Kalkan: 40. yıl devrim yılı olacak

Kalkan: PKK’nin 40’ıncı yılına hareket ve halk olarak daha somut, planlı, önünü gören ve ne yapması gerektiğini bilen, bunları nasıl yapacağını da ortaya koyan bir biçimde giriyoruz.

Kürdistan’da yaşanan olağanüstü savaş koşullarında olağan bir şekilde gerçekleştiren PKK Merkez Komite toplantısı ardından değerlendiren PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, her alanda seferberlik ve zafer çizgisinde mücadele etme çağrısında bulunarak PKK’nin 40’ıncı yılının devrim yılı olacağını söyledi.

Medya Haber Kanalı’nda yayınlanan Ülkeden programından Derviş Eren’in sorularını yanıtlayan Kalkan, AKP-MHP faşizminin Kürdistan’da savaşı tırmandırdığı bir dönemde gerçekleştirdikleri PKK Merkez Komite toplantısı, Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) elde ettiği Reqa zaferinin sonuçları, Türkiye-Rusya ilişkileri ile Güney Kürdistan ve Irak sahasında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

Kalkan’ın değerlendirmeleri şöyle:

Partimiz resmi kuruluşunun 40’ıncı yılına giriyor. Bu vesileyle başta Önder Apo olmak üzere tüm halkımızın parti bayramını kutluyorum. Bu bayramın özgürlük ve başarı getirmesini diliyorum. Bu aynı zamanda merkez komite toplantımızın da bir çağrısıdır. Merkez komitemiz 40’ıncı yılını önemsedi, özel bir 40’ıncı yıl planlaması hazırladı. Tüm partililere ve halka Önderlik çizgisinde partileşme, her alanda örgütsel seferberlik ve zafer çizgisinde mücadele etme çağrısı yaptı. 40’ıncı yılın devrimcilik ve yurtseverlik tutumunu bu temelde belirledi. Bu tarzda yürütülecek mücadeleyle gerçekleştirilmesi gereken çok önemli ve ciddi ideolojik, politik, askeri kararlar alarak önüne hedefler koydu.

Merkez Komite toplantımız başarılı ve sonuç verici oldu. Partimizin gündeminde olan bütün konuları 9 gün boyunca hiçbir kısıtlama yapmadan, tam görüş birliği oluşturana kadar tartıştık. Önder Apo’ya yönelik baskı, tecrit, işkence ile İmralı sistemi de toplantımızın en önemli gündemiydi.

Bu bizim için en yakıcı durum olduğu kadar bir özeleştiri konusudur da. Böyle bir baskı sürecinin yaşanıyor olması ve sürüyor olması da bizi hareket ve halk olarak ciddi bir biçimde zorluyor.

Merkez komite toplantısında AKP-MHP faşizminin yeni yaklaşımlarını değerlendirdik. Önder Apo’nun duruşunu değerlendirerek anlamaya çalıştık. Bizim açımızdan ne ifade ediyor ne anlamalıyız? Özeleştirel yaklaşımımız ne olmalı ve önümüzdeki süreçte nasıl yaklaşmalıyız? Bu konuları değerlendirdik. Önderlik bize tüm bu süreçleri doğru karşılayacak ve başarılı bir pratik yapacak konumda olmayı emrediyor. Devrim yapın diyor. Biz bunu net bir şekilde tespit ettik.

HER ALANDA DEVRİM YILI

40’ıncı yıla hareket ve halk olarak daha somut, planlı, önünü gören ve ne yapması gerektiğini bilen, bunları nasıl yapacağını da ortaya koyan bir biçimde giriyoruz. İnanıyoruz ki 40’ıncı yıl 39 yıllık mücadelenin sonuçlarını büyütecek, onlara denk bir pratik bu 40’ıncı yılda ortaya çıkacaktır. Partimiz bu yılda daha büyük savaşacak ve daha büyük kazanacak. 40’ıncı yıl devrim yılı olacak.

REQA ZAFERİ DENGELERİ SARSTI

Reqa’da QSD güçlerinin elde ettiği zafer, Ortadoğu’da siyasi ve askeri dengelerde büyük bir sarsıntı yarattı. Bunun böyle olacağı belliydi. Zaten başlarken de benzer bir etki yaratmıştı. Daha başlarken Katar krizi, Tahran çatışmasından tutalım Türkiye’nin Afrin’e saldırmasına kadar birçok yeni olay yaşanmıştı. DAİŞ başkenti dediği yerde ezilir ve yenilgiye uğratılırsa bunun bölgedeki dengeleri çok ciddi bir biçimde değiştireceğini değerlendirmiştik. Şimdi yaşananlar da bununla ilgilidir. Referandum da Irak ordusunun saldırısı da Suudi’de yaşanan ve Lübnan’da olanlar da oraya bağlıdır. Irak’ta darbe niteliğinde olaylar oldu. Suudi’de saray darbesi oldu. Lübnan’da başbakan istifa etti. Tüm bunlar Reqa zaferinin yol açtığı durumlardır.

ÇATIŞMANIN KAYNAĞI SİSTEM İÇİ ÇELİŞKİ

Bölgede mezhep çatışması yaşanıyor. Ancak bütün gelişmeleri mezhep çelişkilerine dayandırmak yanılgıdır. Merkezde iki çatışma var. Bir; küresel sermaye ile bölgesel ulus-devlet statükoculuğu arasındaki çatışma ki buna Üçüncü Dünya Savaşı deniliyor. Bu süreç körfez savaşıyla başlayıp 27 yıldır devam ediyor. Bu sistemin iç çelişki ve çatışmasından kaynaklanıyor. Bir de iktidarcı-devletçi sistemin Ortadoğu’daki egemenliği ve hegemonyasına karşı halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi var. Bu da Kürdistan merkezli gelişiyor. Çünkü birinci dünya savaşının oluşturduğu kapitalizmin hegemonya haline geldiği sistem Kürdü yok saydı, Kürdistan’ı parçaladı. Kürtler de bunu reddettiler ve o günden bu yana yüz yıldır, varlık ve yokluk savaşını yürütüyorlar.

Güney Kürdistan’daki referanduma Irak’ın saldırısı, Suudi Arabistan’daki saray darbesi, Lübnan’daki olaylara kadar, yaşanan gelişmelerin perde arkasında Reqa zaferi var. 27 yıllık 3. Dünya Savaşı içerisinde yaşanmış en büyük savaş Reqa savaşıdır. Ne yazık ki bunu yapanların bile ne kadar anladıkları tartışma götürüyor. Biz o heyecanı göremedik.

DAİŞ’E KARŞI BAŞARININ ARKASINDA BAKUR DİRENİŞİ VAR

DAİŞ’e karşı Irak’ta ve Suriye’de yürütülen mücadele ile Şengal, Kobanê ve Maxmur’da kazanılan zaferlerin arkasında Bakur Kürdistan’da AKP-MHP faşizmine karşı yürütülen kahramanca özgürlük mücadelesi var. Kuzey Kürdistan halkı, AKP-MHP faşizmine karşı mücadele etmezse Rojava’daki direniş de gelişmeyecekti.

Çünkü AKP zaten DAİŞ faşizmine sahip çıktı. ‘Kobanê düştü, düşüyor. Sıra Afrin’e gelecek’ diyen Erdoğan’dı. DAİŞ’i Kobanê ve Şengal’e saldırtan güçlerin başında TC ve AKP yönetimi geldi. AKP yönetimi geriletilmeden DAİŞ’e karşı büyük başarılar kazanılamazdı. Bu bakımdan Kürdistan’da stratejik merkez kuzey Kürdistan’dır. Bakur’daki mücadeleyi böyle anlamak lazım.

ERDOĞAN’NIN KOLU KANADI KIRILDI

Erdoğan, neredeyse kolu, kanadı kırılmış bir biçimde ortada kaldı. Neredeyse ABD’liler Erdoğan’ı tutuklayacaklar. Bu konu Türk basınında tartışılıyor. Binali Yıldırım, ABD ziyaretiyle bunları engellemeye ve ilişkileri tamir etmeye çalışıyor. Yani sistem içi durumları bu şekildedir. Tüm müttefikleriyle karşı karşıyadırlar. Durumları o kadar kirlenmiş ki, sistem Tayyip Erdoğan’ı tutuklanıp yargılanacak bir diktatör olarak değerlendiriyor. Aynı durum bölge açısından da geçerlidir. Bölgede bir dostu Katar kalmıştı ki o da yıkıldı. Hakeza Güney Kürdistan’da KDP’den destek alıyordu ki o da yenilgiye uğradı. Şimdi Tayyip Erdoğan’ın neyi kaldı? Kolu kanadı kesilmiş olarak ortada kaldı.

AKP’DE YAPRAK DÖKÜMÜ BAŞLADI

AKP içerisinde yaşanan “yaprak dökümüdür”. Zorla ettirilen istifaların çürüme, yozlaşma ve yıkımın işaretleridir. Herhalde bazılarının ayrılmaya cüret etme gücü olmadı. Tehdit edildiler. Tayyip Erdoğan yönetimi bir çete yönetimidir. Devlet Bahçeli’yle ilişkisi de bu temeldedir. Demokratik gelişmeleri ve parti içinde muhalefeti engelliyor. Korkudan herkesi tehdit ediyor. Mevcut durumda da herkese zorla istifa ettiriyorlar. Güya bu durumda kendi içini temizliyor, yeniler gelecek ve güçlenilecek deniliyor. Bu durum devrimci partiler için geçerli olabilir. Ama AKP böyle bir parti değildir. Dolayısıyla bu bir çürüme, yozlaşma, yıkılmadır. Zaten anketler de bunu gösteriyor. Her geçen gün AKP’nin oy oranları düşüyor. AKP iktidar tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Bunların yönetiminde ortada devlet diye bir kurum kalmadı. Osmanlı’dan gelen ve son yüzyıldır TC olarak örgütlenen devlet, devlet olmaktan çıkartıldı.

AKP-MHP faşizminden zarar gören güçlerin AKP’nin bu zayıflığını değerlendirir, demokratik cephe veya blok oluştururlar ve faşizme karşı direnişi blok halinde ve etkili bir şekilde geliştirebilirlerse AKP-MHP faşizminin yıkılacağı kesindir. Bu birliğin demokratik bir program temelinde olması ve bu şekilde AKP’nin demokratik bir alternatifinin oluşturulması önemlidir. Şimdi gündemde olan budur.

TÜRKEŞ ÇİZGİSİ DİKTATÖRLÜĞE ALTERNATİF OLAMAZ

Bazı çevreler Tayyip Erdoğan diktatörlüğüne alternatif olarak Meral Akşener öncülüğünde kurulan “İyi parti” gibi girişimleri geliştirmeye çalışıyor. Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli yönetimi baskı ve zorla alternatiflerin çıkmasını engelliyor. Birçok kişiyi korkuttu ve böylece yeni girişimleri engellediler. Bunu aşmaya çalışan ‘İyi parti’ adıyla toparlanan bir güç oldu. Herhalde onlar da hem AKP’den hem de MHP’den doğan boşluğu gördüler. Mevcut haliyle iktidara yeni alternatifler gerekiyor. Ama bu girişimin içte destek bulması zordur. Çünkü MHP ağırlıklı ve MHP sloganıyla ortaya çıkan bir partidir. Tayyip Erdoğan’ın faşist diktatörlüğünün alternatifi Alparslan Türkeş çizgisinden gelen bir parti olamaz. Bazı çevreler iktidar boşluğunu bu tür alternatiflerle doldurmak istiyorlar. Ama bu Türkiye’yi mevcut olandan çok daha geriye ve olumsuza götürür.

IRKÇI BİR TÜRKİYE’NİN RUSYA’YA KATKISI YOK

Güncel politik çıkar hesaplarına bağlıdır. Bu Türkiye Rusya’ya ne verebilir? Ruslar devrimi kaybettiler ama herhalde bu kadar da düşemezler. Faşist, şoven, ırkçı bir Türkiye’nin Rusya’ya verebileceği bir katkı yoktur. Türkiye ve Rusya arasında stratejik bir ilişki gelişmiyor. Daha çok Amerika ve Avrupa’yla olan çatışmalarda birbirlerine yaklaşarak güç olmaya çalışıyorlar. Aslında karşılıklı olarak yürütülenler bir tür şantaj ve tehdit politikasıdır. Enerji koridoru oluşturulacak denildi, ancak bunlar olamaz. Çünkü konum buna uygun değildir.

GÜNÜ BİRLİK POLİTİKALARLA KÜRESEL GÜÇ OLUNMAZ

Rusya da daha gerçekçi olmalıdır. Bu kadar günübirlik, sabahtan akşama değişen politikalarla küresel güç olunmaz. Ortadoğu’da bu şekilde politika yürütülemez, gelişme sağlanamaz. Anı anına belli çıkarlar sağlanabilir. Ama bunlar bir devleti veya politik bir gücü büyütmez. O nedenle küçük hesapların ortaya çıkardığı sonuçlar kalıcı ve uzun vadeli olmaz. Türkiye ve Rusya da bir gün iyi gözükecek, ikinci gün çatışacaklar. Başka türlü de olamaz.

Artık herkes şunu iyi bilmelidir. Yüz yıldır sürdürülen stratejik konumunu pazarlayarak kendini idare etme siyaseti bitmiştir. Buna sarılmaya çalışanlar ‘stratejik konumumuzu kullanarak kendimizi pazarlarız’ diyenler yerle bir olacaklar. Hala bu şekilde Türkiye’yi yönetebileceğini ve Türkiye’de güç olabileceğini sananlar var. Bunun devrinin geçtiğini, artık öyle bir dünyanın var olmadığını, dolasıyla da öyle bir politikanın başarı getiremeyeceğini görmeleri gerekiyor.

SURİYE HALKLARI KONGRESİ

18 Kasım’da Rusya’nın Soçi kentinde gerçekleştirilecek olan Suriye Halkları Kongresi, Suriye krizinin çözümüne yönelik atılacak önemli bir adım olabilir. Kavram olarak da çok iyi bir tanımdır. Biz hareket olarak halkların iradesinin ve karar gücünün gelişmesinden yanayız. Bir özgür halk hareketiyiz. Özgürlük temelinde halk iradesinin gelişmesi için mücadele ediyoruz. Dolayısıyla Suriye’de 6-7 yıldır yaşanan bu çatışmanın sonucunda nasıl bir sistem olacağı ve nasıl bir demokratik düzen kurulacağı konusunda halkların söz sahibi olması ve bu tür tartışmaların halkların kongresi adıyla yapılması çok önemlidir.

KONGREYE KÜRTLER AKTİF KATILACAKTIR

Suriye Halkları Kongresi Cenevre ve Astana görüşmeleri yerine Ortadoğu’nun Üçüncü Dünya Savaşı’ından nasıl çıkacağı sorusuna yanıt verebilir. Her kesim, her milli, dini, mezhepsel, sosyal güç küçük büyük demeden böyle bir platformda yer almalı, görüşlerini söylemelidir. Gerçek bir demokratik tartışma olmalıdır. Herkes açıkça nasıl bir Suriye istediğini ifade edebilmelidir.

Böyle olursa Suriye bölgeye öncülük eden bir demokratik zemin haline gelebilir. Üçüncü Dünya Savaşı’ndan Ortadoğu’nun nasıl çıkacağına dair bir çözüm geliştirebilir, bu soruya bir cevap oluşturabilir. Bunun koşulları ve imkanı var. Böyle olursa bu kongrenin daha değerli olacağı düşüncesindeyiz. Böyle olursa bu platforma Suriye’nin bir milli grubu olarak Kürtler de aktif olarak katılacaklar, görüş ve önerilerini sunacaklardır. Aynı zamanda kendi geliştirdikleri demokratik özerklik sistemini Suriye’de genelleşmesi için savunacaklar.

KÜRT-ARAP İLİŞKİLERİ ÖZGÜRLÜKÇÜ KARAKTER KAZANDI

Rojava devrimi ile birlikte Kürt-Arap ilişkileri kardeşçe ve özgürlükçü bir karakter kazandı. Selahattin Eyyubi’den gelen tarih şimdi yeniden çok daha özgürlükçü bir temelde bir kere daha canlanıyor. Diğer halklarla da benzer durum söz konusudur. Kürtlerin Türkmenler, Asuri-Süryaniler, Ermeniler, Dürziler, Sünni-Alevi-Hıristiyan bütün dini ve mezhepsel gruplarla demokratik yaklaşım ve dayanışmayı öngören bir ilişkileri var. Bu yönüyle halklar buluşmasının en dinamik gücü konumundalar. İnanıyoruz ki gereken öncülük rolünü oynarlar.

ERKEN İKTİDAR HASTALIĞI YAŞAYANLAR YANILDI

Irak ve Güney Kürdistan sahasında yaşanan süreç henüz bitmedi. Erken iktidar hastalığı yaşayanlar ve zafer peşinde olanlar da yanılgı içerisindedir. Orta vadede dengeleri değiştiren gelişmeler de olabilir.

Gelişmeler bir yanıyla Ortadoğu’da yaşanan mücadelenin, Üçüncü Dünya Savaşı’nın ve halkların kapitalizme karşı yürüttükleri özgürlük ve demokrasi mücadelesinin içerisinde gelişiyor. Buradan kopuk ele almamak lazım. Ama bunun haricinde de birçok plan var. Mesela Türkiye-Irak-İran görüşmelerinden bir plan çıktı ve Kerkük saldırısının ardında bu vardı. Diğer yandan ABD-İsrail aktif oldular. İsrail zaten referandumdan önce aktifti. ABD referandum sonrası aktif hale geldi ve ‘olanlar bilgimiz dahilindedir’ diyerek yapılanları üslendi. Zaten ABD-İsrail planı işin içinde olmazsa KDP-YNK güçlerini çekmezdi. Mesut Barzani istifa etmezdi. Geri çekilme de istifa da ABD vb. güçlerin tutumuyla bağlantılıdır.

KDP YANLIŞ HESAP YAPTI

Kürdistan özgürlük hareketi mücadele ediyor, Bakur’da AKP-MHP faşizmi yıkılma noktasına geldi. Suriye’de DAİŞ yenilgiye gidiyor. Demokratik Suriye oluşuyor. Buna benzer büyük kazanımlar var ve KDP bu kazanımları kendi hanesine yazmak istedi. İşin içinde olmadan, ucuzca başkalarının yaptığı mücadeleleri kendi kazanımına geçirme fırsatçılığı içinde oldu. Bu çok ucuz ve basit bir hesaptı. Biz KDP yönetimine gereken uyarılarda bulunduk, çağrılar yaptık. Ancak KDP yönetimi bizim sözlerimizi de kendilerini engelleme ve yanıltma olarak algıladılar. Halbuki biz PKK-KDP ilişkilerinin gelişmesinden ve Kürdistan’da olumlu rol oynamasından yanaydık.

1982 İTTİFAKINA BAĞLIYIZ

Önder Apo’nun, KDP ile 1982’de ittifak yapması üzerine resmi bir protokol imzalanmıştı. Biz hala o protokolün içerdiği ilkeler temelinde hareket eden bir gücüz. Önderlik en son çağrısında ‘biz o anlaşmaya bağlıyız, KDP de öyle olsun’ dedi. Ama 1985’te anlaşmayı fesheden de KDP oldu. Hala da uygulamıyor.

Güney Kürdistan yönetimi iki konuda yanılıyor. Bölgede çıkar çatışma ve çelişkileri var. Bunun hep böyle olacağını, hiç uzlaşmayacağını sandılar. Çelişki ve çatışma olunca boşluk oluşuyor, oradan bir konjonktür oluşuyor. Bunun üzerinden de siyaset yapıyor, kazanç sağlıyorlardı. Ama bu hep böyle olmuyor. Bazen de çıkarlar çakışıyor ve çelişen güçler bir oluyorlar. Şimdi de olan budur ve KDP yönetimi bunun böyle olabileceğini fark etmedi.

KDP-AKP İLİŞKİLERİ GÜNEY’İ TEHLİKEYE ATTI

İkinci yanılgılı nokta ise, KDP-AKP ilişkileri noktasında yaşandı. KDP’nin AKP’yle ilişkileri güncel olarak dar bir çevreye bir şeyler kazandırdı. Sermaye sahibi oldular, ama Güney Kürdistan’a da zarar verip kendi geleceklerini de ciddi bir tehlike içine attı. Biz bunu söylerken hep şüpheyle yaklaştılar. Halbuki gerçeği ifade ettik. Mevcut gelişmelerin arkasında esas olan Türkiye’dir, Tayyip Erdoğan yönetimidir. Güney yönetimi tarafından bu gerçek görülmedi.

Mevcut AKP-MHP faşizmi Cizre’yi, Sur’u, Nusaybin’i, Şırnak’ı yıkarken, 60 yaşındaki Kürt kadınlarını ve Kürt bebelerini haftalarca sokakta cenaze halinde durdurup, Kürtlerin mezarlıklarını tahrip ederken KDP yönetiminin yüreği sızlamadı! Vicdan gerekiyor. Dünyanın dört bir yanından insanlar gelip bu alanları ziyaret ettiler. Onların vicdanları sızladı. Ama KDP’nin en üst yönetimi ise Tayyip Erdoğan’la Amed ve Van’da mitingler düzenledi. Bu ne biçim bir anlayış, zihniyet ve siyasetti? Ciddi bir yanılgıydı.

OTONOMİ ANLAŞMASINI DA TC ENGELLEMİŞTİ

1971’de Irak devletinin Güney Kürdistan’a vermek istediği otonomiyi de Türk devleti engellemişti. Emekli Orgeneral Necdet Öztorun’un anılarını okusunlar. Bu kişi kendisinin bizzat helikopterle giderek Gelale’de imzalanan otonomi anlaşmasını Türk devleti adına durdurduğunu anlatıyor. Çünkü hiçbir devletin yalnız başına Kürtlerle anlaşamayacağına dair bir anlaşma söz konusuydu. TC buna dayanarak Irak devletinin Kürtlere otonomi sağlamasını durdurdu. TC denen devletin Kürtlere yaklaşımı budur.

BAŞUR SİYASETİNE BİLİK ÇAĞRISI

Yakın zamanda faşizmin Ankara’da yıkılmaması durumunda Türk ordusu daha fazla işgale kalkışabilir. Biz parti olarak Güney Kürdistan’ı savunacağız. Nerede faşizm varsa PKK oradadır ve direnir. Faşizm Başur’a saldırırsa da bütün gücümüzle Başur’u savunacağız. Ama Başur halkı da buna destek vermelidir. Zaman geçmeden, faşistler ve soykırımcılar planlama yapıp saldırıya geçmeden kendimizi hazırlayıp savunma güçlerimizi oluşturalım. Yoksa sonra geç kalmış oluruz.

KERKÜK İŞGALİ TC VE İRAN'A KARŞI BİR OPERASYONDU

Irak ordusu, Kerkük ve 140’ıncı madde kapsamında tartışmalı bölgeleri işgal etmesi geniş bir konsept ile bağlantılıdır. Bu durum Barzani yönetimini geriletti, Abadi yönetimini güçlendirdi. Bunun Kürdistan ve Irak’ta görülen etkisi budur. Fakat bu müdahalenin sadece Haydar Abadi ve Mesut Barzani yönetimiyle ilişkisinin olduğunu düşünmemek gereklidir. Bu sadece bir yönüdür. Ötesi de vardır. Örneğin bu durum Katar kriziyle kıyaslanabilir. Katar emirinin üzerine gidildiğinde arkasından İran ve Türkiye çıkmıştı. Şimdi bu durumla benzerlik kurulabilir. Bu olayların arkasında TC ve İran’a karşı bir operasyon olma özelliği de var.

Barzani yönetiminin geriletilmesi, Erdoğan yönetiminin zayıflatılması anlamına geliyor. Bunun sadece Bağdat ve Hewler yönetimiyle sınırlı olmayan bölgesel bir özelliği de var. Önümüzdeki yakın dönemde bölgede ortaya çıkabilecek yeni çatışmaların bir hazırlığı, başlangıcı ve ön adımı olarak görülebilir. Bu noktada da Türkiye’de AKP-MHP faşizmini ve İran’ın politikalarını hedeflediğini görüyoruz. Bu anlamda bitmiş bir durum değildir.

BİRLİKSİZ GÜÇ OLMAZ

KDP yaptığı yanlıştan dönerek, ulusal kongreye önem vermelidir. 2013’te gündemleşen ve çok önemli bir düzey kazanan ulusal kongre çalışmaları devam ettirilip, genel bir icra gücü ve ortak savunma gücü olarak işletilseydi bu durumlar olmayacak, AKP-MHP faşizmi yıkılmış olacaktı.

Mevcut gelişmelerin Kürtlerin gücünün birliğinden geliyor ve bu birlik de demokrasiyle mümkündür. Birliksiz güç olmaz, demokrasisiz de birlik olmaz. Demokrasi olmayan yerde böyle felaketler yaşanır. Kürt demokrasisini geliştirmek gerekiyor. Kürtler bölgede rol oynayacaklarsa bunu ancak demokrasi temelinde yapabilirler.

Önder Apo’nun 1981’de Kürdistan Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu isimli kitabında Kürt sorunun çözümün siyasi boyutlarını ve Kürdistan Ulusal Kongresini değerlendirmişti. Ulusal kongre demokratik bir yapıda olmalıdır. Bütün parti, grup, aşiret ve halk topluluklarını içermelidir. Demokratik bir temelde herkes bu kongreye katılmalıdır. Önder Apo ulusal kongreyi partilerin birbiriyle mücadelesinin zemini olarak değil, birbiriyle ortak iş yapmalarının zemini olarak düşündü. Biz de bütün parti ve çevreleri bu çerçevede ulusal birlik çalışmalarına katılmaya ve örnek bir Kürt demokrasisini geliştirmeye çağırıyoruz.

İRAN TC’YE ORTAK OLMAMALI

Türk devleti İran’ı da suçuna ortak etmeye çalışıyor. İran’ın buna alet olmaması gerekiyor.

Türkiye İran’ı kendisine ortak etmek istiyor. Biz böyle olmasını istemiyoruz. Biz hala eski politikamızdayız. İran operasyonu da bir söylentiden ibarettir.

Her türlü ihtimali de değerlendiriyoruz. Bütün halkımızı uyanık ve dikkatli olmaları yönünde uyarıyoruz. Bir kurtlar sofrası kurulmuş ve zorlananlar hep Kürt soykırımı üzerinden ittifaklarını kuruyorlar. Aralarındaki çıkar hesaplarını böyle gideriyorlar. Bunu yüz yıldır bu şekilde sürdürüyorlar. Şimdi bu oyunlara gelmememiz gerekiyor.

Kuzey hattında son günlerde yaşanan çatışmalar hareketimizin görüşü değildir. Hatalardan kaynaklanmıştır. İran devleti fevri refleks gösteriyor. Öyle yapmamalıdır. Daha duyarlı ve dikkatli yaklaşım kendilerinin de kanaatine olur. TC provokasyonlar yapıyor. Umut ediyoruz ki bunlar bilinir ve AKP-MHP faşizminin oyununa gelinmez.