışmalarda masaya yatırılan bir başka konu da barış sürecinde kadınların rolü ve önemiydi. Bu konuda aslında kimseye bir söz düşmüyor. Söylenecek her sözü, sokaklarda özgürlük ve barış için mücadele eden kadınlar, ve ‘yerli’ halklar dünyanın her yerinde söylüyor. Eril pozisyonların dalaşmayı seçtiği her mecrada kadınlar mücadele ediyor, barışı ve özgürlüğü ilmek ilmek örüyor. Dönüp oraya bir bakmak ve sözü barışın esas faillerine teslim etmek gerekir.
‘HİÇ OLMAZSA EL SIKIŞANA KADAR!’
Bu konferansın sonuçlarının, Kürt sorunu ve bölgesel barış arayışlarına nasıl bir katkı yapması bekleniyor?
Daha önce de gördük ki halklar, devletler aradan çıktığında barış içinde yaşamaya meyyaldir. Özgürlük aslında toplum nezdinde oldukça değerlidir. Yeter ki köprüler kurulabilsin. Bu konferans ve bağlı çalıştay, bu köprüleri tesis etme, sorunları ifade etmede etkili bir dil arama ve barışma yönünde dostluk politikalarını oluşturma noktasında olumlu katkılar yapacaktır diye düşünüyorum. El sıkışmak için önce birbirimizin yüzüne bakmamız, birbirimize adımızla seslenmemiz lazım. Birlikte bir öyküyü yeniden yazabilmemiz için, birbirimizin öykülerini dikkatli dinlememiz lazım. Sorunlu da olsa bir barış girişimi deneyimi geçirdik ve orada gördüğümüz benim baştaki savımı destekler nitelikte. Daha önce başka yerlerde de verdiğim bir örneği mealen paylaşayım. Sinemacı bir dostum, barış sürecinde Kürt çocuklarla sanat aracılığıyla barışı tartışırken çalışmanın bir noktasında kurduğu oyunda, çocuklardan birinin Türk rolünü üstlenerek el sıkışmalarını istediğinde, bu çocuk şiddetle Türk olmayı reddediyor. Ama hani barışacaktınız dendiğindeyse bir duruyor ve “hiç olmazsa el sıkışana kadar Kürt olabilir miyim” diyor. Dünyayı çocukların saflığında ve sadeliğinde anlamamız lazım. Birlikte bir öykü yazmaya talipsek (barışı ve demokrasiyi birlikte öreceksek) önce karşımızdakinin öyküsünü kucaklamak zorundayız. Bu da dostluk politikalarıyla gerçekleşir. Siyasi aktörlerin gerçekleştireceği müzakere ve barış politikalarını önemsemiyorum gibi gelmesin size, ama çözüm sadece orada değil maalesef. Bizim mütevazi olarak bir yerden başlamamız lazım, ben de naçizane önerilerini değerli bulduğun Marc Nichanian’ı işaret ediyorum.
‘GELECEĞİ BİRLİKTE ÖRMEK’
Konferans hazırlık çalıştayında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tecridi ve bu durumun Kürt sorunu üzerindeki etkileri nasıl değerlendirildi?
Çalıştayın atölyelerinden biri de Abdullah Öcalan’a uygulanan hukuksuz tecridi masaya yatırdı. Atölyenin katılımcıları bu mevzuyu etraflıca değerlendirdiler. Ben dayanışmanın tesisi konulu başka bir atölyede olduğum için, isteyenin www.forumforpeace.eu adresimizden de ulaşabileceği raporlardan bir iki noktaya değineyim. Öncelikle, tecrit ve demokrasi arasındaki karşılıklı dengeyi anlamak önemli. Hukukun ötesine geçen ve adeta bir imha ve rehin alma operasyonuna dönüşen hukuksuz tutsak etme ve izolasyon politikaları bir norma dönüşmüş durumda ve dünyanın her yerinde demokrasi çabalarının da önünü tıkıyor. Denklemin iki yanından birine bir yapılacak tazyik, bir diğerini de değiştirecektir. Öncelikle şunu anlamakta yarar var, bu bir isim sorunu değil, hukuk ve demokrasi sorunu. Bu sorunun duyula bilirliğini ve görünürlüğünü arttırmak için de bulunacak yeni yollar, sesleri bir araya getirerek söylemi güçlendirmek gibi yolarla demokrasi ve barış mücadelesine de katkı sağlanmış olacaktır. Bu atölyenin tespitlerinin son maddesini paylaşarak ben de noktayı koymuş olayım: “Küre, siyasal tarihinin en anti-demokratik, kapitalizmin en dizginsiz, devletin en amansız olduğu bir eşikteyiz. Bu nedenle lokal problemler, küresel bir içerime de sahiptir. Tam da bu nedenle koalisyon politikaları yalnızca Kürdi ya da Türkiyeli muhalif/demokrat örgüt/bireyler arasında değil, ama özellikle konuşlanılan ülkelerdeki demokratik/muhalif ağları da kapsamalıdır.”
Berlin’de olmayıp, “Geleceği Birlikte Örüyoruz” başlıklı konferansı izlemek isteyenler için youtube kanalımızı https://www.youtube.com/@EffpPeaceForum ve web sayfamızı www.forumforpeace.eu takip etmelerini öneririm.