Erdoğan’ın barışı öldürdüğü gün: 28 Şubat

“Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik”. Bu tespit 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe’de yapıldı. Uzun bir sürecin daha da uzamaması ve geri dönülmez bir noktaya gelmemesi için tarihi bir fırsattı...

Barış Türkiye için hiç bu kadar yakın olmamıştı. Ancak bu tarih aynı zamanda barış girişimlerine geri dönülmez bir darbenin vurulduğu hazin bir tarihi ifade ediyor. Bin bir emekle oluşturulan çözüm ikliminin sert ve hiç olmadığı kadar kanlı bir döneme evrildiği tarihi bir anı anlatıyor.

O gün, İmralı heyeti ve Türk devlet heyeti Dolmabahçe’de bir araya geldiler. İlk kez böyle bir görüntü oluşuyordu. Açıklamanın Dolmabahçe’de yapılmasını devlet heyeti istemişti. Her iki heyette aynı tespiti yapıyordu. “Önemli” bir aşamaydı ve bu fırsat kaçırılmamalıydı. Barışın yol haritası belliydi. Atılacak adımlar, izlenecek yol ve yöntemler belirlenmişti. Geriye sadece barış iradesi kalıyordu. Kürt tarafı hazır olduğu defalarca beyan etmişti. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan baş müzakereci olarak, barışın tüm koşullarını oluşturmaya çalışıyordu. Kesintisiz bir çaba hali vardı.

Yaklaşık 10 yıldır dolaylı veya doğrudan görüşmeler yapılıyordu. Oslo adı verilen görüşmeleri yerini İmralı görüşmelerine bırakmıştı. 2013’ten itibaren görüşmeler yeni bir boyut kazanmış, bir İmralı müzakere heyeti oluşturulmuştu. HDP’li vekiller gidip geliyordu. Devlet adına üst düzey katılımlar vardı. Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, görüşmelerin tarafıydı.

Yoğun ve çatışmalı bir dönemin ardından mutabakat metnine son hali veriliyordu. Ancak halen çok ciddi tehlikeler vardı. DAİŞ çetelerinin Türk devletinin teşviki ve desteğiyle Kobanê’ye yönelik başlattığı işgal saldırıları ardından MGK’de önemli bir toplantı yapılıyordu. 30 Ekim 2014’te yapılan toplantıda Kürtlere karşı topyekün savaş kararı alınmıştı. Öcalan da bu savaş planını sezmişti. Gazeteci Amed Dicle’nin 2005 ile 2015 yılları arasındaki bu görüşmeleri yazdığı kitabında Öcalan’ın MGK toplantısına dair görüşleri yer alıyor. Gizli toplantının üzerinden bir ay geçmeden Kasım ayında İmralı’ya giden heyet Öcalan’a şu bilgiyi aktarıyordu: "KCK yönetimi, MGK'nın 30 Ekim'de topyekûn savaş kararı verdiğini düşünüyor". Öcalan’ın yanıtı kısaydı: "Doğru, ben de öyle düşünüyorum. MGK topyekûn savaş kararı vermiştir.”

MGK’da alınan karar gizliydi. Ancak yaklaşık iki yıl sonra, sürecin devlet tarafından tamamen bozulduğu bir dönemde ortaya çıkacaktı. 2016’da ortaya çıkan bu toplantıdaki karar “çöktürme planı” olarak anılacaktı. Kürt kentlerine yönelik başlatılan yıkıcı saldırılar ve katliamlar, planı doğruluyordu.

Ancak Öcalan böyle bir savaş konseptinin önünü almak istiyordu. Zayıf da olsa çözüm ihtimalini zorlayan adımlar atıyordu. "Kobanê'yi düşürürseniz Botan, Amed ve Serhat'a kadar dört kanton daha ilan ederim" diyen Öcalan devleti uyarıyordu. Öcalan savaş kararını boşa çıkarmak ve sürece ivme kazandırmak için bir müzakere çerçeve taslağı hazırladı. Bu taslak Kasım 2014'te taraflara sunuldu.

4 ana başlık ve 66 alt başlıktan oluşan taslak taraflarca uygun bulundu. Dolmabahçe’ye giden sürecin önü de böylece açılmış oldu. 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddelik çerçeve metin, Öcalan’ın daha önce sunduğu 66 maddelik taslağın özetiydi. 27 Şubat’ta son bir görüşme yapıldı. Devlet heyetinin elinde kendi metni vardı. İmralı heyetinin metni ise başkaydı. Öcalan her iki metni inceleyerek ortak bir metin haline getirmek için taraflarla görüştü ve sonuçta Dolmabahçe Sarayı’nda okunan metnin son hali ortaya çıktı. Kamuoyuna yapılacak açıklamanın Dolmabahçe Sarayı’nda yapılmasını devlet heyeti istemişti.

Kamuoyunun gözü heyecanla ekrana kilitlenmişti. Tarihi bir gündü. Kürt tarafı barışa hazırdı, halk hazırdı. Barışın bu kadar heyecan vermesi de bundandı.

DOLMABAHÇE MUTABAKATI

Toplantıda devlet cephesinden Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu vardı. İmralı heyetinde ise dönemin HDP grup başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken, HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yer alıyordu.

Önder, “Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik” diyerek başlıyordu sözlerine ve ekliyordu: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar süregelen demokratikleşme sorunları ve son 30 yılda 40 binden fazla insanın, insanımızın yaşamına mal olan Kürt meselesinin çözümüyle ilgili yürütülen çözüm süreci çalışmalarında tarihi bir karar sürecinin eşiğinde bulunmaktayız.”

Heyet ilkin sorunu tespit ediyordu: “Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümüyle ilişkilidir. Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti, bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir.”

Sorunun çözümü için devletin dönüşmesi öncelikli bir koşuldu. Bu zihniyet değişmeden soruna kalıcı bir çözüm bulunması mümkün görünmüyordu.

Önder, süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesini ise şöyle aktarıyordu:

“Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır.”

Sonrasında ise gerçek bir demokrasi ve barış için 10 maddelik bir yol haritası açıklandı. Maddeler demokratik bir Türkiye’nin oluşturulması için ortaya konulmuş kaçınılmaz koşullardı. Ancak bu gelişmelerin hayata geçirilmesi için başka adımlar da gerekiyordu.

Önder şöyle noktalıyordu: “Tüm bu hususlarda beklenen tarihi gelişmelerin hayata geçebilmesi için, tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP heyeti olarak, tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri, gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz. Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek, emek veren ve verecek olan bütün demokrasi güçlerini selamlıyoruz.”

Devlet heyetinden Yalçın Akdoğan da “Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz” diyerek, durum tespiti yapıyordu. Akdoğan, bir şeye daha parmak basıyordu: “Aslında gök kubbe altında konuşulmadık bir şey kalmadı. Demokrasilerde halkın desteğini alan görüşler, düşünceler ve politikalar değer kazanır. Biz de milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız.”

Evet her şey konuşulmuştu, artık pratik adımlar gerekiyordu. Erdoğan da bu aynı tespiti yapıyordu. Akdoğan pratiğe farklı yansıyan yaklaşımlarını şöyle özetliyordu: “Yeni anayasayı birçok köklü ve kronik sorunun çözümünde önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, uygulama önem taşıyor. Sürecin ete kemiğe bürünmesi, somut gelişmelerin yaşanması önemlidir.”

DÖNEK GAZETELER

Ancak somut gelişmeler farklı yönde oldu. Erdoğan ilkin olumlu karşılamıştı. Harekete geçirdiği medya ordusu da hep bir ağızdan süreci alkışlamıştı. Bugün tam tersine, kan ve katliam kokan başlıklar atsalar da o gün atılan başlıklar şöyleydi:

Akşam: Barışa dev adım (Manşet)

Bugün: 10 maddede polemik - İşte 10 maddelik taslak metin (Birinci sayfa)

Cumhuriyet: Dolmabahçe anlaşması (Manşet)

Habertürk: Bu bir çağrıdır (Manşet)

Hürriyet: Tarihi çağrı (Birinci sayfa)

Milat: Tarih yeniden yazılıyor (Manşet)7

Milliyet: PKK'ya silah bırak çağrısı - 10 Madde ve İç Güvenlik Paketi (Manşet)

Posta: Barış çok yakın (Manşet)

Sabah: Şimdi barış zamanı (Manşet)

Yeni Şafak: Çözüm Sürecinde Tarihi Gün - Silahlara veda çağrısı (Manşet)

Star: Barış baharı (Manşet)

Takvim: Tarihi çağrı (Manşet)

Taraf: Silahlara veda çağrısı (Sürmanşet)

Türkiye: Tarihi gün (Manşet)

Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatının yapıldığı günün akşamı Suudi Arabistan’a resmi ziyaret öncesi Atatürk Havalimanı’nda bulunuyordu. İlk açıklaması şöyleydi: "Silahların bırakılması çağrısı, bizler için çok çok önemli bir beklentiydi. Bu, demokratik açılım süreciyle başlayan bir çağrıdır, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'yle başlayan bir çağrıdır. Şimdi de Çözüm Süreci'yle devam eden ve 'Bunu artık noktalayalım' diye hasretle beklediğimiz bir çağrıdır. Tabii çağrılar güzeldir ama asolan, daha önce de söylediğim gibi, uygulamadır."

ERDOĞAN NEDEN ÇARK ETTİ?

Sonra tam bir dönüş yaşandı. Mart 2015’te Ukrayna ziyaretinden dönen Erdoğan uçakta gazetecilere şu açıklamayı yaptı:

“Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda başbakan yardımcısıyla (Yalçın Akdoğan) şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana resim vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. O metinde bir demokrasi çağrısı yok. Neresini kabul edeceğim? Çoğunun demokrasiyle falan alakası yok. Hala yeni yeni talepler ortaya çıkıyor. Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metinle Yalçın Bey'in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Onların tamamen aksine. Yani birbiriyle tamamen örtüşen bir şey yok. O zaman neyi görüştüler? Buna ortak bir deklarasyon diyebilir misiniz? Böyle bir şey var mı?"

Erdoğan, mutabakatın üzerinden bir ay geçmeden tüm bir süreci inkar etme yoluna gitti. Yıllarca sürdürülen görüşmeler ve müzakereleri hiç olmamış saydı. Erdoğan Kürt sorununun var olmadığını ve bir izleme komitesinin de olmayacağını söylüyordu. Barışa en yakın olunan bir sırada, Türkiye hiç olmadığı kadar uzaklaştı. Siyasi tutsak M. Sait Yıldırım’ın İmralı’da Dokuz Gün adlı kitabında Öcalan’ın Erdoğan’ın söylemlerine ilişkin görüşleri durumu özetliyordu. Öcalan, "Erdoğan bu sözlerle süreci bitirdi” diyordu.

TÜRKİYE BARIŞI VURARAK TARİHİ BİR HATA YAPTI

Çözüm için döşenen taşlar bir bir yıkılmıştı. Nisan ayında Öcalan ile görüşmeler tamamen kesildi. Heyet bir daha İmralı’ya gidemedi. Öcalan’ın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesildi. Son görüşme 5 Nisan günü yapılmıştı. Öcalan, bu noktaya gelene kadar kendi ifadesiyle devleti “barışa alıştırıyordu”, zira devletin barış kültürü yoktu. Devlet barışı ve barış fikrini hiçbir zaman benimsemedi. İktidar blokları, barışın gerçekleşmemesi için 2005 ile 2015 arasındaki görüşmelerde tüm yöntemlere başvurdu. Suikastler, katliam provaları, “kök kazıma” siyasetleri ve Kürtlerin mevcut kazanımlarının tümünü ortadan kaldırmak için geniş kapsamlı operasyonlar devreye koydu. Öcalan’ın tüm bunlara rağmen ısrar ettiği barış çabaları, bir kez daha savaş ve inkarla karşılık buldu. Türkiye, belki de bir daha asla yakalamayacağı bir fırsatı tepti. Türk iktidarının Dolmabahçe mutabakatı ardından seçtiği yol Türkiye’yi kaosa sürükledi. Bu kaostan nasıl çıkacağı ve nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalacağı ise meçhul. Oysa barışa bir şans verilseydi, Türkiye’de gerçek anlamda demokratikleşmenin yolu açılacak ve yüzyıllık bir sorun çözüm bulabilecekti. Tarihi bir fırsata tarihi bir hatayla yanıt verildi.