MAKALE

Kaostan nasıl çözüm çıkar?

Bu kadar zor duruma düşmüş, nereye gittiği, gideceği belli olmayan bu güçlerin olduğu bir ortamda sorunların çözümünü beklemek, siyasi sürecin buna evrileceğini sanmak, bunu beklemek, bu gibi söylemlere kulak kabartmak, tam bir safdillik olur.

2013’ten 2015’e kadar İmralı görüşmeleri nedeniyle toplumun neredeyse tüm kesimleri ülkenin daha iyiye doğru gideceğine dair çok büyük bir umut beslemişti. Demokratikleşmeyle başta Kürt sorunu olmak üzere pek çok toplumsal sorunun çözüleceğine ilişkin çok büyük bir beklenti oluşmuştu. Dolmabahçe Mutabakatı’ndan sonra Erdoğan’ın bilinen çıkışlarının ardından, sistematik bir şekilde şiddet tırmandırıldı. Çözüm umutları yerini çok büyük bir savaşa bıraktı. Herkes çözüm beklentisi içine girmişken, birden devletin topyekûn saldırı konseptine karşı Özgürlük Hareketi’nin topyekûn direniş tutumu gelişti. Her şey Önder Öcalan’ın dediği gibi çıktı ve çözüm gelişmeyince çok büyük bir savaş gelişti.

Aradan geçen bu zaman zarfında topluma çok büyük acılar çektirildiğinden, faşizmin her tonunu harmanlayan kopkoyu bir faşizm gelişmiş olduğundan toplumda bu dönemin sonlanmasını bekleyen, isteyen bir hava oluşmuş durumda. Herkes kendisine çok büyük acılar çektirildiğini, bu acılara karşı üzerine düşeni yaptığını ve bedel ödediğini düşünerek, bu dönemin bitmesini istiyor. İyi de mevcut siyasi konjonktür ne yazık ki toplumun bu ihtiyaç ve istemlerine cevap verecek bir karakterde değil. Her şey bu kadar karmaşıkken, dönemin temel karakteri kaos ve kriz iken, toplumu rahatlatacak çözümler beklemek ne yazık ki pek gerçekçi değil.

Her zaman dünyanın bir köy kadar küçüldüğünden, sorunların artık evrensel karakterde olduğundan bahsedilir. Ne yazık ki bu dünyayı yönetmeye çalışanlar kapitalist modernitenin hegemon güçleri olduğundan küçük köyümüz krizli halde. Dünyanın pek çok yerinde gittikçe artan faşist kabarmalar, ABD’nin yönetiliş biçimi, İngiltere’nin AB’den çıkması, merkezi hegemonik sistemdeki hiyerarşik sıralamalardan duyulan rahatsızlık ve olası kayışlar, adına ‘ticaret savaşları’ denilen büyük rekabet, süren Üçüncü Dünya Savaşı… hepsi dünyamızın yeterince kaos içinde olduğunun kanıtları.

Kapitalist modernist güçlerin hegemon olma savaşlarına sahne olan Ortadoğu ise, bu küresel kaosun merkez üssü durumunda. Gelinen aşamada artık hemen herkesin ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ tam gaz sürüyor. Daha ne kadar süreceği ve ne gibi sonuçlar doğuracağı ise belirsizliğini koruyor.

Ülkemiz Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmış olan veya kendilerine ülkemizin parçaları verilmiş olan sömürgeci devletlerin de hali hal değil. Suriye mevcut durumda günde onlarca, yüzlerce insanın katledildiği harabe ülke konumunda. Küresel ve bölgesel hegemon güçlerin mücadelesine sahne olmakta ve onların desteğiyle ayakta durmaya çalışıyor. Ortadoğu kaosunun merkez üssü durumunda. Kendisini neyin beklediği pek belli olmayan bir şekilde yol almaya çalışıyor.

Irak insanlık tarihinin en kaotik ülkesi gibi. Son imparator Bush’un işgaline uğradığı 2003’ten beri bir türlü kendine gelemeyen, girişi olsa da çıkışı olmayan, hiçbir sorununu çözemeyen ve nereye gittiği, gideceği belli olmayan savaş alanı. Orada da tüm çabalara rağmen işler yolunda gitmiyor, gidişatın nereye doğru olduğu orada da belli değil.

Bölgesel hegemon iddiasındaki İran’ın da durumu pek iç açıcı değil. Anti demokratik karakteri nedeniyle dış müdahalelerine ardına kadar açık hale gelen İran, şimdilerde bir yandan içte kaynarken, diğer yandan ABD’nin teslim alma çabalarıyla baş etme derdinde. İyiden iyiye kaosun içine sürüklenmiş olan İran’ı da neyin beklediği belli değil.

Hiç yapamayacağı halde geçmişteki şaşalı halini arayan, gelinen aşamada faşizmin tüm tonlarını harmanlayarak en katı ve despotik bir iktidar halini almış olan Türkiye de bir kaosa saplanmış durumda. Soykırıma uğrattığını düşündüğü Kürtlerin kimlik ve var oluş mücadelesi karşısında mutlak yenilgiden kurtulmak için ülkenin tüm olanaklarını önüne çıkan herkese peşkeş çeken faşist rejim, tam bir çıkmazda. Tüm toplumsal sorunların kaynağı olan zihniyetinde hiçbir değişiklik yapmadan yaşamaya çalışıyor olması, onu sürdürülebilir kaosun içine saplamış durumda. Dış güçlerin desteğiyle zorlukla ayakta durmaya çalışan ‘hasta adam’ın güncellenmiş hali. Onun da daha ne kadar böyle götürebileceği son derece belirsiz.

Dolayısıyla bu kadar zor duruma düşmüş, nereye gittiği, gideceği belli olmayan ama yaşamak da isteyen bu güçlerin olduğu bir ortamda sorunların çözümünü beklemek, siyasi sürecin buna evrileceğini sanmak, bunu beklemek, bu gibi söylemlere kulak kabartmak, tam bir safdillik olur.

Başta Kürtler olmak üzere tüm toplumsal güçler için en doğrusu, yaşanan acılar nedeniyle yılgınlıklara düşmeden ve gerçekleşmeyecek beklentilere kapılmadan kaos süreçlerinin karakterine göre davranmaktır. Kaos süreçleri eskinin yetmediği, yeninin de henüz çıkmadığı yaratılış anları için kullanılır. Böylesi dönemlerde sonucu belirleyen, dönem güçlerinin performansı ve örgütlenme düzeyleridir. Başta Kürtler olmak üzere tüm toplumsal güçlere düşen de kendilerini dönemin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bir ideolojik, politik ve ahlaki güç haline getirmeleridir. Bunun dışındaki her beklenti dönemin karakteri gereği hem rasyonel değildir hem de direngenliğini, mücadeleciliğini yitirmiş bir ruh halinin dışavurumudur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika