MAKALE

Demokratik ulusalcılık AKP faşizmini yenilgiye uğratır

Ulusalcılar eğer Erdoğan’ın yeni kurucu lider, AKP'nin yeni kurucu parti olarak Türkiye'de dinci hegemonik bir sistem kurmasını istemiyorlarsa, AKP faşizmine karşı Kürtler dahil tüm demokratik güçlerle demokrasi mücadelesi verirler. 

Türkiye Cumhuriyeti Lozan’la birlikte bir ulus devlet olarak kurulmuştu. İngilizler Musul ve Kerkük’ün bırakılması karşılığında Türkiye'nin ulus devlet kurmasını kabul ederek desteklediler. Türkiye de ulus devlet olma karşılığında Musul ve Kerkük’ü İngilizlere bıraktı. Yeni Türkiye'nin kuruluş süreci, dünyada ulus devletin yükselen değer olduğu, her hakim ulusun ulus devlet olmaya yöneldiği bir döneme tekabül etmiştir. Osmanlı çok uluslu, çok inançlı bir devletti. Zaten çok uluslu ve çok inançlı olmadan, farklılıkların otonom olmaları kabul edilmeden imparatorluk olunamazdı. İncelenirse tüm imparatorlukların çok uluslu ve çok dinli olduğu görülür. 

Ulus devlet, halk, milliyet ve ulus olmanın doğal sonucu olan bir devlet biçimi değildir. Kesinlikle kapitalizmin, kapitalist sömürü ve iktidar anlayışının ortaya çıkardığı bir devlet modelidir. Bu devlette sadece kapitalistlerin çıkarı vardır. Kapitalizm, yani kapitalistler, kapitalist derken de burjuvalar, ulus devlete ihtiyaç duyarlar. Ulus devlete sınırları kendi sömürü tekeli olarak gördüğü bir fabrika gibi bakar. Ulus devlet sınırları içinde tek sömürücü, tek hakim ulus burjuvazidir. Hakim ulus burjuvazisi bu sınırlar içinde sömürüyü sınırsız ve dizginsiz yapmak ister. Bu konuda ortak kabul etmez. Bir yönüyle ulusal burjuvazi denilen burjuvazi belli sınırlar içerisinde kendi sömürü, dolayısıyla iktidarını kabul ettirir. Bu burjuvazi her yerde farklı etnik toplulukları eritmek ister. Sömürü hakimiyetini bir de farklı etnik toplulukları ortadan kaldırarak sağlamaya çalışır. Bu açıdan ulus devlet, ulusun genelinin çıkarıyla ilgili bir siyasal form değildir. 

20. yüzyıldaki tüm burjuvaların anlayışı böyledir. Bu nedenle ulus devletler devlet sınırları içindeki tüm farklı halklar için zulüm, baskı ve soykırım sistemi olmuşlardır. Aslında kapitalizmin tarihi, farklı kimliklerin soykırıma uğratılma tarihidir. Kapitalizm çağı bir de böyle ele alınır ve incelenirse kapitalizmin bir soykırım olgusu olduğu görülür. Kapitalizm, farklı kimliklere karşı bir soykırım makinesi olduğu gibi, aynı zamanda bir toplum kırım makinesidir. Toplum kırım yaparken hiçbir toplumun etnik ve inanç kökenine bakmaz. Bu yönüyle de tüm insanlığın düşmanıdır. Adına hareket ettiği ulusun da düşmanıdır. Bir sömürü formu olarak soykırımcı ulus devleti kendisi için zorunlu gördükçe, kapitalizm geliştikçe tüm toplumların düşmanı haline gelir. 

Türkiye Cumhuriyeti ve yeni yetişen burjuvazi, tüm dünyadaki eğilim gibi ulus devleti kutsamış, her şey ulus devlet için demiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci, Birinci Dünya Savaşı sonrası dönem dünyada demokratikleşmenin değil, otoriterleşmenin geliştiği dönemdir. Almanya, İtalya, İspanya ve birçok ülkede otoriter faşist ve diktatörlük eğilimi yükselmektedir. Kuruluşunda demokratik kurumlara ve değerlere sahip olan, ilk insan hakları beyannamesini yayınlayan ve Wilson’un 14 noktasıyla dünyaya kendi zihniyetiyle demokratik değerler ortaya koyan Amerika bile otoriter, baskıcı bir eğilime yönelmiştir. Baskı ve sömürüyü ortadan kaldırma amacı ve iddiasıyla gerçekleşen Sovyet Devrimi de otoriter bir karaktere bürünmüştür. 

Türkiye'nin kuruluşu sonrası dönemdeki otoriter, baskıcı ve farklı kimlikleri yok etme dönemi böyle dünya koşullarında şekillenmiştir. O dönemin dünyasında ulus devlet sanki uluslar için en iyi sistemmiş gibi bir algı vardır. Türkiye Cumhuriyeti de bu zihniyet ortamında Kürtleri çok yönlü yöntemle asimile etmek, kültürel soykırıma uğratmak istemiştir. Bu amaca yönelik itiraz ve duruş olduğunda da katliamlara yönelmiştir. 20. yüzyılda Kürtler üzerindeki zulüm, baskı ve soykırım politikası, ulus devlet zihniyeti ve amacıyla yapılmıştır. Hak, adalet, eşitlik, vicdan ve demokratik bir zihniyet bu uygulamaları doğru göremez. Böyle bir uygulamayı ancak bu değerlerden yoksun olan kapitalist zihniyet olumlu görebilir. 

Türk devleti Kürtleri soykırıma uğratmak için her yolu denedi. Tüm politikalarını ve kurumlaşmalarını bu amaca göre şekillendirdi. Bırakalım diğer politikalarını, futbol bile bu çerçevede kullanılmak istendi. Kürt soykırımına göre yapılandırılmamış, düzenlenmemiş tek bir kurum bulunmaz. Türkiye'deki tüm sistem Kürt soykırım amacına göre kurgulanmış ve pratikleşmiştir. Ancak Kürtlerin toplumsal karakteri ve kültürel değerleri çok köklü ve güçlü olduğu için bu amaca tümüyle ulaşılamamıştır. Ayrıca din ve inanç farklılığı olması da bu soykırımın amacına tümden ulaşmamasında bir etken olmuştur. Aslında 1970’lere gelindiğinde Kürtler genellikle Türkleşmeye koşan bir duruma getirilmişti. Soykırım belli oranda sonuç da almıştı. Eğer önüne geçilmezse 15-20 yıl içinde soykırım tamamlama aşamasına gelebilirdi. Ancak 1970’li yılların başında Apocuların tarih sahnesine çıkması, soykırım politikalarına büyük bir darbe vurmuştur. Soykırım politikalarına dur diyen ve mücadele eden bir örgüt tarih sahnesine çıkmıştır. 

12 Eylül askeri faşist cunta bu durumu görerek PKK'nin kökünü kazıyıp soykırımı tamamlayacak bir siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel sistem kurmak istemiştir. Ancak PKK varlığını koruyarak, zindanda direnerek kısa sürede gerillayı Kürdistan dağlarıyla buluşturarak bu amacı boşa çıkarmıştır. Gerilla mücadelesi geliştirilmiş, toplum örgütlenmiş, serhildanlar geliştirilmiş, Önder Apo'nun dediği gibi 1990’lı yılların başında diriliş gerçekleşmiş, sıra kurtuluşa gelmiştir. 

Kürt Halk Önderi bu süreçte hep Türk devletine çağrı yapmıştır. Bir memur gönderin, bu sorunun çözümünü tartışalım demiştir. Ancak Türk devleti 1990’lı yıllarda her türlü soykırım suçunu, insanlık suçunu işleme politikasını kirli bir savaş olarak yürütmüştür. Ancak bu saldırılar sonuç vermemiştir. PKK'nin etkisi sadece Bakurê Kurdîstan ve Türkiye'de değil, Kürdistan'ın diğer parçaları ve tüm bölge ülkelerinde gelişmiştir. Bu durum karşısında Türk devleti, siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel iflasın eşiğine gelmiştir. ABD'yi, İsrail’i ve NATO’yu imdada çağırmıştır. Türk devletinin çökmesini kendi çıkarına görmeyen ABD, İsrail ve NATO Türkiye'yi kendilerine daha fazla bağlamak için Önder Apo'nun esaretiyle sonuçlanacak komplo içine girmişlerdir. Ancak bu komplo da başarılı olmamış, PKK daha etkili mücadele eder hale gelmiş, toplumsal ve siyasal gücü her zamankinden daha fazla artmıştır. 

Türk devleti Kürtleri soykırıma uğratma politikasında ısrar ederek hep kendini ağır sorunlarla ve çıkmazlarla karşı karşıya getirmiştir. Kürtlerle savaş Türkiye'ye çok şey kaybettirmektedir. Kürtlerin soykırıma uğratılmak istenmesi; Kürt sorununun varlığı kötülük tanrılarının Türkiye'ye verdiği bir ceza haline gelmiştir. Bu durumda Türkiye'nin sorumlu ve sağduyulu insanlarının düşünmesi gerekir. Aydın ve demokratik zihniyetli insanların düşünmesi gerekir. Türkiye ulusal çıkarlarını korumalıdır, halkın çıkarlarını korumalıdır; ancak bu artık 1930’ların ulusalcı anlayışıyla, ulus devlet anlayışıyla olmaz. Türkiye'de Türk halkının, Türkiye toplumunun yeni bir ulusal yaklaşıma ihtiyacı vardır. Kürtlerle ve farklı topluluklarla kardeşçe bir arada yaşadığı bir ulusal yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu da Demokratik Ulusallıkla olabilir. Kürdistan ve Türkiye coğrafyasının tarihsel bir bütünlüğü ve beraberliği vardır. Daha Türkler Anadolu’ya gelmeden önce de Mezopotamya ile Anadolu coğrafyası arasında birbirini tamamlayan bir ilişki diyalektiği vardır. Bugün bu ilişki diyalektiği ancak Demokratik Ulusallıkla olur. Artık Türklerin ulusal çıkarı böyle bir ulusallıktadır. Türkler, Kürtler ve Türkiye sınırları içinde yaşayan tüm etnik ve inanç toplulukları bir Demokratik Ulusal yaklaşımıyla bir arada yaşayabilirler. Eğer Türkiye'de ulusallık 1930’ların koşullarında şekillenen ulusal zihniyet ve yaklaşımdan kurtulur, demokratik ulusallığa yönelirse Türkiye'nin kaderi değişir; Türkiye tüm çıkmazlardan kurtulup önü açılır 

Türkiye'de kendine ulusalcı diyenlerin önemli bir bölümü demokratik zihniyete yakındır. Hem Türkiye'nin geçmişte bir aydınlanma yaşaması, hem de solun, sosyalistlerin büyük bir demokrasi mücadelesi vermesi ulusalcı kesimlerin önemli bir kesimini demokratikleşmeye yatkın hale getirmiştir. Ancak 1930’ların ulusalcılığı kabuklarını kırmalarına fırsat vermemektedir. Devletten beslenen egemen zihniyet ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen zihniyet Türkiye'deki ulusalcılığın demokratik ulusalcılığa evrilmesine engel olmaktadır. Kuşkusuz Mihri Belli gibi ulusalcılığı demokratik ve sosyalist karaktere kavuşturan Önder karakterler de olmuştur. Hikmet Kıvılcımlı da demokratik ulusalcı yaklaşımda olan bir sosyalist önderdir. Herhalde hiçbir ulusalcı Mihri Belli kadar ulusunu seven ve ulusu için yaşayan olmamıştır. Mihri Belli, Türkiye halkının Kürt halkıyla özgürleşeceğini ve büyüyeceğini görmüştür. Bu nedenle son nefesine kadar Önder Apo'nun ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin sadık dostu olmuştur.  

CHP içinde de ulusalcı olan, ama demokratik zihniyete yatkın ve kendini demokrat olarak gören geniş bir kesim vardır. Bu kesim de demokratik bir ulusalcılığa meyillidir. Şu anda AKP faşizmine karşı mücadele etmek isteyen kesim, demokratik ulusalcı zihniyetle Türkiye'nin Kürtler ve tüm halkların birlikte yaşayacağı bir demokratik Türkiye özlemi içindedir. CHP’de böyle bir damar da vardır. Kaldı ki CHP artık 1930’ların ulusalcı yaklaşımıyla Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olamaz. Ancak demokratik ulusalcılığa sahip olursa o zaman Cumhuriyeti kuran CHP Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olabilir. 

Ulusalcılar eğer Erdoğan’ın yeni kurucu lider, AKP'nin yeni kurucu parti olarak Türkiye'de dinci hegemonik bir sistem kurmasını istemiyorlarsa, AKP faşizmine karşı Kürtler dahil tüm demokratik güçlerle demokrasi mücadelesi verirler. Demokratik ulusal anlayışla faşizmi yenip Cumhuriyetin demokratik Cumhuriyet olarak şekillenmesinde rol oynayabilirler. Kendisine ulusalcı diyenler eğer demokratik ulusal bir zihniyet, politika ve yaklaşım içine girerlerse o zaman gerçekten de Türk ulusuna da, Türkiye halklarına da, demokratik ulusallık içinde bir arada yaşayacak halklara da hizmet etmiş olurlar. 

Ulusalcılık, Demokratik Ulusalcılığa evrilirse Türkiye'de çok şey değişebilir. Kürtler diğer halklarla birlikte demokrasi mücadelesi içine girerler ve halkların kardeşliği temelinde tüm halkların kendi kimliği ve kültürüyle yerel demokrasi temelinde demokratik özerkliğe kavuşacakları demokratik Türkiye'yi yaratabilirler. Türkiye'nin şu anda ihtiyacı olan şey demokratik ulusallıktır. Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kayapkkayalar, Orhan Yılmazkayalar, Paramaz Kızılbaşlar, Ulaş Bayraktaroğlu ve Kırmızı fularlı kız olarak bilinen Ayşe Deniz Karacagil demokratik ulusallık anlayışına sahip sosyalistlerdir. Türkiye ancak bunların zihniyeti ve demokratik ruhuyla mevcut faşist iktidardan kurtulur ve Ortadoğu halkları için örnek olabilir. 

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA