Gerilla günlükleri- 1

Gerilla, tarihini yazamayan Kürt halkının bu zaafının üzerine gidip sadece yaşamı ve eylemiyle yetinmeyip sözü ve yazısıyla da tarihe not düşüyor. Gerilla günlükleri bunun sonucudur.

Şehit gerillaların günlüklerinden bazı kesitleri paylaşmaya başlıyoruz. Kimisi, Kürt Özgürlük Hareketi ile tanışmasını, kimisi bulunduğu sahaya olan bağlılığını, kimisi Öcalan ile ilk karşılaşmasını, kimisi mücadeleye olan bağlılığını ifade etmekteki zorluğunu yansıtmış günlüğüne. Günlükler, kamuya açılacağı bilinen sırdaşlarıdır. Kendileriyle baş başadırlar ama büyük bir kolektif kimlik taşıdıklarını, 50 milyon mazlum halkın umut süvarileri olduklarını, zafer ve yenilginin; başarı ve hezimetin yaratacağı toplumsal travmanın bilinciyle hareket etmeleri gerektiğini biliyorlar. Bilmek bile yetmiyor, anlamak, anlam dünyasını büyütmekle; ülke, halk ve Parti üçlüsüne layık olmaya sınır koymamakla meşguller. Yaşıyorlar, yaşamı kendilerinde somutlaştırıyorlar ama belki söze, yazıya dökmekte zorlanıyorlar. Yine de tarihi, kendisi tarafından yazılmayan Kürt halkının bu zaafının üzerine gidip kendi notlarını kendileri düşmeye çabalıyor.

BOTAN'IN KOÇERİ

Mahir Yılmazkaya'nın derlediği dizimize Şehit Çiçek Kiçî'nin günlüğüyle başlıyoruz.

Türk ordusunun 10 Ekim 2011'deki hava saldırısında 6 arkadaşıyla beraber şehit düşen HPG Askeri Konsey Üyesi Çiçek Kiçî / Çiçek Botan (Guhar Çağırga) yaşam öyküsü, Kürt halkının Türk sömürgeciliğine karşı son 40 yıldır sürdürdüğü savaşın, yaşadığı zulmün numunesi gibi. 1975'te Cizre'nin Cinibre (Yeşilyurt) köyüne bağlı Kavirkir (Fıstıklı) mezrasında dünyaya gelen Çiçek, koçer bir aşiretin kızıydı. Çiçek, yaşlıların çadırlarda toplanıp anlattıkları savaş öyküleriyle büyümüş.

11 YAŞINDA İŞKENCE

Çiçek, henüz 11 yaşındayken ilk gözaltı ve ilk işkenceyle tanışır. Mustafa Çimen adlı bir itirafçının ifadesi üzerine köye yapılan baskınla gözaltına alınır ve askerlerin işkencesine maruz kalır. Çiçek, yaşadığı devlet şiddetinin yanında küçük yaşta beşik kertmesiyle evlendirilerek toplumsal şiddetin de mağduru olur. Gördüğü ağır işkencenin ardından Çiçek, 1989'da Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Çeme Kare Yaylası'ndan PKK'ye katılır.

AŞİRETİN İLK KADIN GERİLLASI

Kiçan Aşireti'nden PKK saflarına katılan ilk kadındı. Çiçek'in, PKK'ye katılma kararı evlendirildiği kişinin ailesi ve aşiret arasında soruna neden olur. Çeme Kare Yaylası'nda aşiret üyelerinin de katıldığı bir toplantıda Çiçek katılma kararını şu sözler ile ifade eder: "Ben hiçbir sorundan dolayı katılmadım. Sadece bir amacım var. Ben de bir Kürt insanı gibi partiye katılıp ülkem için savaşmak istiyorum."

HAKİKATE UYGUN ANLATMAK

Çiçek Kiçî, günlüğünde Öcalan ile tanışmasını hakikatine uygun anlatacağını, çünkü bunun da aslında Önderlik kadroları için bir görev olduğunu belirtiyor ama anlatmadan önce PKK ile tanışmasından başlıyor. Günlüğünden devam edelim: "Parti ile tanışmam çok küçük yaşlarda gerçekleşti. 1983 yılıydı. O zaman parti daha çok APOCULAR ve Talebeler olarak tanınıyordu. Her alanda olduğu gibi benim doğup büyüdüğüm yerde de arkadaşlar Parti faaliyetleri yürütüyordu. O süreçte Firaz ve Sabri Ok gibi arkadaşlar bizim orada çalışmalardaydı. Birçok arkadaş şimdi şehit düşmüş. Benim Parti ile tanışmam ve katılımım bu arkadaşlar üzerinden oldu."

