Özgür basın sözcüğü, Türkiye’de bugün muhalif olduğunu söyleyen birçok kesim tarafından kullanılıyor olsa da gelenek olarak 90’larda bir avuç Kürt gazeteci tarafından kurulan günlük Özgür Gündem gazetesi ile kendini duyurdu. Özgür Gündem, Türkiye’de sosyalistlerin ve Kürtlerin günlük bir gazetesi olma fikrinin hayata geçirilmesiydi.
Özgür Gündem’den bugüne kadar günlük olarak başka gazeteler de çıktı, ancak Özgür Basın geleneği, inatçılığı ve devrimci heyecanıyla hepsinden ayırdı. İlk çıktığı günden itibaren devletin direkt hedefi haline gelen, onlarca gazetecisinin katledilmesine ve gözaltında kaybedilmesine rağmen hiçbir biçimde ara vermeyen bu gelenek, bugün de tüm baskılara rağmen inatla ayakta durmaya ve gerçeği aktarmaya devam ediyor.
Aslında her şey, 1990-1992 yılları arasında haftalık olarak yayınlanan Yeni Ülke gazetesi ile başladı. İki yıllık bir deneyimin ardından Kürt gazeteciler, günlük bir gazeteye duyulan ihtiyacın önemini ve bu alandaki boşluğu doldurmanın gerekliliğini görerek, 30 Mayıs 1992’de tüm zorluklara, maddi ve teknik yetersizliklere rağmen Özgür Gündem gazetesini çıkarmaya başladı.
İLK MANŞETLE BAŞLAYAN DİRENİŞ
Özgür Gündem, ilk manşetiyle nerede durduğunu ve hedeflerini açık bir biçimde ortaya koyuyordu. Dönemin iktidarlarının en önemli baskı aygıtı olan DGM’leri ve onların hukuksuz yargılamalarını manşetine taşıyan gazete, “Egemenlik kayıtsız şartsız DGM’lerindir” manşetiyle ilk sayısını çıkarmış oldu.
Gazete, kapatıldığı 14 Nisan 1994 tarihine kadar onlarca kez basıldı, hakkında toplatma kararları verildi, yetmedi; manşetleri, haberleri ve yazıları sansürlendi. Kapatıldığı tarihe kadar 683 günlük yayını süresince üç kez 30 gün, 15 kez 15 gün ve iki kez 10 gün olmak üzere toplam 335 gün kapatıldı. Gazetenin yetkilileri ve çalışanlarına toplam 147 yıl hapis ve 21 milyar TL para cezası verildi. Yayımlanan 580 sayının 486’sı hakkında dava açıldı.
Bunlarla yetinmeyen devlet, gazetecileri paramiliter güçler eliyle katletmeyi de kendisine bir hedef haline getirdi. İki yıllık süreç içerisinde Özgür Gündem’de çalışan 27 gazeteci ya Hizbullah tarafından katledildi ya da gözaltında kaybedildi. Katledilen gazetecilerin hiçbirinin katilleri bulunmak istenmedi.
KATLETMELER, GÖZALTINDA KAYBETMELERLE BİTİRİLEMEYEN GELENEK
Hafız Akdemir 8 Haziran 1992’de, Yahya Orhan 31 Temmuz 1992’de, Hüseyin Deniz 19 Ağustos 1992’de, Musa Anter 20 Eylül 1992’de, Kemal Kılıç 18 Şubat 1993’te, Cengiz Altun 24 Şubat 1992’de, Burhan Akdeniz 5 Ağustos 1992’de, Mecit Akgün 2 Haziran 1992’de, Ferhat Tepe 28 Temmuz 1993’te katledildi. Nazım Babaoğlu 12 Mart 1994’de gözaltında kaybedildi.
Özgür Basın geleneği, gazetecilerin katledilmesine, gözaltında kaybedilmesine, cezaevlerine atılmasına ve sokak ortasında işkence görmesine rağmen inatla devam etti. 90’larda bir avuç Kürt gazeteci tarafından başlatılan gelenek, bugün sayısı binleri aşan gazetecilerle dünyanın her yerinde gerçekleri araştırmaya, halka ulaştırmaya, iktidarların, devletlerin yalanlarını ortaya çıkarmaya devam ediyor.
ÖZGÜR BASINDAN ÖZGÜR ÜLKEYE VAR EDİLEN DİRENİŞ
Özgür Basın direniş geleneğinin ete kemiğe bürünmesinde ismini yazsak buraya sığmayacak yüzlerce kişi var. Ancak içlerinden biri, bu direniş geleneğinin yaratıcısı olan Gurbetelli Ersöz’dür. Gurbetelli, Çukurova Üniversitesi’nde okurken tanıştığı Özgürlük Hareketi’nin birçok alanında çalışmalar yürüttü. Kısa süreli bir zindan yaşamı ardından, bu toprakların tarihinde hem Kürtler hem de kadınlar için önemli bir adım atarak sosyalist gelenekteki erkek hegemonyasını yıkmayı başardı.
Özgür Gündem’in yayın yönetmeni olduğunda, ilk kadın yayın yönetmeni olmasıyla da dikkatleri üstüne çekmişti. Özgür Gündem’in birçok manşeti onun elinden çıktı. Özgür Gündem kapatıldıktan sonra yerine çıkan Özgür Ülke’de de aynı geleneğin temel taşlarını döşemeye devam eden Gurbetelli Ersöz, bir süre sonra yönünü mücadele alanlarına çevirdi. Özgür bir ülkenin yaratılması için mücadelesini ülke topraklarında sürdürmeye karar verdi.
Gurbetelli Ersöz, Türk devletinin saldırılarına karşı bir grup yoldaşıyla direnirken yaralı olarak KDP’nin eline geçti ve katledildi. KDP, hiçbir zaman Gurbetelli Ersöz’ü katlettiğini kabul etmedi. Gurbetelli Ersöz’ün yarattığı direniş geleneği, sonrasında ardılları tarafından da sürdürüldü. Yücel Halis ve Cenan Demirel, bu geleneğin içinde yetişip yüzünü ülkeye dönen sayısız isimden ikisi sadece.
MUHABİRİNDEN ÇAYCISINA DİRENİŞİN TEMEL ODAĞI
Özgür Basın geleneği, sadece bir gazete ve onun çalışanlarından ibaret olmadığını her fırsatta gösterdi. Yüzlerce Kürt basın çalışanı, son anlarına kadar özgür bir basın ve özgür bir ülke için direndi. Bu geleneği diğer gazetelerden ve sol basın çalışmalarından ayıran, sadece muhabirlerinin değil; dağıtımcısından çaycısına kadar herkesin büyük bir direniş geleneğini her anlarında örgütlemelerinden geçiyordu. Türkiye ve Kürdistan’ın devrimci basın geleneğine adını altın harflerle yazdıranlardan bazıları ise, daha sonra kendilerini “Apê Musa’nın küçük generalleri” olarak tanıyacağımız gazete dağıtımcılarıydı.
Türk devleti, Özgür Gündem ve ardıllarının özellikle Kürdistan’a girişini engellemek için elinden geleni yaparken, o gazeteler bazen katır sırtında, bazen bir tabutun içinde Kürt halkına ulaştırılıyor; bedeli ne olursa olsun gerçekler halka ulaştırılıyordu. Özgür Basın geleneğinin yaratılmasında, muhabirler kadar büyük bedeller ödeyen dağıtımcılar da Türk devletinin tüm saldırılarına rağmen gazetenin halka ulaştırılmasında önemli bir emek ve çaba harcadı. Sonrasında, o küçük generallerin çoğu yönünü ülkeye ve mücadele alanına döndü; birçoğu bu yolda şehit düştü.
Özgür Basın geleneğinin bir diğer direnişçi yanı ise ardıllarını yetiştirmesiydi. Kürt Özgürlük Hareketi’nde basın çalışması tali ya da suni bir çalışma alanı değildi. Özgürlük Hareketi, çıkışından bugüne kadar özellikle basın çalışmalarına önem veren, yeni bir gazeteciliğin mümkün olduğunu herkese gösteren bir yerde durdu. Bunun için de her gelen, bir süre sonra ardıllarını yetiştirmeye, kendisinden sonra bu geleneğin devam etmesinin yollarını açmaya başlıyordu.
YENİ BİR GAZETECİLİK MÜMKÜN DEDİLER
Sistemin okullarda öğrettiği ve büyük medya kuruluşlarında savunduğu “gazeteci tarafsız olmalıdır” ilkesinin yanlışlığını her alanda ortaya koyan bir geleneğin yaratılmasında ve gazetecilerin aslında taraf olduğunu gösteren çok sayıda çalışmaya imza attılar. Yaratılan bu yeni dil, gazeteciliğin aslında öyle denildiği gibi olmadığını, gerçeklerin peşinde koşmanın gerektiğini bugün herkese gösterdi.
1990’larda başlayan Özgür Basın direniş geleneği, günümüzde neredeyse muhalif olan basın tarafından kullanılmaya başlandı. İktidarın baskıları artsa da artık ana akımda ya da iktidara yakın gazetelerde çalışan gazeteciler de birilerinin gerçek gazetecilik yaptığını biliyordu. Bu direniş geleneğinin en temel özelliklerinden biri de bir ayağının her daim ülkede olmasından kaynaklanıyordu. Yolu bir dönem Özgür Kürt Basınından geçen onlarca kişi, bir süre sonra mücadele alanlarına geçti ve orada da gazeteciliğe devam etti.
