DAİŞ sonrasına hazırlık başladı

KCK Yürütme Konsey Üyesi Rıza Altun, DAİŞ’in yenilgisiyle üzeri örtülen çelişkilerin yeniden gün yüzüne çıktığını vurgulayarak uluslararası ve bölgesel güçlerin DAİŞ sonrasına hazırlandığını ifade etti.

Yeni Özgür Politika gazetesine konuşan KCK Yürütme Konsey Üyesi Rıza Altun, DAİŞ’in Kobanê, Rojava, Musul, Reqa ve Tıl Afer’de yenildiğini ve ciddi bir gerileme yaşadığını belirterek, ‘’Şimdi DAİŞ’in yenilgisiyle üzeri örtülen çelişkiler yeniden su yüzüne çıkıyor’’ dedi. Altun, siyasal çözüme doğru evirilen bir Suriye gerçeğinin artık gündemde olduğunu ancak savaşın bir kez daha Irak kaydığını ifade etti.

Ortadoğu krizinde uluslararası ve bölge güçlerinin Kürt meselesinin çözümünde herhangi bir adım atma politikası olmadığını ifade eden Altun, ‘’Kürtlerin kendi çözümünü kendisinin üretmesinin dışında başka bir seçenekleri yoktur. Hiç kimse Kürtleri gündemleştirmedi. Kürtler kendi mücadeleleriyle gündemleştiler’’ dedi. Rıza Altun ile söyleşimizin ikinci bölümünde DAİŞ sonrası kurulmakta olan yeni dengeler ve uluslararası güçlerin Kürt politikasını konuştuk.

RUSYA NET BİR ÇİZGİ ORTAYA KOYMADI

Türk devleti ve çeteleri Afrin ve Şehba’ya saldırıyor, YPG ve Ceyş El Suwar da buna karşılık veriyor. En son YPG ve Ceyş El Suwar, Rus güçleriyle bir anlaşma yaptı. Rusya’nın bölgedeki Kürtlerle ilişkisini tam olarak nasıl tarif edersiniz? Kürt politikası, ABD örneğinde olduğu gibi Rusya’yı da TC ile karşı karşıya getirebilir mi?

Rusya, Suriye’nin çağırısı üzerine buraya gelmiş bir güç. Rusya’nın yapmak istediği, eski Suriye ulus-devlet yapısını yeniden tesis etmek; muhalefeti kesinlikle yenilgiye uğratarak ya da bir biçimiyle sistemin dışında tutarak Suriye’deki ulus-devleti yeniden inşa etmektir. Fakat birçok uluslararası güç bulunduğu için Suriye’nin pozisyonu çok zayıf. Onun için işler istendiği gibi yürümüyor. Rejime saldırı içerisinde olanlarla direkt çatışıyor, ama rejimle uzlaşmaya girebileceklerini de siyasi, diplomatik yaklaşımlarla belli bir çizgi tutturmaya çalışıyor, rejimi kurtarmaya çalışıyor.

Kürtlere bakış açısı, tam ‘düşmancadır’ demeyeceğiz, ama çok pozitifte değil. Mümkün olduğu kadar Kürtleri basit haklar karşısında rejime entegre edebilecek, onu rejimin üzerinde kendisini ifade edebileceği bir taban haline getirmenin siyasetini yapıyor. Bu siyaseti güderken de başka güçleri kullanarak bunu yapmaya çalışıyor. Bir yanıyla Türklerle tehdit ediyor, sürekli Türklere bir takım imkânlar verip onların korkusuyla Kürtleri rejime entegre taktiği izliyor. Ancak Rojava’daki Kürtler bunu kabul etmediği için istediği sonucu elde edemiyor. Yani ne Türkiye korkusuyla oradaki Kürtler kendi çizgisinden vazgeçiyorlar ne de basit taktik yaklaşımla rejime entegre olmayı düşünüyorlar. Kürtlerin projeleri var. Demokratik federatif Suriye ve Kuzey Suriye Federasyonu önemli bir hamledir.

