MAKALE

Deccal Erdoğan ve devrim zamanı

Deccal kimliğinin diktatör Erdoğan’ın üzerine bir kalıp gibi oturduğundan hiç kuşku duymamalıyız.

Çoğu zaman gözden kaçan bir gerçeğin altını özenle çizmek gerekir. O da şudur: Devrim ufku temelinde bakmadıkça, Efrîn Direnişi yeterince doğru anlaşılamaz. Suriye ve giderek Ortadoğu Devrimine bağlanmamış bir Efrîn Direnişi, daracık bir alanda yaşayan ve görece az bir nüfusa sahip bir halklar grubunun faşist Türk devletinin soykırım amaçlı işgal harekatına karşı bir ölüm kalım savaşı düzeyinde kalmaya mahkumdur. Devrim ufku çerçevesinde bakıldığında ise, direnen Efrîn’in özünde direnen tüm Kürdistan, direnen Suriye ve hatta Ortadoğu olduğu görülecektir. Devrim ufku, içten içe kaynayan Ortadoğu’da yeni bir Ekim Devriminin kendilerini beklediğini görebilen devrimcilerin ufkudur. Bu anlamda devrim ufku ufukların en genişidir, en genişi olmak durumundadır. Ufuk genişliği her şeyden önce zihin genişliğidir, anlayış gücünün derinliğidir; yaşanan kaos sürecinde büyük düşünmek, büyük düşünceyi örgütlemek ve devrime yönelmektir.

Küresel hegemonik güçlerin Efrîn Direnişine böyle baktıkları ve onda Demokratik Ortadoğu Devriminin prototipini gördükleri kesindir. Bunun içindir ki, bu güçler Efrîn’de ağır insanlık suçları işleyen faşist Erdoğan rejimi karşısında sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Bu açıdan sosyalist ve demokratik güçler Efrîn’i savunurken, aslında Ortadoğu Devrimini savunduklarını bilerek hareket etmelidir. Kürt kasaplığına soyunan Erdoğan’ın soykırım heveslerini kursağında bırakmak hepimiz için elbette öncelikli görevdir. Ancak temel görevimiz Efrîn Direnişini Demokratik Ortadoğu Devrimine bağlamaktır. Yaşanan süreç bölgede devletçi uygarlık sisteminin sonunu getirecek bir devrim sürecidir ve devrimcilerin görevi devrim yapmaktır. Efrîn üzerindeki tehdidin büyüklüğü, ortaya çıkan tarihi imkanlar ve fırsatları görmemizi engellememelidir. 

TC devletinin işgal harekatı öncesinde Efrîn’de büyük bir devrim yaşanıyordu. Yeni tipte bir devrimdi bu, demokratik ulus devrimiydi. Burada yaşayan farklı halk toplulukları ve inanç grupları devletsiz bir yaşamın temelini atmışlardı. Farklılıkların eşitliği temelinde bir özgürlük anlayışı kök salıyor, çeşitli halklar ve kültürlerin barış içinde bir arada yaşamaları bir hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüyordu. Tüm farklılıkları kendi potasında eritmeye çalışan ulus-devlet çözülmüş, sermaye ve iktidar yükünden kurtulan toplum kendi demokrasisini inşa etmeye başlamıştı. Toplum çokluk demekti ve toplumu oluşturan hemen her bir topluluk kendi özyönetimine kavuşmuştu. Özcesi, demokratik konfederal bir sistem Efrîn’de ete kemiğe bürünmüştü. 

Adeta bütün bunların toplamına denk düşen bir gelişme de, Efrîn’in aynı zamanda bir kadın özgürlük devrimine sahne olmasıydı. Kölelik zincirlerini parçalayıp güçlü bir irade haline gelen kadınlar Efrîn’de kurulan demokratik sisteme damgalarını vurdular. Kürt kadınları kardeş halkların kadınlarıyla birleşerek özelde Efrîn’de, genelde Kuzey Suriye’de despotizmin karanlığını dağıttılar. Bu görkemli gelişme bölge gericiliğine indirilen bir şahmeran darbesi niteliğindeydi. Kadının köleleştirilmesi üzerinde yükselen karanlık Ortadoğu despotizminin burada kadın devrimiyle yıkılması gerçek anlamda devrimde devrim demekti.