Bunun son örneği, Türk devleti tarafından katledilen Nazım Daştan ve Cihan Bilgin oldu. Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde çalışmalar yürüten, her gittikleri yerde halkın gazetecilerinin nasıl olması gerektiğini herkese gösteren Nazım ve Cihan, 2024 Aralık ayında Türk devletinin SİHA saldırısında şehit düştüler. Sonrasında ise Türk kamuoyu, yeniden Özgür Basın direniş geleneğini hatırlamak zorunda kaldı.
NAZIM VE CİHAN, ÖZGÜR BASIN GELENEĞİNİN ETE KEMİĞE BÜRÜNMÜŞ HALİDİR
Nazım ve Cihan’ın hikayeleri de baştan sona Özgür Basın geleneğinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Türkiye ve Bakur’da başlayan gazetecilik serüvenlerine bir süre sonra kendi ülkelerinde devam etme kararı alan bu iki gazeteci, özellikle Rojava’ya dönük Türk devleti ve çetelerinin saldırılarını dünyaya duyurmuş; orada bir yılgınlık değil, büyük bir direniş olduğunu bütün dünyaya gösteren iki isim olarak ön planda oldular ve son nefeslerine kadar, Özgür Basın geleneğinin direniş kültürüne sahip çıktılar.
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in katledilmeleri dünya çapında büyük yankı uyandırmış olsa da Türk devleti işlediği savaş suçunun görülmesini istemediği için Nazım ve Cihan için yapılan eylemlere karşı çok sert tavırlar aldı. İstanbul’da yapılacak anmaya izin verilmedi ve çok sayıda gazetecinin de aralarında olduğu yüze yakın kişi gözaltına alındı. Aralarında 7 gazetecinin bulunduğu 9 kişi tutuklandı. Yetmedi, İstanbul Barosu’na soruşturma açıldı. Yetmedi, sonrasında ev baskınlarıyla gözaltına alınan ve tutuklanan 7 gazeteciye Nazım ve Cihan ile ilgili paylaşımları soruldu. En sonunda ise Jinnews muhabiri Öznur Değer, Nazım ve Cihan ile ilgili paylaşım nedeniyle tutuklandı.
Yeni bir yaşam iddiasıyla mücadele eden Özgürlük Hareketi’nin yeni bir basın ve yeni bir gazetecilik yaratmasına da tahammül edemeyen devlet, kendilerinin istediği “makul gazetecilik” sınırları içine asla girmeyen bütün gazetecileri “terörist” ilan etmeye başladı. Ancak 90’larda başlayan bu direniş geleneğinin ne kadar büyüdüğünü ve Özgür Basın geleneğinin temsilcilerinin, tıpkı eskilerde olduğu gibi halen aynı inat ve ısrarla gerçekleri savunduklarını da yeniden görmüş oldu.
Bu süreçte, özellikle Özgür Basın geleneğinin emekçileri olan gazeteciler, bütün o soruşturmalar, cezalandırmalar ve tehditlere rağmen ısrarla Nazım ve Cihan’ın gazeteci olduklarını söyledi ve bir süre sonra, iktidar da Nazım ve Cihan’ın gazeteci olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Türk devleti, işlediği savaş suçunu gizlemek için kendine bağlı gazeteler ve basın kuruluşları üzerinden, Nazım ve Cihan’ın gazeteci olmadığını ispatlamak için birçok haber yaptı. Ancak bu çabaları, halen sürüyor olsa da inandırıcılıklarını her geçen gün giderek kaybettiler. Çağımızda gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçlarının artık herkese ulaşması sayesinde, Özgür Basın geleneğinin temsilcileri, inatla Nazım ve Cihan’ın gazeteci olduklarını dillendirmeye devam etti.
Nazım ve Cihan’dan sonra da Türk devleti gazetecileri hedef almaya devam etti. En son, Egid Roj, Tişrin Barajı’na yönelik saldırılarda katledildi, ancak yine de o direniş geleneğini bitirmeye güçleri yetmedi. 90’lardan bugüne kadar çok sayıda şehit veren Özgür Basın geleneği, bugün büyük bir güç olarak basın alanında gazeteciliğin nasıl yapılması ve nasıl savunulması gerektiğini gösteren bir yerde duruyor. Türkiye ve Bakur’da günlük, haftalık gazeteler, dergiler, ajanslar ve basın meslek örgütleriyle direnişine ısrarla devam ediyor.