Cezaevi idarelerinin keyfi tutumları OHAL’den de beter

Cezaevinden hak ihlalleri haberleri artarak gelmeye devam ediyor. Avukat Şule Recepoğlu zaten kötü olan koşulların OHAL ile daha da ağırlaştığını ifade ederken, idarelerin keyfi tutumlarının durumu daha da kötüleştirdiğini söylüyor.

Elazığ, Tekirdağ, Van ve birçok cezaevinden gelen işkence ve hak ihlalleri haberleri OHAL ile birlikte artmaya devam ediyor. Gelen haberler yaşananların münferit örnekler olmadığını ortaya koyarken, Özgürlükçü Hukukçular Platformu Cezaevi Komisyonu üyesi Avukat Şule Recepoğlu da yaşanan bu hak ihlallerinin OHAL’den önce de var olduğunu; fakat şu anki koşullarda KHK’lar ile meşru bir zemine oturduğunu söylüyor. Cezaevlerindeki tek tipleştirmenin, hak ihlalleri oranlarının, artan sürgün ve hasta tutsakların durumunun başlıca sebebinin, devlet politikasından ayırmaksızın, idarelerin KHK’ların dahi üstünde uygulamaya çalıştığı keyfi tutum olduğunu dile getiren Recepoğlu ile yaşananları konuştuk.

OHAL’LE SADECE MEŞRULAŞTI

Cezaevlerinde zaten bu hak ihlallerinin var olduğunu dile getiren Şule Recepoğlu, OHAL’den sonra yasaya ya da yönetmeliğe aykırı olan bu uygulamaların KHK’larla yasa haline getirildiğini kaydetti. Tek farkın bu olduğuna dikkat çeken Recepoğlu şunları ekledi: “Önceden uygulamaların yasaya, yönetmeliğe ve insan haklarına aykırı olduğunu söyleyip gerekli yasal mercilere gittiğimizde, bunun karşılığını bir nebze olsa da bakın almak değil bir şekilde burada yasaları işletmenin yollarını bulabiliyorduk. Ama OHAL’den sonra da sanki tüm bu kaos ortamının müsebbibi cezaevlerindekilermiş gibi onların üzerine yüklenen bir durum söz konusu. KHK’lar bu anlamda yasal süreçlerin önünü tıkadı. Bütün mekanizmalar buna yargı da dahil önümüze KHK’ları sürüyor ve bizi bu konuda çaresiz bırakıyor. Elbette yine de bu uygulamaların yanı sıra KHK düzenlemelerinin de evrensel hukuk ve insan hakları kuralarına aykırı olduğunu söyleyerek meseleyi AHİM’e kadar götürüyoruz. Ama kısa süre zarfında iç hukuk yollarıyla bunun karşılığını almak mümkün değil.”

BİR DE SESİNİ DUYURAMAYANLAR VAR

Elazığ, Tekirdağ ve Kayseri cezaevlerinde gündeme gelen hak ihlallerinin bu çözümsüzlük sürecinin sonuçları olduğunu ifade eden Recepoğlu bu yaşananların bir iki cezaeviyle de sınırlı olmadığını vurgulayıp “Bir şekilde gündeme geldikçe kamuoyu haberdar oluyor. Gündeme gelmeyen, sesini duyuramayan, politik olanların dışında benzeri şeyler yaşan birçok tutsak da bulunuyor” şeklinde konuştu.

OHAL’den önce de Ceza İnfaz Yasası üzerine bir tasarı olduğunu hatırlatan Recepoğlu, ülkede yaşananlardan sonra o tasarının yasalaşmasa da KHK’larla bugün hak ihlali olarak nitelendirilen uygulamalar şeklinde hayata geçirilmiş olduğunu söyledi.

“İnsan hakları bakımından bakıldığında, kişi her ne suç işlemiş olursa olsun cezaevleri yaşam hakkını tehdit etmemeli. Çünkü sonuçta devlet kendi bünyesinde ve belirlediği sınırlar ile kurallar içesinde hapsediyor kişiyi. Ama bunu yaparken o kişinin elinden örneğin tedavi imkanlarını alamazsınız. Ortalama insan hakları koşullarında, o kişilerin yaşamlarını idame ettirmek zorundasınız” diyen Avukat Şule Recepoğlu, OHAL’le birlikte görüş yasaklarının arttığını, kişinin üç kişilik görüşçü hakkından yoksun bırakıldığını; ayda bir açık görüş varken bunun artık 2 ayda bire çıkarıldığını sıralayarak, bunların tutsakları sosyal, aile ve dışarıyla olan bağlarından koparmak olduğunu belirtti.

HİÇBİR SOMUT GEREKÇE OLMADAN YASAKLAR GELİYOR

Gazete ve kitapların da keyfi bir şekilde yasaklandığını ifade eden Recepoğlu “Hiçbir somut gerekçe bildirilmeden birçok kitap ‘yasa dışı şeyler’ içeriyor diye yasaklandı. Maalesef bunlar yasal çerçevede de yapılmadı idarenin inisiyatifine bırakıldı. Bu da nedir bugün gelinen politik süreçte idare mensuplarını meseleyi şahsileştirmesidir. Aslında KHK’da olmayan şeyleri de uygulamaya çalışıyorlar. Misal yasal çerçevede kanunda düzenlemelerle kitaplara yasaklama getirilmiyor. İdarede kitapları ve mektupları inceleme komisyonu var. O komisyonlar hangi gerekçelerle bu kitapları yasaklıyor? Ya da burada suç unsuruna rastlanıldı diyebiliyor? Neye ve kime göre yasaklanıyor? Hangi yasal çerçeve içerisinde?” dedi.

TUTSAKLARIN DİLEKÇELERİ ÖNLERİNDE ÇÖPE ATILIYOR

Yine tutsakların OHAL’den sonra yaşanan hak ihlallerini Adalet ve sağlık bakanlığına ya da uluslararası kurumlara yazdığı dilekçelere de idare tarafından el konulduğunu söyleyen Recepoğlu örnek olarak kendi müvekkilinin başına gelenleri şöyle anlattı: “Yakın bir zamanda Maltepe Cezaevi’ndeki müvekkilim bir hücre cezası aldı ve tamamen yasaya aykırı, idarenin keyfiyetine kalmış bir şekilde, 11 gün. Buna itiraz etmek için itiraz dilekçesi verdi ama idare işleme dahi koymadı. Buna benzer birçok olay var; özellikle hasta tutsaklar kendi durumlarını anlatan rapor ve dilekçeleri verdiklerinde, tutsak anlatımlarına göre idare, bazılarının gözü önünde bunları yırtıp çöpe atıyor. Bunları biz somut olarak raporlaştırıyoruz elbette hükümlü ve tutsakların iddialarından yola çıkarak. Yani dilekçe yazmak gibi bir anayasal hak bile idare tarafından keyfi olarak engelliyor ama ne yazık ki bunu ispatlayamıyoruz.”

KENDİ DİŞİNİ ÇEKMEK ZORUNDA KALAN HASTA TUTSAKLAR VAR

Hasta tutsaklar meselesiniz yıllardır ciddi bir boyutta olduğunu kaydeden Şule Recepoğlu  OHAL’den sonra durumun daha da kötüleştiğinin altını çizdi: “Sürekli fiziki koşullarımız ya da asker yeterli değil gibi gerekçelerle randevusu olan hastalar bile hastaneye götürülmüyor. Tedavi haklarından mahrum bırakılıyorlar. Öte yandan çok daha ağır hasta olan tutsaklar da oradan oraya sürgün edilerek ve sürgünün kötü koşullarında daha da beter bir hale geliyorlar. Ameliyat olmak zorunda olanlar ameliyat olamıyor, kendi dişine çekmek zorunda kalan tutuklu ve hükümlüler var. Öte yandan yanlış ilaç verilen ya da hangi ilacı nasıl kullanacağını bilmeyen hasta tutsaklar da mevcut. Bu sayı daha da artıyor. Şuan ölümcül koşulda onlarca hasta tutsak var ki bunlar bizim tespit ettiklerimiz bir de bunun dışında yani politik olmayanlar tutsaklar da söz konusu. Bu düzeydeki hastalar için ceza infaz kuruludan infazın ertelenmesini istediğimizde ki bu af değil, en azından bir an önce cezaevi koşulları dışında tedavi edilebilmesini talep ediyoruz ama bu bile reddediyorlar.”

İnfaz ertelememe sebeplerinin başında terör suçları için ‘toplumun güvenliğini tehdit etmesi’ gerekçesi olduğunu ifade eden Şule Recepoğlu “Ama bu gerekçeyi idare keyfi olarak kullanıyor. Çünkü o kişinin topluma tehlike oluşturduğunu söylemeniz için ortaya somut bir örnek sunmanız gerekiyor. Ama bu keyfilikten dolayı birçok kritik hastanın infazın ertelenmesine engel olunuyor. Yakın bir zamanda ben bizzat yaşlı ve ağır hasta bir tutsak için infaz hakimiyle görüştüm. Kişinin hem yaş haddi hem de hastalığının ağır olması nedeniyle infazının ertelenmesini istedim. Ne yazık ki ameliyatının tedavisini bile beklemeden ertesi gün ki buna doktorlar da göz yumuyor, o tutsak apar topar cezaevine götürülmek istendi. Neden fiziki koşullarımız yeterli değil diyorlar. Bu kişi bu yaşta ve hastalıktan dolayı ayakta bile zor duruyorken nasıl toplumun güvenliğini tehlikeye atsın? Bu talebimiz reddedildi ve bu kişi hala cezaevinde. Biz başvuru yapmaktan başka bir şey yapamıyoruz ki onlar da reddediliyor” şeklinde anlattı.

SÜRGÜN BİR DEVLET POLİTİKASIDIR

Son olarak Van Cezaevi’nde de toplu sürgünlerin yaşanmasını sorduğumuz Recepoğlu bunun bir devlet bir politikası olduğunu söyledi ve devam etti “Sürgün zaten ceza verdiğiniz bir kişiyi ayrıca cezalandırmaktır. Sürgün koşulları da birçok defa rapor edildi özellikle ring araçlarının kişinin sağlığı ve psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileri birçok defa dile getirildi. Sadece sağlıklı değil birçok hasta tutsak da o koşullara rağmen buralarda taşındı. 1 yıl içinde en az beş defa sürgün edilen tutsaklar var. Özellikle hasta tutsaklar. OHAL’le birlikte bu sürgün politikası daha da arttı. Hem cezaevlerindeki kişi sayısının artması hem de bu dediğim gibi bir ekstra cezalandırma politikası olmasından kaynaklı. Burada sadece kişiyi değil aileleri de cezalandırıyorsunuz. Bazı insanlar binlerce kilometre yol kat ederken bazıları da evini barkını bırakıp cezaevinin olduğu şehre yerleşiyor. Sürgün aynı zamanda her yeni cezaevine çıplak aramaya maruz kalmaktır. Yeniden bulunduğu ortamı insani koşullara çevirmek için mücadele etmek demektir.”