GÖRÜNTÜLÜ

Karasu: Şehirleri yıkması, sömürgeciliğin infazıdır

Karasu: Şehirlerin yıkılması, sömürgeciliğin yıkılması, demektir. Sömürgeci bir sistem, şehirleri yıkıyorsa, şu anlama geliyor, orada kendi egemenliğinin hegemonyalığı, kalmamıştır.

 

Özyönetim direnişlerinin sadece oradaki evlerin, şehirlerin yakılıp-yıkılmasına bakarak değerlendirilmemesi gerektiğini söyleyen KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, “Kaldı ki şehirlerin yıkılması, sömürgeciliğin yıkılması, demektir. Sömürgeci bir sistem, şehirleri yıkıyorsa, şu anlama geliyor, orada kendi egemenliğinin hegemonyalığı, kalmamıştır” dedi.

Yılbaşında gerçekleşen Reina saldırısına ilişkin olarak da “Bizzat bilinçli, planlı, siviller hedefleniyor. Gerçekten insanlık dışı, alçakça bir saldırıdır” diyen Karasu, “Tabi önceden duyulmuş, tedbir alınabilirdi. Niye alınmamış gerçekten orada da soru işaretleri var. Niye şimdiye kadar yakalanmadı soru işaretleri var. Hatta ilginçtir silahı yakalanmış, silahının seri numarası silinmiş” ifadelerine yer verdi.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu’yla, iki bölüm olarak hazırladığımız röportajımızın birinci bölümünde, Kuzey Kürdistan’daki şehirlerin yıkılmasını, TOKİ’leri, Reina saldırısını ve Türkiye’nin dış politikalarını konuştuk.

Bakur Kürdistan’ında özyönetim direnişlerinden sonra devletin saldırıları yıkımla devam ediyor. Erdoğan başkanlığında TOKİ projeleri her yerde geliştiriliyor. Sur başta olmak üzere, Cizre ve diğer yerlere dönük özellikle TOKİ projeleri ve karakol yapımları gündemde. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Halkın buna karşı tutumu nasıl olmalı?

Özyönetim direnişlerinin üzerinden bir yıl geçti. Özyönetim şehitlerini minnetle, saygıyla anıyorum. Onlar Kürdistan tarihinin en büyük kahramanlarıydı. Kürdistan tarihinin, kahramanlık düzeyinde örnek yoldaşlar oldular. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki onların direnişi ve mücadelesi, özgür ve demokratik yaşamın güvencesi oldu. Bir halkın evlatları bu kadar yiğitse, bu kadar fedakarsa, soykırımcılığa ve sömürgeciliğe karşı bu kadar direniyorsa, böyle bir direniş düzeyi ortaya çıkarmışsa, o halkı yenilgiye uğratmak ve özgürlüğünden mahrum etmek mümkün değildir. Bu açıdan onlar, bizi özgürlüğe kavuşturacak ölçüleri ortaya çıkarmışlardır.

Nasıl ki, son otuz yılda, özgürlük mücadelemizin başarıya ulaşmasında, zindandaki 14 Temmuz direnişçilerinin direniş ölçüleri ve tutumu belirleyici olmuşsa; gerillanın başarı kazanmasında özgürlük hareketimiz başarı kazanmışsa, halkın direnişine onların direnişleri öncülük yaptıysa, bütün kazanımları onların duygusuyla, direniş ölçüsüyle, tarzıyla yaptıysa önümüz deki yıllardaki tüm kazanımları da bu özyönetim direnişlerinin özgürlük tutkusuyla, özgürlük düzeyiyle yarattıkları mücadele ruhuyla kazanacağız. Bu açıdan, biz, onları kesinlikle özgürlük mücadelemizin güvenceleri olarak görüyoruz. Bu açıdan, halkımız da böyle bakmalı ve bu yoldaşlarımız örnek alınmalı. Onların özgürlük tutkusu ve ruhunun mutlaka Kürdistan’ı özgürleştireceğine inanmalıdırlar. Bu bakımdan, onlar özgürlük tarihimize çok büyük değer kattılar. Onlar, düşmanı yenilgiye uğrattılar. Yenilgiye uğrayan kesinlikle düşmandır. Düşman saldırdı ama karşısında öyle bir özgürlük iradesi gördü ki bu özgürlük iradesinin ortaya çıkması düşmanın kaybetmesi demek oldu.