Kürt politikasında Rusya’nın gerçek anlamda ne istediği çok belli değil. Kürtler için neyi öngörüyor? Dikkat edilirse, Rusya şimdiye kadar herhangi bir açıklamada bulunmadı; bu konuda bir çizgi de ortaya koymadı. Belki zaman zaman özerkliğe, kantona karşı değilim, barışçıl bir çözüm, demokratik bir çözüm gibi söylemleri kullandı. Ama şimdi bu söylemi nasıl bir rejim ile ifade edeceği konusunda hiçbir şey söylemedi. Net olarak söylediği, rejimin hâkimiyeti ve hegemonyasıdır.

Suriye sistemi içerisinde Kürtlerin nasıl bir statüye sahip olması konusunda net bir şey söylemedi; ki daha sonra Astana’da bile bunun sonuçları ortaya çıktı. Astana’da daha çok İran’ı, Türkiye’yi ve diğer muhalefeti esas alan ama Kürtleri hiç muhalefet bile kabul etmeyen bir yaklaşım içerisinde kaldı. Fakat böyle bir politika yaparken de Türklerin sınırsız olarak Rojava’da hakim olmasını da çok istemiyor. Mümkün olduğu kadar Kürtleri düzene kaydırma, mümkün olmadığı yerde ise Türklerin de belli bir sınıra kadar Suriye’ye müdahale etmesine yönelik bir yaklaşım içerisindedir. Türkiye’nin Cerablus ve El Bab’tan sonra Efrine veya Şehbaya girme durumu söz konusu olursa, o zaman zaten DAİŞ ve El Nusra’nın yapamamış olduğunu yapmış olur. Böyle olursa Suriye’nin zaten bir hakimiyet hegemonyası kalmıyor; bunun sonucunda hem Suriye rejimi hem de Rusya politikası iflas etmiş oluyor. Böyle olmaması için Rusya’nın Türkiye’ye çok fazla imkan vermesi biraz zordur. Şimdi bu durum Kürtler için bir ortak hareket noktası olabilir. En azından Türkiye’nin saldırılarını sınırlayabilecek bir takım ilişki ve ittifaklara girilebilir. Günlük siyasette, diplomatik ilişkilerde de sürekli entegre politikasını esas alıyor. Ama bunun karşısında Rojava’da da hem bir bilinç hem de bir duruş vardır.

 

Musul’dan sonra Tılafer’de DAİŞ’ten alındı. ABD ve İran etkisi de düşünüldüğünde, DAİŞ’ten sonra Irak’ı ne bekliyor?

Suriye’de uzun bir dönemdir çok yoğun bir savaş var, fakat belli arayışlar da ortaya çıkıyor. Suriye’deki savaş düzeyi biraz soğuyor. Özellikle DAİŞ’in yenilgisi ve gerilemesi; o muhalefet denilenlerin beli merkezde toplanması, El Nusra ve benzeri hareketlerin içe büzülmesi, yine Suudiler eliyle eski muhalefetin tasfiyesi, bundan sonraki gelişmeleri çok etkileyecek durumlardır. Suriye rejimi, QSD güçleri, Amerika ve Rusya’nın temel aktörler olduğu bir durum ortaya çıkıyor. Eskisi gibi yüzlerce farklı ideolojik, politik örgütlerin olduğu ve bunların hepsinin bir alanda kendisini ifade etikleri bir Suriye gerçeği ve bundan kaynaklı bir savaş yok. Bu kriz ve savaş süreci içerisinde birçok güç aslında büyük ölçüde tasfiye edildi, kontrol altına alındı. DAİŞ yenilgiye uğratıldı, kırılmalar ve yenilgiler yaşadı; yenilgilerden sonra artık büyük bir saldırı gücü büyük bir askeri güce dönüşmüyor. El Nusra da benzer şekilde kontrol altındadır. Diğer ufak çeteler; Katar’ın Suudilerin ve Türkiye’nin denetimi altında olanlar ise İdlib’e götürüldüler.

Şimdi burada şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Sahada artık Rusya, Amerika, kısmen Türkiye, İran, rejim güçleri ve QSD var. Bu güçler ya Suriye’de büyük bir çatışma içerisine girecekler (ki böyle bu güçlerin tümünün birbiriyle çatışması savaşı nereye götüreceği beli olmayan bir sonuç ortaya çıkarır) ya da bunlar asgari düzeyde bir anlaşma arayışı içerisinde olacaklardır.

SURİYE’DE ÇÖZÜM İÇİN YENİ ARAYIŞLARA İHTİYAÇ VAR

Şimdi görünen nedir?

Görünen, bir yanıyla anlaşamadıkları ama bir yanıyla da savaşmaktan çekindikleridir. Uzlaşmak içinde arayışlar içerisinde olduklarını da gösteriyor. Daha önceki görüşmeler sonuç ortaya çıkarmadı. Ne Astana’da ne Cenevre’de bu konuda bir sonuç ortaya çıkmadı; çünkü Astana ve Cenevre’nin temel konuları tasfiye oldu. Astana’yı temsil edenler hepsi yenilgiye uğradı, devreden çıktı. Şu an Cenevre’nin de artık bir anlamı kalmadı, Astana’nın da. Astana’ya kabul edilen güçler yenildiler. Hepsi Türkiye’nin denetimindeler; Türkiye’nın onların sözcülüğünü yaptığı bir duruma gelmişler. Onun dışında muhalefet yok. Muhalefet sayılabilecek QSD güçleri de zaten oraya alınmıyor.

Artık yeni bir durumun ortaya çıkması gerekir. Suriye meselesinin çözümünde yeni arayışlara ihtiyaç var. Bu yeni arayışların ortaya çıkmasında, Fırat’ın doğusu ve batısı biçiminde genel bir kavram kullanılıyor. İşte bir tarafında Amerika’nın ve QSD güçlerinin çok etkili olduğu bir durumun, ama diğer tarafta ise daha çok rejimin, Rusya’nın ve bununla bağlantılı Türkiye ve İran’nın da içinde yer aldığı bir durum var. Böyle bir sınır hattı üzerinde bir anlaşmaya varılsa da, bu anlaşma Suriye’nin siyasal çözümü için bir başlangıç olarak düşünülerek atılan bir adımdır. Burada ya siyasal çözüme doğru evirilen bir Suriye gerçeği ortaya çıkacak ya da çatışmanın farklı boyutlarda yeniden başlaması söz konusu olacak. Pratiğe baktığımız zaman; Amerika-Rusya arasında görüşmelerde bunun izlerini görüyoruz; ama diğer taraftan zaman zamanda krizin derinleşip nerdeyse çatışmaya dönebilecek karşılıklı tehdit durumları da görebiliyoruz.

Buradan şöyle bir sonuç ortaya çıkarmak istiyorum: Eğer böyle bir süreç başlarsa, Suriye’deki çatışmaların biraz daha geri plana çekildiği bir Suriye söz konusu olur; ama çatışmalar buradan Irak merkezine kayabilir. Zaten Suriye’den bir takım DAİŞ kesimlerinin Irak’a doğru gönderilmesi durumu var. Başta da söylediğim gibi, eğer Amerika’nın bir İran politikası varsa, çatışma merkezinin tekrar Irak’a kayması söz konusu olabilir. Eğer çatışmalar Irak’a kayarsa, gerçekten de bölge devletlerinin ve uluslararası güçlerin çok ciddi karşı karşıya geldiği bir Irak çatışması söz konusu olabilir. Yani Ortadoğu’daki kriz yeniden Irak’a kayabilir ve bu Irak’a kayacak kriz ise Irak’ı yeni bir çatışma noktasına getirebilir.

Eğer soruya dönersek; eskiden beri söylediğimiz gibi, Irak’ta DAİŞ’ın gelip bir gecede Musul’u düşürmesi ve çok kısa bir süre içerisinde Irak rejimini tasfiye edecek noktaya kadar gelmesi öyle basit ve sıradan bir durum değildir. Bu Irak gerçeğini anlamamız için üzerinde durmamız gereken önemli bir konudur. Irak, çok yoğun çelişkilerin ve parçalanmışlığın bir merkezi olarak, yaşamış olduğu zaafların, DAİŞ karşısındaki yenilgisidir. DAİŞ’ı belli ölçülerde geri püskürtmesi veya özel olarak, Musul’daki operasyonun başarıyla yürütülmesi arkasından Tıl Afer operasyonun hiç beklenmedik düzeyde kısa sürede bitirilmesi çok önemli bir başarı gibi görünüyor. Ama bu konuda aldanmamak gerekiyor. Bu, gerçekten çok ciddi bir gücün geliştirdiği bir savaşın elde etiği bir zafer değil. Irak zaten kırılmış ve yenilgiye mahkum edilmiş bir güç ile savaşıyor. DAİŞ zaten Kobanê’de kırıldı, Rojava’da kırıldı ve yenilgiye uğradı, büyük kayıplar verdi ve onu destekleyen bölgesel güçler artık onu destekleyemez duruma geldiler, fiili desteklerini çektiler. Bu kadar büyük bir kan kaybından sonra DAİŞ’in eskisi kadar büyük bir güç olmadığını sonucunu ortaya çıkarırız. Onun için Musul’da, Reqa’da istenen düzeyde direnemiyor, Tıl Afer’de hiç direnemedi. Şimdi mesele eğer DAİŞ sorunu olsaydı o zaman Irak büyük bir başarı ve zafer kazanırdı, ama sorun sadece DAİŞ meselesi değildir.

Irak’ın meselesi çok daha köklüdür. Uluslararası ve bölgesel düzeyden baktığımız zaman, bir çelişkili durum söz konusudur. İran siyasi olarak Irak’ta etkili. Irak, İran’ın bir hegemonya sahasıdır; buradan hiçbir koşulda vazgeçemeyecek. Böyle bir zorunlukla karşı karşıyadır, ama mevcut iktidar aynı zamanda DAİŞ’e karşı operasyonlarını uluslararası koalisyonla yürütüyor. Bir yanıyla İran, bir yanıyla da ABD ile ilişki içerisinde bir iktidar var. Ama öbür tarafta İran’ı yenilgiye uğratmak isteyen ve İran’a karşı bölgesel bir ittifakı geliştirmek isteyen bir ABD var. O zaman ABD kolay kolay Irak’ı, İran’a terk etmeyecektir. İran ise Irak’tan vazgeçmeyecektir. Çünkü Irak’tan vazgeçerse savaş direkt İran’ın içinde olur. Onun için İran daha çok kendi savaşını Suriye’de, Irak’ta yürütmek gibi bir siyaset güdüyor. Diyelim ki, DAİŞ yenilgiye uğradı, peki ne olacak? Bu durum ne olacak? Ya İran, Irak siyasetine hakim olur, Amerika yenilgiye uğrar, ya Amerika, Irak siyasetine hakim olur ve Irak’ı daha çok körfez ittifakı içerisinde bir Arap gücü olarak konumlandırarak İran karşıtı pozisyonda tutar. Burada sorun var, bu sorun önümüzdeki dönemde nasıl bir boyut kazanacak tam bilemiyoruz.

REFEERANDUM IRAK’TA BİRLİĞİN ZORLAŞMASI SONUCUNU ORTAYA ÇIKARIR

Peki Irak rejimi DAİŞ’i yenilgiye uğrattı; DAİŞ’ten sonra sorunları nasıl çözecek?

Birincisi, mezhep sorunları var; Şiaların ve Sünnilerin iktidar sorunları vardır. İkincisi Kürtlerin sorunu vardır. Eskiden kurulmuş federasyonun işlemeyen anayasası vardır. Bunlar da ortalıkta duruyor. Diyelim, DAİŞ yenilgiye uğratıldı; Musul, Tıl Afer kurtarıldı; ama Musul ve Tıl Afer kendi içerisinde birçok etnik ve mezhepsel varlıkları barındırıyor; bunlar rejimin politikalarını bir bütün olarak kabul eden bir pozisyonda değildirler. Kendi mezhepsel ve etnik durumlarına göre bir statü istiyorlar. Şimdilik talepleri ortada değil, ancak sonraki süreçlerde ortaya koyacaklardır. Açık söylemek gerekirse, Şengal’de Êzîdîlerin durumu ne olacak? Hristiyanların durumu ne olacak? Til Afer’deki Şiilerin durumu ne olacak? Musul’daki Sunilerin durumu ne olacak? Ne Amerika-İran sorunu, ne etnik azınlıklar sorunu, ne de dinsel azınlıklar sorunu çözülmüş; hepsi ortada duruyor.

En önemlisi de Kürt meselesidir. Daha Musul yeni kurtarıldığı halde, işte bugün Güney Kürdistan referandumun gündemleşmesi ve belli bir bağımsızlık arayışı bile mevcut sorunun hangi düzeyde yürüdüğünün bir göstergesi olarak görülebilir. Bugün Kürtler referandumla kendisini ifade ediyor ve temel bir sorundur. Yarın Sunilerin arayışı temel bir sorun olacak. Bütün bunlar, Irak’ta birliğin oluşmasını zorlaştıran bir sonuç ortaya çıkarır. Ya çok demokratik federal bir Irak’ın yeniden inşası temelinde bütün bu sorunlar çözülür ve herkes razı olur; ya da bu giderek çatışmanın daha da şiddetlenir. Burada meseleye sadece DAİŞ gözüyle bakarsak yanılırız. DAİŞ zaten bu çelişkiler üzerinde ve onların yaratmış olduğu güvensizlik temelinde bu zaferi kazandı. Bundan sonra DAİŞ yenilgiye uğraması bu çelişkilerin ortadan kalkması demek değildir. DAİŞ’in yenilgiye uğraması, üzeri örtülen çelişkilerin kendilerini su yüzüne vurma sonucunu ortaya çıkarır. Bu, işlerin giderek daha da zorlaşmasına yol açabilir.

ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE IRAK YİNE ÇATIŞMA MERKEZİ HALİNE GELEBİLİR

Peki ne olacak?

Gerçekten ben de merak ediyorum, ne olacak? Şimdi bir tarafta sürekli DAİŞ’e karşı mücadele adı altında Irak rejimi ile ittifak içerisinde hareket eden uluslararası koalisyon var, öbür tarafta İran var. Peki ne olacak? Geçmişte de buna benzer bir şey yaşandı. Saddam, Amerika’nın müdahalesiyle devrildi, Amerika çok etkili hakim bir güç gibi göründü, ama altan İran, Irak rejimine kendi damgasını vurdu. Adeta Amerika’nın Ortadoğu’da kazanmış olduğu başarı, İran’ı Irak’ta iktidara getirdi. Böyle bir pratiği her ikisi de yaşadı. Yeniden aynı pratik mi yaşanır? Amerika kazandığı zaferi, İran’a mı bırakır mı? Ya da İran kendi hegemonyasından vaz mı geçecek? Bence, ne İran kendi hegemonyasından vazgeçer ne de Amerika Saddam devrildikten sonraki durumu yeniden kabullenebilir. Eğer kabullenirse, o zaman Arap Birliği’ni kurmasına gerek yoktu. Demek ki, sorun çok köklü ve ciddidir. Bu, önümüzdeki dönemde Irak’ı yeni bir çatışma merkezi haline getirebilir. Bu çatışma merkezi haline geldiğinde sorun çok daha değişik bir boyut kazanır.

KÜRT SORUNUNA DOĞRU YAKLAŞILMADIKÇA SORUN ÇÖZÜLMEZ

Kürtler, Ortadoğu kaosunun tam göbeğinde yer alıyorlar. Bu kaosta Kürtlere verilmiş bir rol ve Kürtler için öngörülmüş bir statü var mıdır? Yoksa Kürtler herşeylerini kendileri mi yaratmak zorundadırlar? Sizce Kürt siyasi organizasyonları nasıl bir durumla karşı karşya olduklarının yeterince farkında mıdırlar?

Ortadoğu krizinde Kürtlerin durumu ve Kürt meselesi ciddi bir rol oynuyor. Mevcut krizin Ortadoğu’nun tümünü dolaşarak gelip Kürdistan’ın dört parçasında merkezileşmesi önemli bir durumu ifade ediyor. Ortadoğu krizi boşuna Tunus’u, Libya’yı, Mısır’ı ve Körfez ülkelerini dolanıp hepsinden atlayarak gelip Suriye’de, Türkiye’de, Irak’ta ve İran’da merkezileşmedi. Bu Ortadoğu krizinde Kürt meselesinin çok önemli bir rolün olduğunu anlamına geliyor. Kürt meselesinin bu belirgin rolünden dolayı bu durum yaşanıyor. Kriz o kadar köklüdür ki, doğru yaklaşılmadığı sürece, çözümü bir yana kalsın krizin her alanda derinleşerek birçok tahribata yol açacağı şimdiye kadarki sonuçlardan çıkarsayabiliyoruz. Mesela, Suriye bunun en tipik örneklerinden biridir. Suriye, neden Mısır gibi bu krizi atlatamadı? Neden Libya ve Tunus gibi atlatamadı? Neden Körfez ülkelerindeki gibi atlatamadı? Kriz orada birden başladı ve başladığı günden bu yana hiç temposu düşmeden sürekli yükseliyor. Irak krizi, neden Saddam’dan sonra bir türlü çözülemiyor?

Kürt meselesine doğru yaklaşılmadığı sürece, Ortadoğu’daki krizin çözümü çok mümkün görünmüyor. Pragmatik, çıkarcı ve günübirlik yaklaşımlar bırak krizi çözmeyi, tam tersine, krizin daha da derinleşmesine yol açıyorlar. Yaşadığımız sorun, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki sorunlar gibi değildir. Bazı devletlerin kendi gücünü kullanıp damgasını vurduktan sonra istedikleri gibi haritalar çizerek yönetecek bir Ortadoğu yok artık. Öyle bir Ortadoğu aşıldı. Öyle bir Ortadoğu Birinci Dünya Savaşı’nda inşa edildi, ama o inşaa biçiminin sonuçları bugün bir bedel olarak karşılarına çıkıyor. Bundan ötürü sergilenecek tek doğru yaklaşım krizi çözmektir. Fakat meseleye böyle yaklaşılmıyor. Ortadoğu krizinin tarihsel toplumsal nedenleri üzerinde çok iyi düşünerek, bu krizi nasıl çözeriz biçiminde bir yaklaşım şu anda çok görünmüyor.

İki temel gücün eleştirisini yaparsak, ilk olarak uluslararası güçlerden başlayabiliriz. Bu güçler sistem krizinin, yani mevcut kapitalist modernite sisteminin krizinin çözümü temelinde bir takım tedavi yöntemleriyle soruna yaklaşıp bir politika güdüyorlar. İkincisi olarak, bölgedeki ulus-devletler kendi hegemonyalarını (hem etnik, hem dinsel ve hem de ulus-devlet hegemonyası) korumanın hesapları içerisindedirler. Bu her iki hesap da zaten Ortadoğu krizinin nedenleridirler. Uluslararası çıkarlar, uluslararası ilişkilerin Ortadoğu’daki çıkarını düzenleme biçimi krizin esas nedenidir.

İkinci neden ise, ulus-devletlerin hâkimiyet ve hegemonyasıdir. Şimdi bu mantık ile yaklaştıkları için krizin daha da derinleşmesine yol açıyorlar. Onun için, dikkat edilirse, hiç kimse sorunun adını koymuyor. Kürt meselesi Ortadoğu’nun en temel meselesidir, ama sanki Kürt sorunu sıradan bir durummuş gibi yaklaşılıyor. Kürt meselesi daha çok ulus-devlet ekseninde ele alınıyor. Şimdi bunun üzerinde siyaset yapamaya çalışılıyor. Ama bu yapılırken de herkesi kapsayan nasıl bir Ortadoğu konusunda hiç kimse tam bir proje ortaya koyamıyor.

Uluslararası güçler açısından baktığımız zaman onların bu konudaki politikaları nelerdir? Amerika’nın Kürt politikası nedir? Kuzey Kürdistan’da Kürtlerin özgürlük mücadelesinde kimi destekliyor? Türkiye’deki rejimi destekliyor. İran’daki Kürt meselesinde sesiz kalıyor. Rojava’daki Kürt meselesinde taktik ilişkilere girdiği halde, Kürt statüsüyle ilgili en ufak bir şey söylemiyor. Öyle bir pragmatik politika güdüyor ki, ‘Kürtler vardır önemlidir, ama bakalım bu işin sonu nereye gidecek’ yaklaşımyla ortaya çıkacak, sonuca göre son söz o zaman söylenir. Yani Kürt meselesi taktik bir unsur olarak kullanılıyor. Kürtler, yeni bir Ortadoğu düzeninde eğer güç olabilirlerse, bir statüyü kazanma şansını elde edebilirler ama eğer güç olamazlarsa yeniden pazarlanarak krize yeni bir boyut katabilecek yeni bir Ortadoğu düzenine kavuşturulmak istenirler. Şimdi benzeri bir durum Avrupa ülkeleri ve Rusya içinde geçerlidir.

Esas krizin nedeni geçmişte Kürtlerin inkârı üzerine kurulan bir statü ve bu statü üzerinde bir dünya sistemin kurulduğudur. Bu kriz böyle oluştu ve Kürt inkârı bu krizin temel unsurudur. Şimdi de böyle sürdürülüyor. Kürt sorununa doğru bir yaklaşım ortaya konulmadığı için krizin çözümü söz konusu olamaz. Bölge devletleri açısından da aynı şeyi söyleyebiliriz.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu haritası yeniden şekillendiğinde ortaya çıkan ulus-devletlerin durumuna baktığımız zaman, Kürtler dört parçaya bölündüler. Her dört parçada da mümkün olduğu kadar Kürt inkârına dayalı bir ulus-devlet inşasına gidildi. Türkiye’de bir ulus-devlet, Arapların hâkimiyetinde bir ulus-devlet, Irak’ta bir ulus-devlet, İran’da bir ulus-devlet. Kürtler parçalansa da, parçalanmış olsa da, erimediler. Tam tersine, Ortadoğu’da kriz ve kaosun ortaya çıkmasıyla birlikte önemli bir rol oynadılar ve mücadeleleriyle, direnişleriyle, siyasetleriyle temel bir aktör olarak kendilerini kesinlikle gündemleştirdiler.

Türkiye Kürt sorunun çözümüne yaklaşmıyor; İran, Kürt sorununun çözümüne çok yaklaşmıyor, Suriye değişik uluslararası güçleriden aldığı destekle Kürt sorunun çözümüne yaklaşmıyor, kendisi yıkıldığı ve çöktüğü halde Kürt meselesine bir çözüm ile yaklaşmıyor. Uluslararası güçler de herhangi bir çözüm önermedikleri için, bölgesel devletler de kendi hegemonyalarından vazgeçmedikleri için ya da hegemonyayı paylaşmayı göze alamadıkları için Kürt meselesinde bir çözüm ortaya koyamıyorlar. Böyle olunca ne oluyor? Böyle olunca, Kürtlerin kendi çözümünü kendisinin üretmesinin dışında başka bir seçenekleri yoktur. Eğer bugün Kürtler gündeme gelmişse, bu herhangi bir gücün Kürtlere vermiş olduğu bir destek ya da herhangi bir gücün çözüm modelinin gerekli kıldığı bir durum değildir. Hiç kimse Kürtleri gündemleştirmedi. Kürtler kendi mücadeleleriyle gündemleştiler.

O zaman burada şu sonuç çıkar: Ortadoğu krizinde gerek uluslararası güçler gerekse bölge güçleri, Kürt meselesinin çözümünde herhangi bir adım atma gibi bir niyetleri şu anda yok. Ama Kürtler bu krizde oynamış oldukları rol ve vermiş oldukları mücadeleyle kendilerini gündemleştirip ciddi bir güç olmuşlardır. O zaman yapılması gereken, hem Kürdistan’ın bütünlüğü açısından doğru bir düşünceye sahip olmak hem de parçalanmış Kürdistan’ın bütün parçalarında belli bir statüyü ortaya çıkarabilecek çok akılı bir siyaseti esas almaları gerekiyor ve kendi çözümlerini üretmeleri gerekiyor. Eğer bu çözümü üretemezlerse, uluslararası ve bölgesel güçlerin onlara bir çözüm getirmesini beklememek gerekir.

Şöyle bir algı yanlıştır; yani Saddam örneğinden hareketle ‘birileri gelip rejimi devirirse bize de bir federasyon çıkar’ gibi diğer parçalarda bir beklenti içerisine girilirse bu çok tarihi bir yanılgı olur. Bugünkü koşullar açısından baktığımız zaman, Saddam sonrası ortaya çıkmış bir federe Kürt devleti kuranlar bile nerdeyse pişman olmuş bir durumdadırlar. O zaman Kürtler bu konuyu öyle uluslararası ve bölge güçlerine bağlamadan, oradan çok fazla umutlanmadan, kendi projesini ortaya koymak, Kürdistan’ın birliği bütünlüğü projesini ortaya koymak ve bu birlik ve bütünlük içerisinde Kürdistan’ın bütün parçalanmışlığının, diaspora’da dâhil, çözüm modellerini ortaya koyarak dünya çapında bir statü oluşturmaları gerekiyor. Bunu Kürtler ancak kendileri yapar. Kendileri yapmadığı takdirde uluslararası güçlerin çıkarları büyük ihtimalle Kürtlerin varlığıyla çok çakışacağını düşünmemek lazım. Bir biçimiyle bölgedeki değişik güçlere kurban edilme tehlikesi her zaman vardır.