Karasu: Faşist Erdoğan’a en büyük desteği Almanya veriyor

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanan yazısında, Almanya ve Avrupa’nın Kürt soykırımına ortak olduğunu belirtti.

Karasu, yazısında, “Tayyip Erdoğan’ın soykırımcı faşist iktidarına en büyük desteği Almanya ve onun başbakanı Merkel veriyor” dedi.

Karasu’nun Yeni Özgür Politika gazetesindeki makalesi şöyle:

“Almanya ve Avrupa Kürt soykırımına ortak oluyor. Kuşkusuz ABD ve Rusya da Kürtlere karşı yürütülen soykırım politikasının ortaklarındandır. Şu anda kim Tayyip Erdoğan ve onun iktidarına destek veriyorsa o Kürt soykırımının ortağıdır. Kim Tayyip Erdoğan iktidarı şahsında yürütülen politikanın Kürt soykırımı politikası olduğunu görmüyorsa o tarihten, Türkiye’deki ideolojik ve siyasi gerçeklikten habersizdir ve şu andaki uygulamalara gözlerini kapamaktadır. Şunu bıkmadan, usanmadan söylemeliyiz; Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu iktidar Kürt soykırımcısıdır. 95 yıldır uygulanan soykırımcılığın üstüne din örtüsünü atarak tamamlamayı hedeflemektedir.

Tayyip Erdoğan’ın soykırımcı faşist iktidarına en büyük desteği Almanya ve onun başbakanı Merkel veriyor. Öyle ki Tayyip Erdoğan’ın başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya mülteci gönderirim şantajı yaptığı halde bu faşist iktidara boyun eğiliyor ve destekler veriliyor. Tayyip Erdoğan’ın şantajcı faşist iktidarını böylece teskin edeceklerini sanıyorlar. Almanya Türkiye’yi her memnun etmek istediğinde demokratik Kürt kurumlarına saldırıyor. Seçimden sonra Almanya Tayyip Erdoğan iktidarına destek verdiğini göstermek için Êzîdîlerin yoğun olarak yaşadığı bir demokratik derneği basıyor. Tabi uydurma gerekçelerle! Türkiye’yi memnun etmek için Kürt Halk Önderi’nin flamalarını, DAİŞ’e karşı savaşta şehit düşenlerin resimlerini, YPG-YPJ flamalarını topluyor. Kürt düşmanı ve soykırımcı Tayyip Erdoğan’a böylece mesaj ve moral-destek veriliyor. Bu tabi ki Kürt soykırımına destektir. KDP ile ilişkilenerek ve biraz silah vererek Almanya Kürt soykırımına verdiği bu desteğin üstünü örtemez. Almanya’daki iktidar Alman halkını da töhmet altında bırakacak bu soykırımın destekçisi, sponsoru oluyor. Merkel şahsında izlenen bu politikanın Alman halkıyla alakası olamaz. Almanya halkı adına böyle bir tasarruf yapılamaz. Almanya halkı bu nedenle Merkel’e oy vermemiştir.

Merkel Kürt soykırımı yapanlara sadece siyasi destek vermiyor; aynı zamanda soykırımcı iktidarı finanse ediyor. Mültecileri Avrupa’ya göndermesin diyerek faşist Tayyip Erdoğan iktidarına fidye veriyor. Daha önce 3 milyar Euro vermişlerdi. Şimdi de 3 milyar veriliyor. Hem de faşist Tayyip Erdoğan’ın mülteci politikası övülerek. Bu duruş için birçok şey söylenebilir. En hafif deyimle Almanya’nın başbakanına yakışmayan ve Alman halkının aşağılanmasına yol açan bir duruş içinde olunduğu açık.

Almanya tabi ki Türkiye halkıyla dost olsun. Ancak bu politika Türkiye halklarının düşmanına destek vermek oluyor. Kürt soykırımına destek oluyor. Mezhepçi politikaya destek vermek oluyor. Merkel bu tutumuyla Ermeni Soykırımına destek veren Alman hükümetinin durumuna düşüyor.

Dünyada en çirkin, en alçakça mülteci politikasına sahip ülke Tayyip Erdoğan’ın iktidarı şahsında Türkiye’dir. Türkiye Suriye’de açık kapı politikasını izlerken 4 amaç gütmüştür. Birincisi; bu mültecileri ve bu mülteciler üzerinden DAİŞ ve El Nusra gibi çeteleri Suriye politikasında etkili olmak için kullanmak istemiştir. Bu mültecilerin bir kısmı zorunlu olarak gelmiş olsa da çoğunluğu Tayyip Erdoğan iktidarı tarafından bilerek Türkiye’ye çekilmiştir. Suriye siyasetini bu mülteciler üzerine dayandırmaya çalışmıştır. Zaten Suriye’den gelen Arapların bulunduğu kamplar El Nusra, DAİŞ vb. örgütlerin geri cephesi ve lojistik üsleri haline getirilmiştir. Bizzat MİT buralarda bu çetelerle iç içe Suriye’ye yönelik saldırıları yürütmüşlerdir.

Bu kamplar için Türkiye maddi hiçbir şey kaybetmemiştir. Bu kamplara verdiğinin kat be katını onların birikimlerini Türkiye’de eriterek ve ucuz iç gücü olarak kullanarak ekonomisine katmıştır. Bu açıdan Türkiye’nin bu mülteciler konusunda yaptığı hiçbir fedakârlık yoktur. Belki bazı sosyal sorunlar yaratmıştır. Bunu da Tayyip Erdoğan iktidarı hiç önemsememiştir. Çünkü hem siyasi, hem ekonomik açısından mültecileri kazanç kapısı olarak görmüştür.