14 Temmuz’u örnek verdim. Onlar 14 Temmuz’dan daha fazla Kürdistan’da özgürlük düzeyini yukarıya çıkardılar. Daha doğrusu, 14 Temmuz ruhunun, gerçekleşmesi oldu. Düşman Amed zindanında aslında insanları çok fazla öldürmek istemiyordu. Ölüm noktasına getirene kadar işkence yapıp, bütün insanları düşürmek istiyordu. Teslimiyeti istiyorlardı, onlar için ölen insan değil, teslim olmuş insan makuldü. 14 Temmuz direnişleriyse, bunu tersine çevirerek, kahramanca şehit düştüler. Zindanda dört arkadaşımız kahramanca şehit düşünce, 14 Temmuz’da, Esat Oktay kaçtı, gitti. Hakim de, cezaevi idaresi de, müdür de oydu, ama Amed Zindanında, 14 Temmuz direnişçileri kazanırken, Esat Oktay, kaybetti. 12 Eylülcüler kaybetti. Çünkü orada, Kürdistan devriminin tarzı ve ruhu ortaya çıktı. Kendilerini yenilgiye uğratamayacak, bir halk gerçekliği ortaya çıktı. Bir irade ortaya çıktı. İşte, öz yönetim direnişleri, bunu daha da yüksek ortaya koydu. Bu bakımdan, onların kazandırdıkları bu düzeye, bu direnişlere, hepimizin böyle bakması lazım.

Kürt halkı unutacak mı?

Bu direnişleri, böyle oradaki evlerin, şehirlerin yakılıp, yıkılmasına bakarak, değerlendirmemek lazım. Kaldı ki şehirlerin yıkılması, sömürgeciliğin yıkılması, demektir. Sömürgeci bir sistem, şehirleri yıkıyorsa, şu anlama geliyor, orada kendi egemenliğinin hegemonyalığı, kalmamıştır. Toplum üzerinde egemenliği kalmamıştır. O yüzden, şehirleri yıkmıştır. Şehirleri yıkması, sömürgeciliğin infazıdır. Türk devletinin infazıdır. Bu kesinlikle, böyledir. Kürt halkı unutacak mı, bu şehirlerin yıkılmasını? Halkımız geçmişte kendisine yapılan, en küçük bir zulmü unutmadı, bunu unutacak mıdır? O küçük zulümler, bugün büyük öfkeler yarattıysa, bu saldırılar daha da büyük öfkeler yaratacak ve bu soykırımcı sömürgeciliği, kesinlikle yenilgiye uğratacaktır. Şimdi Erdoğan, AKP iktidarı, aslında bu büyük direnişin etkisini kırmak istiyor. O şehirleri yerle bir etmesinin nedeni budur. Güya şehirleri yerle bir edip, etkileri ortadan kaldırarak, bu direnişlerin büyüklüğünü unutturmak, o kendisinin yarattığı yeni şehirleri herkese göstermek istiyor. Öyle bir algı yaratmak istiyor.

Direnişlerin kökünü kazıtacak, kendisine göre hafızası olmayan, yeni şehirleri, yeni mahalleri yaratacağı bilinmelidir. TOKİ’leri, bunun için yapıyor. TOKİ’lerin yapılmasının nedeni, Kürt şehirlerinin toplumsallığını, ortak ruhunu yıkıp, yerle bir edip, ruhu ve ortak duygusu olmayan, toplumsallığı olmayan yeni mahalleler şehirler yapmayı istemesidir. Kesinlikle bu, bir soykırım hareketidir. Bu TOKİ’lerle yapılan şehirler, soykırım şehirleridir. Kürt toplumsallığını, Kürt duygusunu dağıtarak, o şehirlerde, Cizre’de, Şırnak’ta, Sur’da somutlaşmış tarihi yerle bir ederek, hepsini yıkarak, onun yerine hiç hafızası olmayan, birbirinden kopmuş bireylerin, ailelerin, yerleştiği evler yapmak istiyor. Bu bakımdan, Kürt halkı bunu sadece binaların yıkılıp, yeni binaların yapılması, olarak görmemeli. Onları soykırım kampları, olarak görmesi gerekiyor. O mahalleler ve yeni yapılan şehirler, bloklar soykırım kamplarıdır.

SUR, AMED HALKININ ONURUDUR

Nasıl ki, Yahudileri, soykırım kamplarına götürmüş fırınlara atmışlarsa, bunlar da fırınlara atmıyorlar ama soykırım kamplarına götürüp, orada Kürt’ü, Kürt insanını eritmek istiyorlar. Bu açıdan kesinlikle, Sur’da karakolların yapılmasına izin verilmemelidir. Şırnak’ta, Cizre’de izin verilmemelidir. Bu soykırım kamplarına karşı, bir direniş ortaya konulmalıdır. Biz istemiyoruz denilmelidir ve buna tepki gösterilmelidir. Bu, bir soykırım saldırısıdır. Bu sadece TOKİ’lerin, evlerin yapılması değildir. Sur’u yerle bir etmişler. Güya geniş yollar yapıyorlar. Karakolları, geniş yolları, arabalarla birbirlerine bağlayacak kafa, toplumun kültürü ve tarihi değildir. Sur’un, Cizre’nin tarihi mimarisi değildir. Orada tek kafa vardır. Güvenlik kafası... Güvenlik de ne içindir? Kürt’ü, soykırıma uğratmak içindir. Bu açıdan bence, Amed halkının Sur’daki, bu soykırım kamplarına karşı direnişi, zayıftır. Sur, Amed halkının onurudur. Sur’u sahiplenmeyen Amed halkı, kendini de sahiplenemez. Sur, Yenişehir değildir. Sur, yeni yapılmış mahalleler, değildir. Amed, yeni mahalleler değildir. Amed, Sur’dur. Sur olmadığı zaman Amed yoktur, bunu bilsinler. Onun için, Sur’a yönelik TOKİ’lerin yapılmasını, Sur evlerinin tarihi özelliğini yıkıp, yerine TOKİ konutlarının yapılmasını, kesinlikle kabul etmeyip, Amed’e saldırı olarak görmek lazım. Amed’e saldırı Kürt’e saldırıdır. Kürt’ün toplumsallığına saldırıdır. Buna karşı çıkmak lazım.

İsmail Beşikçi, eskiden söylemiş ama bunu, otuz, kırk yıl önceki Kürt için söylemişti. Kürt için, tarihi eserdeki bir taş, taştır. Kürt böyle görüyordu ki öyle bir eleştiri vardı doğru ya da yanlış. Ama 40 yıllık mücadelemiz var. Kürt, artık o evlerin taşlarını, sadece taş olarak göremez. O şehirleri, sadece bina olarak göremez. Şehirlerin ruhu, tarihi ve kültürü vardır. Bu bakımdan, Sur’a yönelik bu saldırıya karşı mutlaka Amed halkı mücadele vermelidir. Özellikle Amed halkının aydınları buna öncülük yapmalıdırlar. Bu bakımdan, Tahir Elçi’nin Amed’i koruma duygusuna sahiplenilmek isteniyorsa Tahir Elçi’nin, dört ayaklı minareye sahip çıkmak için vurulduğunu unutmamak gerekiyor. Onun anısına bağlılığın gereği de Amed’in sokağına sahip çıkmaktır.

Fiskaya’ya sahip çıkmaları gerekir. Fiskaya bu günkü durumuyla güzeldir. Oraya apartmanlar diksen hiçbir güzelliği kalmaz. Bu yönüyle bir zamanlar Ofis, Amed’e yabancı bir mahalle olarak görülürdü. Tabi bu sonradan aşıldı ama ofis bir eleştiri konusuydu. Tabi ofisin bu özelliği kalmış ama yeni yerler de yapılmış. Yeni kentler yapılmış. Bu bakımdan, hem eski Amed halkına, Amed’i yaratan insanlara, tarihine saygının gereği ve Tahir Elçi’nin, anısına bağlılığın gereği, aydınlar, avukatlar ve herkes olmak üzere Sur’da yapılan bu TOKİ’lere karşı çıkmak gerekiyor. Tabi sadece Sur’da değil, Şırnak’ta, Cizre’de, Nusaybin’de de karşı çıkılmalıdır. Bu Kürt’e saldırıdır. Kürt halkı bunu böyle görmelidir. Kürt halkı şunu görmeli, Şırnak’ı neden bu kadar yıktılar? Nusaybin’i, Cizre’yi neden bu kadar yıktılar? Sadece evleri yıkmak için yıkmadılar. Kürt’ün ruhunu, Cizre’nin, Şırnak’ın ruhunu yıkmak için oraya yöneldiler. Bilinçli yaptılar bunu.

Şimdi İstanbul’da bazı şehirler var. Küçükarmutlu, Gazi, 1 Mayıs ve Okmeydanı’nı yine Ankara’daki Tuzluçayır gibi, yıkmak istiyorlar. Bunları da neden yıkmak istiyorlar? Aleviler barınamamış, Maraş, Sivas ve Dersim Katliamından sonra, Aleviler barınamamış ve metropollere göçmüşler. Okmeydanı’na, Gazi’ye, 1 Mayıs’a, Küçükarmutlu’ya ve Gülsuyu’na yerleşerek, topluluklarını korumuşlar. Aleviler göçtükleri yerlerde, yan yana kalarak, varlıklarını korumuş. Nasıl Kürt’ün toplumsallığını dağıtmak için, şehirleri yerle bir ediyorlarsa, Okmeydanı’ndaysa, yerle bir edemeyip, tankla topla vuramasa da, orada da kentsel dönüşüm adı altında, Alevilerin toplumsallığını dağıtıp, Alevileri ortadan kaldırmak istiyor. Bu Türk devleti böyledir. Tek tip yapmak istiyor. Kürt’ü, Alevi’yi yok edip, sadece Türklerin, İslam’ı, Sünnilerin olacakları, o tek tipçi faşizmi, yaratmak istiyor.

Yani toplumdaki o komünal ruhu mu yok etmek istiyor?

Evet, Aleviler orada, toplu yaşıyorlar. Toplu yaşam, kültür yaratır. Toplu yaşam, kimlik yaratır. Onun için, Sur kimlik yaratan bir mahalleydi. Cizre kimlik yaratan bir şehirdi. Kürtler için yurtseverliğin, en gelişmiş yerlerinden biriydi. Orayı yıkarak, Amed’in ruhunu yaratan Sur’u ortadan kaldıracak ve Kürt yurtseverliğini ortaya çıkaran Cizre’yi ortadan kaldıracaklar. Bunu bilinçli yaptılar. Şimdi İstanbul’da da çatışma yok. Ama orada da ne yapıyor? Mahallelere, kentsel dönüşüm adı altında yapıyor. Zaten Sur için, önceden de bir plan vardı. Kentsel dönüşüm planı. Hatırlıyorsanız, daha çatışmalardan önce Sur’u, dağıtmak istiyorlardı. Bu çatışmalarda fırsat oldu.

Yılbaşı gecesi İstanbul’da gece kulübü Reina’ya bir saldırı oldu. Toplumda yılbaşı kutlamanın günah olduğuna dönük hem sosyal medya hem de Türk medyası tarafından bir algıda oluşturuldu. Öncesinden böyle bir saldırının olabilme ihtimali gibi haberler yayınlandı. Fakat buna dönük bir tedbir alınmıyor. Yani Türkiye de neden bu kadar çok bu yönlü saldırılar gerçekleşiyor?

Reina saldırısı, ağır bir saldırı. Orada yaşamını yitirenlerin ailelerine, baş sağlığı diliyorum. Tüm Türkiye toplumuna da başsağlığı diliyorum. Gerçekten çok alçakça bir saldırıdır. Diyelim, savaşta, çatışmalarda, askerler, polisler hedef alınabilir. Çünkü bir savaş var ve karşılığı bu oluyor. Diyelim, Türk ordusuyla biz savaşıyoruz ve bize sürekli saldırıyor, gerilla arkadaşlar, şehit düşüyor. Gerilla da gidiyor, polis ve asker hedeflerine saldırıyor. Bu, savaşın ortaya çıkardığı bir durumdur. Ama savaş içinde olmayan sivilleri, doğrudan hedeflemek, gerçekten çok alçakça bir saldırıdır. Dünyada görülmemiş, bir saldırı biçimidir. Yoktur, böyle bir şey. Böyle sivillere yönelik, zaman zaman tarihte olmuş. Avrupa’da olmuş, işte Protestan, Hristiyan, Katolik kavgasında, başka yerlerde olmuş. Toplumlar galeyana gelerek birbirlerini katletmişler. Bunlar da olmuş. Bunlar da tabi çok ağır ve yanlış şeylerdir, insanlık suçudur ama orada yaşananlar bilinçli planlı değil. Toplumlar anlık tepkilerle oluşmuş şeylerdir. Burada, bu DAİŞ’tir, El Nusra’dır, El Kaide’dir, bizzat sivilleri hedefliyor. Herhangi bir tepki ya da duygusallıkla, toplumda duyguların meydana getirdiği olaylar değildir, bunlar. Bizzat bilinçli, planlı, siviller hedefleniyor.

Gerçekten insanlık dışı, alçakça bir saldırıdır. Tabi önceden duyulmuş, tedbir alınabilirdi. Niye alınmamış gerçekten onda da soru işaretleri var. Niye şimdiye kadar yakalanmadı soru işaretleri var. Hatta ilginçtir silahı yakalanmış, silahının seri numarası silinmiş. Seri numaraları niye silinir mesela şunun içindir, birisinin gizli bir işi yapabilmesi içindir. Şimdi gerillanın silahında seri numaraları var. Neden silsin? Başkası neden silsin? Seri numarasının silinmesinin nedeni, o silahın kime ait olduğunun bilinmesini engellemek içindir. Örneğin; Türkiye, El Nusra’ya silah göndermişti. Kesinlikle hepsinin seri numaralarını silip göndermiştir. Devletler böyledir. Bir yere bir şey gönderdiklerinde, seri numaralarını silip gönderirler. Bu bakımdan tabi dikkat çekicidir. Kesin bir şey söylemek istemiyorum ama insanı kuşkulandıran şeyler var.

Bab’ta sıkışmış. Şimdi hemen bunun arkasından, böyle bir olay yaparak, kendisini yalnızlıktan kurtarmaya çalışıyor. İncirlik üssü kapatılsın diye, ABD destek vermiyor, yani böyle bir nevi, o yalnızlığı gidermek ve dış destek almak için bu olayın yarattığı etkiden yararlanmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey var. Bunlar tabi kuşku uyandırıcı ama esası şudur; bu noktaya nasıl gelindi? İki yıl içinde, Türkiye neden böyle şiddetli bir savaş içine girdi? Kürtlerle bu şiddetli savaş neden ortaya çıktı? Neden Suriye’ye girdin? Neden Irak’a girmek istiyorsun? Neden şimdi Türkiye’de DAİŞ eylemler yapar duruma geldi? Neden ekonomik kriz çıktı? Neden, Avrupa’yla, ABD’yle kavgalı, herkesle kavgalı, hale geldi? Tabi bunu, herkesin sorup cevap bulması lazım. Herkes soruyor neden bu hale geldik? Geçen gün, Fox Tv’de Fatih Portakal nasıl bu hale geldik diyor? Ama cevabını da başkalarının vermesini bekliyor. Nasıl bu hale geldiği ortadadır. Kürt düşmanlığından dolayı, bu hale gelindi. Neden, El Nusra desteklendi? Neden DAİŞ desteklendi yakın zamana kadar? Kürtlere karşı kullanmak için.

Dünya bilmiyor mu Ceylanpınar’da, sınırda Serekani’de üsleniyorlardı. Gelip Serekan,’ye saldırıyorlardı, El Nusracılar. Bu dünyanın gözü önünde oluyordu. Türk devleti destekliyordu. Neden? Serekani, Kürtlerin eline geçmesin diye. Ceylanpınar’dan örgütleyip, Serekaniye’ye saldırtıyordu. DAİŞ’i destekledi ki, Rojava devrimini boğsun. Bunun için bu kadar kirli ilişkiler içine girdi. ÖSO denen çeteleri bile, bunun için destekledi. Niye? Onlar Suriye’de etkili olsun ki Kürtler kazanmasın. Cenevre’ye gidildiği zaman bunlar diyordu ki, Kürtler Cenevre’de olmasın. Erdoğan tam Esat’ın yıkılacağını gördüğü an kendine göre, kurnazca, dedi ki yıkılacak o zaman ben hemen muhalifleri destekleyeyim, DAİŞ’i de, El Nusra’yı da ÖSO’yu da. Yıkılınca da ben ağa olayım, dedi. Halbuki üç ay önce diyordu, kardeşimdir. Tamamen Suriye’nin yıkılacağını düşündü. Hesap oydu. Kardeşim dediğini hemen arkadan, hançerledi. ÖSO’yla da dost oldu, DAİŞ ve El Nusra’yla da. Şimdi başarısız oldu. Hepsi ne yaptı, Bab’a girmek için? Neden girdi Bab’a? Türkiye Suriye’ye ne mülteciler için ne de DAİŞ’e karşı mücadele için, girdi. Zaten söylüyorlardı, Kürt koridoru olmasın, kantonlar birleşmesin.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDİĞİ İÇİN

Kürtler için girdi Bab’a. İşte, bak ben, DAİŞ’le savaşıyorum adı altında girecek, ondan sonra da Kürtlere karşı savaşacakmış. Şimdi bunlar yarattı bugünkü durumu. Bugün eğer, DAİŞ eylem yapıyorsa, eğer DAİŞ’le karşı karşıya gelen bir durumu olduysa, bu durum Bab’taki Kürt karşıtlığından dolayı oldu. Diyor, niye bu hale geldik? Neden, Beşiktaş’ta, Kayseri’de bu olay oldu? Biz ne yaptık da bunlar oluyor? Bir de utanmadan neden bunlar oluyor, diyor? Ya, sen, Sur’u yıktın, Cizre’yi yıktın, Şırnak’ı yıktın, Nusaybin’i yıktın, sivilleri öldürdün. İnsanları cayır cayır, bodrumlarda yaktın. Daha ne yapacaksın? Savaş böyle oldu. Kürtler mi çıkardı?

Önder Apo da, PKK de, bir şans tanıdı. Dolmabahçe Mutabakatı oldu. Ne oldu? Erdoğan reddetti. Önderliğe tecrit uyguladılar ve 7 Haziran seçimlerinde reddettiler. Savaşı başlattılar. Savaş niye başladı? Niye Kürtlerle savaş oldu? Herkes şunu bilsin: Kürt sorunu çözülmediği için oldu. Kürt sorununu çözmek istemedikleri için oldu. Çözme niyetleri yoktu. Baktı, Kürtler, Rojava’da, Başur’da, Rojhilat ve Bakur’da güçlendi, Kürtler etkili hale geldi ve bütün dünya Kürtleri konuşuyor. Kürtler itibarlı hale geldi ve aman tehlike, dediler. Kürtlerin önü alınmazsa, soykırımcı sistem yıkılır. Çözmüyor, çözüm için politika üretmiyor. O zaman ne yapacak, güçlenen Kürt ne olacak? Çözümü dayatacak. Kürt güçlenmiş, kendisi de çözmek istemiyor. Bunun için savaşı ortaya çıkardı.

Yani, savaş neden ortaya çıktı, çatışmalar niye bu kadar oldu? Niye bu kadar şehirler de bu eylem, şu eylem oluyor? Türkiye’nin çökerten politikasındandır. Esat’la kavgası da, Kürt düşmanlığından oldu. Şimdi o politika, boşa çıktı. Suriye politikası, başarısız oldu. Başarısız olunca da bu sefer herkesle işbirliği içine girdi. Anlaşıldı ki, Suriye meselesinde sorun Esat değilmiş, sorun Kürtlermiş. Şimdi Esat’la dost olmaya hazır. Esat kuşkuludur, kaygılıdır. Neden bir gün konuştu, ertesi gün hançerliyor yani. Bir ay önce Ebadi’ye sen kaç kalibredesin, sen adam bile değilsin, sen benim ayarımda değilsin, düşman, diyen adam, bu sefer telefonla konuşuyor, bilmem sarmaş dolaş oluyor. Yani böyle bir kişilik, böyle bir devlet karakteri ortaya çıkardı. Kimse güvenmiyor.

Peki, Türkiye’nin bu dış politikasındaki tutarsızlığının kaynağı sadece Kürtlere dönük yok etme politikaları üzerinden mi ele almak gerekiyor?

Evet, tamamen odur. Şu an da ABD’yle neden kavgalı? Diyor, benim gibi neden Kürtleri, ezmiyorsun? Kürtlere, PKK’ye, YPG’ye ben nasıl bakıyorsam, sen de öyle bakacaksın, diyor. Avrupa’ya ben nasıl savaşıyorsam, sen de benim savaşıma destek vereceksin, diyor. Onun için ABD’ye Avrupa’ya öfkeli. Rusya yanaşıyor. Peki Rusya’ya önceden öfkeliydi, korktu. Rusya’dan korktu. Neden korktu, biliyor musunuz? Rusya PKK’ye silah verirse, Türkiye’nin hali duman olur diye. Diyor ya, ABD silah verdi, öyle bir şey yok. NATO üyesidir. Bir tek mermisi gerillada yoktur, ABD’nin. Bunların hepsi yalandır. Ama korktu. Rusya silah verirse ne olacak? Hatta kuşkulandı. Uçaklar düşünce, helikopter düşünce, tanklar vurulunca, kuşkulandı. Hemen gidip Rusya’ya sarıldı.

Rusya’ya sarılması da Kürt korkusundan oldu. Esas Suriye’den değil, Kürt korkusundan oldu. Bu açıdan, Türkiye’de Kürt korkusu, diplomaside yanlış yola götürüyor. Ekonomide, siyasette yanlış yola götürüyor, her konuda çökertiyor. Aydınlarla niye bu kadar kavgalı? Bir zamanlar, liberallerle ilişkiliydi. Şimdi liberallere düşman, yazara düşman, hepsine düşman. Neden, çünkü niye Kürt karşıtlığı yapmıyorsunuz benim gibi, diyor. Çünkü biraz demokrat, liberal ve aydın olmak, Kürt sorununda yumuşak olmaktır. Niye Kürt sorununa benim gibi yaklaşmıyorsunuz, diyor? Bütün aydınlara, yazarlara düşmanlığı Kürt sorunuyla ilgilidir.

Türkiye’nin beka sorunu da buradan mı çıkıyor?

Türkiye’nin beka sorunu yok. Beka sorunu AKP ve MHP’nindir.

Bunun altında kendi bekaları mı var? Erdoğan kendi bekasını mı koruyor? 

Evet, kendi bekaları. Çünkü Türkiye demokratikleştiği zaman, MHP diye bir parti kalır mı? Türkiye demokratikleştiği zaman, AKP gibi bir hareket kalır mı? Kalmaz. Türkiye’nin beka gibi bir sorunu yok. Kürt Özgürlük Hareketi, demokrasi güçleri, Türkiye’yi yıkmak istemiyor, Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyor. Demokratikleşmesi için de Kürt sorununun çözümünü istiyor. Ne beka sorunu? Türkiye’nin beka sorunu yok, onların beka sorunu var. Türkiye’nin, AKP’den, MHP’den, kurtulma sorunları var. Şu anda Türkiye’nin sorunu budur. Diyorlar, sorunlar nasıl çözülecek, bu durumdan nasıl kurtulacağız? Çok kolay bu durumdan kurtulunması. Kürt sorunu çözüldüğü an, bunların hepsi ortadan kalkar. Dış dünyayla kavgalı olmaktan çıkılır, ekonomi bozulmaktan kurtulur, bilmem DAİŞ’e, El Nusra’ya yardım etmek, onlarla ilişki kurmak gibi bir durum, ortaya çıkmaz. Bir gün şu politikayı, bir gün bu politikayı izlemek gibi, kaypak durumlar ortaya çıkmaz. Sağlam, ayakları yere basan bir Türkiye ortaya çıkar. Bunun için, Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. Ama Kürt sorununu da AKP ve hükümetler çözmez. Kürt sorununun çözümü, çok zayıf bir ihtimal, denendi, olmadı. Artık iktidarlarla çözülemez. Onlarla masaya oturularak çözülemez. Evet, bir çözüm olur ama çözüm, Türkiye’de şöyle olur: Demokrasi güçleriyle, demokratik mücadele verilir.

Türkiye demokratikleşir, sorun öyle çözülür. Demokratik zihniyette olanlarla çözülür. Demokratikleşme olur, çözülür ayrı. Ama demokratikleşmeden, demokratik zihniyete kavuşmadan, demokratik dönüşüme kavuşmayan, hiçbir iktidarla, hiçbir partiyle, sorun çözülemez. Ancak demokrasi mücadelesi verilir, demokratikleşme mücadelesi verilir, Türkiye’de zihniyet değişime uğratılır, mevcut zihniyetler aşılır, AKP-MHP gibi zihniyetler aşılır, demokratik zihniyetler ortaya çıkar, onlarla çözülür. Onun dışında, Türkiye’de Kürt sorunun çözümü mümkün değil. Kürt sorunu, çözülmezse de Türkiye bu sorundan kurtulamaz. Kürt sorunu çözüldüğü an, bütün sorunlar çözülür. Çünkü Kürt sorunu çözüldüğü zaman, zihniyet değişir. Zihniyet değiştiği zaman, Alevi sorunu da çözülür, Ermeni sorunu da çözülür, emekçi sorunu da kadın sorunu da, hepsi çözülür. Yaşam tarzı sorunları falan, hepsi ortadan kalkar. Çünkü demokratikleşme demek, bütün farklılıkların kabul edilmesi demektir. Etnik olsun, dinsel olsun, toplumsal, kültürel olsun, bütün farklılıkların bir arada yaşaması, demektir. Türkiye’de şimdi laiklik diyorlar. Laiklik demokrasiyle kurulur. Demokrasi olmadan laiklik olmaz.

Peki, bu anlamda sizce Türkiye’de ırkçılık mı gelişiyor. Değişik renklere saldırılar bunu mu ifade ediyor?

Türkiye başından beri ırkçıydı. Şimdi değişen şu oldu. Eskiden bir şey vardı. Beyaz Türkçülük. Beyaz faşizm, kara faşizm, vardı. Şimdi yeşil faşizmle birlikte üçü birleşti. Irkçılığa bir de yeşil faşizm eklendi. Evet, şunu söyleyebiliriz. Bunu da Erdoğan başardı. Erdoğan, İslami kesime de en büyük düşmanlığı yaparak, beyaz Türkçülüğün, kara Türkçülüğün yanına, bir de yeşil Türkçü faşizmi koydu. Bu temelde, aslında İslamiyet’e de Türkiye’deki İslami kesime de en büyük düşmanlığı yaptı. Evet, ırkçılığı yeni bir düzeye çıkardı. Beyazın, karanın yanına, bir de yeşil koydu. Gerçekten de en tehlikeli ırkçılığı ortaya çıkardı. Irkçılığın en tehlikelisi de milliyetçilik ve dinciliğin bulaştığıdır. Hitler de Mussolini de bunu yapmıştır.

MHP’de ortak oldu diyebilir miyiz? Çünkü şu an ki haliyle AKP-MHP hükümeti olarak tanımlanıyor.

MHP zaten ırkçı bir partidir. Şu anda, MHP iktidardadır zaten. Bazıları diyor MHP, AKP, bilmem Ergenekoncu parti, diyorlar, bir milli seferberlik hükümeti, kuralım. Zaten kurulmuş. AKP iktidarda ama, hepsinin politikasını izliyor. Şu anda iktidarda, sadece yeşil Türkçü faşizm yok, beyaz Türkçü faşizm, kara Türkçü faşizm, hepsi iktidardadır. Bu yönüyle, ırkçılığın dünyadaki en yüksek düzeyine çıkarılmış, bir Türkiye gerçekliği var. Belki dünyada, bir yerde kara, bir yerde beyaz, bir yerde yeşili, vardır. Türkiye’de, yeşili, karası, ne kadar renkli faşizm varsa hepsi toplanmış. O bakımdan, ırkçılığın zirvesi var. Başta da vardı ancak şimdi zirveleşmiş durumdadır.

Röportajın 2. bölümü YARIN...