Güven: Sesimizi mücadelemizle yükseltmemiz lazım

Tecridin kırılması için 62 gündür açlık grevinde olan Leyla Güven, Öcalan’a uygulanan tecridin tüm insanlığa dayatılan bir suç olduğunu belirterek, "Bu tecride dur demek, sesimizi mücadelemizle yükseltmemiz gerekir" dedi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride sessiz kalarak bu suça ortak olmayacağım diyen Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven 7 Kasım 2018 tarihinde segbisle katıldığı duruşmada, "Öcalan üzerindeki tecrit kırılıncaya kadar" bedenini açlığa yatırdığını duyurdu.

Açlığa yatırdığı bedeni 2 ayı geride bırakırken dışarıya ulaştırdığı her mesajında eyleme başladığı ilk günkü gibi, aynı inanç ve aynı kararlı tutumunu sürdürüyor. Durumu kritik aşamaya gelen Güven, Medya Haber Tv, Kadın Servisi'nin gönderdiği soruları yanıtladı.

Uzun süreli açlık grevleri, ölüm orucu eylemleri, eylemcilerde ruh zenginleşmesi ve derinleşmesi yarattığı, büyük bir arınma duygusu oluşturduğu, geçmiş deneyimlerden -Gandi’ye dair değerlendirmeler ve geçmişte yaşanan ölüm oruçlarından-biliniyor. Sizin deneyiminiz bu konuda ne söylüyor?

İnsanın ruh ve beden bütünlüğünden oluştuğu gerçekliği ve bu ikilinin yarattığı muhteşem denge hali, tam da böylesi eylem zamanlarında daha yalın açığa çıkıyor. Evrenin kendisini insanda bulma, açığa çıkarma zamanları oluyor. Tabi ruh bir adım öne geçerek bedeni aşıyor, fakat ikili arasındaki denge bozulmuyor. Çünkü ruh zenginliği, derinliği öyle bir noktaya varıyor ki, kontrolü sağlama bedene rağmen gelişiyor. Ruh böyle bir derinlik sağlamasa, tüm bu yaşadıklarımız, bildiklerimiz gerçekleşmez. Ruh akışkandır, arayışçıdır. Beden ise, somut ve katıdır.

Döngüyü sağlayan, değişimi yaratan, öncülük eden ruhtur. Kuşkusuz daha çok şey söylenebilir. Felsefik boyutları geniş bir konu. Tarihsel yaşanmışlıklar fazlasıyla öğreticidir. Şunu çok iyi anladım ki, ruh derinliği ve zenginliği her ne kadar eylem anında yoğunca gelişse de, öncesi de, hazırlık aşaması da çok etkili. Eyleme hazırlık zamanları belirleyici bence. Yani ruhunu, yüreğini ve zihnini bir masaya yatırıyorsun; neler yapabileceğini tartıyor ve biçiyorsun. Güçlü sonuçlar elde ettiğin an, eyleme pratik olarak başlamadan başarıyı yakalıyorsun. En azından ben böyle deneyimledim. Güçlü bir başlangıç ve sonrasında etrafında oluşan diğer tüm ruh ve yüreklerin enerjisi seni ruhen ve bedenen derinleştiriyor, güçlü kılıyor.

'HİÇ OLMADIĞIM KADAR HUZURLUYUM'

Tarihte hakikat arayışçıları yola koyulurken öncelikle nefislerini terbiye ederler. “Bir lokma, bir hırka” felsefesi. Yaşamın varoluş özünü arayan dervişler bedensel isteklerini eğitir, kontrol ederler. Bu tarihsel gelenek, yakın tarihimizde de büyük ölüm orucu gerçeğiyle bunu çok çarpıcı bir tarzda yaşadılar. Amed Zindanında yaşanan direniş, bu ruh zenginliği ve derinliğiyle başardı. Bence 14 Temmuz direnişinin başka bir örneği olamaz. O ruhu yakalamak ve yaşamak sanırım çok kolay olmasa gerek.

Kişisel olarak şu an yaşadıklarımı ruhsal açıdan tarif edersem; ruhum dolu-dizgin atıyor. Hiç olmadığım kadar huzurluyum. Herkesin böyle zamanlarda ruh büyütmeye, huzurlu olmaya ihtiyacı var. Bunu kendimden yola çıkarak söylüyorum. Fikir, zikir ve eylem birlikteliğini yakalama çabam arttığı için şanslıyım. Amaca bağlılık ve inanmaktır ruhu büyüten. Dört duvar arasında ruhsal bütünlüğü sağlamayı bilen arkadaşlarımdan daha fazla güç alıyorum. Tabu bu ruhu dışarıya ulaştırmayı başarma çok daha mutluluk veriyor.

Bir mesajınızda; “Sessiz kalan da suçludur. Bu suça ortak olmayacağım” dediniz ve eyleme başladınız. Hareketsiz kalan kamuoyuna yerinde ve sarsıcı bir eleştiriydi. Eleştiriniz karşılığını buldu mu? Sizce daha başka neler yapmak gerekir?

Toplumsal barışın sağlanması kalıcılaşması, demokratik yaşamın inşası için çalışmak herkesin en temel sorumluluğudur. Kuşkusuz mücadeleden uzak olma gibi bir durum yok. Fakat yeterli düzeyde etkili olamama, sonuç almada eksik olma hali çözümsüzlüğü derinleştiriyor. Sessiz olmakta bu anlamda suça ortak olmadır. Sessizlik pasifliğin dışa vurumudur. Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit tüm insanlığa dayatılan bir suçtur. Sayın Öcalan politik bir kişidir. Kürt halkının siyasi iradesidir, kimliğidir. Dünya bunu görmezden gelemez. Benim bunu gördüğü ve bildiğim kadar herkes biliyor ve görüyor. Bunun için direniyorum. Hiç zaman kaybetmeksizin bu tecride dur demek, sesimizi mücadelemizle yükseltmemiz gerekir.

Bu insanlık suçu herkesi bağlamakta. Kendisine insanım diyen herkesin, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesine katılması, destek sunması gerekir. Nazım’ın dediği gibi, “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.” Ortak bir mücadele hattı belirlemek, topyekün direnmek lazım. Bu coğrafyada yaşayan halklar daha önce de onlarca kez direnerek faşizmi yenilgiye uğrattılar. Tam da mücadele zamanı diyorum, gecikmeden, daha fazla bedel ödemeden başarıya ulaşalım. Tecrit kalkarsa, nefes alacağımız, ölümlerin duracağı, birlikte sorunsuz yaşayacağımız zamanları yakalayacağız. Buna canı gönülden inanıyorum.

Bir mesajınızda eyleminizin anlamını ve gerekçelerinizi açıklarken, Öcalan’a çok şey borçlu olduğunuzu ifade etmiş ve onu uygulanan tecride karşı çıkmanın gerekliliğini ortaya koymuştunuz. Bu özgürleşen Kürt kadın hakikatini yansıtıyor. Mesajınız ve eyleminiz kadın kitlelerinde karşılığını buldu mu?

İnsanlık tarihinin son beş bin yıllık kesitinde erkek zihni ile ortaya çıkarılan kadın sorunu, tüm toplumsal sorunların kaynağını oluşturuyor. Günümüzde, 21. yüzyılda hala en temel sorun ve çelişki, kadın sorunu ve çelişkisi olmaya devam ediyor. Bir toplumun özgürlük düzeyi, o toplumun kadınlarının özgürlük düzeyi ile ölçülür. Sayın Öcalan kadının tarihsel-toplumsal gelişimini çok yönlü ele almakta, çözüm perspektifleri geliştirmektedir. “Kadının ideolojik tarihi halen yazılmamış, özgürlük tarihi ise yazılmayı bekliyor” dedi sayın Öcalan.

Kadının yaşamın kendisi olduğu gerçeği tarihseldir, toplumsaldır, kültüreldir, bilimseldir. Hiçbir egemenlikçi sistem bu gerçeği çarpıtamaz, gizleyemez ve değiştirmeye gücü yetmez. Elbette Kürt toplumunun ve kadınının gerçeği bu gerçeklikten bağımsız, ayrı değildir. Kürt kadınında varolan komünal değerlerin önü güçlü olduğu kadar, diğer taraftan erkek aklı ve eliyle yaşatılan derin kölelik, iradesi kırılmış, erkeğin gölgesi haline getirilen bir durumda var. Kapatılan, köleleştirilen kadın aslında ölüdür. Çünkü bu tarz bir yaşam ölümle ancak tanımlanır.

EVİNDEN ÇIKAMAYAN KADIN SOKAKLARDA, DAĞLARDA ÖZGÜRLÜK ALANLARI YARATTI

Kürt Halk Önderi sayın Öcalan bu kadın gerçekliğini fark eden, özgürlük mücadelesiyle bu soruna eğilerek, özgün bir mücadele hattı oluşturmuş, kadın mücadelesini başat hale getirmiştir. Kadının özgürlük mücadelesiyle, kadının kapısının eşiğine çıkamayan, diliyle iki söz söylemeyen, iradesizleşen erkeğin gölgesi olmaktan kurtulamayan kadın, kırk yıllık mücadele sonucu devrimsel düzeyde gelişmeler açığa çıkarttı. Köle kadın gerçeği altüst oldu. Bunun yerine özgürlüğe koşan, iradeleşen, kimlik kazanan kadın gerçekliği inşa edildi. Evinden çıkamayan kadın, meydanlarda, alanlarda mücadeleye öncülük etmeye başladı. Sokaklarda, dağlarda özgürlük alanları yarattı. Siyasetten diplomasiye, özsavunmadan kültür-sanata kadar yaşamın her alanında öncü oldu, mücadeleci oldu.

Kürt siyasetinin Mor Rengi kitabında bu yaşanmışlıkların hepsi ayrı ayrı hikayeler olarak yer almış. Örgütlenen, kurumsallaşan, mücadele eden kadın kimliği Kürdistan’da Sayın Öcalan’ın özgürlük fikirleri sayesinde açığa çıktı. O nedenle bir Kürt kadını olarak kendimi böyle buldum, iradeleştim, kimlik sahibi oldum. Benim gibi olan milyonlarca Kürt kadın var. Bu süreçleri yaşayarak bugünlere geldik. Dünya kadınları Kürt kadının özgürlük mücadelesiyle güç kazandı. Yine Rojava’da gelişen kadın devrimi dünya kadınlarına ilham oluyor, rol-model oluyor.

Sayın Öcalan’ın kadın yoldaşlığına borçluyuz tüm bunları. Eylemine ilk ses veren kadın yoldaşlarım oldu. Her yerden destek sundular, sesime ses kattılar. Kadınlara tekrardan sesleniyorum; üzerimizdeki erkek egemen sistemin tecridini kaldıralım, özgürlüğümüzü sağlayalım. Tecrit herkesten çok bizlere dayatılıyor, yaşatılıyor. Tecridi kaldırma, faşizmi yenilgiye uğratma mücadelesine, direnişine öncülük etmeye devam edelim. Kalıcı ve onurlu bir barışı, özgür yaşamı yeniden inşa edelim.

Eyleminizle bir anda barış ve özgürlük direnişinin simgelerinden biri haline geldiniz. Barış ve özgürlüğün kazanılması sizin de ifade ettiğiniz gibi, tecridin son bulması ve Öcalan’ın özgürlüğünden geçiyor. Bu mücadelenin büyütülmesine dair neler söylemek istersiniz?

Toplumlar başlangıçtan bu yana sevgiyle, dayanışma, paylaşım, güven ve empatiyle birbirlerini kucakladılar. Varlıklarını korudular ve yaşattılar. Yaşamın gerçek özü budur. Bugün bizlere dayatılan, tecrit, savaş, şiddet, ölüm lanetlidir. Yaşanması gereken yaşam tarzı buymuş gibi topluma insanlığa sunuluyor. Devletçi egemen sistemin koca bir yalanıdır. Kendi varlığını sürdürme yalanı, düşüncesi insanlığın yaşam tarzı bu yalanları her zaman deşifre etti. Tecritsiz, savaşsız, ölümsüz, yalansız yaşama uğruna çok bedeller verildi. Şimdi de vermeye hazırız.

Tecrit kalkmalı, savaş durmalı. Sayın Öcalan bunları aşmanın yegane çözümüdür. Bu irade ve gücü defalarca ortaya koydu, bu iradeye sahip çıkalım. Devrimci, demokratik, özgürlükçü tüm kesimler, kadınlar, gençler bu iradeyi sahiplenmelidir. Daha çok mücadele, örgütlülük, direnişle başarabiliriz. Onurlu barışımızı, kalıcı ve demokratik çözümümüzü kendimiz inşa edelim. Ve sonuç almayana kadar durmayalım, direnelim diyorum…