Demokratik Cumhuriyet Konferansı'nda 'öz güç' ve 'üçüncü yol' tartışıldı

Demokratik Cumhuriyet Konferansı'nda öz güç' ve 'üçüncü yol' tartışılırken, "Türkiye halkları özgür olmak istiyorsa, Abdullah Öcalan’a sahip çıkmak zorunda" mesajı verildi.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) İstanbul Cem Karaca Kültür Merkezi’nde düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı, “Demokratik Cumhuriyet ve siyasal-toplumsal güçlerin mücadele arayışı” başlıklı oturumla devam ediyor. Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüler Kurulu üyesi Perihan Koca’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen ikinci oturumda, yazar Can Soyer “Cumhuriyet ve ötesi: İkinci yüzyıl için mücadele” başlığında sunum yaptı. Soyer, Cumhuriyet kavramının tarihsel gelişimi üzerinde durarak, “Bu kavramdan ortak bir öz çıkarmak, bugün bir mücadele konusu çıkarmak oldukça zor. İkincisi yüzüncü yılına girdiğimiz bir ülkede bunu konuşmak da zor. Yüz yıllık tarihimizin gelişimi, vardığımız nokta itibariyle belli zorluklar barındırıyor" dedi.

HALKIN KENDİ KENDİNİ YÖNETMESİ

Halkın kendi kendini yönetmesinin yollarına işaret eden Soyer, “Dünya tarihine baktığımızda, bir cumhuriyet biçiminin formunun inşa edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Sosyalistler açısından baktığımızda, her türlü cumhuriyet eleştirisi, bize içsel bir olgunun eleştirisi olmak zorunda. Bütünüyle yadsıdığımız, karşısında olduğumuz bir siyasal rejiminden bahsetmiyor oluyoruz. Halkın kendi kendini yönetmesi ilkesinin hayata geçirilmesi şeklinde formüle ettiğimizde, farklı bir cumhuriyet talebini dile getiriyoruz. Burada sadece bir fikri değil, bir tarihi de konuşuyoruz. Bu içsel eleştiri ancak ve ancak şimdiye kadar yaşadığımız deneyimleri aşarak olabilir. Nerelerde hatalar yapıldı, nerelerde kazanımlar elde edildiğini görmek gerekiyor” diye kaydetti.

 Bu eleştirilerde siyasal bakışı tercih eden Soyer, “Geçmiş cumhuriyet deneyimleri, bugünün siyasal konjonktörüne ayak basarak, fırsatlar ve riskler konusunda bir doküman çıkaralım. Türkiye’de cumhuriyetin tarihi, sermaye sınıfının cumhuriyetten kurtulmasıdır. Bazen yükselen, bazen azalan şiddetle, sermayenin cumhuriyetten kurtulma çabası içinde olduğunu görebiliyoruz. Genel olarak cumhuriyet fikri, Türkiye’de kazandığı tarihsel biçimden kurtulmadır” diye konuştu.

'TÜRKİYE'DE CUMHURİYET YOK'

Cumhuriyet tartışmalarında Türkiye’de cumhuriyet rejiminin olmadığını söyleyen Soyer, “Bu rejim cumhuriyet olarak adlandırmayı hak etmiyor. En temel işleyişlerden bile uzak duran bir rejimi kabul etmek gerekiyor. 2017 referandumuyla beraber yaşanan rejim değişikliği, bu tartışmayı yeni bir düzeleme taşıma olarak görülebilir. Cumhuriyet tasfiye edilirken, toplum içerisinde oluşan cumhuriyetçi birikimin, talebin, isteğin özgürleşmiş olmasıdır. Rejimin geçirdiği radikal dönüşümle birlikte maddi bağını kaybetti. Bir hayalet gibi Türkiye’de dolaşmakta” diye belirtti.

ÖZ GÜCE DAYALI CUMHURİYET

Soyer, Türkiye’de cumhuriyet ile ilgili mücadelenin Saray rejiminin yenilmesinden geçtiğini belirterek, “Sosyalistler açısından bakıldığı zaman bir ilke tartışmasından çıksın, siyasal programın nasıl inşa edileceğinden plan yapmaya, örgütlenmeye yönelmelidir. Böyle bir cumhuriyet tartışması, halkın geniş kesimlerini, emekçi katmanlarını birlikte kurucu öğe olarak görmek, yeni bir cumhuriyetin kuruluşunda halka dayanmalıdır. Siyasal elitlerin inşa edeceği bir cumhuriyet değil, halkın mayasına dayanan bir biçimde, halkın öz gücüne dayanarak, halkı vasıflandırarak cumhuriyet olmalıdır” önerisinde bulundu.

