Dersim: Zindanlar soykırım konseptinin en önemli ayaklarından biri

PKK Zindan Komitesi Üyesi Piro Dersim “Zindanlarda yaşanan vahşet etrafında bir araya doğru temelde gelinir ve sorumlulukların gereği yerine getirilirse, bu bile tek başına serhildanları geliştirebilir” dedi.

Dışarda direnen tüm toplumsal kesimleri etkisiz kılmak amacıyla yaygın tutuklamalara giden faşist yönetim, içeriye aldığı on binlerce tutsağa dönük de özel politikaların yürütüldüğünü belirten Piro Dersim “Devrimci Halk Savaşı temelinde, kadın ve gençlik öncülüğünde, başta Bakur ve Rojava olmak üzere İmralı, gerilla ve zindan direnişini tamamlayacak bir toplumsal direniş Türkiye ve Ortadoğu’da gerici, inkarcı, soykırımcı faşist yönetimlerin sonunu getirecek” diye konuştu.

PKK Zindan Komitesi Üyesi Piro Dersim, Türk devletinin zindanlarda siyasi tutsaklara karşı yürüttüğü politikayı, tutsakların direnişini ve dışarının sahiplenmesine ilişkin ANF’nin sorularına şu yanıtları verdi:

- Soykırımcı Türk Devletinin her alanda 24 Temmuz 2015’ten bu yana topyekûn bir saldırı içinde ve bunu karşı da görkemli bir direniş yaşanıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da bu konsept çerçevesinde yıllardır ağırlaştırılmış bir tecrit altında. Türk devletinin bu konseptini ve verilen direnişi nasıl ele alıyorsunuz?

Evet, sözüne ettiğiniz gibi sömürgeci soykırımcı Türk Devleti 2015 yılının 24 Temmuz’undan bu yana kesintisiz ve topyekûn bir saldırı konseptini devreye soktu. Türk devleti 3. Dünya Savaşı koşullarında tüm imkan ve olanaklarını kullanarak Kürtlerin statüsüz kalmalarını sağlamak, büyük bedellerle ortaya çıkan Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak, bu temelde Rojava ve Başûr Kürdistanı’nı işgal ederek Misak-ı Milli dedikleri sınırlara ulaşıp bölgesel bir güç olmayı önüne temel hedef olarak koydu. Neo Osmanlıcılık olarak da adlandırılan bu yayılmacı ve sömürgeci emellerine karşı direnen temel güç; Önder Apo ve PKK olduğu için Özgürlük Hareketinin tasfiyesi için tüm gücünü ve olanaklarını seferber etti. Önder Apo mutlak tecrit altına alınarak sürece müdahil olması engellenmek istendi. Önderliğimizin halk, Özgürlük Hareketi ve bölge siyaseti üzerindeki büyük ve çözümleyici gücü bilindiği için öncelikli olarak İmralı hedef alındı.

Yedinci yılını bitirip sekizinci yılına girdiğimiz ve adına ‘’Çöktürme Planı’’ verilen bu konsepte karşı geliştirilen direnişte görkemli oldu. Her şeyden önce Önder Apo bu imha ve soykırım siyasetine karşı direnişi esas aldı. Tüm fiziki, psikolojik işkence uygulamalarına ve dayatmalarına karşı eşsiz bir direnişle Özgürlük Mücadelesinin öncülüğünü İmralı koşullarında başarı çizgisinde yürütmenin büyük iradesini ortaya koydu. Bu açıdan Önder Apo’nun İmralı direnişi oldukça önemli, anlamlı ve kader tayin edicidir. “Ya teslimiyet ya imha” konseptine karşı tüm Kürt, Türkiye ve Ortadoğu halkları adına faşizme karşı yürütülen direnişin hem temel halkası, hem de en görkemli zirvesi olmaktadır. Önder Apo; Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan sorunlara getirdiği “Demokratik Ulus” çözümüyle halklara yeni bir umut verirken, İmralı’yı da bu çözümün gerçekleşmesi için faşizme karşı direniş ve mücadele alanı haline getirmiştir.

Önderliğimizin İmralı Direnişi yansımasını tüm mücadele alanlarında gösterdi. ABD, NATO gibi batılı emperyalist güçlerin tüm desteklerine, işbirlikçi, ihanetçi KDP çizgisinin her türlü yardımına, 21. Yüzyıl teknolojisinin getirdiği tüm avantajlara ve savaş suçu olarak kabul edilen taktik nükleer ve kimyasal silah kullanımına rağmen soykırımcı Türk devleti bugün her alanda büyük bir hezimeti ve çöküşü yaşıyorsa bunun temel nedeni Önderliğimizin İmralı direnişi ve bunun fedailik çizgisi biçiminde tüm mücadele alanlarımızda yansımasını bulmasındandır.

Bugün HPG ve YJA Star güçleri öncülüğünde Medya Savunma Alanları’nda kahramanca bir direniş yaşanıyor. En zor koşullarda, düşmanın büyük güç ve teknik imkanlarına, yasaklı silahlar kullanmalarına karşı gerilla efsanevi bir direnişi fedailik çizgisinde ortaya koyuyor. Bilincin, inancın ve iradenin sembolü Özgürlük gerillası Önderliğe, halka, mücadele değerlerimize ve özgürlüğe aşkla bağlı olmanın ve zafere inancın eşsiz mücadele pratiğini sergiliyor. Bu büyük direniş sömürgeciliğin ve ihanetin tüm hesaplarını tuzla buz edip, onlara büyük bir çöküşü yaşatırken, halkımıza, bölge halklarına ve ilerici insanlığa da büyük bir moral güç oluyor, direniş azmi ve kararlılığını güçlendiriyor.

Nasıl ki dışarda gerilla ve halkımızın soykırım uygulamalarına karşı büyük direnişi düşmanın sonuç almasını engelleyip, faşizmi çöküş sürecine sokmuşsa, zindan direnişinin de bunda büyük bir yeri ve rolü var. Bir dava insanının en zorlu anı düşmanın eline geçtiği andır. Düşmanın elinde, başka bir silahı ve imkânı bulunmayan dava insanının çıplak bedeni, iradesi, inancı ve bilinciyle yürüttüğü direniş en anlamlı, en görkemli ve en kutsal direniş olmaktadır. En zor koşullarda ve imkânsızlıklarda sonuna kadar direnen insanlara sahip bir davanın yenilmesi mümkün değildir. Bugün Önderliğimizin İmralı Direnişine, dışarda fedai çizgide yürütülen direnişe layık bir ruhun, duruşun ve direnişin zindanlarda da yaşandığını belirtmek gerekiyor. Günlük yaşamın her anının işkenceye dönüştürüldüğü bir ortamda, günün 24 saati fedai çizgide yaşayan ve direnen bir zindan gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Bakur, Başur, Rojava ve dünyanın her yerinde halkımız ve dostları Önderliğimizin paradigması etrafında, İmralı, gerilla ve zindan direnişi öncülüğünde kesintisiz bir direnişi ortaya koymaktadırlar. Toplumsal direniş anlamında gelişen bu direnişin kimi zayıflıkları ve yetersizlikleri olsa da günden güne büyüyen, gelişen ve etki düzeyi artan bir çizgide daha da gelişeceği görülmektedir. Devrimci Halk Savaşı temelinde, kadın ve gençlik öncülüğünde, başta Bakur ve Rojava olmak üzere İmralı, gerilla ve zindan direnişini tamamlayacak bir toplumsal direniş Türkiye’de de, Ortadoğu’da da tüm gerici, inkarcı, soykırımcı faşist yönetimlerin sonunu getirecektir.

ONBİNLERCE TUTSAKA KARŞI ÖZEL POLİTİKALAR YÜRÜTÜLÜYOR

- Saldırı ve direnişin merkezinde yer alan bir başka alan ise zindanlar. Türk devletinin bugün zindanlarda yürüttüğü politika için neler söyleyeceksiniz?

Faşist Türk devletinin imha ve soykırım konseptinin en önemli ayaklarından biri de zindanlar olmaktadır. Dışarda direnen tüm toplumsal kesimleri etkisiz kılmak amacıyla yaygın tutuklamalara giden faşist yönetim, içeriye aldığı on binlerce tutsağa dönükte özel politikalar hayata geçirmektedir. Bu anlamda faşizmin zindanla uyguladığı özel savaş politikalarının amacını kısaca şöyle belirtebiliriz. Her şeyden önce yaygın tutuklamalarla dışarda mücadele yürütecek, direnişi geliştirecek kimseyi bırakmama, toplumu öncüsüz kılma hedeflenmektedir. İkincisi bu yaygın tutuklama ve zindan koşullarının ağırlığını topluma yansıtarak korkutma, sindirme, mücadeleden geri durmalarını sağlama amaçlanmaktadır. Üçüncüsü içeriye aldığı toplumun bu en direngen öncülerini işkence ve baskıyla teslim alma, iradelerini kırma ve bu yolla mücadeleden kopmaları sağlanmak istenmektedir. Dördüncüsü teslim olmayan, zindanda da direnen tutsakları katletme ve ağır işkence ve baskı koşullarında tutarak intikam alma politikası uygulanmaktadır. Bunun yanında çok daha farklı özel savaş politikaları ile uzun vadede devrimci tutsaklara karşı bir çürütme ve mücadeleden uzaklaştırma amacı güdülmektedir.

Tüm bu amaçları hayata geçirmek için pek çok yol ve yöntem denenmekte, birbirini tamamlayacak tarzda özel savaş politikaları devreye sokulmaktadır. Bu anlamda günümüzde Bakur Kürdistan’ı ve Türkiye cezaevleri özel savaş politikalarının tüm pervasızlığı ile hayata geçirildiği, hiçbir hukuki, ahlaki ve insani normun esas alınmadığı işkence merkezlerine dönüştürülmüş durumdadır. Tüm zindan sistemi teslim alma, katletme, intikam amaçlı işkence ve baskıyı sınırsız uygulama, bu vahşeti topluma yansıtarak sindirme temelinde kurgulanmıştır. Tutsakların örgütlülüğü dağıtılarak, hem bir birileriyle hem de dışarı ile iletişimleri koparılarak, özel savaş medyası ile her gün “bitirdik” algısı oluşturulmaya, bu şekilde umutsuzluk psikolojisi egemen kılınmaya çalışılarak ve her türlü fiziki işkence ve katliam uygulamalarıyla sonuç alınmak istenmektedir. Yaşamın her anının işkenceye dönüştürüldüğü, her türlü insani ihtiyacın özel savaş politikalarını kabul etmeye endekslendiği, düşman hukukunu çok çok aşan, kin ve intikama dayalı bir keyfiyetin sınırsız uygulandığı alanlar olmaktadır zindanlar.

SON BİR YILDA 50’YE YAKIN TUTSAK ŞEHİT DÜŞTÜ

Günümüzde en fazla öne çıkan uygulamalardan biri katletme olmaktadır. Dışarda yürütülen soykırım politikası ile paralel içerde işkenceyle katletme, intihara sürükleme ve hasta tutsakları bırakmayarak, tedavi etmeyerek ve en ağır koşullarda tutarak kasten ölümüne yol açma günübirlik basına yansıyan durumlar olmaktadır. Eskiden bir yılda zindanda hastalık vb. hallerden dolayı yaşanan şahadetler 3-5 iken özellikle son 3 yılda bu konuda büyük bir artışın yaşandığına tanık olmaktayız. İHD’nin basına yansıyan açıklamaların da son bir yılda 50’ye yakın devrimci-yurtsever tutsağın zindanda yaşamını yitirdiği belirtilmektedir. Neredeyse haftada bir arkadaşımız zindanlarda katledilmektedir. 30 yıl zindanda her türlü faşist baskı ve işkenceye karşı direnen yoldaşlarımızın son bir yılda, dışarı çıkmak üzereyken şehit düşmeleri öyle sıradan ve tesadüfü bir durum olmamaktadır. Tamamıyla bilinçli, tasarlanarak gerçekleştirilen katliamlar olmaktadır. Mesela kanser hastası olan bir insan sürekli doktor gözetiminde tedavi olmalı, uygun hijyenik koşullarda tutulmalı, beslenmesi özel olmalı. Böyle bir arkadaşı tedaviye götürmeden, hücrede tutarak ve en sağlıksız koşullarda, en kalitesiz beslenme koşullarına tabi tutmak onun katledilmesi anlamına gelecektir ve pek çok şahadette yaşanan da bu olmaktadır.