İkinci amaç Kürtlerin Suriye geneli ve Rojava’da herhangi bir siyasi kazanç elde etmesini önlemekti. Rojavalı Kürtleri çekip onları Avrupalara savurarak Rojava’da Kürt nüfusunu seyreltmeyi amaçlamıştır. Kuşkusuz onların bir kesimini de Rojava Devrimi’ne karşı kullanmak istemiştir. İşbirlikçi Kürt’ü birazda böyle yaratmaya çalışmıştır.

Üçüncüsü amacı ise getirdiği Arapları Kürdistan’a yerleştirerek Kürt bölgelerinin demografyasını bozmaktı. Maraş’ta Terolar Köyüne Aleviler içine 25 binini yerleştirmeleri Alevilerin o alandaki varlığını tümüyle etkisizleştirmek amacı taşımaktadır. Urfa gibi yerlerde yerleştirdiği Araplarla hem demografyayı bozmak hem de buralar üzerinden Rojava devrimine yönelik saldırılar hazırlamak amacı güdüyordu. Nitekim sürekli Akçakale üzeri Gre-Spi(Tıl Abyad’a)’ye yönelik saldırılar planlanmakta ve pratiğe geçirilmektedir.

Kuşkusuz bu mülteciler üzerindeki politikaları boşa çıkınca bu defa dördüncü bir politikayı devreye koymuştur. Bu da mültecileri şantaj olarak kullanıp Suriye politikasına destek almaktır. Nitekim mülteci şantajı üzerinden Avrupa ülkelerine Suriye politikasına destek verme dayatmasını yapmıştır. Öte yandan mültecilere şu kadar para harcadım, ekonomik fedakarlık yaptım, diyerek Avrupa’yı inek gibi sağmayı amaçlamıştır. Anlaşılıyor ki Almanya başta olmak üzere bazı siyasetçileri kandırmış ya da şantajla teslim almıştır. Şimdiye kadar 6 milyar Euro fidye almıştır. Daha ne kadar fidye verecekler bunu da bilmiyoruz. Herhalde Tayyip Erdoğan paraya ihtiyaç duyduğunda mülteci şantajını kullanıyor. Çünkü dışarıya insan götüren ekiplerin tümü MİT kontrolündedir. Erdoğan biraz gönderin, dediğinde hemen mülteciler Yunanistan’a gönderiliyor. Merkel’in övdüğü mülteci politikası budur.

Alman hükümeti AKP iktidarının soykırımcı politikasına destek verdiği gibi şantajlarla rehin alınmıştır. Türkiye halklarına ve demokrasi güçlerine bu destekle saldırılar yürütülmektedir. Anlaşılıyor ki Avrupa açısından Türkiye’deki iktidarın ne olduğu önemli değildir. Türkiye söz konusu olduğunda Avrupa’nın tüm ilkeleri bir tarafa bırakılmaktadır. Belki de faşist bir iktidarı kendi çıkarlarına daha uygun görmektedirler. Avrupa Birliği değerleri Avrupa için bir maske haline gelmiştir. Esas olan kirli çıkar ilişkileridir.

Sadece Almanya Türk devletinin soykırım politikasına destek vermiyor; Avrupa’nın en demokratik ülkelerden biri olarak görülen Norveç de Türkiye’de ağır ceza alacak bir Kürt siyasi aktivistini teslim ediyor. Gülizar Taşdemir Türkiye’de siyasi nedenlerle zindanlarda tutulacak. Bu nasıl bir kirli politika oluyor? Siyasi nedenlerle ağır ceza alacağından Avrupa Birliği yasalarına göre siyasi mülteci olarak kabul edilmesi gerekirken, akademisyenlere, yazarlara bile ceza veren bir ülkeye siyasi bir aktivist teslim ediliyor. Bundan daha kirli politika olabilir mi? Bu Norveç Oslo’da Kürtlerle Türkiye arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapıyordu. Dünyanın birçok yerindeki anlaşmazlıkları çözmek için böyle bir rol üstlenmişti. Artık kim Norveç’in böyle bir ülke olduğuna inanır. Demek ki kim güçlüyse ondan yana olan bir politikaya sahipler. Norveç’in tutumu, siyasal zihniyeti ve sistemi ne olursa olsun NATO üyesi olan her ülkenin NATO tarafından desteklendiğini göstermektedir. Norveç’in bu kirli politikası bunu kanıtlıyor.

Kürtlerin mücadelesi herkesin kaç ayar olduğunu gözler önüne seriyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi sadece Türkiye ve Ortadoğu’da değil tüm dünyada kim demokrasi ve özgürlükten yana, kim soykırımcı, sömürgeci, baskıcı politikalardan yana bunu netleştiriyor. Kürt sorunu karşısında kimse yüzünü gizleyemiyor, gerçek karakterini ortaya koyuyor.

Tüm izlenen politikalar gösteriyor ki NATO da Kürt soykırımının en büyük destekçisidir. Bunu hem Türkiye’de Kürt halkına yönelik saldırılarda hem de hem de Efrîn işgali sırasında gösterdiler. Bu açıdan Kürt halkı, Türkiye halkları, Ortadoğu halkları ve dünya halkları Avrupa egemenlerine karşı Avrupa halklarıyla birlikte demokrasi cephesinde yer almalı ve her yerde demokrasi ve demokratik devrim mücadelesini yükseltmelidir. Avrupa’yı çirkin ve kirli politikadan kurtaracak olan budur.”