'HALKIN DEMOKRASİSİ...'

Yazar Nuray Sancar, “Katılımın ötesinde: Halkın demokrasisi, halk cumhuriyetçi için sınıfsal çerçeve” başlığında sunum yaptı. Yeni bir demokrasinin tartışmalarının yürütülmesi gerektiğinin altını çizen Sancar, “Bu tür tartışmalar çoklaşması gerekiyor. İki egemen bloğun karşı karşıya geldiği, kendi aralarındaki çelişkiyi çözemediği koşullardan geçiyoruz” dedi.
Toplumsal sözleşmelerin taraf kesimlerin eşit imkanlara sahip olmasıyla sağlanabileceğini vurgulayan Sancar, “Toplumsal sözleşme güçlerin eşitliği üzerinden bir kavram olarak kurgulanmadığı zaman, hayali bir kavram dışında bir şey temsil etmiyor. Bu durumda bize Millet İttifakı’nın vaat ettiği toplumsal sözleşmenin de bir ütopya olduğunu görüyoruz. Toplumsal sözleşmenin tek taraflı olduğunu gösteriyor. Bu da Cumhur İttifakı ile Altılı parti arasında hiçbir fark olmadığını gösteriyor. Onun dışında yer yer demokratik bir takım hakların verildiği, bunların da eşitsizliğinden kullanılamadığı görülüyor. Pazarlık süreçlerinin ortadan kaldırıldığı bir metin ne Kürtlere ne Alevilere ne farklı kimliklere ne emekçilere gelecek vaat edecek bir durumda değil” şeklinde konuştu.

'CUMHURİYET NASIL DEMOKRATİKLEŞİR?'

Cumhuriyetin neden demokratikleşemediği ve nasıl demokratikleşeceği üzerine sunum yapan Araştırmacı Yazar Ferda Koç, sosyalistlerin Demokratik Cumhuriyet mücadelesinden vazgeçmeyeceklerini ifade etti. Demokratik ulus inşasının demokratik esaslara göre inşa edilmesini arzulayan Koç, “Bunları hangi anayasal forma kavuşturulacağı tartışılması gerekiyor. Odanın ortasında kocaman bir fil duruyor. Bugünkü siyasi düzeni, demokrasinin uzağına götüren devlet var. Cumhuriyet bir form olarak eridi. Bizim sıfırdan başlama irademiz var. Ama önce odanın ortasında kocaman fili görmek gerekiyor: Devlet. Özünde bir zorbalık aygıtı olarak şekillenen, onun siyasi iradesinin oluşumuna ilişkin tartışmasını derinleştirip, başka bir noktaya sıçramayı tartışıyoruz. O fili ortadan kaldırmadan, demokratik cumhuriyet inşasının tartışması mümkün değil” ifadelerini kullandı.

 Koç, şöyle devam etti: "15 Temmuz olayı, bir darbe girişimi veya Gülencilerle kavga değil, bugünü açıklayan bir olgu olarak kontr gerillanın birbiri ile boğuşması olayıdır. Bu krizin yanıtıdır, başkancı rejim ve yeni oluşan koalisyon. Neoliberalizmin iflası tüm dünyada ciddi yaşanırken, Türkiye’de neo-liberalizmin iflası çok daha derin haldedir. Bugün yaşanan rejim krizine karşı alternatif yaratmak istediğinizde demokratik cumhuriyet ve demokratik ulus içinde tezleri ortaya koyabilirsiniz. Fakat odanın ortasında bir fil var, yani devlet. Bu başkancı faşist rejimin çözülmesi sürecinde orada öylece durmayacak. O fili odadan çıkarmanın imkanları da bu gerçeklikte yaşanmalı. Etrafta dolaşarak değil. 6’lı masa çeşitli söylemler çerçevesinde kısmi onay ile yol alabilir ama bizim için öyle olamaz. Karşımızdaki diktatörlük seçimi takvime göre yürütmüyor, bir savaş olarak seçimi bir gasp olarak yürütüyor.

'TARİHSEL FIRSAT VAR'

Kitle muhalefetinin önünü açacak, akacağı mecralar açmaya yetecek yollar ve muhalefet gerekiyor. Kürtler genelde en olmadık zamanlarda bu enerjiyi ortaya koydular. HDP adayını belli eder etmez ortaya çıkan dinamiklere bakın. Pek çok dinamik sarsıldı. Bu ve benzeri dinamiklerin çoğaldığı bir toplumsallıkta çok daha fazla şey değişecektir. Önümüzde tarihsel fırsat var. 14 Mayıs seçim sandığı ile değil, 15 Temmuz anında doğmuştur bu. Halen açık bir penceredir bu. Bir süre daha açık olmaya devam edecektir. Toplumda Sol’un en büyük güç noktasında olduğu bir süreçteyiz. Fakat fili odadan çıkartmadan, kurucu rol oynayamayız.”

'MÜCADELELER DİZİSİNE İHTİYAÇ VAR'

“Demokratik Cumhuriyet ve üçüncü yol siyaseti” üzerine sunum yapan HDP Danışma Kurulu üyesi Kenan Kalyon, Demokratik Cumhuriyete giden yolu açmak için uzun mücadeleler dizisine ihtiyaç olduğunu ifade ederek, “Demokratik cumhuriyette de sınıf mücadelesi sürer. Sadece daha engelsiz sürer. Demokratik cumhuriyet, bir sosyal cumhuriyet değildir. Sadece demokratik cumhuriyet dersek, henüz bir siyasal biçimdir. Biçimsel eşitliği en mantıklı süreçlere ulaştırmış bir cumhuriyettir. Mevcut dünya, tarihsel koşullar, demokratik cumhuriyetin yaşar kalması için sosyal cumhuriyete evrilmesi gerektiğine işaret eder” dedi.
Kalyon, Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt özgürlük hareketi arasında tartışma eksikliğinin aşılması gerektiğinin altını çizdi. Karl Marx, Vladimir Lenin ve Friedrich Engels’in “Demokratik Cumhuriyet” üzerine tezlerinden örnekler veren Kalyon, şu değerlendirmelerde bulundu: “Demokratik Cumhuriyette yurttaşlık bağı anayasal bağdır. Demokratik Cumhuriyet, bütün din ve inançlar karşısında nötrdür, bunu cemaatlere havale eder. Devleti dinden arındırır. Demokratik Cumhuriyet, politik birliğini mümkün olan en geniş özerklik üzerine kurar. Demokratik Cumhuriyetin birliği, gönüllü bir birliktir. Demokratik Cumhuriyeti oluşturan özerk birimlerin ayrılma hakkı mahfuzdur. Demokratik Cumhuriyet, yukarıdan resmi bir dil dayatmaz. Genel anlaşma dilinin nasıl olması gerektiğini, kendi haline bırakır.
Kürt özgürlük hareketinin ifade ettiği gibi, ayrılma hakkı, özerklik, sadece bir etnik gruba mahsus olarak düşünülmemiştir. Bununla yetinilebilir mi? Bunlar asli karakterleridir. Elbette bununla yetinilemez. Hak mücadeleleri var. Evrensel bir anlam kazanmış durumda. Demokratik Cumhuriyet, bütün uluslararası sözleşmesi hak içerisinde işlemek zorundadır. Aynı zamanda günümüzde ekolojik bir sözleşme olmalıdır. Kadın kurtuluş mücadelesinin bütün kazanımlarını içermek zorundadır. LGBTİ haklarını da içermek zorundadır. Hayvan haklarını da içermek zorundadır. Demokratik Cumhuriyetin bu şekilde güncellenmesi düşüncesindeyim."

 ÜÇÜNCÜ YOL

Demokratik Cumhuriyet bağlamında Üçüncü Yol’u ele alan Kalyon, “İktidarın seçeneği belli. Millet İttifakı’nın seçeneği belli. Esasına bakarsanız, kurucu bir süreç bile önermiyor. Bunlar tadilat önerileridir. Şimdi yeterince derdimizi anlatamadık. HDP’nin Demokratik Cumhuriyet seçeneğinden bakacak olursak, dışında, ötesinde ve karşısındadır. Üçüncü Yol sadece buradan ifade edilmedi. Bu egemen sınıfların, iki kutuplu gelişimi, yarılması, çoğu kez toplumsal muhalefeti kendine yedeklemesiyle ilgili tarihsel arka planı var. Tarihten de baktığımızda hayır diyoruz, onun dışında başka bir yol izleyeceğiz. Üçüncü yol, ezilenlerin tarihsel blokunun inşasıdır. Gerçekten inşa edilmesi gerekiyor. bu manada, aynı zamanda kurucu bir süreçtir. Bütün ezilenlerin, kurucu güç olarak ayağa kaldırılması, aralarındaki duvarların eritilmesi, ortak mücadele hattına kavuşturulması, çoklu ittifakların örülmesidir Üçüncü Yol" diye konuştu.

 'DEMOKRATİK CUMHURİYET NE VADEDİYOR?'

Gazeteci-yazar Haydar Ergül, “Demokratik Cumhuriyet halklara ne vadediyor” başlığında sunum yaptı. Ergül, 1921-1938 arasında Kürtlere yönelik konsepti hatırlatarak, “Acı bir geçmişten geliyoruz. Üniversite son sınıftaydım, öğrenci olaylarından dolayı bir yıl kaybettik. Çok sevdiğim Türkiyeli devrimci gruba mensup bir arkadaş, kaldığım eve geldi. 5 yıl aynı sırada oturuyoruz. O dönem ‘Kurdistan sömürgedir’ tartışmalarımız var. Eve geldi, şunu sordu: Haydar arkadaş, Kürtlerin kuyruğu varmış diyorlar. ‘Hayır sen Kürt olamazsın’ diyor. Bana Kürt olmadığımı söylüyor. Yüz yıllık, 1850’lerle başlayan, Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni Türkçü akımın o günkü tezahürüdür. Zihniyet dünyasında yaratılan nedir? Kürt kuyrukludur. Beni gördü, kuyruksuz.” diye anlattı.
Cumhuriyetin, egemenlik sisteminin, gasp ettiği bütün toplumsal varlıkların tüm haklarının iade edilmesi gerektiğini söyleyen Ergül, “Cumhuriyet kurulduğu zaman, halk topluluğu var. Burası Osmanlı bakiyesidir. Herkes Türk yapıldı. Kürtlerin hali de biraz farklı. Daha büyük bir topluluk, dörde parçalansa da Lozan’da, kendi coğrafyasında kök salmış. Zihin dünyası kolay kolay sökülüp atılamıyor. Varlık işin ideolojisidir. Asimile edilen Kürtler ilk olarak özgürlük mücadelesini başlattı” dedi.

KÜRDE YÖNELİK SAVAŞ

Kürt varlığına yönelik her türlü özel savaş yönteminin uygulandığını ifade eden Ergül, “Yüz yıl elbette esas değil ama önemli. Mevcut Türkiye toplumları, yüz yıl sonra nasıl yol alacak. Mevcut yapıyla mı yol alacaklar? Bu soruya seçimler katkı olacaktır. Ama sorunları köklü çözemez. Çözüm farklı yerde. Varlık homojen değildir. Tartışma, diyalog, müzakereler varlığın özünde vardır. İktidar, devlet bunu inkarıdır. Özellikle ulus devletler varlığın inkarıdır. Halkları birbirine düşman ettiler. Herkesi Türk tanımladılar, Kürt bunu reddetti. Sorun bir kişinin neyi savunduğu değil, nasıl düşündüğü ve pratikleştirdiği önemlidir” ifadelerini kullandı.
Seçim dönemlerinin politik davranış olduğunu dile getiren Ergül, “Özgürlükçü güçler, her türlü fırsatı değerlendirmesi doğrudur. Ama egemenlerin etkisine girmeden. Egemenlerle pazarlık yapılmalı. Ama halklar arasındaki diyalogdur. Günümüz dünyası küresel merkezi kapitalist sistem yaşamıyla her yere girmiştir. Sistem, tarihin en derin yapısal krizini yaşıyor. Yapısal kriz sadece devlet yapılarında değil, tek tek kişilikler krizli hale getirmiştir. Çevrenle bakın, bir sürü insan çelişkili, anlam veremiyorsun. Düşünemeyen, karar verip hızla değiştiren, erken heveslenen, vazgeçen kesim haline getirildi. Bu sistem böyle bir kriz yaşıyor. İnsanlık 5 bin yıllık devletçi uygarlık ile son dönemi yaşayarak, kapitalizm son sınıflı uygarlık devletidir. Bundan sonra insanlık nereye evrilecek" dedi.

'ABDULLAH ÖCALAN'A SAHİP ÇIKILMALI'

Ergül, şunları belirtti: "Günümüzdeki Demokratik Cumhuriyete yönelebilmek için, halkların gasp edilen haklarının iade edilmesi için, ideolojik mücadele esastır. Kapitalist Moderniteye alternatif, Demokratik Moderniyeti inşa etmek lazım. Nasıl yaşıyorsan, öyle düşünüyorsundur. Teorik önemli değil. Kürt özgürlük hareketinin başarılı olması, buradan gelir. Üçüncü Yol, Demokratik Cumhuriyet, demokratik ulus paradigmasını geliştiren PKK Lideri Abdullah Öcalan’dır. Öcalan tutsaklığının 25’inci yılına girecek. Son 20 aydır Öcalan hakkında tek bir fikir alınmıyor. Türkiye halkları özgür olmak istiyorsa, Öcalan’a sahip çıkmak zorundadır. Sahip çıkmazlarsa, daha çok yol var. Öcalan 25 yıldır esaret altında. Neden görüştürülmüyor, tehlike burada. Devlet için tehlikeli olan, devrimciler, yurttaşlar için faydalıdır.”