KNK Eşbaşkanı Ahmet Karamus, Türk devletinin, DAİŞ, El Nusra ve türevi olan çeteler aracılığıyla Halep ve Şehba’ya yönelik işgal saldırılarını, Kürt halkına karşı soykırım girişimlerini ANF’ye değerlendirdi.
‘HALEP VE ŞEHBA’NIN İŞGALİ PLANLI BİR İŞGALİN SÜRECİDİR’
Halep ve Şehba işgal saldırılarının Türk devleti tarafından saldırıların organize edildiğini ve uluslararası güçlerin sessizliğinin bu saldırıları onayladığı anlamına geldiğini belirten Karamus, saldırıların temel hedefinin Rojava’daki Kürt halkının kazanımları olduğunu kaydetti.
Ahmet Karamus, işgal saldırılarını ve sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “Halep ve Şehba’nın işgali, ani bir gelişme değil, uzun süredir hazırlanan ve planlanan bir sürecin sonucudur. Ortadoğu’daki dengelerin değişmesi ve özelikle Suriye’deki ciddi siyasi dönüşümler, bu sürecin zeminini oluşturdu. İsrail ile Hamas ve Hizbullah arasında yaşanan çatışmalar, İran ve İsrail’in bölgede artan gerilimleriyle birleşerek büyük bir kaos ve belirsizlik yarattı. Bu çatışmalar, Ortadoğu’nun dengelerinde köklü değişimlerin habercisiydi.
TÜRK DEVLETİ VE HTŞ’NİN AMAÇSAL ORTAKLIĞI
Halep ve Şehba bölgelerine yönelik saldırı ve işgal planları uzun zamandır gündemdeydi. Özellikle Êfrîn’den işgal saldırıları sonucu gelen ve bölgelere yerleşen Kürtler, Türk devleti ve ona bağlı çetelerin saldırı tehditlerini yakından hissediyordu. Türk devleti, bu tehditleri yıllardır savurmakla kalmayıp aynı zamanda bunun için sürekli hazırlık yaptı. HTŞ’nin (Heyet Tahrir el-Şam) Halep ve Şehba’ya yönelik saldırıları, açıkça bir koordinasyonun parçasıydı ve bu koordinasyonun başında Türk devleti vardı. HTŞ’nin uluslararası terör listesinde olmasına ve Türkiye’nin 2018’de bu grubu terör örgütü ilan etmesine rağmen pratikte bu karara hiçbir zaman uyulmadı. Türk devleti, HTŞ ve diğer çetelerle yakın bir iş birliği içinde hareket ediyor. Silahlanmadan ticarete kadar birçok alanda bu gruplarla ortaklık yapıyor. İşgalin temel hedefi ise Kürtlerin kontrolündeki alanları ele geçirmekti. Efrîn ya da Şehba fark etmiyor, Türk devletinin Kürtlerin bulunduğu her bölgeyi hedef aldığı açıktır. Şimdi Minbic’a yönelik işgal tehditleri de bu stratejinin bir devamıdır.
ULUSLARARASI AKTÖRLERİN SESSİZLİĞİNDE GERÇEKLEŞEN İŞGAL
Uluslararası aktörlerin bu sürece sessizliği de dikkat çekici. Başta İngiltere olmak üzere bazı devletlerin bu işgale dolaylı destek verdiği görülüyor. Amerika ve uluslararası koalisyon ise Türk devletinin saldırılarına kaşı ciddi bir tutum sergilemedi. Rusya ve İran güçleri de bu süreçte kayda değer bir müdahalede bulunmadı. Çetelerin saldırıları sırasında bu güçlerin kontrol ettiği bölgeler, savaşmadan ve ciddi bir direniş olmadan düştü. Bu durum, Türk devletine büyük bir fırsat sundu.
YENİ BİR GÖÇ DALGASI VE İNSANİ FELAKET
Halep ve Şehba’da işgalin bir diğer sonucu, ikinci bir göç dalgasıdır. Êfrîn’den göç eden yüz binlerce Kürt, Şehba’da kamplarda yaşarken bir kez daha yerlerinden edildi. Bu, insanlık tarihinde ender görülen bir felakettir. Dünya bu felaketi izlemekle yetiniyor ve ciddi bir tepki göstermiyor. Türk devleti, Kürtlerin topraklarından sürülmesi ve yerlerine radikal grupların yerleştirilmesiyle bölgede demografik yapıyı değiştirme amacını güdüyor. Bu, insanlık suçudur ve açık bir soykırım politikasıdır.
Bununla birlikte Kürt güçleri, işgale karşı kararlı bir direniş içeresindedir. Ancak bu mücadele uzun ve zorlu bir süreç olacaktır. Kürt hareketi, bu tehditleri ve uluslararası güçlerin bu saldırılar karşısındaki sessizliğini öngörmüş olsa da Suriye ordusunun ve İran güçlerinin bu kadar hızlı çöküşü beklenmedik bir durum oldu.
SİYASİ, DİPLOMATİK VE ASKERİ DİRENİŞİN ÖNEMİ
Türk devletinin saldırılarına karşı Kürtler, siyasi, diplomatik ve askeri alanda direniş göstermeye mecburdur. Bu süreçte uluslararası toplumun sessizliği büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Ancak Kürt halkının mücadelesi, bölgesel ve uluslararası alanda daha güçlü bir şekilde duyurulmalıdır.”
TÜRK DEVLETİNİN KÜRT HALKINA YÖNELİK STRATEJİK TEHDİTLERİ
Bu işgal saldırılarının yarattığı gelişmelerin, Kürtlerin ulusal birliğini ciddi oranda etkileyeceğini ve Kürtler arası siyasi birliğinin güçlendirilmesinin kaçınılmaz bir şekilde kendisini dayattığını söyleyen Karamus, değerlendirmelerine şöyle devam etti: “Şehba ve diğer bölgelerde yaşanan son gelişmeler, Kürt halkının varlığı üzerinde ciddi olumsuz etki yaratmaktadır. Türk devletinin elde ettiği fırsatlar, hedefler ve stratejiler, açık bir şekilde Kürtlere karşı sistematik bir tehdit oluşturmaktadır. Türk devleti, Pan-Türkizm, faşist diktatörlük ve Türk- İslam sentezi ideolojisi doğrultusunda hareket ederek, Kürtlerin varlığını kendi varlığı açısından bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle, Kürtlerin tüm kazanımlarını, statülerini ve imkânlarını ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.
TÜRK DEVLETİNİN KÜRDİSTAN’IN TÜM PARÇALARINI İŞGAL HEDEFİ
Kimse yanılgıya düşmesin ya da kendini kandırmasın; Türk devletinin amacı sadece Şehba, Halep ya da Minbic gibi sınırlı hedefler değildir. Bu hedef, bütün Rojava ve Başûr Kurdistan’ı kapsamaktadır. Êfrîn’den Bradost’a kadar tüm Kürt bölgelerini kendi konseptine dahil etmiş ve bu alanları işgal etmek, Kürt halkının burada elde ettiği kazanımları tamamen yok etmek istemektedir. Bu strateji yalnızca belirli bir partiye, örgüte veya güce değil, Kürtlerin dört parçada elde ettiği tüm kazanımlara yöneliktir.
DEMOGRAFİK DEĞİŞİM VE SOYKIRIM POLİTİKASI
Türk devleti, Bakur, Rojava ve Başûr Kurdistan’da işgal politikalarını hayata geçirmek, demografik yapıyı değiştirmek ve Kürt halkının kimliğini yok etmek için onlarca selefi, radikal ve terörist grubu organize etmiş, silahlandırmış ve finanse etmiştir. Bu gruplarla işbirliği yaparak, doğrudan Türk ordusunun da dâhil olduğu operasyonlar düzenlemektedir. Amaç nettir: Kürt soykırımını tamamlamak ve bu topraklarda Kürtlerin izini silmek. Bu politika, Türk devletinin kuruluşundan bugüne kadar değişmeyen bir konseptin devamıdır.
SALDIRI ÖNCESİ TÜRK İSTİHBARATI VE ENKS’NİN ERBİL’DEKİ BULUŞMALARI
Bu duruma ve değerlendirmelere bakıldığında, bazı Kürt güçlerinin Türk devletiyle ortaklık yaptığı ve onlarla hareket ettiği görülmektedir. Örneğin, bu saldırılardan bir hafta önce Türk devletinin kontrolündeki bir grup, ENKS temsilcileri ve Türk istihbaratından kişilerden oluşan bir heyet, Hewlêr’e giderek bazı parti ve örgütlerle görüşmeler yapmıştır. Görüşülenler arasında Kürt parti ve örgütlerin de olduğu belirtilmektedir. Bu durum, söz konusu kişilerin bu saldırılardan haberdar olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Dahası, hangi aşamaya kadar bu konseptin bir parçası oldukları ya da bu saldırılara nasıl dâhil oldukları önümüzdeki günlerde daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
‘SESSİZLİKLERİ ORTAK OLDUKLARI ANLAMINA GELİYOR’
Heyetin açıklamaları, sessizlikleri ya da bu süreçteki tutumları dikkate alındığında Türk devletiyle bir ittifakın oluşmuş olabileceği kanaati doğmaktadır. Bu kişiler görüşmeler yapmış, toplantılar düzenlemiş ve belirli bir işbirliğine varmış görünmektedir. Özellikle bu süreçte, KDP’nin desteklediği ya da arkasında durduğu bazı güçler tarafından yapılan açıklamalarda, Özgür Suriye Ordusu çatısı altında ve Türk devletinin desteğiyle Rojava’yı “özgürleştirme” iddialarına yer verilmiştir. Ayrıca bu açıklamalarda, Roj pêşmergelerinin bölgede konumlandırılacağı ve bölgenin teröristlerden arındırılacağı şeklindeki beyanlar, saldırılardan hemen önce dile getirilmiştir. Bu ifadeler, Türk devletiyle yapılan işbirliğini ve saldırılara yönelik planlamaların koordinasyon içinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Şu anda bu işbirliklerinin rolleri, misyonları, ortaklıkları ve saldırılara dahil olma düzeyleri tartışma konusudur. Ancak benim kanaatime göre, her vicdan sahibi insan, bu güçlerin saldırılara dahil olduğuna dair bir kanaate varacaktır. Böylesi bir durumun ortaya çıkması, Kürt birliği ve siyasi ittifakı üzerinde büyük bir olumsuz etki yaratmaktadır. Kürt halkının kazanımları ve statüsü, bu tür işbirlikleri ve politikalar nedeniyle ciddi bir risk altındadır. Bu nedenle herkes, mevcut durumu göz önünde bulundurarak hareket etmelidir.
ULUSAL BİRLİK VE DİRENİŞİN ÖNEMİ
Vicdan sahibi herkes, Kürt halkının haklarını ve kazanımlarını korumak için direniş gösterenlerle birlikte hareket etmelidir. Herkes, Kürtlerin ulusal birliğini güçlendirecek, kazanımları koruyacak ve direnişi destekleyecek şekilde davranmalıdır. Bu kazanımların etrafında birliği sağlayarak, Kürt halkının ortak mücadelesini güçlendirmek ve temel görev olmalıdır.”
‘YERLERİNDEN EDİLEN HALKIMIZA ULUSAL GÖREV ANLAYIŞIYLA SAHİP ÇIKALIM’
İşgal edilen alanlardan göç etmek zorunda kalan halkın son derece zor bir durumla karşı karşıya kaldığını belirten Karamus, “Bize ulaşan bilgilere göre, yüz binden fazla kişi Özerk Yönetim’in kontrolündeki alanlara sığınmış durumda. Bu insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için her alanda, her türlü desteğe ihtiyaçları vardır. Uluslararası kurumlar, Kürdistan’ın ilgili kuruluşları ve her bir Kürt bireyi, imkânları çerçevesinde bu duruma duyarlılık göstermeli ve seferber olmalıdır. Bu insanlar, kendi topraklarından koparılmış, kış mevsiminin soğuk ve zorlu koşullarında, kar ve yağmur altında hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Hepimizin bu zor şartlar altındaki halkımıza sahip çıkması hayati bir sorumluluktur. Bu bağlamda, özelikle Avrupa’da bir kriz masası oluşturulmuştur. Bu masa, yalnızca Kürt göçmenler için değil, aynı zamanda işgal ve katliam tehlikesinden kaçan Süryani, Asuri, Ermeni, Alevi gibi diğer halklar için de destek sağlamayı amaçlamaktadır. İşgal altındaki topraklardan ayrılan tüm halkların yanında olmalı ve bu insanlara gereken desteği sunmalıyız. İnsan hakları kuruluşlarıyla ve uluslararası ilgili kurumlarla etkili ilişkiler kurulmalı ve bu dayanışma çerçevesinde hareket edilmelidir. Halkımız, bu zor durumda üzerine düşeni yapmalı ve tam bir seferberlik ruhuyla hareket etmelidir. Bu, yalnızca bir ahlaki sorumluluk değil, aynı zamanda ulusal bir görevdir. Göç eden halkımızın ihtiyaçları büyük ölçüde bizim omuzlarımızdadır; gece gündüz demeden çaba göstermeliyiz. Tüm halkımıza çağrımız şudur: Bu zor zamanlarda dayanışmamızı güçlendirelim, halkımızın acılarını hafifletmek için hep birlikte mücadele edelim” diye vurguladı.
‘SORUMLULUĞUMUZ AĞIR’
“Bugün Kürt halk, soykırım, işgal ve katliam saldırılarına karşı tarihsel bir süreçten geçmektedir” diyen Ahmet Karamus, devamında şunları söyledi: “Toplum olarak elimizdeki tüm imkanları kullanarak direnmek, varlığımızı ve kazanımlarımızı korumak zorundayız. Direnişimiz, toplumumuzun tüm renklerini ve tüm güçlerini kapsamalıdır. Ulusal birlik, siyasi dayanışma, diplomatik çabalar ve direnişle hareket ederek bu tehdidi bertaraf edebiliriz. Şu anda karşı karşıya olduğumuz durum, Kürt halkını varoluşsal bir tehlikeyle baş başa bırakmaktadır.
Hakikat şudur: Türk devleti ve onun desteklediği radikal gruplar, insanlık değerlerini hiçe sayarak Kürt halkına yönelik bir yok etme siyaseti yürütmektedir. Bu durum, yalnızca bir tehdit değil, aynı zamanda günümüzde somut olarak gerçekleşen bir süreçtir. Katliamlar, göçler, asimilasyon ve demografik değişim politikaları açık bir şekilde ortadır. Eğer bu saldırılar karşısında ulusal bir ruhla, ortak bir bilinçle ve kararlılıkla hareket etmezsek, tarihin tanık olduğu en büyük trajedilerden biri daha yaşanabilir. Şeyh Said İsyanı, Dersim, Ağrı, Halepçe, Enfal… Bu katliamların izleri, halkımızın hafızasında derin yaralar bırakmıştır. Bugün de benzer bir riskle karşı karşıyayız. Eğer siyasi, ulusal ve toplumsal bir birlik sağlayamazsak, tarihimiz bir kez daha benzer bir acıyla yazılacaktır. Bu gerçeği görmemek büyük bir gaflet olur.
Sorumluluğumuz ağır. Ulusal birlik içinde hareket etmek, ayağa kalkmak ve her alanda direnmek bir tercih değil, tarihi bir zorunluluktur. Halkımızı açıkça uyarıyoruz; bu süreç, yalnızca bir parti ya da grup çıkarlarının savunulacağı bir dönem değildir. Bu, Kürt halkının yaşam haklarını, onurunu ve geleceğini savunma görevidir. Herkes bu bilinçle hareket etmeli, kimse kenarda oturup beklememelidir. Düşmanlarımız, bizi yok etmek için hazırlıklarını tamamlamış durumdadır ve bu gerçeği göz ardı etmek büyük bir hata olacaktır.
‘ULUSAL BİR İHANET KABUL EDİLEMEZ’
Türk devleti ve onun desteklediği radikal çetelerle iş birliği yapan her grup veya kişi, açıkça Kürt halkına karşı ulusal bir ihanet içindedir. Bu, tüm Kürt halkı tarafından net bir şekilde anlaşılmalı ve unutulmamalıdır. Amacımız, grupçuluk veya ideolojik bir yaklaşım değil; halkımızı, katliam ve işgal tehdidinden korumaktır. Düşmanla iş birliği içinde olanlar, Kürt halkının karşı karşıya olduğu tehlikenin parçasıdır. Tüm Kürt partileri, güçleri, örgütleri ve tüm halkımıza çağrımız açıktır: Sesimizi yükseltelim! Ulusal birlik içinde hareket edelim. Halkımızın haklarını, kazanımlarını ve geleceğini korumak bir onur meselesidir. Bu, her bir Kürt bireyinin, her partinin ve her örgütün tarihi bir görevidir. Şimdi harekete geçme, halkımıza sahip çıkma ve direnme zamanıdır.”