KÜÇÜK YAŞTA KATILIM

Kiçî, ülkeye geldiğinde yaşımçok küçüktür. Daha çok Botan alanında kalır. Öcalan, 93 yılında eğitim için bir grubun gönderilmesini ister. Günlüğünden sürdürelim: "Alandaki arkadaşlar isimleri belirledikleri süreçte içim içime sığmıyordu. Hep içimden beni göndermelerini diliyor ama bunu bir türlü dile getiremiyordum.

ÖNCE YOLDAŞLARI İÇİN

Çünkü PKK’de insan, her zaman iyi şeyleri önce yoldaşları için ister ve kendisini önermez. Söz konusu Önderliği görmek olduğunda içim içime sığmıyor, kendimi önermemek için zor tutuyordum. Benim de diğer yoldaşlar gibi en büyük hayalim Önder Apo’yu görmekti. Ama öneri yapmayı ahlaki olarak doğru bulmuyordum.

DÜNYA BENİM OLMUŞTU

İsimler açıklandığında yüreğim büyük bir heyecan ile atıyordu. Adımı duyduğumda ise bütün dünya benim olmuştu. Arkadaşların çoğu eğitim için beni uygun görmüş, öneride bulunmuş ve önerileri kabul edilmişti. Bir süre sonra Suriye’ye geçtik ve arkadaşlar bizi aldılar. Birkaç gün sonra arkadaşlar bize Önderliğin geldiğini söyledi. Tabii ben Önderliği o kadar erken görebileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Arkadaş yanımıza geldi ve Önderliğin bizleri beklediğini söyledi. Çok heyecanlanmıştık, ben hala inanamıyordum, bana rüya gibi geliyordu.

ÖNDER APO KARŞIMDAYDI

Bizler daha yeni dağlardan inmiş, elbiselerimizi değiştirmiş, yeni arkadaşlarla tanışmıştık. O kadar macera yaşamıştık ama ben bu kadar erken Önderliği görebileceğimi, hayalimin bu kadar erken gerçekleşebileceğini tahmin etmiyordum. Birden kapıya dönüp baktığımda Önder Apo’yu karşımda gördüm. Sıraya giren arkadaşlarla selamlaşmaya başladı.

KOŞTUM VE SARILDIM

Ben hemen sıranın önüne geçtim ve Önderliğe doğru koşmaya başladım. Tüm arkadaşlar bana şaşkınlıkla bakıyordu. Kendimi hemen Önderliğin önüne attım ve O’na sıkı sıkı sarıldım. O'nu hiç bırakmak istemedim. O anı tam hatırlamıyorum ama herhalde Önderliği hiç bırakmak istemiyordum. O an yaşadıklarımın hayal mi, gerçek mi olduğundan emin olamıyordum. Hemen elimle kendimi sarstım ve anladım ki, yaşadıklarım hayal değil gerçekti.

BANA SARILDI, SAKİNLEŞTİRDİ

Önderlik ise, bana sarılarak 'Tamam, tamam heyecan bitti” dedi. Sanırım Önderlikte o an benim heyecanımı hissetmişti. Kesinlikle hissetmişti ki, gülümseyerek 'Tamam, tamam heyecan bitti. Artık Önderliğin yanındasın, heyecan bitti' dedi. Tüm arkadaşlarla tek tek selamlaştı, kucaklaştı.

HEVAL, SEN KÜRTÇE OKULUNA

Yemek vaktiydi, arkadaşlar yemek sofrasını hazırlamışlardı. Hepimiz yemek için Önderliğin gelmesini bekliyorduk. Ben orada bulunan bir arkadaşa yaklaşarak, 'Önderlik nerede oturuyor?' diye sordum. Arkadaş yeri gösterince, ben hemen o sandalyenin yanına koştum ve Önderliğin oturacağı sandalyenin hemen yanına oturdum. Önderlik gelip oturunca, yemeklerimizi yemeye başladık. Daha sonra Önderlik, 'iki okulumuz var. Bir Türkçe, bir de Kürtçe okulu, arkadaşları buna göre yerleştireceğiz' dedi. Bana dönerek, 'Heval sen Kürtçe okuluna git' dedi.

İKİ GÜN SONRA YANIMIZA GELDİ

Kürtçe okuluna gittikten iki gün sonra arkadaşlar, 'bugün Önderlik gelecek ve sizlerle tartışacak' dediler. Bizim sayımız çoktu. Bazı arkadaşlar Rusya’dan, bazıları Kuzey'den, bazıları ise Güney'den gelmişlerdi. Yani oldukça renkli bir grubumuz vardı. Bazı arkadaşlar da Avrupa’dan gelmişlerdi. Biz beş, altı arkadaş ise ülkeden gitmiştik. Bir baktık Önderlik kapıda bizleri bekliyor. Ben bir önceki görüşmeye oranla daha sakindim. Sıramda bekledim. Sıram gelince Önderliğin yanına gittim.

Bana 'daha sakin olmuşsun' deyince, ben de 'evet Başkanım' dedim. Ama aslında çok fazla heyecanlıydım. Belki çok doğru bir tanımlama olmayacak ama hani insan küçük bir çocukken anne-babasına karşı bir duygu besler ve hep özlem duyar ya, öyle bir duyguyu yaşıyordum. Büyük bir ihtimalle Önderlik sahasına giden her arkadaş bu duyguyu yaşamış ve kendi kendisine 'bu kadar arkadaş içinde Önderlik en çok benimle ilgileniyor, dünyada en çok sevdiği, en değer verdiği insan benim' demiştir. Fakat gerçek bu şekilde değildir.

ONURE ETMEYİ ESAS ALIRDI

Bizim hissettiklerimiz 'Önderlik Gerçeği'ne ait hislerdi. Çünkü Önderlik tüm insanlara yaklaşımında değer vermeyi, insanı onure etmeyi esas alırdı. Bu yüzden herkes bu duyguları hissederdi.

NASIL BU KADAR ERKEN KATILDIN?

Daha sonra arkadaşlar bizlere çay getirdi. Arkadaşlarla tek tek konuşularak, tartışmalar yürütüldü. Her arkadaşa 'kimsin, nerelisin, nasıl geldiniz?' sorularını soruyordu. Ben ise içimden en güzel kelimeleri, sözcükleri seçiyordum. Zaten daha önce heyecandan yemeği üzerime döktüğüm için çok utanmış, biraz da gurur yapmıştım. Önderlik yanıma gelince kendime hemen bir çeki düzen vererek, dümdüz durdum. Yanıma yaklaşarak, 'sen Çiçek arkadaşsın değil mi heval?' diye başlayıp kim ve nereli olduğumu, nasıl katıldığımı tek tek sordu. Katılım tarihimi söylediğimde bana askeri kanunla katılıp katılmadığımı sordu. Ben askeri kanunla katılmadığımı söylediğimde çok şaşırdı ve 'yaşın çok küçük, nasıl bu kadar erken katıldın' dedi. Ben de yanımıza gelen eski arkadaşlardan etkilendiğimi, yine ailemin yurtsever olduğunu, bunların katılımımda etkili olduğunu söyledim.

BENDEN ÖNCE RAPORLAR ULAŞMIŞ

Tabii sahaya gelmeden önce bazı arkadaşlar raporlarında benden bahsetmişler, Önderlik sahasında eğitim görmem için öneride bulunmuşlar. Benim bu rapor ve önerilerden herhangi bir haberim yoktu. Bu durumu Önderlik bana söyledi. 'Gelen bazı raporlarda senin isimin var, arkadaşlar öneride bulunmuşlar, o Çiçek arkadaş sen misin?' diye sorduğunda şaşırdım. Çünkü benim böyle bir öneriden hiç haberim yoktu. Bundan dolayı ne söyleyeceğimi bilemedim.

BİLMİYORUM DİYORSA ÖĞRENİR

Bizimle aynı gruptan olan bir arkadaş, 'önerilen arkadaş bu arkadaştır' dediğinde, Önderlik bana bakarak, 'söyle bakalım, senin ne gibi bir özelliğin var ki arkadaşlar sahada eğitim görmen için öneride bulunuyorlar' diye sorduğunda, 'bilmiyorum Başkanım' diyebildim. Önderlik gülerek, 'iyi, sen iyi öğreneceksin, bir insan bilmiyorum diyebiliyorsa iyi öğrenir' dedi. Önderlik sahada gidip gelirken, ben de Önderlik bana ne soracak, ben ne cevap vereceğim diye düşünüyordum. Önderliğin bir özelliği de insanları rahat bırakıyor olmasıydı. İnsan kendisini onun yanında çok rahat hissediyordu. Öyle ki, insan sanki yıllardır onun yanında, yıllardır onunla arkadaşmış hissine kapılıyor.

BAKIN, ÇİÇEK SAÇINI KESMEMİŞ

Birkaç kez sahada gidip geldikten sonra yanıma gelerek saçıma dokundu. 'Helal, senin saçın uzunmuş, buraya gelen her arkadaşa saçlarının neden kısa olduğunu sorduğumda, koşullar olmadığını; suyun, sabunun bulunmadığı söylüyor' dedi. Ben hemen hiç düşünmeden, 'Doğru söylemiyorlar, imkânlar var. Yani bazen oluyor, bazen olmuyor ama imkânlar var' deyince, Önderlik yanımızdaki kısa saçlı arkadaşlardan birinin yanına gitti ve o arkadaşa 'demek ki siz bazen doğru söylemiyorsunuz, niye saçınızı kesiyorsunuz. Bakın en eskiniz Çiçek arkadaş ama saçını uzatabilmiş' dedi.

O HEYECANLA SÖYLEMİŞTİM

O an anladım ki, bunu orada söylememeliydim fakat o heyecanla söyleyivermiştim. İçimden ne geçmişse onu söylemiştim. Bana kaç defa çatışmaya katıldığımı, yaralanıp yaralanmadığımı, yanımda arkadaşların şehit düşüp düşmediklerini sordu. Bu soruları sorarken o kadar rahat ve doğal bir ortam yaratmıştı ki, insan kendisini yıllarca tanıdığı bir arkadaşıyla normal bir sohbet geliştirdiğini düşünüyordu. Botan’da bulunan tüm arkadaşları (o zaman Cemal arkadaş da Botan alanındaydı) tek tek sordu.

BİR KEZ GÖRDÜĞÜNÜ UNUTMUYOR

Tanıdığı, uzun süre görmediği tüm eski arkadaşları tarif ettiğimizde hemen tanıdı. Onların durumlarını öğrenmeye, bizlere Parti'yi iyi öğretip öğretmediklerini anlamaya çalıştı. Bu durum benim dikkatimi ve ilgimi çok çekmişti. Önderlik bir kez bile gördüğü arkadaşları hiç unutmuyor, onların durumunu hep soruyordu. Daha sonra bizlere eğitime nasıl katılacağımızı, kendimizi nasıl eğiteceğimizi, Parti'yi nasıl tanıyacağımızı anlattı. Yine koşulların kısıtlı olduğunu belirterek, 'herkes benim yanıma gelmek istiyor. Fakat arkadaşlar benim hangi koşullarda olduğumu bilmiyorlar. Ben ülkemde değilim, başkasının ülkesindeyim. Burada koşullar çok sınırlı, arkadaşlar bu koşulları bilmiyor' dedi.

KÜÇÜK İMKANLARDAN BÜYÜK KOŞULLARA

Gerçekten de öyleydi. Ben de o ana kadar bu gerçekliğin çok farkında değildim. Koşulları, imkânı olan, kendi topraklarında olan bizlerdik. Başkalarının ülkesinde sınırlı koşullarda devrim çalışması yürüten, küçük imkânları büyük koşullara dönüştüren ise Önderliğin kendisiydi. Bir yandan Türk devletinin, bir yandan Suriye'nin yoğun baskıları olmasına rağmen o dar koşullarda. Küçücük imkânlarla Önderlik binlerce arkadaşı eğitiyor, kadro yaratıyor, devrim için gece-gündüz çalışıyordu.

KENDİNİ BİLEN İNSAN

Eğitime başladığında Önderlik fırsat buldukça geleceğini, çözümleme yapacağını ama önemli olanın bizlerin katılımı ve katkısı olduğunu; en yüce insanın, kendisini eğiten ve bilmediğinin farkında olarak hareket eden, kendini bilen insan olduğunu belirtti. Bana okul okuyup okumadığımı sordu. Okumadığımı söylediğimde, Önderliğin bana neden okumadığımı, anne ve babamın beni neden okula göndermediğini soracağını düşündüm ama öyle olmadı.

BENDE ÖZ GÜVEN YARATTI

Tam tersi Önderlik, 'önemli değil, zaten sistem okuyan bireyle daha fazla oynamış, onların içine daha çok sinmiş, belki sistem sizde çok oturmamış, yer edinmemiş fakat sizlerin öğrenmek için çok çaba harcamanız gerekiyor. Zaten bilmemek ayıp değil, öğrenmemek, kendini geliştirmemek imkânları doğru kullanmamak ayıptır. Okuyanlar kendi halkı, ulusu için okumamış, onlar sistem için, sistemin çıkarları doğrultusunda okumuşlar' dedi. Bu bende büyük bir öz güven yarattı, kendi kendime demek ki, sistem okulunda okumamak ayıp olan bir durum değilmiş, diye düşündüm.

BEN NASIL ÖNDERLİĞİ KORURUM!

Bir süre sonra arkadaşlar bize, özellikle ülkeden gelen eski tecrübeli arkadaşlara Önderliğin güvenliğini tutacağını söylediklerinde bu beni çok şaşırtmıştı. Ben nasıl Önderliği korurum, buna gücüm yetmez ki diye düşünüyordum. İnsan teknik anlamda düşünürse bu iş çok kolay bir şeydir. Alırsın eline silahı, güvenlik tutarsın. Ama öyle değildi. Önderlik demek, bir halkın varlığı, geleceği demekti. Onun güvenliğini tutmak beni biraz korkutmaktaydı. Daha doğrusu kaygılandırmaktaydı. Bizimle konuşan arkadaşa 'heval, benim için biraz erken, ben biraz daha kalayım, Önderliği tanıyayım, sonra başlarım' dediğimde, arkadaş gülerek, 'yok heval erken değil, yeni gelen her arkadaş aynı şeyi söylüyor. Sen hiç kaygılanma zamanla öğrenir, alışırsın' diye karşılık verdi.

YANLIŞ YAPIYORDUM AMA NE?

Bu şekilde Önderliğin güvenliğine girdik. Bir hafta sonra Önderlik geldi, halk gelmişti ve onlara toplantı yapılacaktı. Önderlik akşam orada kaldı. Saat 05.00’te ben nöbetçiydim. Önderlik sabah uyanıp merdivenlerden inince ben hemen esas duruşa geçerek, kendimi bir kenara verdim. Yanımdan geçerken bana ters ters baktı. 'Rojbaş Başkanım' dedim. Cevap verdi ama her haliyle yanlış bir şey yaptığımı bana hissettirmişti. Tekrar döndüğünde ben yine kendimi düzelttim. Sanırım Önderlik yeni olduğum için bir şey söylememiş, kendi kendime anlamamı beklemişti. Bir süre sonra tekrar nöbetçi olduğumda eğitim vardı. Yine Önderlik geçtiğinde kendimi bir kenara vererek, 'Hoş geldiniz Başkanım' dedim.

SİZİN GİBİYİM, YOLDAŞINIZIM

Bir baktım Önderlik yanıma geldi, beni kulaklarımdan tutarak, okulun kapısına kadar götürdü. Tabii ben daha çok küçüktüm, çocuksu bir yaklaşımım olduğum için Önderlik ideolojisine tam anlam veremiyordum. Kulaklarımdan tutup götürdüğünde bu hoşuma gitmişti ve ben gülüyordum. Biliyordum, bir şey söyleyecek ama ne söyleyeceğini bilmiyordum. Kulağımı bıraktığında, 'heval ben aşiret ağası, başbakan, devlet lideri değilim. Sizin gibi bir insanım ve sizin yoldaşınızım. Bana bu şekilde yaklaşmayın' dedi. Aslında orada bizi ideolojik olarak eğitmek istemişti. Bizleri bu şekilde eğitiyordu.

RUHTUR, FİKİRDİR, YAŞAMDIR

Önderlik insan hangi yönde yetersizlik yaşıyorsa onun bu yönünü eğitiyordu. Herhalde bu dünyada en şanslı olan arkadaşlar, birebir sahaya gidip Önderlik gerçeğini orada gören, öğrenen arkadaşlardı. Tabii bu kesinlikle Önderlik sadece görülerek anlaşılır anlamına gelmez. Çünkü Önderlik salt fiziksel bir olgu değildir. Önderlik bir ruhtur, fikirdir, yaşamdır. İnsan ve doğa arasındaki, insanla insan arasındaki kopmaz bir bağdır. Daha doğrusu Önderlik özgürlüktür! Önderlik özgürlüğü yaşamaktır! Önderlik insan özünün yarattığı güçtür. Toplumun ortak aklı, ortak vicdanıdır."

Yarın: Kürdistan dağlarındaki Türkmen kızı