Hasta tutsaklara yaklaşım bu çerçevede olmaktadır. Türk devleti hasta siyasi tutsakların hastalık nedeniyle yaşamını yitirmesi için her şeyi yapmaktadır. Bu konuda kendi yasalarında kimi maddeler olsa da pratikleşme süreci bu yasa maddelerini uygulamama üzerinden şekillendirilmiştir. Normalde ölümcül hastalığı bulunan, kendine bakamayacak düzeyde hastalığı yâda engeli olan tutsakların cezalarının ertelenmesini öngören yasa maddeleri mevcuttur. Ancak bu konuda yetkili kılınan kurum Adli Tıp Kurumu olmaktadır. Adli Tıp Kurumu kanser hastasından, yüzde 80 engelli olanına kadar pek çok hasta tutsak için “cezaevinde kalabilir” raporu vermekte, dolayısıyla bu insanlar ölüme terkedilmektedir. Mahkemede tutsağa idam cezası veren hâkim ile hastalığına rağmen “cezaevinde kalabilir” kararı veren Adli Tıp Heyeti arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bunu bile dahi aşan uygulamalar vardır. Kimi tutsaklara Kürt düşmanı, faşist, ırkçı Adli Tıp Heyeti bile “Cezaevinde kalamaz” raporu vermesine rağmen ilgili infaz hâkimliği ve cezaevi yönetimi uygun görmediğinden hasta kimi tutsaklar bırakılmamaktadır. Bu durum açık olarak bu tutsakların infaz edilmesi anlamına gelmektedir.

Cezaevlerinin işkenceli koşulları, disiplin cezaları, tek kişilik hücrelerde tutma, hijyen ve sağlıklı beslenme koşullarını oluşturmama, keyfi uygulamalarla hastaneye götürmeme, kelepçeli tarzda muayene dayatma gibi nedenlerle hasta tutsakların içerde tedavi edilmeleri de engellenmektedir. Tüm bu uygulamaların sonucunda yaşanan şahadetler kesinlikle hastalıktan kaynaklı değildir. Bilerek ve tasarlayarak bir katletme politikası tüm pervasızlığı ile hayata geçirilmektedir. ‘’Asmayalım da besleyelim mi’’ faşist zihniyetinin devamcısı olan günümüzdeki AKP-MHP çete yapılanması ‘’öldürmeyelim de tedavi mi edelim’’ yaklaşımını pratikleştirerek fiili olarak idam cezasını zindanlarda uygulamaktan geri kalmamaktadırlar. Çok rahatlıkla yaşananlardan şu sonucu çıkarabiliriz. Faşist Türk devleti idam cezasını isteyerek, insani değerlere ters olduğunu düşünerek ve evrensel insan haklarının gereği olarak kaldırmadı. AB’ye girmek, kimi konularda çıkar elde etmek için adeta formalite olarak yasalarından çıkardı ama yukarda belirttiğimiz uygulamalarda da görüldüğü üzere yasalarından çıkarsa da fiili olarak uygulamaktan geri kalmamaktadır.

ZİNDANLAR İŞKENCAHANELERE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

Son dönemlerde basına yansıyan ve öne çıkan diğer bir özel savaş uygulaması da cezalarını bitiren tutsakların “iyi halli’’ olmadıkları gerekçesiyle bırakılmayarak, infazlarının yakılarak içerde tutulmaya devam ettirilmesi olmaktadır. Bu tarzda yüzlerce tutsak keyfi bir şekilde ve tüm hukuk normları çiğnenerek içerde tutulmaktadır. “Cezaevi Gözlem Heyeti” adı verilen AKP-MHP kadrolarından oluşturulmuş çete yapılanması karşısına çıkarılarak pişmanlık dayatılan tutsaklar, bunu kabul etmedikleri için, bu kurulları tanımadıkları ve çıkmayı ret ettikleri için bırakılmamakta, infazları yakılmakta, keyfi tutulmaya devam edilmektedirler.

Bunun yanında zindanda siyasi onurlarını korumak amacıyla tutsakların yaptığı her türlü eylem-söylem ve tavır disiplin suçu kabul edilmektedir. Artık slogan atmak, kelepçeli tedaviyi kabul etmemek, çıplak aramaya karşı çıkmak, ayakta sayım vermemek, halay çekmek, zılgıt atmak, Kürtçe türkü söylemek ziyaretçileriyle ve telefonda Kürtçe konuşmak, Kürtçe mektup ve yazı yazmak vb. yaklaşımların hepsi suç kategorisine alınmış durumda ve disiplin ihlali olarak değerlendirilerek cezalar verilmektedir. Tek kişilik hücrede tutma, süngerli oda da A Takımı denilen çetelerce işkenceye tabi tutulma, sevk ve sürgünlerle en ücra yerlere sürülme, disiplin cezaları gerekçe edilerek hiçbir haktan yararlandırılmama, kamera vb. teknik araçlarla 24 saat gözetim altında tutma gibi pek çok özel savaş uygulamaları basına sürekli yansımaktadır. Bu anlamda zindanlar bugün tümüyle işkencehanelere dönüştürülmüş durumdadır.

ZİNDAN POLİTİKASI DİRENİŞLERLE BOŞA ÇIKARILDI

- Sözüne ettiğiniz Türk devletinin saldırılarına karşı devrimci tutsakların direnişini nasıl ele alıyorsunuz?

Zindanlar genellikle faşizmin baskı ve işkence politikaları ile gündeme gelmektedir. Ama aslolan esasta tutsakların direnişi olmaktadır. Zindanlar mücadelemizin en temel direniş alanlarıdırlar. O nedenle düşman saldırıları ve yönelimleri kadar devrimci-yurtsever tutsakların buna karşı geliştirdiği direniş tutumu önemli olmakta, düşman politikalarının boşa çıkarılmasında, toplumsal direnişin gelişmesinde ve mücadelemizin başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Yukarda düşmanın zindan politikaları ile neyi amaçladıklarını ana hatlarıyla ortaya koyduk. Zindanlarda yaşanan direniş nedeniyle düşmanın bu amaçlarına önemli oranda ulaşmadıklarını rahatlıkla belirtebiliriz. Bırakalım içeriye aldığı yoldaşlarımızın iradesini kırıp, teslim almayı, bu yoldaşlarımızın zindanları büyük bir direniş alanı haline getirdikleri gerçeği ortadadır. Her alanda imha ve soykırım politikaları fedai çizgide büyük direnişlerle boşa çıkan soykırımcı Türk devletinin zindan politikaları da tutsakların büyük direnişi ile boşa çıkarılmış, zindanlar faşizme ve soykırıma karşı yürütülen direnişin temel mevzilerinden biri olma rolünü layıkıyla yerine getirmişlerdir.

Özgürlük mücadelemiz büyük bir zindan direniş mirasına ve deneyimine sahiptir. 1980’lerde Amed Zindanında yaşanan ve 14 Temmuz Direniş Ruhu ve Zafer Çizgisi olarak somutlaşan direnişten günümüze 40 yılı aşkın bir zindan direniş geleneğine sahibiz. Yine Önder Apo öncülüğünde 24. yılında kesintisiz süren İmralı Direnişi tüm mücadele alanlarındaki direniş ve mücadeleyi belirlediği gibi son 24 yıldaki zindan direniş çizgimizin de esasını oluşturmaktadır. Her şart altında amaca bağlanmak, düşmanın her türlü dayatmasını kabul etmemek, bulunduğu alanı faşizm ile mücadele alanına dönüştürmek, dışardaki özgürlük mücadelesi ile bütünleşmek, her türlü imkan ve olanağı mücadelenin başarısı temelinde değerlendirmek, Özgürlüğünü mücadelenin zaferinde ve toplumun özgürlüğünde görmek, kendisi ve koşulları için değil, halkın özgürlük mücadelesini geliştirip, zafere ulaştırmak için direnişi geliştirmeyi esas almak, düşmanın özel savaş politikalarını aşan bir konumda bulunmak, buna denk kendini her yönüyle örgütlemek, toplumsal direnişi geliştirmenin, mücadeleyi büyütmenin, Önderlik sistemini örgütleyecek kadrolar yaratmanın öncülüğünü yapmak, yazınsal çalışmalarla hem Önderlik paradigmasının zihniyetini topluma hakim kılmayı amaçlamak, hem de mücadelenin propaganda-ajitasyon faaliyetlerine katkıda bulunmak zindan direniş politikamızın temel esasları olmaktadır.

Böyle geniş bir açıdan bakıp ele almak zindan direniş anlayışını da bunun önemini de daha iyi bize göstermektedir. İçeriye alınarak özünde mücadeleden koparılmak istenen tutsağın mücadele adına yaptığı her şey direnişi ifade etmektedir. Nasıl ki düşman zindanlarda her şeyi teslim almanın, irade kırmanın aracı haline getiriyorsa, buna karşı yapılan her davranış, tutum, duruş ve eylemin kendisi de direnişi ifade etmektedir. Bu anlamda esas olan yaşamda hiçbir düşman uygulamasını kabul etmemek, boşa çıkarmak, bulunduğu alanı mücadele alanı haline getirmek ve her yaptığı ile mücadeleye hizmet etmeyi esas almak zindan direnişinin özü olmaktadır. Direniş deyince salt kaba temelde, açlık grevi vb. tarzda eylemselliklerle sınırlı görmek ciddi bir darlık olmaktadır. Dışardaki mücadelenin ihtiyaçları temelinde açlık grevi gibi eylemler de dönem dönem olmaktadır, olmalıdır da. Ancak yaşamın her anının baskı, işkence ve saldırılarla işkenceye dönüştürüldüğü bir ortamda fiili direniş, onurlu duruş, kararlı ve direngen tutum ve davranışlar, örgütlü hareket etme direniş anlayışımızın temeli olmaktadır. ‘’Direnmek yaşamaktır’’ şiarını esas alan, yaşamı direniş ile anlamlı kılan, direnişi var olmanın, özgürleşmenin ve onurlu insan olmanın gereği olarak gören bir insanlık hareketinin neferleriyiz. Önderliğimize, halkımıza ve kutsal şehitlerimize bağlılık direniş ile anlam bulan özgür yaşamı gerektirmektedir.

Bu temelde kimi darlıklar ve yüzeysellikler olsa da esasta zindanlar da “Direnmek Yaşamaktır” şiarı temelinde ciddi bir direniş yaşanmaktadır ve bu direniş mücadelemizin zafere yürümesinde bizlere ciddi bir moral-manevi güç olmaktadır.

YETERLİ BİR SAHİPLENME ORTAYA ÇIKMIYOR

Peki zindanlarda yaşanan vahşete karşı dışarıda yeterli bir sahiplenme oluyor m,  dışarıda daha neler yapılabilinir?

Maalesef bugün zindanlarda yaşanan baskı ve işkencelere karşı tutsakları yeterli bir sahiplenme ortaya koyulmuyor. Bu konuda ciddi zayıflıklar ve yetersizlikler var. Her kes bir yerlere bırakıyor, kendini sorumlu görmüyor ve ortaya ciddi bir duyarsızlık çıkıyor. Bu anlamda dışarda zindanlara sahip çıkma konusunda öncülük etme sorunu yaşanıyor. Sayıları sınırlı da olsa bir grup tutsak yakınının başlattığı adalet nöbetleri tüm düşman yönelimlerine karşı aylardır büyük bir kararlılıkla sürdürülüyor. Bu vesile ile bu aileleri kutluyor, direnişlerini selamlıyoruz. Çok önemli bir direnişin öncülüğünü yaptıklarını bilmelerini istiyoruz. Ancak bir grup aile şahsında başlatılan bu direnişin aylardır büyütülmemesi, kitlesel kılınmaması, etkili hale getirilmemesi bu konuda çok ciddi yanılgı ve eksikliklerin olduğunu ortaya koymaktadır.

Zindanda direnen tutsaklara sahip çıkmak sadece tutsak yakınlarının görevi ve sorumluluğu olmamaktadır. Bu yoldaşlarımız bir halkın özgürlük mücadelesini yürüttükleri için zindana girmişlerdir. O nedenle tüm halkımızın, yurtsever kurum ve yapıların görev ve sorumluluğu olmaktadır. Aynı şekilde bu yoldaşlarımız faşizme karşı devrimci bir duruşun ve mücadelenin sahibi oldukları için tutuklanmışlardır ve faşizmin azgın saldırıları ile yüz yüze kalmaktadırlar. Dolayısıyla faşizme karşı olan tüm devrimci demokrat çevrelerin ve örgütlü yapılarında zindan direnişine sahip çıkma görev ve sorumluluğu vardır. Devrimci demokrat çevreler işi sadece Kürt halkına ve onun örgütlü yapılarına bırakırsa, Kürt halkının örgütlü yapıları da işi sadece tutsak ailelerine bırakırsa, tutsak aileleri de bir grup aileye ve diğer tüm yapılara bu sahiplenme görevini bırakırsa günümüzde olduğu gibi ciddi bir duyarsızlık ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce düzeltmeyi buradan yapmak gerekmektedir. Tüm halkımızın, örgütlü Kürt yapıları ve kurumlarının ve faşizme karşı mücadele yürüttüğünü belirten tüm devrimci çevre ve yapıların, aydın ve sanatçıların bu durumu görev ve sorumluluk olarak ele alıp harekete geçmeleri gerekmektedir.

Bugün zindanlarda yaşanan vahşet etrafında bir araya doğru temelde gelinir ve sorumlulukların gereği yerine getirilirse, bu bile tek başına sehıldanların gelişmesine ve AKP-MHP faşizmini ortadan kaldıracak devrimsel gelişmelere yol açabilir. Her gün zindanlardan işkence ve katliam haberlerinin geldiği, tabutların çıktığı, hiçbir insani ve ahlaki normun tanınmadığı, hasta tutsakların her kesin gözü önünde ölüme götürüldüğü bir ortamda hepimizin en başta korku ve kaygılarımızdan kurtulmamız gerektiği ortadadır. Bizim bu korku ve kaygılarımız, kayıtsızlığımız, sessizliğimiz yoldaşlarımıza yapılan işkencelerin pervasızca yürütülmesine, katletmelerin fazlalaşmasına ve faşizm karşısında toplumun sinmesine hizmet etmektedir.  Dolayısıyla işe kendimizden başlamalı, insan olmanın, devrimci ve yurtsever olmanın gereklerini yerine getirmeyi öncelikli görev ve sorumluluk olarak ele alabilmeliyiz. Bu temelde son olarak zindanlarda katledilen Kadri Ekici, Halil Güneş ve Garibe Gezer yoldaşlar şahsında tüm zindan şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyor, anılarına bağlılık ve amaçlarını zafere taşıma sözümüzü yineliyoruz.