Bu süreçte yapmamız gereken işlerden biri de devrim kavramının içini yeniden doldurmaktır. Öncelikle devrimleri yıkmaya odaklanmış şiddet yüklü eylemler bütünlüğü olarak değerlendirmekten vazgeçmemiz şarttır. Devrim özü açısından esas olarak pozitif eylemliliğe dayalı olup, sürece yayılmış yoğun bir mücadele pratiğini ifade eder. Devrim süreçleri oluş eyleminin en yoğun haliyle yaşandığı, bu çerçevede toplumun politikleşip özgürleştiği süreçlerdir. Böylesi süreçlerde toplumun kendine yabancılaşmayı aşarak kendini yeniden tanımlayıp var kılması, başka bir deyişle kendi ahlaki ve politik özüyle yeniden buluşması en büyük devrimdir. Süreç olarak devrim toplumun bilinçlenip örgütlenmesi, kendi kaderini eline alması, kendi kendini yönetmesi ve kendi demokrasisine yönelen saldırılara karşı kendini savunmasını bilmesidir. Efrîn’de yaşanan tam da bu oldu. Özgür toplum örgütlü toplumdur ve bu toplum kendini savunacak kudrete sahiptir.

Kuşkusuz meşru savunma toplumlar için doğrudan varoluş gerçeğine bağlı bir ilkedir ve bu ilkeden kopuş kendileri için ölümle özdeştir. Bu ilkeye sarsılmaz bağlılık, bazen bugünkü gibi devrimci halk savaşına başvurmayı zorunlu kılar. Devletin demokrasiyi tanımadığı ve bir şiddet tekeli olarak halkları boğmaya çalıştığı bir dönemde, devrimci halk savaşı silahına sarılmak halklar için yegane çözüm yoludur. Burada altı ısrarla çizilen olgu ‘halk’tır. Kapitalist modernite altında ahlaki örgüsü parçalanan toplumun halk olma niteliğini yitirdiği iyi bilinmelidir. Önder Öcalan’ın dediği gibi, ancak örgütlediğimiz kadar bir halkın varlığından söz edebiliriz. Örgütlü bir halk savaşın içinde bir yaşam kurabilir, savaş ekonomisini geliştirebilir, tüm saldırılara karşı savaşarak kendini savunabilir, dünyayı düşmanlarına dar edebilir. Toplumsal inşa dediğimiz olgu, savaş ortamında tam da bu işlerin başarılmasını ifade eder. Dolayısıyla devrime yürüyenlerin en başta gelen görevi böylesi bir savaşabilen halk gerçeğine ulaşmak olmalıdır. Nitekim yetersizliklerine rağmen, Efrîn’de bu başarıldığı için, çağın faşist barbarlığına karşı çağın devrimci direnişi büyük gelişme gösterebiliyor.

Kaos süreçlerinde Efrîn’deki demokrasi modeli türünden küçük bir örnek tahminlerin çok üstünde bir etkide bulunur ve kaostan kurtulmak isteyen herkese çıkış yolunu gösterir. Demokratik, ekolojik ve kadın eksenli bir devrimin yaşandığı Efrîn de bölge toplumları üzerinde bu tür bir etkide bulundu ve bir çözüm modeli olarak mazlum bölge halkları ve tüm insanlık için yol gösterici bir rol oynadı. Bu durum bölgedeki mevcut statükoyu değiştirmek isteyen, ancak bunun için alternatif herhangi bir çözüm modeli önermeyen küresel hegemonik güçleri oldukça ürküttü. Devrimin etkisini sınırlandırmak isteyen bu gerici güçlerin Deccal rolüne soyunan faşist diktatör Erdoğan’ın Efrîn’e yönelik işgal harekatına karşı çıkmayacakları açıktı. Demokratik uygarlık denizinde boğulmak istemeyen devletçi uygarlık sisteminin temsilcileri, bu yüzden kurtulmak istedikleri Erdoğan yılanının zehrini Efrîn’deki halklar üzerine kusmasına seyirci kalacaklardı. 

Deccal kimliğinin diktatör Erdoğan’ın üzerine bir kalıp gibi oturduğundan hiç kuşku duymamalıyız. İslam mitolojisine göre, Deccal, kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkıp insanları doğru yoldan saptırarak kötülüğe ve sapkınlığa yönelteceğine inanılan bir varlıktır. Bu diktatörün meydanlara topladığı yığınlara Efrîn’i yerle bir etme naraları attırması tam da Deccal’a yaraşır bir hareket değil midir? Bundan daha alçakça bir kötülük ve sapkınlık düşünülebilir mi? Aynı şekilde kapitalist modernitenin üç mahşeri atlısı olan ulus-devlet, endüstriyalizm ve azami kar yasasıyla küresel kapitalizmi kıyametin kıyısına taşıdığı da inkar edilemez bir olgudur. Ancak kıyamet çanları bu kez toplumsuz ve insansız bir sistemin adı olan kapitalist modernite için çalmaktadır. Deccal’in hızlandırdığı, kapitalizm dahil, devletçi uygarlık sisteminin sonudur. Bu mahşerde dirilenler ise halklar, kadınlar ve kültürlerdir. Devrimin bu güçlerin görkemli dirilişi olduğunu kim inkar edebilir? Bu anlamda Deccal kendi rızası hilafına büyük bir tarihsel devrime hizmet ediyor.  

Evet, Efrîn Direnişi pek çok konuda netleştirici bir rol oynamaya devam ediyor. Tüm maskeleri düşüren, bütün sahtelikleri gözler önüne seren, miadını çoktan doldurmuş sistemler, kurumlar ve kavramların ölüm ilmühaberinin altına imzasını atan, buna karşılık yaşamayı hak edenleri göğe merdiven dayamaya çağıran bir direniş oluyor Efrîn Direnişi. Demokratik uygarlık cephesinde yer alanlar böyle bir süreçte ‘göğe merdiven dayama’ cüretini göstermeli; Anti-Deccal kimliğini gururla kuşanarak, ‘uygarlık efendilerinin soylarını sona erdirip halkların özgür soy çağına’ geçişi mutlaka başarmalıdır. Görev budur, hedef budur.

Bunun için bazı şiarlar ve sloganlarımızı bile yeniden gözden geçirmemiz gerekir. Örneğin bu süreçte ‘direnmek yaşamaktır’ şiarı halklara ciddi bir devrim perspektifi sunmakta yetersiz kalıyor. Devrim yapmaya odaklananlar için, zafere kilitlenmemiş bir direnişin fazla değeri yoktur. Bugün hiç kimse Amed halkının soykırımcı AKP faşizmine karşı direnmediğini iddia edemez. Direniş çok genel bir kavramdır. Gözünü zafere diken kızgın bir savaşın tam ortasındaki bir komutan da, namazı sonrasında Erdoğan’ı ıslah etsin diye Allah’a yakaran yaşlı bir insan da zulüm ve zorbalığa karşı direniş halindedir. Genel karakteri nedeniyle herkesin direnmeyi kendine göre algılayacağı açıktır. Kaldı ki, bu şiar ya da slogan, her günü birkaç ölüme bedel koşullarda tutulan zindan direnişçileri tarafından haykırıldı. Ancak şimdi devrimi yaşıyoruz. Sloganlarımız mutlaka devrimde zafer kazanmayı motive eden nitelikte olmalıdır.

Devrimin zaferine kilitlenmekten başka bir yaklaşım, yol ve yöntem iflah edici olamaz. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA