ANALİZ

Efrîn direnişi ve komploya karşı mücadele

Efrîn direnişçileri biliyorlar ki, aslında iki yüzyıllık saldırganlığa karşı direniyorlar, Önder Abdullah Öcalan’a yöneltilen uluslararası komploya karşı direniyorlar.

Kürt halkı ve demokratik güçler on dokuzuncu yıldönümünde 15 Şubat komplosunu, yani Kürt Soykırım Gününü her alanda son derece etkili eylemlerle protesto ettiler. Komployu kınayan ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü isteyen kitle eylemleri günlerce sürdü. Avrupa’nın tüm kentlerinde, Başûrê Kürdistan’ın ve Rojava’nın tüm kentlerinde yoğun katılımlı kitle eylemleri yapıldı. Beyrut’tan Hewlêr’e, Brüksel’den Strasbourg’a kadar büyük kentlerde etkili kitle eylemleri ortaya çıktı.

Her alandaki eylemcilerin sloganları ve talepleri son derece netti. En başta komplocuları lanetliyorlar ve İmralı işkence sisteminin dağıtılmasını istiyorlardı. Bu temelde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını talep ediyorlardı. Komplonun Efrîn işgali ile devam ettirilmek istendiğini belirtiyorlar ve Efrîn’deki Çağın Direnişine açık ve güçlü destek veriyorlardı. “Efrîn kazanacak, Öcalan özgür olacak” diyorlardı. Kürt halkı ve demokratik güçler artık İmralı işkence sistemi ile birlikte yaşamak istemediklerini ortaya koyuyorlar ve bu sistemi parçalayıp tarihin çöp sepetine atacaklarını belirtiyorlardı.

Tarihi 15 Şubat komplosunun yirminci yıla girişinin Efrîn’i işgal saldırıları altında olması belki bir tesadüftü ancak çok anlamlı bir tesadüf oluyordu. Çünkü herkes görüyor ve biliyordu ki, Efrîn’i işgal saldırıları Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yöneltilen planlı uluslararası komplo saldırısının bir devamı oluyordu. Komplo ile Efrîn’i işgal saldırısı aynı nedenle ve aynı zihniyet ve siyasetin ürünü olarak gerçekleşiyordu. Neden çok açıktı: Kürdistan üzerinde sonuca götürülmeye çalışılan sömürgeci-soykırımcı sistemdi. O halde hem uluslararası komployu gerçekleştiren ve hem de Efrîn’i işgal saldırısını geliştiren sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetti. Yalnız aradaki fark şuydu: Yirmi yıl önce uluslararası komployu planlayıp yürüten güçlerle Efrîn’i işgal saldırısını yürüten güçler arasında bazı değişiklikler olmuştu. Komplodaki küresel kapitalist modernite birliği Efrîn’i işgal saldırısında kalmamıştı.

Her şeyden önce ABD ile Rusya arasında bir rol değişimi yaşanmıştı. Komplonun oyun kurucusu olan ABD’nin yerini Efrîn’i işgal saldırısında Rusya almış, Efrîn’i işgal saldırısında ABD komplodaki Rusya’nın rolünü benimsemişti. İran, Suriye ve Avrupa devletlerinin duruşu her iki saldırıda da genellikle benzerdi. Önemli bir değişiklik başta Mısır olmak üzere birçok Arap devletinde görülüyordu. Tabi değişmeyen Kürt düşmanlığı zihniyeti ve siyaseti her iki saldırıda da TC devlet yönetimine aitti. TC’yi yöneten partiler ve kişiler değişir ama bu yönetimlerin sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetleri asla değişmezdi. Bir kez daha net olarak gözüktü ki, Kürt soykırımı üzerine kendini bina eden TC devletinin zihniyet ve siyaset değişikliği ancak Kürt varlık ve özgürlük mücadelesi tarafından yıkıldıktan sonra gerçekleşebilecektir.

Şimdi esas olarak işte bu husus üzerinde durmak ve TC devlet gerçeğini zihniyet ve siyaset olarak gerçekten iyi anlamak gerekiyor. Öncelikle şunu sormak gerekiyor: Acaba bin yıllık Kürt-Türk ilişkileri her zaman böyle düşmanca mıydı? Bu soruya herkesin ve hiç tereddüt etmeden “Hayır” diyeceği açıktır. Eğer baştan itibaren Kürt-Türk ilişkileri böyle düşmanca olsaydı, herkes çok iyi biliyor ki, o durumda ne Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ve ne de bugüne kadar yaşadığı gelişmeleri sağlaması mümkün olabilirdi. Bu anlamda Kürtlerin Türklere hizmeti gerçekten de tarihi oldu. Peki aynı durum Kürtler açısından da geçerli midir? Kuşkusuz hayır! Türklerle ilişkilerinde Kürtler her zaman zarar görmemiş olsalar da, bu ilişkiden Türklerin kazandığı kadar kazanmamışlardır. Yani bin yıllık ilişkide muhtaç taraf esas olarak Türkler olmuştur. Gerçek böyle olmasına rağmen, özellikle TC devletinin bu kadar Kürt düşmanı olmasının akılla ve izanla bir ilişkisi kesinlikle yoktur. Bu ancak Türk ulus-devlet milliyetçiliğinin ne kadar faşist karakterli ve hastalıklı olduğu ile izah edilebilir.

Aslında Türk-Kürt ilişkilerindeki bozulma esas olarak 19. yüzyıl başından itibaren gündeme gelmiştir. İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından sıkıştırılan Osmanlı Merkezi Yönetimi temelde iki siyaset geliştirmiştir: Birincisi iç otonomileri daraltmaya yönelmek, ikincisi ise esas itibariyle yüzyılın sonuna doğru Almanlarla ittifaka yönelmektir. Daraltılmak istenen iç otonomiler Kürt, Ermeni ve Süryani otonomileri olmuştur. Özellikle o zamana kadar özel otonomiye sahip olan Kürtlerin ve Ermenilerin elinden otonomilerinin alınması için planlı saldırılar düzenlenmiştir. 1806 Rewanduz saldırısı ile başlayan Kürdistan işgalinin 19. yüzyılda aldığı boyutlar bilinmektedir. Ermeni karşıtlığının 1915 yılında ne duruma geldiği ise hala tüyler ürperticidir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu tarihte başlattığı Ermeni Soykırımı bir yılda esas olarak gerçekleşmiştir; Kürt soykırımı ise yüzyıldır hala sürmektedir. İttihat ve Terakki’nin başlattığı soykırım saldırılarını, yerine kurulan TC Devleti devam ettirmiştir. Kısaca Osmanlı Yönetiminin 19. Yüzyıl başından itibaren geliştirdiği Kürdistan otonomisini yok etme saldırısı, 20. Yüzyılda TC Devleti tarafından Kürt soykırımı olarak sürdürülmüştür. Yani iki yüzyılı aşkın süredir Türk egemenlerinin değişen Kürdistan politikaları sonucunda Türk-Kürt ilişkileri bozulmuş ve savaşa dönüşmüştür. Burada düşmanlık besleyen ve saldıran taraf kesinlikle Türk egemenlik sistemidir. Bu saldırı 9 Ekim 1998 tarihinde Kürt Halk Önderi’ne yönelik uluslararası komplo olmuş, 20 Ocak 2018 tarihinden itibaren ise Efrîn’i işgal saldırısı haline gelmiştir. Yani bugünkü Efrîn’e saldırı gerçeği iki yüzyıllık savaşın, katliam ve soykırımın hikâyesidir.

Peki bu artık hep böyle mi gidecektir? Kuşkusuz ilelebet böyle gidemez. Ancak çözümün kolay olmayacağı da açıktır. Çözümü kolaylaştırmak için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın harcadığı insan üstü çaba, ne yazık ki çok kompleksli ve egoist olan Tayyip Erdoğan kişiliği tarafından boşa çıkartılmıştır. 1990’ların başında Doğan Güreş kişiliğinin, 2000’lerin başında Devlet Bahçeli kişiliğinin gerçekleştirdiği boşa çıkartmayı, 2013-2015 sürecinde de Tayyip Erdoğan kişiliği gerçekleştirmiştir. Kendi iktidarı için ırkçı, şoven, faşist milliyetçi zihniyet ve siyasete teslim olmuştur. Ne bilelim, belki de baştan itibaren gerçek zihniyeti bu olmasına rağmen, ara süreçlerde hileci davranış göstermiştir.

İttihat ve Terakki Yönetiminin günümüzdeki tezahürü olarak Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün şekillenmesiyle birlikte artık şu husus kesinleşmiştir: Ya Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü yaşayacak, ya da Kürt halkı var ve özgür olacak! İkisinin bir arada var olma koşulları ortadan kalkmıştır. Bunu kaldıran da hiç kuşkusuz faşizm ve soykırımda ısrar eden Tayyip Erdoğan ve arkadaşları olmuştur. Ne kadar zalim, katliamcı, kan emici ve soykırımcı olursa olsun mevcut faşist diktatörlük kırk milyonluk Kürt toplumunu yok edemeyeceğine göre, yok olanın Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü olacağı açıktır. Bu kesin de, tüm devrimci-demokratik güçler olarak bizler "Allah tezinden versin" diye dua ediyoruz, o kadar!

Şimdi faşist-sömürgeci-soykırımcı diktatörlüğün Efrîn’i işgal saldırısı bir ayını doldurmuş bulunuyor. İki günde, bir haftada Efrîn’i ele geçireceğini hayal eden Tayyip Erdoğan’ın da hesabı kursağında kalmış bulunuyor. Efrîn halkı ve özgürlük güçleri, tüm Kürtlerin, halkların, kadınların, gençlerin ve devrimci-demokratik güçlerin desteğiyle faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı yiğitçe, kahramanca direniyor. Efrîn direnişçileri biliyorlar ki, aslında iki yüzyıllık saldırganlığa karşı direniyorlar, Önder Abdullah Öcalan’a yöneltilen uluslararası komploya karşı direniyorlar. Bunun için de kahramanlaştıkça kahramanlaşıyorlar. Hepsi de Arîn Mîrkan ve Avesta Xabur çizgisinde fedaileşiyor. Bu temelde Efrîn direnişi vuruyor, uluslararası komplo ve İmralı işkence sistemi parçalanıyor. Efrîn direnişinin zaferi uluslararası komploya karşı direnişin de kesin zaferi olacağa benziyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika