Karayılan: Gerilla tarih yazıyor

15 Ağustos Diriliş Bayramı nedeniyle gerillaya seslenen HSM Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, gerillanın Zap, Metina ve Avaşin’de tarih yazdığını ve Türk devletinin Güney Kürdistan’da tarihindeki en büyük kayıpları verdiğini ifade etti.

GerillaTV tarafından yayınlanan videoda Karayılan, 15 Ağustos Diriliş Bayramı nedeniyle gerillaya seslendi. Türk devletinin yasaklı silahlar kullanmasına, işbirlikçi kesimlerin, uluslararası güçlerin tüm desteğine karşı ordunun tıkatıldığını ifade eden Karayılan “Bu, Türk devletinin yenilgisidir. O kadar gücü var. Her hafta gücünü yeniliyor, değiştiriyor. Sürekli ölüyor. Türk devleti kendi tarihinde hiçbir zaman bu kadar üst üste kayıp vermemiştir. Başûrê Kurdistan’da hiç böyle kayıp vermemiştir. Savaş hiçbir zaman böyle 4 ay boyunca üst üste uzamamıştır. Bu yeni bir durumdur. Bu, yeni bir taktik yöntemdir. Koordineli savaşabilen profesyonel timler, hareketli ve yarı-hareketli timler ve tünel savaşına dayalı timler -çünkü tünel savaşı da timlerle yürüyor- ve aktif savunmayla savaşmak savaş tarihinde yeni bir durumdur. Bu, tüm insanlık için yeni bir yoldur” dedi.

Karayılan konuşmasında şunları ifade etti: “Öncelikle hepinize selamlar, saygılar. Tüm arkadaşların Diriliş Bayramı’nı kutluyoruz. Tüm arkadaşlar adına Diriliş Bayramımızın ve 15 Ağustos Atılımı’nın 38. Yıldönümünü Önder Apo’ya kutluyoruz, selam, saygı ve bağlılıklarımızı sunuyoruz. Diriliş Bayramını, 15 Ağustos’un 38. Yıldönümü tüm Kürdistan halkına, Kürdistan halkının dostlarına, demokratlara, tüm çalışanlara ve siz yoldaşlara kutlu olsun diyoruz. 39. Yılda herkes için başarılar diliyoruz.

15 Ağustos Atılımı şehitlerin emeği ve direnişiyle yaratılmıştır. Devrim şehitleri en büyük emeğin sahipleridir. Önder Apo’nun emeğinin yanında kahraman şehitlerimiz tarihi bir rol oynadılar. 38. Yıldönümünde ölümsüz komutanımız Egîd (Mahsum Korkmaz) yoldaş şahsında tüm devrim şehitlerimizi hürmetle anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Onlara verdiğimiz sözü tekrarlıyor, sonuna kadar bağlı kalacağımızı belirtiyoruz. Şehitlerin özlem ve hayallerini hakikat haline getireceğiz, mücadele bayraklarını yükselteceğiz, bu şekilde onları ölümsüz kılacağız, anılarını Özgür Kürdistan’da Önder Apo’nun özgürlüğünde yaşatacağız. Bu sözümüze sonuna kadar bağlı kalacağız.

15 AĞUSTOS BÜYÜK CESARET VE EMEK GEREKTİRİYORDU

15 Ağustos Atılımı çok zorlu koşullarda örgütlendirildi. Kürt toplumunun yok oluşun eşiğindeydi. Kürt ve Kürdistan serhildanları ezildikten sonra çok kapsamlı bir asimilasyon ve soykırım siyaseti yürütüldü. Şark Islahat Planı temelinde Kürt halkını yok etmek istediler. Fiziki ve kültürel olarak soykırımdan geçirmek istediler. Bu siyasetin çok mesafe aldığı bir dönemde Önder Apo’nun çıkışı gerçekleşti. Önder Apo’nun bu çıkışı, çok tarihi bir çıkıştı. Önder Apo önce fikir yarattı. Ulusal ve devrimci fikri geliştirdi. Bilindiği üzere bu fikir temelinde ilk grup oluştu, partileşme gelişti ve PKK kuruldu. Ama düşman buna müdahale etti. 12 Eylül 1980’de faşist cunta Türkiye’de hükümete el koydu. Hem Türkiye sol sosyalistlerine karşı, hem de Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı çok kapsamlı bir saldırı geliştirdi. Yine Şark Islahat Planı’nı devreye koydu. Kürdün dilinden kültürüne kadar her şeyi yasakladı. Buna karşı Amed Zindanı’nda önce Mazlum Doğan yoldaş öncülüğünde, Ferhat Kurtay arkadaş ve beraberindeki 3 arkadaş, yine 14 Temmuz Eylemcileri Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşlar şahsındaki kalkış bir temel oluşturdu. Onlar sonuna kadar ‘biz teslim olmayız’ dediler. Bu, Önderlik için büyük bir kuvvet oldu. Çünkü o şartlarda ülkeye dönüş ve Türk sömürgeciliğine karşı silah kullanmak öyle kolay değildi. Her şeyden önce büyük bir cesaret ve emek istiyordu, bir temel gerekiyordu. İşte zindan direnişleri Önder Apo’nun çalışmalarında bir temel oldu ve Egîd yoldaş öncülüğündeki 15 Ağustos Atılımı bu şekilde gelişti.

72 SAAT ÖMRÜ VAR DENDİ 9 YILDA ZAFERİ KAZANDI

Bu atılım silahlı bir atılımdı ama esasen çok önemli bir çıkıştı. İdeolojikti, toplumsaldı, ulusaldı, köleliğe karşı isyandı. Her şeyden önce kendi kendine, köleliğe, toplumsal köleliğe karşı bir isyandı. Kendine, kölelik sistemine, soykırım sistemine karşıydı. Bu yüzden birçok anlama sahiptir. Şimdiye kadar birçok kez Önder Apo kapsamlı değerlendirmeler yapmıştır, biz de her vesileyle üzerinde konuşup tartışıyoruz. Burada anlamını çok fazla açmamıza gerek yoktur. Fakat insanlığa sahip çıkma hamlesiydi. Kürdistan’da Kürt toplumu ve halkı şahsında insanlık ayaklar altına alınmıştı, eziliyordu. Buna karşı vicdanlı insanlar, en başta da Önder Apo ve Önder Apo etrafında toplananlar, vicdanı bunu kaldırmayanlar, vicdani ve insani bir çıkış yaptılar. Ulusun varlığı için meşru bir savunma geliştirdiler, bir öz savunmaydı. Kısaca böyle tanımlayabiliriz. Olmasaydı olmazdı. Olmasaydı toplum yok olacaktı.

Böylesine tarihi bir an’da böyle bir çıkışı yapmak, çok çok anlamlıdır. Fakat birçok kişi buna inanmıyordu. Zaten düşman ‘72 saat ömrü var’ diyordu. Bizim dışımızdaki birçok kişi ve örgüt de buna karşı çıktı. ‘Türk devleti karşısında kimse başarılı olamaz, bu çıkış da çok kısa bir zamanda öyle olur’ diyorlardı. O zamanlar grubumuz fazla büyük değildi. 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştiren grubun sayısı çok azdı. O eski serhildanlardaki beyler, mirler gibi binlerce, on binlerce askeri yoktu, fazla silaha sahip değildi. Grup küçüktü. Fakat yürekleri büyüktü, inançları büyüktü ve amaçları büyüktü. Önder Apo onun fikrini yaratmıştı, ideolojisi inancın kaynağıydı. Zaten biz o zaman sadece ideolojimize dayanıyorduk. Örgütümüz ideolojiye, inanca, yoldaşlığa, yoldaşlığa bağlılığa, zindandaki yoldaşlara bağlılık, Önder Apo’ya bağlılıkla yürüyordu. Önder Apo etrafında bu temelde toplanan kadrolar bunu yürüttü. Zaten diğer yandan tasfiyecilik de insanları kaçırtmak, kırılmak yaratmak için iş başındaydı. Birçok gücün buna benzer çabaları vardı. O zaman tasfiyecilik baş gösterdi. İşte tüm bunlara karşı ideolojiye bağlılık, iradeleşme ve kararlaşma 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirdi. İlk 9 yılda esasen zaferi kazandı. Kürt Meselesi’nin üstünü açtı, Kürtler ‘biz varız’ dedi.  O kadar korkan, dehşet içinde yaşayan Kürtler, kendinden bahsetmekten bile ürkenler, artık sokaklara çıktılar. İlkin Cizre ve Nisêbîn’de, sonra da tüm Kürdistan’da serhildanlar başladı. Ölü olan Kürt dirildi. Bu yüzden devrim, Diriliş Devrimi oldu. Bu devrim çok önemli bir direnişle, Egid, Erdal, Bedran, Havva yoldaşların ve daha yüzlerce arkadaşın emeğiyle oldu. Hepsi emek sahibiydi, rol oynadılar. Onların emeğiyle bu hamle sonuç aldı.

1 HAZİRAN HAMLESİ İKİNCİ 15 AĞUSTOS HAMLESİDİR

Son 29 yılda Kürt Sorunu çözülmek üzere masadadır. O zamandan bu yana Önderliğimiz siyasi çözümü diyalogla geliştirebilmek için çok çabaladı, birçok kez ateşkes ilan etti. Yine Önderliğimiz siyasi çözümü gerçekleştirebilmek için yönünü Avrupa’ya verdi. Fakat gördük ki, ne oldu? Bir ret tutumu gelişti, Avrupa, kapitalist modernite dünyası tüm yasalarını ayaklar altına aldı, siyasi hakları kabul etmedi, hukuksuz ve kanunsuz bir biçimde Önderliği kaçırdılar ve Türkiye’ye teslim ettiler. Uluslararası komplo bu şekilde gelişti. Uluslararası komplo esasen soykırımı tamamlama hamlesiydi. Çünkü onlar, ‘eğer biz Önder Apo’yu tutuklarsak PKK tasfiye olur’ diye düşünüyorlardı.

Ama Önder Apo İmralı Zindanı’nda da dahiyane bir şekilde geliştirdiği tutumuyla ve kadın özgürlüğüne dayalı demokratik ve ekolojik toplum paradigmasıyla bu komployu aslında boşa çıkardı. Fakat siyasi çözüm çabalarına Türk sömürgeciliği yanıt vermedi. Özellikle AKP 2002’de iktidara geldi, ‘eğer düşünmezsen Kürt Sorunu yoktur’ dedi. Yani çözüme gelmediler, soykırımda ısrar ettiler. Buna karşı ikinci bir 15 Ağustos Hamlesi olarak, 1 Haziran Hamlesi geliştirildi. Onun kararı alındı. Tasfiyecilik yine engel oldu, sorunlar çıkardı ama tüm bunlar Önder Apo’nun ve çizgiye bağlı arkadaşların mücadelesiyle bertaraf edildi. 1 Haziran Hamlesi bu şekilde 15 Ağustos Hamlesi’nin bir devamı olarak gelişti. Bu hamleye Erdal, Adil, Nûda, Rojîn Gewda, Reşît Serdar, Mehmet Goyî ve daha yüzlerce yoldaş emek verdi, büyük direnişler sergilediler. Esasen bu şekilde hareketimiz büyüme sürecine girdi. Doğrudur, komplo boşa tam yenilmedi ama boşa çıkarıldı ve hareket büyüyüp genişlemesini devam ettirdi. Diyebiliriz ki; 2012 yılı sonunda Türk ordusu artık savaşamaz noktaya geldi. Çünkü artık birçok yer gerillanın kontrolü altına girdi. İşte düşman o zaman 2013 yılı başında ateşkesi kabul etti.

TÜRK ORDUSUNUN ARKASINDA NATO VE ULUSLARARASI GÜÇLERİN DESTEĞİ VAR

İki kez protokol yapıldı. Hem 2013’te başlayan ve 28 Şubat 2015’te protokolle sonuçlanan süreçte, hem de ondan önce Oslo’daki tartışmalar temelinde taraflar uzlaşarak bir protokol geliştirdiler. Türk devleti bu protokolleri reddetti. Bizim heyetimiz ve onların heyeti 2-3 yıl tartışıyordu, çözüm için bir sonuca ulaşıyordu, fakat devlet ve hükümet reddediyordu. Çünkü devlet ile hükümetin çözüm niyeti yoktu. O ateşkes sürecini özel savaş taktikleri için kullanıyordu. İşte 2013’te, evet ateşkesi kabul ettiler, ama Türk devleti NATO yardımıyla bunu sonra bozdu. Çünkü NATO da ne askeri ne de siyasi olarak NATO’nun ikinci ordusu olan Türk ordusunun Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında yenilmesini istemiyordu. Ama savaşamadığını da gördüler. Bu yüzden çağın teknolojisini verdiler. Şimdi artık rejimin içinden de bazıları bunu itiraf ediyor. Bu İHA, SİHA yani keşif uçakları için önceden hep yerli ve milli diyorlardı. Hepsi yalandı, Türkiye’de sadece montajını yapıyorlar. NATO Gladiosu 7-8 ülkeden, her birinden hassas bir parçasını ayarlayıp getiriyor, onlar da Türkiye’de birleştiriyor. Bu silahı onlara yaptırıp ellerine verdiler ki, savaştaki üstünlük Türk ordusuna geçsin. Bir, bunu yaptılar. Bu, dış destekti. NATO ve uluslararası güçlerin siyasi desteği de vardı. Aynı zamanda paralı özel bir ordu yaptılar. Paralı bir ordu yaptılar ki, ne kadar öldürsen de kamuoyunun haberi de olmuyor, çünkü ilan edilmemeleri için senet imzalatıyorlar, ölümleri için maaşları arttırılmış ve bu şekilde kayıt oluyorlar. Böylesine paralı özel bir ordu yarattılar. Normal orduyu bunun dışında bıraktılar.

Halkımız 2013 yılında gördü ki, bunlar kalekol inşa ediyor, mevzi yapıyor, var olanları sağlamlaştırıyor. O zaman halkımız buna itiraz etti, eylemler oldu, hatta Amed’de şehadetler yaşandı. O kalekollara karşı serhildanlar gelişti. Düşman kendisini savaşa hazırlıyordu. Hem tekniki, hem siyasi destek alıp özel ordu yaratıyordu. Ateşkes sürecinde ‘Çöktürme Planı’nı yani bize diz çöktürmeyi planladılar. Ortaya çıktı ki, bu planı 30 Ekim 2014’te yapmışlar. Yani niyetleri kötüdür, haindirler, kalleştirler. Kürtler’e her daim böyle yapmışlar. İyi olan tarafı Kürt halkının başkanı var, Önder Apo var, bu yüzden kanmadılar. Hem süreç yürüyordu, hem de her daim tedbirli olmamız belirtiliyordu. Hareketimizin de bazı tedbirleri vardı, bu yüzden yenilmedik. Yoksa asıl amaçları bizi yenmekti, Tamiller gibi yapmaktı. Tamiller Sri Lanka’da nasıl yenildiyse, bizi de öyle tasfiye etmek istiyorlardı. Bilindiği gibi onlarla da Oslo’da diyalog vardı, onlar biraz gevşeyince üzerlerine gidip hepsini tasfiye ettiler.

Fakat biz kendimizi gevşetmedik, tecrübelerimiz vardı, Önder Apo’nun uyarıları vardı. Onların ‘Çöktürme Planı’na karşı önce şehir direnişleri, demokratik özerklik direnişleri gelişti. Türk devleti şimdi buna bir isyan, hendek vb şeyler söylüyor. Öyle değildi. O bir isyan değildi. Özerklik çözümünü geliştirmek için devlete baskı yapmaktı. Bu yüzden mahallelerde özerklik ilan edildi. Mütevazi bir girişimdi aslında. Ama Türk devleti ve AKP hükümeti bunu bir isyan olarak ele aldı, çok sert yöneldi. Eğer öyle dedikleri gibi olsaydı tüm gücümüzü şehirlere koyar, isyanı başlatırdık. Ama bir isyan değildi. Daha fazla gençlerin öncülüğünde bölgesel bir özerklik ilanıydı. Mahallelerin, kentlerin özerkliğiydi. Silah önde değildi, toplumsal yönü ön plandaydı. Ama bilindiği gibi düşman üzerine silahla gitti ve buna karşı büyük direnişler gelişti. Çiyager, Xebatkar, Zeryan yoldaşlar öncülüğünde çok görkemli direnişler sergilendi. Düşmana bize diz çöktüremeyecekleri gösterildi. Mehmet Tunç bunu açıkça söyledi, ‘biz Cizre’de boyun eğmeyeceğiz, ardıllarımızın başı dik olsun’ dedi. O zamanki serhildanlar, sergilenen direniş gerçekten de bir miras yarattı. Bu şekilde o planları boşa çıktı.

2016 FEDAİLER YILI OLDU

Türk devleti 2016 yılında kendisini yeni bir konsepte ulaştırdı. Bazı kesimler darbe yapmaya çalıştı ama esasen AKP-MHP darbe yaptı. Kendi darbelerini tamamladılar. Türk-İslam sentezi temelinde, ittihat terakki zihniyetiyle ‘Türkiye küçülecek, bunun önünü almalıyız, Türkiye küçülmemeli büyümelidir, misak-ı milliyi işgal edelim, PKK’ye karşı sadece sınır içinde değil sınır dışında da savaşalım’   diyerek yeni bir konsepte ulaştılar. Kuşkusuz bu konsept Kürt halkı için büyük bir tehlikeydi. Çünkü soykırım siyasetini esas alıyordu. Ama aynı zamanda Arap halkı, Asuri-Süryani halkı ve tüm bölge halkları için bir tehlikeydi. Çünkü bu konsept çerçevesinde tüm Suriye ve Irak’ı himayesi altına almak istiyor. Bu iddiası halen de geçerlidir. Biz buna karşı direniş geliştirdik, üzerinden altı yıl geçti, fakat halen bundan vazgeçmemişler. Birazdan ondan da söz edeceğiz.

Buna karşı gelişen 2016 yılı için diyebiliriz ki, mücadele tarihimizde fedailer yılı oldu. Bu yılda başarılı 27 fedai eylemi gerçekleştirildi. Onun dışında da çok fedaiyane çıkışlar oldu, önemli bir direniş ve savaş gelişti. Ama düşman da iç ve dış ittifaklarını tamamlamıştı. Yeni Osmanlı hayallerini gerçekleştirebilmek için El Kaide çizgisindeki ister DAİŞ, ister El Nusra çetelerini, hakeza İhvan-ı Müslimin ve işbirlikçi Kürt çizgisini bu projede bir ayak haline getirdi. Hem Başûrê Kurdistan’da, hem de Bakurê Kurdistan’da Kürt işbirlikçiliğine ağırlık verdi. Ondan sonra yabancı güçlere önem verdi. Dış devletlerin bazılarını tehdit ve şantajlarla kendisine destek verir hale getirdi. Kısacası; bu şekilde kendisine yeni bir konsept seçti ve saldırılara başladı. Cerablus’a, Etruş’a, Medya Savunma Alanları’na, Bakur’da Çarçêl, sonra Kato Jirka’ya dönük saldırı geliştirdi.

Başka bir şey de var; Türk devleti hem Osmanlı’da hem de cumhuriyet döneminde, yani şimdi Kürt hareketlerini ezmek için Türkiye’nin jeostratejik durumunu kullanmıştır. Hegemonik güçler arasındaki uluslararası dengelerde oynamıştır. Daha fazla Rusya ve Avrupa, batılı güçler arasında sürekli oynamış, çelişkilerinden faydalanmış, bazen o yana, bazen bu yana kendisini vererek her iki taraftan da destek almaya çalışmış ve Kürt hareketlerini bu şekilde tasfiye etmeye çalışmıştır. Gerçekten de bunu birçok kez başarmıştır. Osmanlı zamanında Mir Mihemed Rewanduzî, Bedirxan Beg ve sonrasındaki hareketlerin hepsini bu yöntemle yenmiştir. Şimdi de aynısını yapıyor. Yani Türkiye’yi pazarlayarak Kürtler’i yenmem için bana yardım etmelisin diyor, diğerine de aynısını söylüyor. İşte şimdi de görüyoruz, hem NATO’ya bana yardım edin, Kürt karşıtlığında benimle olursanız şartlarınızı kabul ederim diyor, hem de Rusya’ya gidip aynısını söylüyor. Bu devlet Kürt karşıtlığı temelinde böylesine alçakça bir siyaseti 200 yıldır yürütüyor. Şimdi de bize karşı aynı siyaseti sürdürüyor.

Bunun yanında bir de dünyanın durumu var. Şimdi savaş içindeyiz. Çok fazla geniş değerlendirme ve yorumlara girmemize gerek yok. Fakat dünyanın durumu bizi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü Kürt Sorunu yerel olduğu kadar, uluslararası bir sorundur da. Bu sorun, Lozan’da bir sorun haline gelmedi mi? Lozan’da inkar gelişti ve Kürdistan böyle 4 parçaya bölündü. Kürt Sorunu, uluslararası bir sorundur. Yine bu devletler uluslararası devletlere sırtlarını dayayarak Kürt halkının üzerine geliyorlar. Bunun anlamlı, yerel değil, uluslararası bir mesele olduğudur. Bu yüzden uluslararası durumları dikkatle takip etmek, tanımak gerekiyor. Önder Apo da buna her zaman ehemmiyet vermiş ve bunun üzerinden siyaset yürütmüştür. Biz burada kısaca değinmek istiyoruz.

Dünyanın durumu Reel Sosyalizm’in yıkılmasıyla yeni bir sürece girdi. Kapitalist modernite güçleri bunu kendileri için bir zafer olarak ilan ettiler. Artık yeni bir dünya kuracağız dediler. Zaten ismini de Yeni Dünya Düzeni koydular, başka da birçok isim taktılar. ABD öncülüğünde tek kutuplu bir dünya kuracağız dediler. Kısaca değinelim; bunun üzerinden 30 yıl geçti, esasen 2010 yılına kadar devam etti. 1989’den 2010’a kadar devam etti, bir ara süreçti. Bu ara süreçte Irak’a, Afganistan’a ve daha birçok yere müdahale ettiler. Ama başarılı olamadılar. Önder Apo diyor ki; kapitalizmde, yani kapitalist modernitede kaos yaşamın bir parçasıdır. Her daim kaotik bir sistemdir, sürekli krizler halindedir. Tek başına olduğu halde ve hakeza dünyaya hakimim dediği koşullarda krizlerin altından çıkamadı. Kapitalizm her krize girdiğinde bu krizlerini savaşla hafifletmeye veya aşmaya çalışıyor. Savaş çıkarıyorlar. Zaten dünya savaşını bu şekilde ortaya çıkardılar. Bölgesel savaşları da çıkararak nefes almaya çalışıp, krizlerinin hafifletmeye çalışıyor. Bu yüzden müdahale ettiler, savaştılar, fakat gün geçtikçe krizleri daha da derinleşti.

En son 2011 yılında Arap halkının serhildanları gelişti, savaş süreci başladı. Esasen 3. Dünya Savaşı başladı. 1990’lardan başlayan ve 2011’e kadarki süreç 3. Dünya Savaşı’nın başlangıcıydı. Böyle zamana yayılan ve yeni bir yöntemle yürütülen dünya savaşı var. Şimdi kapitalist modernite sistemi en krizli olduğu dönemdedir. Bilindiği üzere eskiden savaş yalnızca Ortadoğu bölgesindeydi, fakat çelişkiler çok yönlüydü. Sonra savaş Ukrayna’ya kaydı. Şimdi Ukrayna’daki savaş aslında NATO ve Rusya arasındaki savaştır. Rusya’nın Ukrayna üzerindeki ilk hesapları yanlıştı. Fazla yorumlamaya gerek yok, oradaki halkın ve ordunun direnmeyeceğini sanıyordu ama öyle olmadı. Askerleri de fazla başarılı değildi. Bu yüzden Rusya stratejisini değiştirmek zorunda kaldı. Şimdi stratejisini değiştirip cepheden adım adım ilerleyerek kendisini toparladı. Herhalde kendi gerçeği üzerinde duruyor.

Ukrayna savaşıyla birçok şey açığa çıktı. NATO’nun Madrid’de gerçekleşen toplantısında alınan kararlardan açığa çıktı ki, yeni bir karara ulaşmışlar. Artık kendilerini açıkça savaşa hazırlıyorlar, Rusya ve Çin’i hedef gösterdiler. Dünyada bazı yeni şeyler açıkça konuşulmaya başlandı. Aslında eskiden beri gündemdeydi. Şimdi herkes kendisini savaşa hazırlıyor. Çin gıda topluyor. Hem de yıllarca yetecek gıda toplayıp depolayarak kendisini hazırlıyor. Yeryüzünde kendilerini savaşa hazırlıyorlar. Ama şimdi uzaya gidip orada da kendilerini savaşa hazırlıyorlar. Herhalde Çin gördü ki diğer taraflar orada kendisini savaşa hazırlıyor, onlar da gittiler. Bu şekilde kapitalist dünya yeni bir sürece girdi. Bu nedir? Her şeyden önce savaşta artık dijitalizm gelişiyor. Dünya artık dijital bir dünyaya dönüşüyor, teknoloji daha çok hakim oluyor. Siyasi yönden de birçok güç baş gösterdi. Taraflar kendini belli etti. Taraflar arasındaki krizler de ayyuka çıktı. Eskiden buna soğuk savaş diyorlardı, ama şimdi onu fazlasıyla geçti. Şimdi herkes açıkça birbirine karşı hazırlıklar yapmakta. Hegemonik güçler ve dünya sermayedarları arasında ekonomik, siyasi, askeri bir mücadele söz konusu.

Eğer Japonlar’ı saymazsak esasen bunu doğu ve batı sermayesi olarak da tanımlayabiliriz. Zaten birkaç yıldır böyle tanımlıyoruz. Belki Çin, Hindistan, Rusya gibi taraflar kendi içlerinde tam birlik olmamıştır. Ama bahsediliyor. Ortadoğu’da İran’a karşı bir birlik yapmaya çalışıyorlar, Pasifik Okyanusu’nda Çin’e karşı bir birlik yapmaya çalışıyorlar, orada da bazı sorunlar yaratıyorlar, işte Taywan vb gibi sorunları gündemleştiriyorlar. İşte Doğu Avrupa’da Rusya var, NATO var. Orada da Sırbistan, Kosova sürekli ısıtılıyor. Yani birçok yerde çelişkili sahalar baş gösteriyor. Doğu Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Pasifik’te bu çelişkiler hep derinleşiyor. Yani dünya böylesine sıcak bir sürece girdi, çelişkiler derinleşiyor, şiddet öne çıkıyor, güçler kendisini buna hazırlıyor.

İşveç ve Finlandiya sanki yeni farkına varmışlar gibi aniden kendilerini NATO’nun kucağına attılar. Tüm prensiplerini bir kenara vererek alelacele NATO’ya girmeye çalıştılar. Türkiye de bu kartı iyi kullandı. Türkiye hiç bunu kaçırır mı? Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı havadan uçan kuştan bile faydalanmaya çalışıyor. Hemen, ‘ben bunu kabul etmem’ dedi. Çünkü NATO’nun kuralı var, eski üyeler yeni bir üyenin katılımını onaylamak durumunda. Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP rejimini bunu elinde bir koz olarak çok kullandı. Bir anlaşma da imzaladılar. Ama içeriğinde çok yeni bir şey yoktur. Zaten bu güçler öteden beri Lozan çizgisini destekliyorlar. Onlar esasen Rojava Devrimi’ni terör listesine koymak istiyordu. Diyebiliriz ki, amaçlarına tam ulaşamadılar. Kuşkusuz bazı şeyler elde ettiler. Ama AKP-MHP rejimi dünyada çok teşhir oldu ve bir darlıktadır. Ukrayna’da NATO ve Rusya arasında gerçekleşen savaşta doğu ve batı arasında bazı çelişkiler oluştu, onlar için de imkanlar açığa çıktı. Bunun sayesinde kendilerini kabul ettirmeye, aracı hale getirmeye çalıştılar. Hilekarlık yapıyorlar, esasen Ukrayna’yı destekliyorlar ama ‘biz denge siyaseti yürütüyoruz’ diyorlar ve Rusya’yı idare ediyorlar. Rusya’nın da bunlara ihtiyacı var. AKP-MHP rejimi bu süreçten böyle faydalanmaya çalıştı. Kısaca; dünya böylesine taraflı, kutuplu ve krizli bir sürece doğru gidiyor. Diyebiliriz ki, kapitalist dünya kendisini yeniden dizayn ediyor. Zaten Ortadoğu bölgesinde yeni bir dizayn sürekli gündemdedir.

Aslında Önder Apo tüm bunları öncesinden gördü. Bu yüzden daha 2013’te Türkiye ile çözümü gerçekleştirmeye, ittifak yapmaya çalıştı. Kürdistan’da Kürt halkının ortak bir stratejiyle tarih sahnesine çıkmasını, ulusal birliğini kurmasını amaçladı. Hewlêr’de birkaç kez gerçekleşen ulusal birlik kongreleri Önderliğin önerileri temelinde gerçekleşti. Onlar örgütümüzün çabalarıydı. Fakat sonrasında müdahaleler gelişti, bazı güçler KDP’yi uyardı. Süreci ağırlaştırdılar ve durdurdular. Esasen hiç kimse neden durduğunu belirtmedi. Sadece toplantıların merkezi Hewlêr’deydi, KDP de buna yanaşmadı, yeni toplantılar gerçekleşmedi ve durdu. Fakat biz tehlikelerin olduğunu biliyorduk. Böyle bir dönemde yeni dizaynda Kürt ve Kürdistan’ın bir yerinin olması için Kürt halkı birlik olmalıdır, ortak strateji temelinde hareket etmelidir. Bu gerekliydi. Ama özellikle DAİŞ çeteciliği ortaya çıkınca hem bölge hem de dünya üzerinde çok ciddi bir tehlike baş gösterdi. Buna karşı hareketimiz Önder Apo’nun çağrısı temelinde çok etkili bir duruş sergiledi. Şengal’e, Kobani’ye müdahale öyle sıradan değildi. Herkes DAİŞ’in önünden kaçıyordu, devletler bile kaçıyordu. Ama Kürdistan Özgürlük Gerillası Dilşêr Herekol, Memo Mêrdîn, Egîd Cîvyan, Zekî Şengalî yoldaşlar öncülüğünde müdahale etti. Tarihi bir müdahaleydi. DAİŞ karşıtı savaşta Kürtler öne çıktı. Başûr’da, Rojava’da savaş vardı, Kürtler ön plana çıktı ve imkanlar oluştu. Fakat ulusal birlik çabaları tıkatıldı. Biz bazı tehlikelerin olduğunu görüyorduk. 2015 ve 2016 yılında taraflarla, özellikle KDP ile tartıştık, eğer resmi olarak ulusal birliği geliştiremiyorsak da ortak hareket edelim, düşmanlarla bir olmayalım dedik. Bunun için tartışmalar gelişti. Ama tüm bunların sonucunda ortaya çıktı ki, KDP kendi kararını ulusal birlikte yana değil de, Türkiye’nin yanında olmaktan, onlarla birlikte hareket etmekten yana verdi. Herhalde Türk devletinin herkese saldıracağını görünce onların yanında yer aldı. Bu, durum Kürt halkının çıkarları için hiç kuşkusuz çok çarpık bir karardı. Oysa bu dönemde Kürt halkı ortak bir strateji temelinde hareket etmeliydi. Eğer böyle davransaydı Kürtlerin durumu şimdi daha farklı olurdu. Ama bu şekilde davranmaları, parçalanmanın olması iyi olmadı.

TÜRK DEVLETİ TÜM KÜRT ÖRGÜTLERİNİ TASFİYE ETMEK İSTİYOR

Kürtler’in bir bölümü şimdi Türk devletiyledir. Fakat Kürt yurtseverliği, tüm yurtsever siyasiler ve güçler bunu kabul etmemelidir. Yine de eğer bazı taraflar ulusal birliğe yanaşmazlarsa bile, yurtsever olanlar ulusal birliği kurmalıdır. Bu, hepimizin önünde duran çok önemli ve kutsal bir görevdir. Bunu bilerek davranmalıyız. Biz herkes gelsin katılsın istiyoruz. Ama bir taraf açıkça düşmanın yanında saf tutarak işbirlikçilik yapıyor, öyle davranıyor. Öyleyse bununla yetinmemeli, ulusal birliği gündemden çıkarmadan geliştirmeli ve bu tarihi dönemde Kürt halkının, Kürt ulusunun varlığını korumak ve bu topraklarda özgürce yaşatmak için daha fazla ve daha güçlü çabalamalıyız.

Türk devleti önce bizi tasfiye etmek, sonra da herkesi hizaya getirmek istiyor. KDP de dahil, hepsini tasfiye etmek istiyor. Daha önceki serhildanlarda da Türk devletinin geçmişi aynı tecrübelerle doludur. Dersim Tertelesi sürecinde devletle olan kesimleri de tasfiye ettiler. Şêx Seîd isyanında, Agirî isyanında hep böyle oldu. Türk devleti işbirlikçi Kürdün bile kalmasını istemiyor. Bu yüzden, ‘tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak’ diyor. Bu kadar tek’lemesinin sebebi budur. Biz bunu kavratmak istedik ama buna anlam vermeyen, anlayamayan taraflar vardır. Türk devleti şimdi bizimle savaşıyor ve ‘hedef PKK’dir’ diyor. Doğrudur, ilk hedef biziz. Ama sonra Kürt halkının tüm çıkarları ve kazanımlarıdır. Aynı zamanda hedef tüm bölge halkıdır, Arap halkıdır, Asuri-Süryani halkıdır. Tüm demokratlar hedeftir. Türkiye’deki tüm sol sosyalist güçler hedeftir. Herkesi susturmak, tasfiye etmek ve böylece ittihat terakki çizgisinde turanizm zihniyeti temelinde faşist bir rejim kurup hakim hale gelmek istiyor.

ÖNDERLİK DİRENİŞİ SÜRÜYOR

Savaş esasen İmralı üzerinde yürütülen siyasette görüldü. İmralı üzerinde, Önder Apo’ya karşı çok acımasızca uygulanan psikolojik işkence, izolasyon sistemi esasen Türk devletinin politikasının özünü ifade etmektedir. Bunu oradan dalga dalga tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayıyorlar. En son yoldaşların direnişiyle, Leyla Güven öncülüğünde gelişen 200 günlük açlık grevi direnişi, şehadetlerin yaşanması sonucunda birkaç kez avukatlar ve aile Önderliği gördü. Sonra da bir kez aile kısa bir telefon konuşması yaptı. Ama o günden bu yana 17 aydır hiç kimsenin Önderlik’ten haberi yoktur. Tayyip Erdoğan bahsediyor, işte diyor ki, ‘İmralı, Selahattin Demirtaş karşısında tutum alacak’. Böyle söz ediyor. AKP’nin gazetecileri bazen bahsediyor, İmralı’nın kapıları açılacak, ailesi ziyarete gidecek diyor. Bunu yine özel psikolojik savaş temelinde kullanıyorlar. Umut yaratmak, gevşeme ve rehavete yol açmak için bu tür şeyleri gündeme koydular. Bu süreçte Önderlik ile iletişim halinde olduklarını biliyoruz ama daha çok baskı kurmak, kendi isteklerini Önderliğe dayatmak için bunu yapıyorlar. Önderlik de bunu kabul etmiyor, bu yüzden izolasyonu kaldırmıyorlar, tecrit tüm şiddetiyle devam ediyor. Önderlik ve yanındaki arkadaşlar direniyorlar. Açığa çıkan budur. Kuşkusuz zindandaki tüm arkadaşlar bugün büyük bir baskı altındadır ve direniyorlar. Kürt siyaseti, Türkiye sol sosyalistleri ve demokratları bugün direniyor. Çünkü onlar da baskı altındalar. Halkımız üzerindeki baskılar çoktur. Çok geniş ve faşizanca bir saldırı dalgası bugün de devam ediyor. Yedi yıldır bu sürüyor.

Bilindiği üzere Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ve Önder Apo’nun esas gücü Kürdistan Savunma Güçleri’dir. Kürdistan Savunma Güçleri de HPG’dir. Düşman da bunu bildiği için tasfiye etmek istiyor. Düşman, eğer gerillayı tasfiye ederse diğerlerinin hepsini de tasfiye edeceğini hesap ediyor. Bu yüzden özellikle son yıllarda çok daha gerillayı tasfiyeye yönelmiştir. Yeni savaş süreci daha çok istihbarat temelinde yürüyor. Gelişen teknoloji esasen istihbarat alma olanaklarını arttırmıştır. Tabi yine hedefe kilitlenen, lazer temelinde hedefe odaklanan füzeler geliştirilmiş ve Türk devletine verilmiştir. Bu yüzden, bu orduya karşı savaşan gerilla, çağın gerillası olmak durumundadır. Yani tam profesyonel ve modern bir gerilla olmalıdır. Çağın tüm tekniğini boşa çıkarabilmelidir. Bunun dışında bir NATO ordusu olan, NATO’nun tümünden destek alan bir ordu karşısında zafer kazanmak mümkün değildir. Her şeyden önce düşman istihbaratını boşa çıkarmalısın. Hareket tarzı böyle olmalıdır. Sonra onun hava gücünü boşa çıkarmalısın. Çünkü o hava gücüne dayanarak kendisini hakim hale getirmeye çalışıyor. Zaten elinde iki şey var; istihbarat ve hava gücü. Bir de psikolojik savaşı geliştiriyor. İşte bu şekilde sonuç almaya çalışıyor.

GERİLLA ÖNCÜDÜR

Türk devletinin parayla yarattığı yeni ordusunun yerdeki savaş iradesi öyle güçlü değildir ve arkadaşlarımız karşısında savaşamamaktadır. Ama istihbarat ve teknikle sonuç almak istiyorlar. Elinde uçak olmadan Medya Savunma Alanları’na girebilir mi? Asla giremez! Bu gücün kendisi savaşmıyor, yabancı güçlerin eline tutuşturduğu teknikle istihbarat topluyor ve bu teknikle hedefleri vuruyor. Bununla savaşmaya çalışıyor. Tabi şimdi farklı şeyleri de devreye koymuşlar. Köpekleri, işbirlikçi Kürtleri, kendisine istihbarat veren ajanları devreye koymuşlar. Ajanlığı geliştirerek sonuç almak istiyor. Şimdiki tüm çabası bu temeldedir. Esasen özel ve psikolojik bir savaştır diyebiliriz. Normal bir savaş değildir. Gerilla bugün Bakurê Kurdistan’da ve Medya Savunma Alanları’nda bir yeniliği yaşıyor. Biz buna çağın gerillası diyoruz, yeni dönem gerillası diyoruz. Savaş sanatında derinleşmiş, branşta uzmanlaşmış, taktik zenginliği yakalamış, gizlilik temelinde hareket eden, ideolojik temelde inancı gelişkin olan, psikolojik savaş ve her türlü savaş karşısında savaşabilen gerilladır. İdeolojik savaş, örgütsel savaş, askeri savaş gibi her konuda öncülük yapabilecek olandır. Bu, bir düzeye kadar gelişti.

2020’nin başında Heftenin’de tim savaşı gelişti. 2021’de Garê’de devam etti, ondan sonra Avaşîn, Zap ve Metîna’da gelişen direniş Türk devletinin 2021 planlarını yenilgiye uğrattı. Bu, artık tarihe mal olmuş bir gerçekliktir. Gerçekten de Şoreş Beytüşşebap, Cumalî, Çavrê, Botan, Serhat, Rêber, Hêjar yoldaşlar öncülüğünde gelişen direniş düşmanı 2021 yılında yenilgiye uğrattı. Tıkandılar.

Türk devleti bu görevi AKP-MHP hükümetine vermiştir. Eğer AKP-MHP hükümeti bu konsepti başarabilirse, iktidarlarının ve faşist rejimlerinin devam edeceğini düşünüyorlar. Ama eğer başaramazlarsa sistem yenilecek, onlar da başaramayacak. Büyük ihtimalle de hapse gidecekler. Yani yargılanacaklar, çünkü birçok suç işlemişler. Bu yüzden, bu hükümet başarıya mecburdur, kendisi için hayati olarak görüyor. Varlık-yokluk sorunu olarak görüyor. Bizim için de bu süreç varlık-yokluk sürecidir. Çünkü onlar bizim yokluğumuz üzerinden kendilerinin varlığını inşa etmek istiyorlar. Onlar da iyi biliyor ki, eğer bizleri yok edemezlerse kendileri yok olacaktır. Savaş şimdi her iki taraf açısından da hassas ve hayati bir noktada seyrediyor. 2022’de AKP-MHP rejimi Türk devletinin tüm olanaklarını devreye koydu. Yani kendi jeostratejik konumunu kullandı, pazarlıklar yapıyor, işte kendisini NATO’ya nasıl peşkeş çektiği görüldü, Rusya ile pazarlık yapmak için oraya buraya, Tahran’a gidip geliyor. Her anlamda çabalıyor.

TÜRK ORDUSU BÜYÜK KAYIPLAR VERİYOR

Bizim arkadaşlarımız çok büyük bir fedakarlık yapıyorlar. Sadece şehitlerimiz değil. Dört aydan bu yanadır savaşan yoldaşlarımız tarih yazıyorlar. Kendi kendimizi çok fazla övmemize gerek yok. Fakat şimdi yaşananlar tarihte örneği çok az şeylerdir. Yepyeni bir durumdur. Her şeyden önce savaş sanatında ve savaş tarihinde yeni bir sayfa yazılıyor. Yani profesyonel uzman bir güç akıl dolu taktik ve yöntemlerle en büyük bir orduyu yasaklı silahlar kullanmasına rağmen nasıl durdurabiliyor? Arkasında o kadar uluslararası gücün desteği olmasına rağmen nasıl durdurabiliyor? Kürtler içerisinde işbirlikçi kesimler olup düşmana destek vermesine rağmen bunu nasıl yapabiliyor? Bu kadar desteği almasına rağmen bu ordu nasıl tıkatıldı? Hakikat budur. Bugün Medya Savunma Alanları’nda düşman tıkatılmıştır. Zap, Avaşîn ve Metîna’da düşman başarılı olmamıştır, savaş halen devam ediyor. Hemen şimdiden bir zafer ilan etmek istemiyoruz, halen devam ediyor. Fakat şimdiye kadar başarılı olmamıştır. Bu, Türk devletinin yenilgisidir. O kadar gücü var. Her hafta gücünü yeniliyor, değiştiriyor. Sürekli ölüyor. Türk devleti kendi tarihinde hiçbir zaman bu kadar üst üste kayıp vermemiştir. Başûrê Kurdistan’da hiç böyle kayıp vermemiştir. Savaş hiçbir zaman böyle 4 ay boyunca üst üste uzamamıştır. Bu yeni bir durumdur. Bu, yeni bir taktik yöntemdir. Koordineli savaşabilen profesyonel timler, hareketli ve yarı-hareketli timler ve tünel savaşına dayalı timler -çünkü tünel savaşı da timlerle yürüyor- ve aktif savunmayla savaşmak savaş tarihinde yeni bir durumdur. Bu, tüm insanlık için yeni bir yoldur.

AKP ve Erdoğan-Bahçeli Türkiye halkının çocuklarını getirip bu dağlarda öldürtüyor, şimdiye değin o kadar kişi öldü, bunu itiraf etmiyorlar ve yenilgilerini de itiraf etmiyorlar. İtiraf da edemezler. Çünkü itiraf ederlerse olmaz. Garê’de itiraf ettiler, artık tövbe ettiler. Garê’de, ‘maalesef başarılı olamadık’ dediler. Ama şimdi artık onu söyleyemezler. Fakat zaman ve hakikat onlara bunu da söylettirecektir. Dört ay geçmiş halen bir sonuç elde edemediler. Bu nedir? Sorun odur ki; sistem içinde kendisine muhalifim diyenler de buna destek veriyor. O yüzden yenilgileri açığa çıkmıyor. Öyle olmasaydı bazıları parlamentoda karşılarına çıkıp, ‘dört aydır Zap’ı neden alamadınız, dört aydır neden bir tepeyle uğraşmanıza rağmen alamıyorsunuz’ demelidir. Ama onlar da sormuyor, çünkü hepsi birliktedir. Bizim karşımızda milli mutabakatları var. Bu yüzden bunların yenilmesi çok önemlidir. Bu rejim yenilirse faşizmin tümü yenilecektir. Halkların, Arap, Kürt, Türk, Asuri-Süryani, Fars halklarının tümünün üzerindeki bela kalkacaktır. Çünkü bu rejim hakim hale gelirse herkesin başına bela olacaktır. Savaşacaktır, savaşı gelişecektir, Kürt halkını zaten tümden soykırıma uğratacaktır. Bu yüzden çok önemlidir. Şimdi yürüttüğümü direniş Kürt halkının varlık savaşıdır, özgürlük savaşıdır, bölgenin demokrasi savaşıdır, bölgedeki tüm halkların özgürlük savaşıdır. Bundan dolayı çok anlamlıdır.

Bu savaşın bu düzeyde yürütülebilmesi için öncülere ihtiyaç vardır. Öncü olmazsa olmaz. Bugün gerilla öncülük yapıyor. Önder Apo’nun düşünceleri temelinde, daha önce de dediğimiz gibi egîdleşen, 15 Ağustos Ruhu temelinde Egîdleşen ve Zilanlaşan, 14 Temmuz’un fedailik ruhunu yükselten gerilla öncülük etmezse bir ihtimal bu yöntem de böyle gelişmez. Yani kendisinde bu kuvveti yaratabilmiş her güç, bu ruh ve dayanışmayla, kendi içinde komünalizmi ve yoldaşlığı geliştirmiş güç böylesine bir savaşı geliştirebilir.

Bunun diğer en önemli bir yanı da nedir? Kürt kadını bu savaşta Sara (Sakine Cansız) yoldaşın çizgisinde, Zilan ve Delal Amedlerin izinde bugün Mizgîn, Şevîn, Nalîn, Berfîn, Armanc, Avînar ve daha birçok yoldaş şahsında Kürt kadını, kadının iradeleşmesini yüceltmektedir. Kadının savaşta ne kadar zafer gücü olduğunu göstermektedir. YJA STAR üyeleri şahsında yapılan çalışmalar, bugün yürütülen direniş dünyadaki tüm kadınlar özgürlük mücadelesi için yepyeni bir çıkıştır. Bir güç ve iradedir. Bir diğeri de; sinerji nasıl yaratılıyor? Yoldaşlık ruhu temelinde, Apocu ideolojiye dayalı kadın ve erkek dayanışması bir olunca nasıl sinerjiye yol açtığı, Egîdleşmenin nasıl geliştiğini açıkça göstermektedir. Bu yüzden şimdi yürütülen savaş gerçekten de şimdiye kadar kendisiyle birçok değer ortaya çıkarıp yaratmıştır. Biz de diyoruz ki; bu yaratılan değerler büyük zaferin temelini kendi içinde barındırıyor. Yani eğer bu temelde hareket edersek, şimdiye kadar yürütülen direniş ortaya çıkardığı dersler ışığında kendimizi örgütlersek başarımız ve zaferimiz kesinleşmiştir. Tabi şimdi hemen bunu kazanmışız diyemem. Halen içindeyiz, elimiz taşın altındadır. Yük ağırdır, öyle kolay değildir ve bunu biliyoruz. Şimdi alanda savaşan arkadaşlar biliyor, öyle kolay değildir. Söylemek belki kolay olabilir. Biz söylemekle de arkadaşların direnişini tam izah edemiyoruz. Onun tam hakkını verdiğimize inanmıyorum. Fakat yine de dile getirmek farklı bir şeydir, pratikte gerçekleştirmek farklı bir şeydir. Bu yüzden çok önemlidir.

Yedi yıl tamamlandı. Kesintisiz ve aralıksız bir biçimde sömürgeci-soykırımcı faşist Türk devletine karşı yürüttüğümüz savaş devam ediyor. Onlar kısa sürede bizi tasfiye etmek istiyorlar. Hepinizin bildiği gibi 2017 yılı Nisan ayında önlerine hedef koydular. Zaten daha 15 Ağustos Hamlesi başladığında 72 saatlik bir ömür biçtiler. Onların o biçtikleri bir yana kalsın, çünkü yalandır. Ama PKK gerçeği, Kürdistan Özgürlük Gerillası gerçeği, Kürt halkının hakikati bir iradedir ve ortadadır. Düşman şimdi de Lozan’ın yüzüncü yılını Kürt soykırımıyla tamamlamak istiyor. Hatta zaferini ilan edip bu anlaşmayı daha da genişletmek istiyor. Bunun için gerçekten de bu yıl, yani 2022 ve 2023 çok önemlidir. Önümüzdeki süreç önemlidir, bu dönem değişim dönemidir.

Bugün yürüyen savaş zirvesel düzeydedir. Hangi anlamda zirvededir? Bizim için zirvedir, taktiğimiz en rafine halindedir. Devrimci Halk Savaşı’nda önemli bir derinleşme kazanılmıştır. Zilanların, Egîdlerin, 14 Temmuz’un fedai ruhunu temsil etmede şimdiki savaş bir zirvedir. Gerçekten de böyledir. Sonuç almada, zafere ulaşmada da bir zirvedir. Bu yüzden böylesi bir dönemde bu savaşı yürütmek bizim için, Önderliğimizin, halkımızın ve bölge halklarının varlığı ve geleceği için önemlidir. Şimdiye kadar herkes direndi. En başta Önder Apo direniyor ve öncülük ediyor, zindanlar direniyor, Türkiye sol sosyalist güçleri direniyor, halkımızın tümü direniyor, özgür basın direniyor. Genel anlamda ulus olarak ve dostlarımızla bir direniş içerisindeyiz. Soykırımcılığa ve işgalciliğe karşı Arap halkının, Asuri-Süryani halkının, Kürt halkının, Türk halkının direnişi bir oluyor. Bu savaş, demokrasinin ve özgürlüğün savaşıdır. Kutsal bir savaştır.

24 Temmuz’da bu savaşın yedi yılı doldu. Düşman sonuç alamadı. Doğrudur, bedel verdik, hatta düşman bazı yerleri işgal de etmiş olabilir. Ama düşman amacına ulaşamadı, başaramadı ve düşmanın sistemi yıkılışın eşiğine geldi. Yıkılmamak için son kez şansını deniyor ve başarmak istiyor. Ama biliyoruz ki, eğer bu yol yöntemlerde derinleşirsek biz kazanırız. Fakat bilinmelidir ki, bunu öyle kolay elde etmedik. Biz bedel verdik. Binlerce şehit verdik. Şehir direnişlerinden tut dağlardaki direnişe ve genele kadar biz bedeller verdik. Bu sürecin öncülüğünü Atakan Mahir, Çetin Siverek, Zîn Cizre, Yılmaz Dêrsim, Çiçek Botan, Doğan Zınar, Azad Sîser, Çekdar Amed, Berçem Cîlo, Ali Pılıng, Numan Batman, Gülnaz Ege, Delal Amed, Egîd Cîvyan, Diljîn Marya, Şervan Êrkendî, Rizgar Gever, Vedat Amed, Dilşêr Herekol, Bedrettin Amanos, Welat Herinkî, Zerdeşt Navdar, Baharîn, İsa Serhat, Şevîn Bingöl, Çavreş Serhat, Hewram Avyer, Cuma Mardin, Medya Mawa, Bager Garzan, Egîd Garzan, Şervan Varto, Hakî Amed, Tekoşer Şemzînan, Armanc Goşkar, Zekî Şengalî, Zerdeşt Şengalî, Bargiran Êrkendî, Cumali Çorum, Çavrê Kamuran, Şoreş Beytüşşebap, Botan, Serhat, Rêber, Hêjar yoldaşları ve binlerce fedai yoldaşımızı bu yedi yılda şehit verdik. Bir kez daha ismini zikrettiğimiz bu yoldaşlar şahsında tüm kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Onların ahını yerde bırakmayacağız, kutsal yürüyüşlerini zafere ulaştıracağız. Şehitlere verdiğimiz söz budur. Biz onlara borçluyuz.

Biz 15 Ağustos Atılımı’nın 38. Yıldönümünü bu temelde karşılıyoruz. Çok önemli sorumluluklar ve yük altında karşılıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, önümüzde görevler vardır. Eğer görevlerimizi yerine getirmezsek her şeyimiz tehlikeye girecektir. Bizler bu kahramanların yoldaşları olarak özeleştirel bir pozisyondayız. Önderlik ve şehitler çizgisi karşısındaki pozisyonumuzu özeleştireldir. Biz, onlara karşı borçluyuz ve bu borcumuzu ödemek istiyoruz. Bu tarihi dönemde cevap olmak istiyoruz. Hepimiz böyleyiz. Küçük büyük herkes bu yolun fedaisidir ve biz borçluyuz. Biliyoruz ki, bugün Zap, Avaşîn ve Metîna’da sürdürülen direniş zaferin temelini oluşturmuştur. Eksikliklerden ders çıkarırsak, tecrübeleri doğru kullanırsak bu düşmana karşı her yerde başarılı olabiliriz. İşte biz 15 Ağustos’un 39. Yılını bu şekilde karşılamak istiyoruz. Yani daha fazla tecrübe, daha fazla inanç, daha fazla yaratıcılık, daha fazla cesaret ve daha fazla irade temelinde; halkların özgürlük yürüyüşünü, Kürdistan özgürlük yürüyüşünü, Önder Apo’nun özgürlük yürüyüşünü başarıya ulaştıracağız. 15 Ağustos’un 39. Yılı bizim için bu temelde büyüme ve daha büyük başarıları elde etme ve büyük zafer yılı olacaktır. Biz bu temelde; tüm karargahımız ve tüm yönetimimiz adına 15 Ağustos Atılımı’nın yıldönümünde 39’uncu mücadele yılında tüm arkadaşlara başarılar diliyor, tüm arkadaşları sevgi ve saygıyla selamlıyor, Diriliş Bayramı’nı bir kez daha kutluyoruz.