Dersim: Hedefler gerçekleşene kadar hamle sürecektir

PKK Zindan Komitesi üyesi Pîro Dersim, “Tamamen faşizmi yıkmaya, Kürt halkının özgürleşmesine, Önder Apo’nun fiziki özgürleşmesini sağlamaya endeksli bir hamledir ve belirtilen hedefler gerçekleşene kadar da bu hamle sürecektir” dedi.

Dengê Welat Radyosu'na konuşan PKK Zindan Komitesi üyesi Pîro Dersim, özel programda gazeteci Kawa Merwan’ın sorularını yanıtladı.

KCK’nin 12 Eylül’de başlattığı hamleyi, zindanlarda nasıl yürüyeceğini değerlendiren Dersim şunları söyledi: "Zaten bir başarı hamlesidir, bunun dışında bir seçenek yoktur. Bu yüzden tüm olanak ve imkanları, düşüncemizi, yoğunlaşmamızı, enerjimizi bu noktada odaklamak gerekiyor. Başarı dışında başka bir seçeneği olmayan ve başarıya kilitlenmiş bir hamledir diyebiliriz."

PKK Zindan Komitesi üyesi Pîro Dersim’in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

12 Eylül tarihi itibariyle KCK’nin başlattığı “Tecride, Faşizme, İşgale son, Özgürlüğü Sağlama zamanı” hamlesi neyi ifade ediyor, nasıl ele almak gerekiyor?

Öncelikle başta İmralı’da destansı bir direnişin sahibi olan, her türlü baskıya, işkenceye yıldırma politikasına karşı büyük bir onu direnişi yürüten Önder Apo’ya, zindandaki tüm yoldaşlara, bizi dinleyen tüm halkımıza selam sevgi ve saygılarımı belirtmek istiyorum.

KCK Eşbaşkanlığı 12 Eylül günü “Tecride, Faşizme, İşgale Son, Özgürlüğü Sağlama Zamanı” adıyla yeni bir hamle süreci başlattığını kamuoyuna deklare etti. Bu, yapılan geniş tartışmalar sonucunda alınan bir karardı. 12 Eylül’de deklare edilmesinin özel bir anlamı vardı. Cunta faşizmin en koyu halinin yaşandığı süreçlerden birisiydi. Bu faşist cuntanın yönetime el koyduğu güne denk gelen bir tarzda faşizme karşı direniş hamlesi “Özgürlüğü Sağlama Zamanı” adıyla başlatıldı. Hamleyi doğru anlamak gerekiyor. Doğru anlaşılmazsa doğru bir katılım da sağlanamaz. Yarım anlaşılıra, yarım katılım sağlanır. O açıdan Türk halkı ve Kürt halkının dostları tarafından mevcut durumun objektif olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Çünkü mevcut durumda hem çok büyük kazanma imkânı vardır hem de bu imkân değerlendirilmediği takdirde önemli oranda tehlikeler de vardır. Bunu görmek gerekiyor. Zaten hamle biraz da buraya dayandırılıyor.

Bu hamle var olan tüm imkân ve olanakları bir sonuca götürme, kalıcı bir zafere ulaştırma kararımızın bir sonucudur. Faşist Türk devleti AKP-MHP şahsında Kürt halkına yönelik soykırım politikalarını en pervasız şekilde ve her şeyini devreye koyarak sürdürüyor. Sadece Bakur’da değil Başur’da, Rojhilat’ta da İran devleti üzerinden geliştirmiş olduğu kirli ittifaklar üzerinden, aynı şekilde Avrupa’da, Kafkaslardaki Kürtler üzerinde, Kürtlerin olduğu her yerde bu imha siyasetini hayata geçirmiş durumdadır. Bu konuda her türlü imkanlarını seferber ediyor. Ülkeyi iflasın eşiğine getirme pahasına bunları yapıyor. Gerçekten Türkiye’yi tarihinde yaşayabileceği en büyük krize sokma pahasına bunları yapıyor. Kendisi çok iyi biliyor ki 40 yıldır kendisine karşı mücadele eden, kendisini yıkabilecek, Türkiye’yi demokratikleştirebilecek, Ortadoğu’yu demokratikleştirebilecek, bu anlamda varlık nedenini ortadan kaldırabilecek tek hareket PKK hareketidir. Kürt ulusal kurtuluş hareketidir. Bunu bildiği için Özgürlük Mücadelesini tamamen imha etme, tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım içerisine giriyor.

Çünkü şunu görüyor; Özgür Kürt, Önder Apo’nun felsefesiyle yetişmiş, iradeli Kürt kendisinin varlık nedenini, kendisini ortadan kaldıracaktır. Dolayısıyla ortadan kalkmamak, tarihe karışmamak için o da her türlü imkân ve olanakla tümden bir soykırımı dayatıyor. Zaten kendileri sıkça beka sorunu olarak dillendiriyor. Gerçekten de AKP-MHP faşizmi şahsında Türk devlet faşizminin beka sorunu vardır.

Türkiye halklarının, Türkiye’de yaşayan insanların bir beka sorunu yoktur ancak bu faşist iktidarın beka sorunu vardır. Çünkü bu faşist iktidara karşı 40 yıldır mücadele eden bir devrimci mücadele, demokrasi mücadelesi vardır. Bu faşist iktidar, çete ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla kendilerinin böyle bir beka sorunu var. Bu beka sorununu tüm ülkenin beka sorunu, tüm halkların beka sorunu olarak göstererek, bunu da her türkü özel savaş yöntemini devreye koyup farklı algılar yaratarak bir şekilde bu soykırımı hayata geçirmeye, pratikleştirmeye çalışıyorlar.

Şunu açık ve ne belirtmek gerekiyor. Mevcut durumda Türk devleti ile Kürt halkı arasında bir varlık-yokluk savaşı vardır. Faşist Türk devleti Kürt halkını tümden yok etmek, imha etmek, soykırımdan geçirmek istiyor. Buna karşı Önder Apo öncülüğünde özgür Kürt de var olmak, kendi özgür geleceğini yaratmak istiyor. Böyle keskin bir mücadeledir. Birinin varlığı diğerinin varlık yokluk gerekçesi olabiliyor. O açıdan öyle keskin. Bir mücadele sürecine girmiş bulunmaktayız.

Bu mücadelede Türk devleti her türlü yol ve yöntemi deniyor. Tüm güçleri kontrol altına aldı, devletin tüm güçlerini bir araya getirdi. Bu yolla tüm güçleriyle hukuk, ekonomi, askeri, siyasi, diplomasi, medya vb. her türlü yol ve yöntemle özgürlük mücadelesini, Kürt halkını soykırımdan geçirmenin çabası içerisine girmiş durumdadır. Dolayısıyla bizim de bu kadar geniş, topyekûn saldırıya karşı topyekûn bir direnişi esas almamız gerekiyor. Kürt halkı 40 yıldır direniyor. Gerilla direniyor, zindanlar direniyor, son 22 yıldır destansı bir şekilde Önder Apo’nun direnişi var, kadınlar direniyor, gençler direniyor fakat şunu da bilmek gerekiyor; bu güçlerin hepsini bir araya getirmek, bir noktaya kilitlemek ve artık tüm imkân ve olanakları devreye koyarak sonuç almak özgürlük hareketimizin geliştirmiş olduğu bu hamlenin temel nedeni, ortaya çıkma gerekçesidir. Bu noktada şunu görmek gerekiyor.

Kesinlikle bu hamlenin başarısına inanmak gerekiyor. Çünkü bu hamlenin zemini çok güçlüdür. 40 yıllık bir özgürlük mücadelesi vardır. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı büyük bilinç, örgütlülük, halk gerçekliği vardır. Önder Apo’nun felsefesi temelinde dünyanın en ileri ideolojisine sahiptir. Ortadoğu’da, Türkiye’de var olan tüm sorunlara gerçek bir çözüm politikası olan tek hareket konumundayız. Son yıllarda Ortadoğu özgülünde geliştirdiğimiz direnişler sadece Kürt halkının değil, dünya insanının umudu haline gelen bir hareket konumundayız.

Bunların hepsi, başlayan hamlenin başarıya ulaşmasının çok güçlü bir zemini olmaktadır. “Bu hamleyi başlattık fakat bu hamlenin başarıya ulaşmasının zemini var mıdır yok mudur” tartışması çok doğru olmaz. Çünkü başarıya ulaşmasının zemini fazlasıyla vardır. Yeter ki doğru yaklaşalım, doğru ele alalım, bu zemini doğru kullanalım. Eğer doğru bir yaklaşım, ele alış, zemini doğru kullanma olursa faşizm çok rahatlıkla yıkılır, tarihin çöp sepetine gider.

Türk devleti bugün kendisini çok güçlü gösteriyor, şuraya saldırıyor, buraya saldırıyor. Bunlar öyle güçlü olduğundan değildir. Türk devlet faşizmi kendi tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Askeri, siyasi, ekonomik, kitle desteği açısından da bu böyledir. Faşizm gittikçe tükenen, eriyen, zayıflayan bir konumdadır. Bu kadar saldırının altında yatan temel neden de budur. Kendi zayıflığını örtme, bunu büyük bir güç gösterme algısını yaratıp Kürt soykırımını hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak aslında 40 yıllık Önder Apo’nun çabalarıyla bir mücadele deneyimine, bilincine, örgütlemesine sahip bir halk gerçekliği vardır. Bu halk direnecektir. Bu direniş bu hamleyle birlikte zaferle sonuçlanacaktır ve kaybeden faşizm olacaktır. Tarihin çöp sepetine giden, ortadan kalkacak olan faşizm olacaktır. Kazanan Kürt halkının özgürlük mücadelesi olacaktır. Kazanan Türkiye’nin demokrasi mücadelesi, Ortadoğu halklarının demokratik birlik mücadelesi olacaktır. Bu anlamda kazanan Önder Apo’nun demokratik ulus paradigması olacaktır. Doğru yaklaşımla bunu ortaya çıkarmak imkân dahiline girmiştir.

Bu tarihi süreçte herkesin bu tarihi sürecin ruhuna göre yaklaşması, kendini ona göre ele alıp katması gerekiyor. Yani basit kaygılar, korkular, farklı yaklaşımlar olmamalıdır. Artık bu halkın kaybedecek bir şeyi yoktur. Bu halk sadece kazanmaya, zafere kilitlenmeye odaklanmalıdır. Yok olmaması için varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama mücadelesine dört elle sarılmalıdır. Tüm imkân ve olanaklarıyla, kendisindeki tüm enerjiyle bu mücadeleye genel katılımını sağlayabilmelidir.

Böyle bir katılım olursa faşizmin çok rahatlıkla yıkılacağı, bir daha belini doğrultamayacak şekilde siyasal arenada silineceğini burada belirtmek gerekiyor. Bu sürecin hamle olarak örgütlendirilmesinin de bir anlamı vardır. Faşizmle kırkı yıldır bir mücadele var fakat şu da görülüyor ki tek başına gerilla mücadelesiyle, halk mücadelesiyle, siyasal mücadeleyle, diplomasiyle faşizmi yenmek bugünkü koşullarda çok olası değil.

Dolayısıyla tüm bunların hepsini birleştirecek, devrimci halk savaşı stratejisi temelinde halkın, gerillanın, kadının, gençliğin, tüm toplumsal kesimlerin, Kürt halkının dostlarının katılacağı, ortaklaşacağı, gücünü bir araya getireceği ve faşizmi yıkıma götürecek bir süreç başlatılırsa çok rahatlıkla başarıya gideceği, sonuç alacağı nettir. O anlamda hamle tarzı mücadeleye iyi anlam vermek gerekiyor. Hamlesel düzeyde bir mücadele, Önder Apo’nun mücadele tarzıdır. 40 yıllık mücadelemizde Önder Apo her dönemde hamlesel çıkışlar yapmıştır. Örgütün zorlandığı, tıkandığı, kimi sorun ve sıkıntılar yaşadığı her dönemde Önder Apo yeni hamlelerle örgütün, mücadelenin önünü açmıştır. Mücadeleyi büyütmüştür. Bugün de hareketimizin yaptığı budur.

Önder Apo tarzının yeniden pratikleştirilmesidir. Hamlede önemli olan yapmak istediklerini, ortaya koymaktır. Yoksa çok fazla imkân olanak ve zemine takılmamak gerekiyor. Zaten bunlara takılma durumu gerçekleşirse bu süreç hamle süreci olmaz. Hamle süreci derken koşullara, imkanlara, olanaklara takılmadan daha çok istenen kilitlenme ve örgütlü insan gücüne dayanarak bu hedefine ulaşma üzerine ele almak gerekiyor.

Bu anlamda hamlenin ruhu, coşkusu, sevinci bu noktadaki başarıya olan inanç, umut çok büyük, çok güçlü olmalıdır. Bu hamle kapsamında bütün kesimler güçlerini ortaklaştırırsa çok rahatlıkla faşizm tarihe gömülür. Bunun koşulları yeterince vardır. Başlatılan hamlenin anlamı, önemi, ortaya çıkış gerekçesi böyledir. Zamanın ruhunu doğru anlamak, buna göre kendini ele almak, o ruhun gerektirdiği biçimde kahramanca, fedaice bir katılımın sahibi olmak, bu noktada sadece özgürlük mücadelesinin kadrolarının değil, tüm Kürt yurtseverlerimizin, tüm insanlarımızın, halkımızın, dostlarımızın bir görevi olmaktadır.

Faşizme karşı mücadelede herkesin bu düzeyde ortaklaşmasıyla başarının elde edileceğinin herkes tarafından bilinmesi ve buna inanılması gerekiyor. Bu konuda şimdiden bu mücadeleye katılacak olan tüm insanlar başarılar diliyoruz, başaracaklarına olan inancımızı şimdiden belirtmek istiyoruz. Zaten bir başarı hamlesidir, bunun dışında bir seçenek yoktur. Bu yüzden tüm olanak ve imkanları, düşüncemizi, yoğunlaşmamızı, enerjimizi bu noktada odaklamak gerekiyor. Başarı dışında başka bir seçeneği olmayan ve başarıya kilitlenmiş bir hamledir diyebiliriz.

2018 sonunda DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde “Tecridi kıralım faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” hamlesi başlamıştı. Zindanlarda bu hamle kapsamında çok büyük direnişler ortaya çıkmış ve bu hamle başarıyla sonuçlanmıştı. KCK Eşbaşkanlığı’nın 12 Eylül’de ilan ettiği hamlenin bu hamleyle ilişkisi nedir, farklı kılan yanları nedir?

2018 yılı sonbaharında PKK Merkez Komitesi’nin aldığı karar çerçevesinde “Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” direniş hamlesi başlatıldı. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven buna öncülük etti. Aynı şekilde tüm zindanlar bu sürecin bir parçası, öncüsü oldu ve gerçekten tarihte eşine ender rastlanan fedaice bir direniş ortaya konuldu. Bu direniş sürecinde 9 yoldaşımız şehit düştü. Ben burada direniş hamlesinin şehitlerini saygıyla tekrar anmak istiyorum. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş düzeyde bir direnişti. Sadece cezaevlerinde değil yurtdışında, 4 parça Kürdistan’da, her alanda insanlarımızın bedenlerini ölüme yatırdığı, çok uzun süreli açlık grevleri, ölüm oruçları şeklinde sürdürdüğü şekilde bu kadar devam eden süresiz, dönüşümsüz açlık grevleri ya da ölüm orucu eylemleri olmamıştır. İlk kez Önder Apo’yu sahiplenme temelinde Kürt halkı tarafından böyle fedaice bir direniş ortaya konulmuştur.

Aslında Önder Apo’nun 99’da uluslararası komployla esir edilmesinden bu yana Kürtler, Önder Apo’nun esaretine karşı sürekli bir direniş halinde olmuşlardı. Hatta 15 Şubat komplosu döneminde “Güneşimizi Karartamazsınız” eylem hamlesi biçiminde bu sürece cevap vermişlerdi. Daha sonraki süreçlerde de sürekli böyle bir direniş olmuştur. Bu anlamda Önder Apo Kürt halkının kırmızı çizgisidir. Önder Apo’ya yönelik en ufak bir olumsuz yaklaşımda çok iyi biliyoruz ki dört parça Kürdistan’da halkımız sokaklarda serhildanlara kalkmıştı. Buna geçit vermeyeceğini, Önder Apo’ya yönelik farklı bir yaklaşıma karşı her şeyi ortaya koyacağını göstermişti. 2018’de başlayan hamlede de ortaya konulan buydu. Aslında bu direniş hamlesinin bir noktası bu iken diğer noktası da faşizmin kendisini abarttığı kadar güçlü olmadığını, oldukça zayıf, kırılgan olduğunu ortaya koymuştu.

Birçok çevre AKP-MHP faşist iktidarının olduğu bir süreçte böylesi bir hamlenin çok fazla başarıya ulaşmayacağını, devletin adım atmayacağını, bu hamlenin sonuç almasının zor olduğunu belirtiyordu. Fakat hem zindanlardaki yoldaşların direnişi hem ortaya çıkan şahadetler hem de dışarda beyaz tülbentli analarımızın üzerinden gelişen toplumsal direniş, AKP-MHP faşizminin iradesini kırdı, ona geri attırdı.

Önder Apo’yu avukatları ve ailesiyle görüştürmek zorunda kaldılar. Zaten eylemsellik de Önder Apo’nun çağrısı üzerine sonuçlandı. Bugün başlatılan hamle aslında 2018’de başlayan hamlenin bir tamamlayanıdır. O hamle önemli oranda başarı sağlasa da tecritte ciddi bir gedik açtırsa da AKP-MHP faşizminin iradesini kırıp ona geri adım attırsa da tam hedefine ulaşmadı. Çünkü bu hamlenin bir ayağı tecridi kırmaydı diğeri ise faşizmi yıkmaydı.

Faşizmi yıkma ayağı kalmıştı. Dolayısıyla bu süreçte başlatılan hamle aslında o hamlenin tamamlanması oluyor. Birbirinden ayrı hamleler değildir. Biraz kesintiye uğrayan bir hamlenin yeni bir hamleyle tamamlanması, sonuca gitmesi oluyor. Farklı yanı ise kesinlikle bu hamlede ne olursa olsun AKP-MHP faşist iktidarı yıkılmadan, Türk devlet faşizmi ortadan kalkmadığı, Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de, Ortadoğu’da demokratikleşme yaratılmadığı sürece bu hamle devam edecektir. Yani sonuca, başarıya, zafere odaklanmış bir hamledir. Yani “şunları yerine getirirse, şurada bir kazanım elde edersek, tıkanıklığın önünü açarsa, şurada bana hareket imkânı yaratırsa, o zaman hamleyi bırakırım” tarzında bir yaklaşımımız yoktur. Tamamen faşizmi yıkmaya, Kürt halkının özgürleşmesine, Önder Apo’nun fiziki özgürleşmesini sağlamaya endeksli bir hamledir ve belirtilen hedefler gerçekleşene kadar da bu hamle sürecektir. Bu hamle sürecine yeni başladık. 3-5 ayda bu hamle sonuca gider yaklaşımımız olmaması gerekiyor. Belli bir süre de alabilir, daha erkende de sonuçlanabilir ancak önemli olan sonuç alana kadar devam edecek olmasıdır. Sadece 2018 hamlesinde değil, özgürlük hareketinin tarihinde onlarca hamle vardır fakat bu hamle hepsinin bir toplamı, hepsinin en üst düzeyde sentezi ve hepsinin en üst düzeyde sonuca götürülmesidir.

Mesela satranç oyununu insan ele alabilir. Satrançta son hamle olan şah-mat hamlesine gelebilmek için öncesinde onlarca hamle yapılır. Bu şah-mat hamlesinin zemini oluşturulur, bunun koşulu yaratılır ve en sonunda şah-mat hamlesi yapılır. Deyim yerindeyse bundan önceki tüm hamleler bu şah-mat hamlesine hazırlıktır ve günümüzdeki KCK Eşbaşkanlığı’nın başlattığı bu hamleyi Türk devlet faşizmine karşı bir şah-mat hamlesi olarak görmek, öyle ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır. Yani faşizmin yıkımını, tümden ortadan kalkmasını hedefleyen bir hamledir. Diğer hamlelerden hepsinden farkı budur.

Zindanlar bu hamlede nasıl bir rol oynayacak, nasıl bir katılım sahibi olacak bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Elbette topyekûn mücadele gerektiren bir hamle sürecidir. Bu hamle sürecine tüm mücadele alanlarımız, tüm mücadele mevzilerimizin katıldığı gibi, zindan alanı da katılacaktır. Zindan alanı da kendi koşullarına göre bir katılım düzeyi ortaya çıkacaktır. Bu konuda 40 yılık bir zindan direniş geleneğimiz de vardır. Oluşan çok güçlü bir bilinç, çok güçlü bir örgütlülük de vardır. Bu güçlü bilinç, güçlü örgütlülük temelinde zindandaki arkadaşlarımız kendi aralarında konuşup tartışarak bir sonuca gireceklerdir. Daha çok bu başlatılan hamleyi nasıl güçlendirebiliriz, nasıl güçlü destek verebiliriz, sonuca gitmesine nasıl katkı yapabiliriz üzerine arkadaşlarımızın mutlaka bir yoğunlaşması, tartışması ve bu tartışma sonrası ortaya çıkacak bir planlamaları olacaktır.

Şöyle yaklaşmak gerekiyor, her şeyden önce kısa vadeli ele alınmaması gerekiyor. Önceki hamleler gibi zindan öncülüğünde yürüyen bir hamle olmadığını anlamak gerekiyor. Dışarda devrimci halk mücadelesi stratejisi temelinde gerillanın, gençliğin, kadının ve halkımızın ortaklaşa yürüteceği bir mücadele sürecidir. Bir mücadele mevzisi olarak zindanlar bunda kendi yerini alacak bunda kendi katkısını sunacak, bu noktada elinden geleni yapacak. Tabi biz buradan hani arkadaşlara bunu yapın, şunu yapın söyleminde bulunacak konumda değiliz. Kendileri koşulları daha iyi bilirler. Kendi aralarında tartışarak, kendi aralarında konuşarak kendi kararlaşmalarına ulaşırlar. Zindan direnişçileri, zindan direniş konusunda, direnişe güç ve destek verme konusunda 40 yıldır hiçbir sorun ve sıkıntı yaşamamıştır. Bundan sonraki süreçte de hiçbir sorun ve sıkıntı yaşanacağına inanmıyoruz.

2018-2019 direnişleri bu konuda söylemlerimizin ne kadar gerçekçi ve haklı olduğunu açık ve net göstergesidir. Zindandaki arkadaşlarımızdan istediğimiz şudur; bu süreci tartışırken böyle hemen ilk aklına gelen süresiz dönüşümsüz açlık grevi gibi ölüm orucu gibi ya da yaşamına mal olacak eylemleri çok fazla gündemlerine almasınlar. Bu tarz eylemleri şu anda çok fazla doğru bulmuyoruz. Çok fazla sıcak da bakmıyoruz. Çünkü daha fazla dışarda gerilla, halk, gençlik, kadın ve halkımızın dostları öncülüğünde yürüyecek bir hamle sürecidir. Zindandaki arkadaşlarımız bu hamle sürecini güçlendirmeye, desteklemeye, büyütmeye, elinden gelen tüm imkânlar ve olanakları devreye koyarak bu süreçte kendi rollerini oynamaya yönelik bir yoğunlaşmaya girmelidirler. İnanıyorum ki arkadaşlar bir yoğunlaşmaya girerler. Bu noktada bir kararlaşmaya ulaşıp bir planlamaya kavuşurlar.

Önümüzdeki günlerde bu tartışma ve kararlaşma sonucu zindanlarda nasıl bir direniş hattının ortaya çıkacağını hepimiz göreceğiz. Ancak bu süreçte de zindanların rolünü beklenilen düzeyde oynayacağına inancımız tamdır. Bu noktada 40 yıllık zindan direniş geleneği bize bu rahatlıkla bu düzeyde bir inanç kazandırmıştır. Bunu ifade etmenin rahatlığını kavuşturmuştur. Bu konuda şimdiden zindandaki tüm arkadaşların bu hamleye katılım noktasında yoğunlaşmaları bu hamleyi büyütme konusunda kendi ellerinde geleni yapmaları, kendi rollerini oynamalarını istiyoruz. Şimdiden arkadaşların böyle bir çalışmayı başarıyla bitireceğine inancımızı belirtiyor ve arkadaşlara başarılar diliyoruz.

Hamle sürecinde tutsak yakınları ve ailelerin katılımı nasıl olacak? Bu konudaki düşünceleriniz nedir?

Elbette zindan direnişinin bir ayağı zindan olurken bir ayağa da dışarıdır. Dışardaki ailelerdir, tutsak aileleridir. Sayesi az olmayan bir düzeydedir. On binin üzerinde siyasi tutsak var. Bunların aileleri, yakın akrabaları, çevreleri düşünüldüğünde 100 bine varan bir insan kitlesinden bahsetmek mümkündür. Dolaysıyla bu sürece en fazla katkı sunması gereken, bu sürece öncülük etmesi gereken, bu hamle sürecinde kendi rolünü oynaması gereken kesimlerden biri de tutsak yakınlarıdır. Çünkü faşizmin uygulamalarını en yakından gören, hisseden, yaşayan insanlardır, kesimlerdir. Her birinin evladı, kardeşi, çocuğu, yeğeni, kuzeni zindanlardadır. Bu zindanlarda nasıl bir faşizan baskı olduğunu, nasıl bir işkence ortamı olduğunu, zindanların nasıl cehenneme çevrildiğini bu aileler çok iyi biliyor, hissediyor. Bu ailelerin hiçbir tanesi rahat değildir, rahat yatamıyor, rahat yemek yiyemiyor. Çünkü tüm fikirleri, akılları, düşünceleri zindanda kendi evlatlarında, kendi yakınlarında, akrabalarındadır. Özellikle korona sürecinde tümden ölümle, imhayla, katledilmekle karşı karşıya bulunuyorlar. Dolasıyla bu insanların rahat olması mümkün değildir. Ancak şunu da bilmek gerekiyor; sorun, ortaya çıkan bu tepkinin gerçekten örgütlü bir şekilde, doğru bir şekilde dışa yansıtılmasıdır. Faşizmi yıkmak temelinde bu tepkinin harekete geçirilmesidir. Bu noktada sorun ve sıkıntılar var. Ailelerimizin hem kendilerini örgütleme konusunda hem de bu örgütlü gücünü harekete geçirme konusunda zayıflıkları olduğunu görebiliyoruz. Dolasıyla bu hamle sürecinde en temelde kendilerini örgütleme, bu örgütlü gücünü harekete geçirme süresini hızlandırmaları gerekiyor.

Tutuklu aileleri gerçekten birilerinden bir şey beklememeliler yani birileri gelecek, zindandakilere sahip çıkacak beklentisi içinde olmamalıdır. Elbette onların dışında da mücadelemizin tüm birleşenleri zindan direnişlerine sahip çıkıyor. Ancak en başta tutsak aileleri bunu kimseden beklemeden birinci dereceden kendileri yapmalıdır. Bunun öncülüğünü yapmalıdır. Çünkü şu an zindanda yaşanan koşullar normal koşullar değildir. Öyle uygulamalar vardır ki insanın aklı hayali duruyor.

Şu an zindanların tümü katletme merkezleridir. Mesela son 20 günde 4 arkadaşımız şehit düştü. Patnos L tipi kapalı cezaevinde 80 yaşında Ali Boşnak adında bir Kürt melesi katledildi. Ali Boşnak’ın tek suçu Kürtçe mevlit okumasıdır. Kürtçe mevlit ve kuran okuduğu için bu insan 2009 KCK operasyonları kapsamında yargılanıyor, 2013’te ceza alıyor ve 2017’de tutuklanıyor. Birçok ağır hastalığı vardır. İHD’nin hasta tutsaklar listesinde yer alan bir arkadaşımızdır. Kaldı ki zindanda iki defa ameliyat olmuştur. Son ameliyatında vücudu mikrop kapıyor ve durumu kötüleşiyor. Ailesinin, avukatların ve kendisinin talepleri karşılıksız bırakılıyor. Şartlı salıvermeden yararlandırılmıyor. Nedeni de bağımsız koğuşlara gitmemesidir. Ali Boşnak arkadaşımız teslim olmadığı için bilinçli bir şekilde katlediliyor. Bunun ismi budur. Tarafsız koğuşa geçmek demek teslim olmak demektir. Kendilerine biat etmek demektir, bu büyük yurtsever insanımız kendilerine biat etmedi için, kendilerine teslim olmadığı için ölüme terk ediliyor.

Aynı şekilde Takiyettin Özkahraman var. Yine Patnos L tipi kapalı cezaevinde yakın zamanda şehit düştü. Takiyettin Özkahraman 75 yaşında emekli bir öğretmendir. Bu devlete yıllarca hizmet etmiş bir insandır. Tek suçu bir zaman Malazgirt HDP ilçe başkanlığı yapmaktır. 2017’de tutuklanıyor. 5 yılık cezası vardır. Son 2 yılını ev hapsinde geçirmesi ya da şartlı salıverilmesine yönelik hiçbir başvurusu kabul edilmiyor. Bu arkadaşımızın da çok ciddi hastalıkları vardır. Kronik yüksek tansiyonu, kalp hastalığı, nefes darlığı, reflü hastalığı vardır. Solunum ve akciğer yetmezliği hastalıkları vardır. Bu kadar hastalıkları olan bir insan defalarca başvurulmasına ve cezasını büyük oranda yatmış olmasına rağmen bırakılmıyor ve gerçekten de bu şekilde katlediliyor. Bunlar katliamdır. Aynı şekilde Van cezaevinde Sinan Gencer arkadaşımızın şahadeti yaşandı. İdare bunun bir intihar olduğunu söylüyor. Uzun süre tek hücrede tutulan Sinan Gencer arkadaşımızın kendisini tanıyan arkadaşları ailesi Sinan Gencer’in intihar edebilecek bir yapıda olmadığını belirtiyor. Onun oldukça kararlı, davasına bağlı bir insan olduğunu, bir yurtsever olduğunu ortaya koyuyor.

Peki bu kadar kararlı, davasına bağlı bir yurtsever nasıl kendi hücresinde ölü bulunuyor? Bunun sadece iki açıklaması var. Bir, ya var olan işkence ortamına karşı protesto amaçlı kendi yaşamına son vermiştir, bu anlamda bir eylemsellik geliştirmiştir ya da birileri hücrede katlederek intihar süsü vermiştir. Bu ihtimallerden hangisi doğru olsa da faili devlettir, devlet tarafında kat edilmiştir.

Aynı şekilde en son Elbistan cezaevinde Muhammet Demir arkadaşımız koronadan dolayı yaşamını yitirmiştir. Muhammet Demir Afyonlu bir arkadaşımızdır. 28 yılını Türk devletinin zindanlarında geçirmiştir. 56 yaşındadır ve ömrünün yarısını Türk devletinin cezaevlerinde geçirmiş, defalarca ölüm atlatmıştır. Bu arkadaşımız devletin ihmalkarlığının bir sonucu olarak en son korona virüsten şehit düşmüştür. 30 yılık müebbet hapis cezası almıştır. 28 yıldır içerdedir. Cezasının bitmesine 2 yılı kalmıştır.

Şu anda Maltepe çocuk cezaevi vardır. Daha önceki süreçlerde Pozantı cezaevinde ne yaşanmışsa şimdi Maltepe cezaevinde yaşanıyor. Çocuklar işkenceye, baskıya, tacize, tecavüze maruz kalıyor. Gerçekten buradan çağrımdır. Tüm insan hakları kuruluşları, tüm siyasi örgütler, tüm sivil toplum örgütleri Maltepe’deki çocuklara sahip çıksınlar. O çocukların durumları hakkında bilgi alınmalılar. Bu konuda girişimlerde bulunulmalıdır. Tüm aileler Maltepe cezaevindeki çocuklara sahip çıkmalıdır. Orada her türlü kötü muamele var. Bakın Türkiye çocuk tutsakların en fazla olduğu ülkedir. 0-6 yaşları arasında annesiyle birlikte zindanda olan 700 çocuk vardır.

12-17 yaş arası zindanda bulunan çocuk sayısı 4000-5000 üzerindedir. Bu kadar çocuğun zindanda olduğu başka bir ülke yoktur. Üstelik sadece insanlar zindanda uzunca yıllar tutulmakla da kalmıyor bir de yoğun baskı işkence ve kötü muamele uygulanıyor. Son süreçte basına yansıyan kimi şeyler var. Gardiyanlar arkadaşlarımıza işkence yaparken 'yaşasın işkence' bağırıyorlar. Arkadaşlarımız tehdit ediliyor, "burası yeni başlangıçtır" deniliyor, yani her şey işkencenin, saldırının, darp etmenin, hücreye koymanın, arkadaşlarımızın infazlarını yakmanın, her türlü haklarından mahrum kılmanın gerekçesi yapılıyor.

Bir yerden bir yere sevke, sürgüne giderken cezaevinin kapısında çıplak arama adı altında insan onuruna yakışmayan uygulamalarla arkadaşlarımıza yöneliyor, ayakta sayım dayatılarak bunu kabul etmeyen arkadaşlarımıza fiziki işkencelerle yönelimler yapılıyor. Şu an birçok cezaevinde korona virüsten kaynaklı hiçbir önlem alınmadığı gibi çok bilinçli bir şekilde arkadaşlarımızın bu virüsten kendilerini koruyamaması için her şey yapılıyor.

Mesela birçok cezaevinde soğuk su günde yarım saat veriliyor, sıcak su haftada bir saat veriliyor. Bu gerçekten korona sürecinde bir ibret vesikasıdır. Üstelik koronadan önce neredeyse günün tamamı soğuk su veren cezaevleri de bunu yarım saate düşürdü. Bu şu demektir, cezaevine gidin, ölün korona size bulaşsın, hepiniz ölün. Yani şu an cezaevinde AKP-MHP faşizminin yapmak istediği gerçekten katliamdır.

Bunu salgın üzerinde yaparak kendisini işin içinden sıyırmaya çalışıyor. Bu anlamda salgının cezaevine bulaşması, arkadaşlarımıza bulaşması için elinden geleni yapıyor. Nihayetinde salgın cezaevinde çok ilerlemiştir. En son Elbistan cezaevinde belirttiğimiz gibi Muhammet Emir arkadaşımız şehit düştü. Aynı cezaevinde 35 arkadaşımızın daha test sonuçları pozitif çıkmıştır. Onun dışında daha önce basına yansıyan Silivri, Şakran, Tarsus, Urfa, Van cezaevi ve benzeri pek çok cezaevinde bu tarz vakaların sayısının gittikçe yükseldiğini biliyoruz. Bunlar basına yansıdı. Ailelerini arayan tutsaklar bunu ifade ettiler. Dolasıyla bir toplu katliamla karşı karşıya olan cezaevinde çok ağır şartlar var. Mesela şu anda arkadaşlarımızın elindeki her türlü iletişim imkanı alınmıştır. Öncelik radyoda kısa dalga vardır diye arkadaşlarımızın ellerindeki bütün radyoları topladılar, kantinden alın dediler. Şimdi arkadaşların kantinden aldığı FM radyoları da toplamışlar. Yani mesela bunları korona salgın sürecinde tedbir amaçlı diye belirtiliyor, şimdi gerçekten radyonun korona virüsle ne alakası var? FM yayın yapan bir radyo korona virüs mü bulaştırıyor? Bunlar hepsi gerçekten arkadaşlarımızın dış dünyadan koparmanın, psikolojik baskı altına almanın, yıldırmanın bir aracı haline getiriliyor.

Son çıkardıkları uyduruk bir genelge ile iki ayda bir üç kitap dışardan gelirse kendilerine verileceği belirtiliyor ancak o da verilmiyor. Şu an arkadaşlarımıza kitap verilmiyor, ellerindeki bütün kitaplara el konulmuş durumda.

Zindanda bu arkadaşlarımızın okuması, yazması, kendisini geliştirmesini istemiyor bu faşizm. En çok korktuğu bilinçli Kürt’tür. En çok korktuğu özgürlüğe yakın olan Kürt’tür, en çok korktu iradeli Kürt’tür bu anlamda. Yine mesela gazeteler verilmiyor. En son anayasa mahkemesinin toplama kararı olmayan her türlü yayının cezaevine verebileceği yönde bir karar verildi ama anayasa mahkemesini kim takıyor? Sözde bu ülkenin en üst hukuk mercidir. Neredeyse tüm cezaevlerinde yeni yaşam, evrensel, bir gün gibi AKP-MHP faşizmini biraz elleştiren gazeteler verilmiyor.

Televizyonlar da aynı şekildedir. Her cezaevinde 13 kanal seyretme imkânı var ve bu kanaları belirleyen idaredir. AKP-MHP faşizmin borazanlığını yapan kanalların dışında hiçbir kanala izin verilmiyor. Arkadaşlarımız FOX TV seyretmek için başvuru yaptı. Verilen cevap şudur; ülkenin bölünmez bütünlüğüne aykırı yayınlar yaptıkları için vermiyoruz. FOX TV, yani Türkiye’de milyonlarca insan tarafında seyredilen resmi yasal bir kanaldır. AKP-MHP faşizmine üç beş eleştiri yaptıkları için aynı şekilde Halk TV, Tele1, Artı TV ve benzeri pek çok televizyon kanalı arkadaşların çabalarına rağmen kendilerine verilmiyor. Kolileri verilmiyor, mektupları gönderilmiyor. Her arkadaşımıza çok uyduruk nedenlerden hücre ve disiplin cezaları veriliyor ve bu temelde arkadaşlarımızın infazları yakılıyor.

Daha önceki infaz düzenleme adı altındaki düzenlemeyle faşizm kendisini aslında cezaevinde biraz kurumsallaştırdı, tüm yetki infaz hakimliğine, AKP ve MHP militanları tarafından doldurulmuş olan cezaevi gözlem heyetlerine verildi ve şu anda bu AKP-MHP militanlarından oluşan infaz hakimleri ve gözlem heyetleri gerçekten arkadaşlarımıza her türlü hukuk dışı, ahlak dışı yaklaşımı sergilemekten geri durmuyor.

Biz şunu açıkça buradan belirtmek istiyoruz; bugüne kadar mücadelemizde çok fazla cezaevi personeli hedef almadık. Fakat arkadaşlarımız da sahipsiz değildir. Bunu böyle bilsinler. Eğer arkadaşlarımıza yönelik bu tarz işkence olursa bunu yapanların sonu 12 Eylül faşizmi döneminde Amed zindanında görevli olan Esat Oktay gibi olacak. Nasıl ki PKK hareketi arayıp Esat’ı cezalandırmışsa, arkadaşlarımıza işkence yapan, her türlü baskı, kötü uygulama yapan kesimlere yönelik tavrımız net olacaktır. Bugüne kadar biz politika olarak bu tarz şeyleri fazla yapmadık ancak önümüzdeki süreçte yapmayacağımız anlamına gelmiyor. Biz buradan bu kesimleri uyarıyoruz. Cezaevi gardiyanlarını uyarıyoruz. Sizden hesap sorulur.

Gün gelir devran döner, bu AKP-MHP faşizmi yıkılır ve sizden de hesap sorulur. Herkes akıllı olmalıdır. Herkes gerçekten akılını başına almalıdır. Öyle bildikleri gibi bir dünya yoktur. Direnen bir halk gerçekliği vardır ve bu halk gerçekliği kazanacaktır. AKP-MHP faşizminin saltanatı sonsuza dek sürmeyecektir. Tam tersine pamuk ipliğine bağlıdır ve içine girdiğimiz hamle süreciyle birlikte o pamuk ipliğini de koparacağız. Herkes bunu çok iyi bilmelidir. Dolayısıyla bu kadar baskının, işkencenin zorbalığı olduğu bir ortamda ailelerimizin rahat olması mümkün değildir. Fakat sadece rahatsız olmak yetmiyor. Gerçekten mücadele etmek gerekiyor.

Mesela zindanlarda şehit düşen arkadaşlarımızın cenazelerini güçlü sahiplenmek gerekiyor. O arkadaşlarımızın ailelerini güçlü sahiplenmek gerekiyor. Hasta tutsaklar, şehit düşen arkadaşlarımızı, cezaevlerindeki yönelimler, baskılar, işkenceler, hak gasplarına, siyasi soykırım operasyonlarına karşı kendi tepkilerimizi çok güçlü bir şekilde kitlesel olarak ortaya koymak zorundayız. Bu konuda bedeli ne olursa olsun, sonucu ne olursa olsun korkmamak, yılmamak, kaygıya düşmemek gerekiyor. Bir yerlerden bir şeyler beklememek gerekiyor. Bugün bir arkadaşımız şehit düşmüşse yarın öbür gün her birimizin diğer arkadaşları şehit düşebilir. Her birimizin başına gelebilir. Bugün ben harekete geçmezsem yarın senin başına geldiğinde öbürü de harekete geçmez. Halkımızın bu bilinci vardır. Halkımız 40 yıllık mücadeleyle bu bilinci edinmiştir. Önemli olan gerçekten yaşadığı kaygılardan kurtulmak, bu konuda kendine güvenmek, faşizme geri adım attıracağına, onu yıkacağına inanmak ve bunun mücadelesini ortaya çıkarmak gerekir. Tutuklu aileleri tek başına güçlü bir mücadele geliştirirlerse tek başına faşizmi yenecek güçtedirler. Bunu böyle bilmeleri gerekiyor. Yüzbinlerle ifade edilen bir toplumsal kesimden bahsediyoruz. Yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Yeterli örgütlensin, örgütlü gücüne dayanarak kendi tepkisini, eylemselliğini ortaya koysun. O zaman cezaevlerinde de birçok faşizan uygulamanın önüne geçilir, dışarıda da bu faşizm çok fazla ayakta kalmaz.

Bu çerçevede ailelere yönelik çağrım olacak. Gün mücadele, harekete geçme, cezaevindeki siyasi tutsakları sahiplenme günüdür. Bu noktada öncülük etme günüdür. Onların aileleri olarak öncülüğü yapma günüdür. Biz öncülüğü yaparsak çevredeki her kesim bu mücadeleye güç, omuz verir, katkı sunar. Bu bilinçle harekete geçmek, hamle sürecine de bu temelde yaklaşmak gerekiyor. Bu hamle süreci zindanlara yönelik faşizan yönelimler şahsında AKP-MHP faşizmine karşı güçlü bir direniş zemini haline getirilmeli, bu temelde hamlenin temel bileşenlerinden bir olabilmelidir. Bu temelde yaklaşılacağına, pratiğin ortaya çıkarılabileceğine de inanıyorum.

Son olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mı?

Tüm halkımız açısından, örgütün tüm bileşenleri açısından, özgürlük hareketinin tüm kadro ve militanları açısından gün direnme günüdür. Gün hamleye katılma, hamle temelinde tüm gücünü, enerjisini, yoğunlaşmasını ortaya koyma günüdür.

Bu süreçte yapacağımız her şey hamleye hizmet etmelidir. Alacağımız kararlar, yapacağımız planlamalar, ortaya koyacağımız eylemsellikler hepsi bu hamlenin bu amacına hizmet etmelidir. Hatta aldığımız nefes, yediğimiz yemek, içtiğimiz su bile hamlemizin başarısına hizmet etmelidir. Çünkü tarihi bir süreçtir. Çünkü Kürtler ilk defa bu kadar kazanmaya yaklaşmışlardır. Çünkü Kürtler 21. yüzyılda kazanmak, özgürleşmek istiyorlar. Bu tarihi eşiğe gelip dayanmış bulunmaktayız. Başarının zemini oldukça güçlü, imkanları oldukça fazladır. Bu konuda tek sorun bizim kendimizi katma düzeyidir. Bizim kendimizi örgütleme, hamleyi doğru anlama temelinde doğru bir katılımın sahibi olmaktır. Bu noktada da başta tüm halkımızın, dostlarımızın, örgütlü bileşenlerimizin, PKK’nin tüm kadro militanları böyle bir derin bilinçle, böyle bir büyük sorumluluk bilinciyle, zamanın ruhuna göre hareket edeceğine, bu çerçevede özgürlük zamanın yaratacağına olan inancımı belirtmek istiyorum. Buradan herkesi, tüm yoldaşlarımızı, tüm halkımızı tekrardan sevgi ve saygıyla selamlıyorum.