Cahil din tüccarları insan haklarını bilmez

İnsanın doğuştan beraberinde getirdiği ve Allah’ın kendisine bahşettiği dokunulmaz hakları elinden almaya veya kısıtlamaya hiçbir kimsenin hakkı yoktur.

Kürtlerin dili ve milleti inkar edildi vatanı işgal edildi binlerce köyü yakıldı ve binlerce faili meçhul cinayet işledi. Müslüman’ım diyen din tüccarlarından ses çıkmadı ve yine Kürdün cenazesini panzere bağlayıp gezdiren, ölüsünü yakan, bebeklerini katleden, evlerini bombalayan faşist Türk devleti tarafından hiç din alimlerden ses çıkmadı. Ve bugün yobaz din tüccarları insan haklarından bahsetmesi ahlaksızlıktır ve Hz.Muhammed’i tanımamaktır. Ayrıca hiç utanmadan Kürt halkından oy istiyor bu cinayet şebekesi. Uyanın ey Kürt halkı.

Oysa peygamberler insanlara en büyük değer vermiştir. İnsan ve toplum hayatıyla ilişkili olan insan haklarının, ilâhi dinlerin ve bu dinlerin tebliğcisi konumunda olan peygamberlerin ilgi alanında olmadığını düşünmek de mümkün değildir. Peygamberlerin gönderiliş amaçlarından birisi; insana insanca yaşamayı öğretmek, insan haklarını yeryüzünde ikâme etmektir. Bütün peygamberlerin ortak yönü, insan haklarını doğal bir güvenceye almaktır. Dolayısıyla yeryüzünde insan hakları alanındaki mücadele yeni başlamış olmayıp insanlık tarihi kadar eskidir. Hz. Peygamber, insan haklarının ikamesi için mücadele vermiş ve insan hakları ihlallerine müdahale etmiştir. O’nun hayatını, uygulamalarını ve hadislerini tetkik ettiğimizde bu gerçeği açıkça müşahede etmek mümkündür. Özellikle insan hakları açısından Vedâ Hutbesi ve Medine Vesikası başlı başına incelenmeye ve tahlil edilmeye değer niteliktedir.

İnsanın doğuştan beraberinde getirdiği ve Allah’ın kendisine bahşettiği dokunulmaz hakları elinden almaya veya kısıtlamaya hiçbir kimsenin hakkı yoktur. Örneğin bir kişinin yaşama, bir dine mensup olma gibi haklarını elinden almak veya bu hakları kısıtlamak isteyen kişi, kendisini bir nevi ilâh yerine koymuş olur. Dolayısıyla kişinin doğuştan getirdiği bu tür haklara kimsenin dokunmaması ve bu açıdan kişinin rahatsız edilmemesi gerekir. İnsana gösterilecek saygı burada başlar. Aynı zamanda insan haklarının korunması vicdanlara bırakılan bir husus olmayıp, dinî bir zorunluluk ve yükümlülüktür.

İnsan hakları, devlet ve siyasi otorite tarafından bireye verilmiş bir lütuf olmayıp, bireyin yaşam için vazgeçemeyeceği doğal hakkıdır. Bu haklardan yoksun yaşayan insanın hayatı değerli olmaktan çıkar. İnsan fıtratına dayanan insan hakları kavramında, temel hak ve hürriyetlerin sayısı oldukça çoktur. Bu makalemizde belli başlı insan hakları hadisler baz alınarak incelenmeye çalışılacaktır.

Kur’ân-ı Kerim’de, hadislerde ve diğer İslamî kaynaklarda hak kavramı, çok geniş yelpazede ele alınmakta; kişinin Allah’a, insanlara, hayvanlara ve çevresine karşı hakları söz konusu edilmektedir. Bâtılın zıttı olan hak kavramı, “doğru, gerçek, görev, sorumluluk, borç” gibi anlamları yanında “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi ve manevî imkan, değer, pay, eşya ve menfaatler” Hz. Peygamber’in -hayatı boyunca- insanlarla olan ilişkileri çok yoğun bir şekilde geçmiş ve O sürekli sosyal hayatın merkezinde yer almıştır. O, “İnsanlarla haşir-neşir olup ezalarına katlanan müslüman, insanlara karışmayıp ezalarına  katlanmayan müslümandan daha hayırlıdır.” Buyurarak toplumdan ayrı yaşanmasını tasvip etmemiştir. Peygamberlik öncesi ve sonrasında sürekli hakkın savunucusu olmuş, haksızlığa uğrayan mağdur kişilerin yanında yer almıştır. Daha gençlik yıllarında haksızlığa, zulme, zorbalığa ve adaletsizliğe karşı mücadele vermiş, bu bağlamda faaliyet gösteren ve iç güvenliği sağlamayı hedefleyen Hilfu’l-Fudûl (Faziletliler sözleşmesi) adlı sivil toplum teşkilatına girmede tereddüt etmemiş ve bu teşkilatta bilfiil çalışmıştır.

Her türlü zulme ve haksızlığa karşı mücadele amacıyla ihdas edilmiş olan, ancak ‘Cahiliyye dönemi’nin bir ürünü olan bu teşkilata katılmıştır. Hz. Peygamber’in, genç yaşta bu teşkilata katılmak suretiyle daha o zamanda insan haklarına ne derece önem verdiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber risâlet görevinden sonra da bu olayı zaman zaman hatırlayarak davet edildiği takdirde yine böyle bir toplulukta yer alabileceğini ifade etmiştir. Onun bu tavrı, Cahiliyye ürünü olup olmadığına bakmaksızın hak ve faziletten yana olmanın bizatihi İslâm’ın gereği olduğuna bir işaret olarak kabul edilebilir.

Şu bir gerçek ki, bir toplumda insan haklarına değer verilip verilmediği insan unsuruna verilen değerden anlaşılmaktadır. Nerede insana değer veriliyor ve insana saygı duyuluyorsa orada insan haklarının varlığından söz edilebilir. Dolayısıyla insan hakları konusunda en önemli husus insan unsurudur. İslam dini insana en büyük değeri vererek evrende en değerli varlık olduğunu ilan etmiş ve eşref-i mahlukât olduğunu bildirmiştir. Akıl ve irade sahibi olmakla diğer varlıklardan ayrılan ve üstün hale gelen budur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika