Karayılan uyardı: Kürtler arası bir savaş yaşanırsa her şeyi kaybederiz

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, bütün Kürtlere çağrıda bulundu: “Kürtler olarak tüm sorunlarımızı kendi içimizde çözebilmeliyiz. İçimizde bir savaş yaşanırsa her şeyi kaybederiz.”

Türk devletinin 6 yıldır Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı tüm imkanlarıyla savaştığını; bu savaşın önemli bir düzeye ulaştığını hatırlatan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, “Türk devleti başarılı olamadı. Faşist soykırımcı sistemi, ekonomik, siyasi, toplumsal ve diplomatik alanda kriz ve kaos içindedir. Çöküşün eşiğindedir. İktidarı, şu anda seçime gitse kaybedecektir. Elbette kolay olmadı, biz de bunu bedelini ödedik. Şu anda bizim pozisyonumuz daha güçlüdür. Yolumuz açıktır. Elbette ‘bu faşist sistem bugün yarın çökecektir’ demiyorum ve kuşkusuz kendiliğinden de çöküşe gitmeyecektir; bunun için mücadele etmek gerekiyor” dedi. 

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz:

Komutan Egîd Civyan Botan’da şehit düştü. 26 yıllık gerilla yaşamı ve şehadeti hakkında neler söylemek istersiniz?

Değerli komutan Egîd Civyan ve Bêrîtan yoldaş şahsında tüm devrim şehitlerimizi anıyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum.

Devrimimizde birçok önemli şehadet halkası vardır. Egîd Civyan, Canfeda ve Hebûn yoldaşların şahadeti de önemli bir şehadet halkasıdır. Düşmanın koordine merkezine saldırıp orada düşmana büyük bir darbe vurdular ve böyle şehadete ulaştılar. Egîd yoldaş ve yanındaki arkadaşlar, şehadetleriyle bizlere Egîdlerin, Zîlanların ve Bêrîtanların izinde nasıl yürünmesi gerektiğinin mesajını verdiler. Bir Apocu fedainin nasıl hareket etmesi gerektiğini, son yaptıkları eylemle bir kez daha ortaya koyup, aynı zamanda bununla yolumuza ışık tuttular. Bu bir perspektiftir. Yani düşmanla çatışmak veya kendilerini kenara vermek yerine, düşmanın savaşı koordine eden merkezini tespit edip oraya saldırdılar. Bu da önemli bir şehadet biçimidir.

Egîd arkadaş, ideolojik, örgütsel ve askeri açıdan kendisini yetiştirmiş ve eğitmiş bir yoldaştı. En zor alanlarda, örneğin Zagros, Zap ve Botan gibi alanlarda uzun yıllar pratik yürüttü. En belirgin ve devrimci mücadelesine kalın bir çizgi çeken pratiği, Şengal pratiğiydi. Şengal fermanı gerçekleştiğinde Egîd arkadaş, daha öncesinde Şengal’e giden 12 arkadaşın yardımına yetişmek için gücüyle birlikte tarihi bir müdahale geliştirdi. Burada kısa bir süre ve çok hızlı bir şekilde Şengal Dağı’nı kontrol altına aldı. Bir yandan DAİŞ’in Şengal Dağı üzerine olan saldırısına karşılık veriyor, bir yandan da dağın aşağısında kalan Şengal halkını dağa çekip savunmaya çalışıyordu. Dağdaki halk açtı, susuzdu. Egîd yoldaş, Rojava ile bir koridor açmak için büyük bir çaba içine girdi. Gerçekten bunların hepsini aynı anda büyük bir akıl, taktik, bilinç ve sabırla yaptı ve koordine etti. Bunda başarılı da oldu. Büyük devletlerin bile bu kadar kısa sürede yapamayacağı şeyleri Egîd yoldaş 8 gün içinde 150 bin Êzîdî insanımızı Rojava tarafına geçirerek yaptı. Bilinçli ve planlı hareket eden bir komutandı. Birçok farklı durumu aynı anda yönetme yeteneğine sahipti. Zaten Botan’daki saha komutanlığı da akla dayalı ve planlıydı.

Diğer yandan ideolojik derinliğinin yanında bir o kadar da yurtseverliği de güçlüydü ve politik yaklaşımları vardı. Diyebilirim ki o politik yaklaşımları ve ulusal çıkarları gözeten yurtsever duruşu olmasaydı; çok kere Şengal’de pêşmergelerle yaşanan gerginlikler belki çatışmaya da dönüşebilirdi. Egîd yoldaşın bu yönlü duyarlılığı, sabrı, ulusal çıkarları gözeten tutumu, yine her koşul altında çözüm gücü olabilen duruşu tüm bunların önüne geçti. Elbette ki bunların hepsi başarılı bir komutanın özellikleridir.

Egîd yoldaş, Gever’in bağrından çıkmıştı. Kuşkusuz Gever, Kürt kimliği ve yurtseverliğiyle tanınan bir yerdir. Daha önceden de buradan birçok kahraman yoldaşlar çıkmıştır. Berçem Cîlo, Welat Herinkî, Rizgar Gever ve Têkoşer Gever arkadaşlar başta olmak üzere birçok değerli yoldaş bu bölgeden çıkmıştır. Bu vesileyle bir kez daha Egîd yoldaşın ailesi başta olmak üzere tüm Gever ve Kürdistan halkına baş sağlığı diliyorum.

Hareket olarak şehitlerimize bağlı olmayı biliyoruz. Onların anısına bağlı kalacağız. Önder Apo’nun perspektifi ışığında şehitlerin yolunda sonuna kadar yürüyüp şehitlerimizin intikamını alacağız; onların hayallerini gerçeğe dönüştüreceğiz. 

AKP-MHP rejiminin Önder Apo’ya dönük olarak yürüttüğü ağır tecrit işkencesi, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin raporunda da yer buldu. Bu tecrit politikası konusunda ne dersiniz?

Bilindiği üzere Önder Apo, 22 yıldır İmralı’da hukuksuz, ahlak dışı ve hiçbir sistemde eşi benzeri olmayan bir şekilde esir tutuluyor. Zaten ancak Rêber Apo gibi bir insanın iradesi bu psikolojik işkence karşısında direnebilir. Bu kolay bir şey değil. İmralı’da yapılan bu uygulamalar büyük bir zulüm ve hukuksuzluktur. Şunu bilmek gerekiyor ki; tüm bu işkenceyi Türk devleti kendi başına yapmıyor. İmralı sistemi devletlerarası bir sistemdir. Önder Apo, Türk devletinin tutuklayıp yargıladığı bir kişi değildir. Uluslararası güçler, Önder Apo’yu esir alıp TC’ye teslim etti. Bu bağlamda İmralı Sistemi de bu güçlerin ittifakıyla yapılmıştır.

Yani Avrupa Konseyi’nin de İmralı sistemi karşısında sorumluluğu vardır. CPT, Avrupa Konseyi’ne bağlı bir komitedir. Kaç kere İmralı’ya gitti, yeterli olmasa da bazı raporlar yayınladı ama Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi oradaki uygulamaları çok fazla gündemine almadı. Doğru; bu konuda Türk devletiyle biraz tartışmış olabilirler. Önder Apo’nun yanına başka arkadaşların da nakledilmesi, vb. o dönemin ateşkes ortamının da etkileri sayesinde yaşanan kimi gelişmeler de olmuş olabilir ama Avrupa Konseyi şimdiye kadar herhangi bir şey yapmadı ve bir şey söylemedi. En son CPT, İmralı’daki tecridi tespit edip resmi bir şekilde ilan da etti. Şimdi de AKPM’nin bu raporunda açıkça İmralı’daki tecridin son bulması gerektiği dile getirildi.

Biliniyor; tecrit demek işkence demektir, insan haklarının çiğnenmesi demektir. Bu zamana kadar sorumluluğunu yerine getirmemesine rağmen gecikmiş de olsa yine de raporlarında bunları dile getirmesi iyidir. Önder Apo’nun özgürlük davası, bugün artık Kürdistan ve Türkiye sınırlarını aşmıştır. Bugün uluslararası bir dava haline gelmiş; Avrupa’da, Latin Amerika’da, Afrika’da ve dünyanın her yerinde Önder Apo’nun özgürlüğü için kampanyalar geliştiriliyor. Tıpkı Mandela gibi Önder Apo’nun da fiziki özgürlüğü dünyanın gündemine giriyor. O da İmralı’daki tecridi raporlarına dahil etmek zorunda kaldı. Kuşkusuz bazı kişilerin çabaları da olmuştur. Yani bu çerçevede Konsey’in gündemine girmiştir.

Esas gereken şey, Önder Apo’nun özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü için geliştirilen mücadele daha da güçlendirilmelidir. Eğer mücadeleyi daha fazla güçlendirirsek sonuç alabiliriz. 

Bölgeden aldığımız haberlere göre; KDP, Heftanîn, Metina, Garê ve Behdînan’a bağlı başka kimi bölgelerde hareketlilik içerisinde. Gerilla alanlarına askeri yığınak yaptığı ve kimi yerleri tutmak istediği belirtiliyor. Bölge halkında bir çatışma olacağı kaygısı yaşanıyor. Bu mümkün mü?

Bu, önemli bir meseledir. Bu tarihi dönemde Kürtler olarak kendi evimizdeki sorunları, kendimiz çözebilmeliyiz. Eğer kendimiz çözemezsek Kürt halkının haklı davası düşman oyunlarına kurban olur. Bunun için bu önemli bir konudur. Yaşadığımız yüzyılda aralarında en büyük sorunları yaşayan güçler bile birbirleriyle diyalog içerisindeler ve diyalogla sorunlarını çözmek istiyorlar. Eğer Kürtler olarak biz de bu yeteneği gösteremezsek, zaten Kürt halkının düşmanları, “bunlar millet değildir; bunlar aşirettir; başkalarının teşvikiyle birbirine girebiliyorlar” diyor. Eğer ki biz gerçekten bu dönemde dünyanın önünde sorunlarımızı kendimizin çözebileceğini göstermezsek düşmanı onayladığımız anlamına gelir. Bu şekilde oluşacak olan imaj, çok kötü bir imajdır. Yani şimdi hassasiyet ve krizli bir durum var ama önü alınmazsa çok daha tehlikeli sonuçlara yol açabilir.

Türk sömürgeciliği, son 6 yıldır yeni bir konsepte ulaşmış durumda. Yeni bir zihniyetle hareket ediyor. Mevcut durumda Türkiye’de AKP iktidar değildir; Türkiye’de MHP iktidardır. MHP’nin düşünceleri iktidardadır ve bunlar Pantürkizmi esas alıyorlar; Türklerden başka kimsenin bir şeyi olsun istemiyorlar. Yani keskin bir ırkçı ve şoven fikre sahipler. Bu şekilde kendini Kürdistan’a dayatmak istiyorlar. Buna karşı uyanık olmamız lazım. Örneğin; şimdi herkes, “’74’te Irak ve İran devletleri arasında Cezayir Anlaşması gerçekleşti; Kürtlere komplo yaptılar ve bu temelde ‘75 kırılması yaşandı” diye biliyor. Ancak yaşanan bu olayın bir üçüncü tarafı da vardır. Bu da Türkiye’dir. Dönemin Türk Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay hatıralarını yazdığı kitabında, “gittik Irak’a Kürtlerin otonomisini kabul etmediğimizi belirttik; aynı şeyi gittik İran Şahı’na da söyledik ve sorun halloldu; işi bozduk” diyor. Yani onlar yapmış. Bu konuyla ilgili çok fazla örnek vardır; çok uzatmamak adına hepsine değinmiyorum, ancak 1-2’sine daha değinmek isterim:

Yakın bir örnek olarak; Önderliğimiz uluslararası bir komployla esir alındıktan sonra 5 yıl boyunca biz savaşı durdurduk. Ancak Türk devleti de Güney Kürdistan’la ilişkisini durdurdu. Hatta Güney Kürdistan’la ilişkilenmemeyi kırmızı çizgileri haline getirdiler. Peki ne zaman bu çizgiyi kaldırdılar? 2008’de Zap direnişinde kırıldıkları zaman -ki o zaman başta tankların önüne geçen Amediyê yöresi olmak üzere Güney halkımızın da büyük emeği oldu- Türkler kırmızı çizgilerini kaldırdılar. Referandumda yine gerçek tutumları açığa çıktı. Gittiler İran’la görüştüler, gittiler Irak’la görüştüler; birleştiler ve Kürtlerin bir adım bile atmasına izin vermediler. 

Biz bu tür şeylerin her zaman söylenmesini gerekli görmüyoruz ama herkesin bildiğine inandığım bir hakikati tekrardan belirtmem gerekiyor: Biz (yani PKK) olmazsak, Türkler Hewlêr’e yönelirler, Kürtlerin hiçbir kazanımının olmasına izin vermezler. Ancak şimdi PKK her yeri savunduğu için ilk hedef PKK oluyor ama yine de düşman bütün konuşmalarında programlarında ‘Kürtler ve hakları yoktur’ demeye devam ediyor.

Bakın dünyanın bütün dillerinde oynanmış bir tiyatroyu, İstanbul’da bazı sanatçılar Kürtçe olarak oynamak istedi; hemen yasakladılar. 8. sınıfın ders kitabının bir yerinde Kürtlerden bahsediliyormuş; bunu fark eder etmez kitabı devreden çıkardılar. Yani Kürtlerin adına hiçbir şey olmasını istemiyorlar. Bunlar Kürtleri soykırımdan geçirmek istiyorlar. Bu konuda sorun sadece PKK değildir; bunlar Kürtlerin kökünü kazımak ve Kürtleri yok etmek istiyorlar. Şu an Türkiye’de iktidar olan zihniyet böyledir.

Bunun için bir kez daha belirtmek istiyoruz; KDP’nin, Türkiye’yle ilişkileri ve istihbari, vb. ortaklıkları Kürt halkına hizmet etmemektedir. Aslında KDP’ye de hizmet etmeyecektir. Belki şu an dönemsel olarak hizmet ediyormuş gibi görünüyor fakat bu uygulamalar gittikçe tüm Kürtleri tehlikeye atıyor. Yani hem böyle çok hassas, hem de insanın pek anlam veremediği bir durum vardır. Çünkü onlar bütün Kürtleri hedefliyorlar ama bakıyorsun Kürtlerin bir kesimi onlarla dostluk ilişkisi içerisinde. Şimdi biz bu zorba anlayışa karşı direniyoruz ve bu direnişi Kürt halkının adına yürütüyoruz. En azından, önümüzü arkamızı tutmayın, bize destek olun.

Diğer bir konu da Federe Hükümet’in bazı yetkilileri, “PKK bölgesel hükümet karşısında kendini alternatif görüyor” diyorlar. Böyle bir şey yoktur. Nereden çıkarmışlar biz anlayamadık. Acaba karşılarındakileri ikna etmek için mi söylüyorlar, yoksa bu sözleri söyleyenler gerçekten buna inanıyorlar mı, bunu tam olarak bilemiyorum. Bu sözlerin hiçbir temeli yoktur. Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bir kere bahsetti; “PKK, Hewlêr’i almak istiyor” dedi. Burada hükümetin oluşması, Kürt halkının bir kazanımıdır. Onlarca yıllık mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bir kazanımdır. Sonuçta bir halk iradesi vardır. Biz niye kendimizi bu hükümete alternatif görelim! Bu doğru değildir; temelsiz bir şeydir.

Ayrıca nerede bir olay yaşansa, bir bakıyorsun, hemen “PKK yaptı” diyorlar. Serzerê Asayiş Müdürü vurulmuş. Hemen ‘PKK yaptı’ dediler. Güney Asayiş Meclisi öyle kesin konuştu. Doğrusu biz de şaşırdık. Öncelikle şunu söyleyeyim; Güney’de herhangi bir örgüte veya hükümet yetkililerine karşı eylem yapma veya saldırma kararımız yoktur. Resmi söylüyorum; böyle bir kararımız yoktur. Bunlar öyle kesin söylüyorlar ki, ‘acaba o bölgelerde olan birliklerimiz kendi başlarına böylesi bir şey yapmış olabilir mi’ diye düşündük. Bunun üzerine bölgeye sorduk, araştırdık ve hiç de böyle bir şey olmadığını gördük. Eğer ellerinde buna ilişkin bir belge varsa buyursunlar versinler; basına dağıtsınlar ve biz de ‘tamam’ diyelim ama öyle bir şey yoktur. Yani düşman bizim birbirimize yönelmemizi istiyor. Provokasyon vardır. Kim o olayı yapmış tabii ki bilmiyoruz ama şunu bilmeliyiz ki düşmanımız Kürtleri birbirine düşüren ve sonrasında da bunun propagandasını yapan bir strateji izliyor. Bu biçimde stratejisine kazandırmak istiyor.

Şimdiye kadar hiçbir Kürt iç savaştan başarı elde edememiştir. Bu kesin bir şeydir. Yine de eski yıllarda, yani ‘90’larda ve ondan öncesinde bazı örgütler belki iç savaştan faydalanıyorlardı; o dönemlerde bunun imkanları vardı. Fakat şimdi yoktur. Niye yoktur? Çünkü şimdi 21. yüzyıldayız; işte bölgenin yeniden dizayn edilmesi tartışmaları vardır; Kürtlerin yeri neresi olacak, neresi olmayacak; yani Kürtlerin gelecekteki kaderinin belli olacağı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla Kürdistan halkı şimdi bir iç savaş yaparsa stratejik olarak yenilecektir. Bu çok önemlidir. Biz bunu düşünüyoruz. Bakın, biz bu dava için her gün o kadar bedel veriyoruz. Ama böylesi bir yenilgi yaşanırsa, o zaman bütün emekler boşa gider. Başur, Bakûr, Rojhilat ve Rojava halkımızın bütün emekleri boşa gider. Bunun için biz bu konuyu basit ele almıyoruz.

Şimdi duyuyoruz; güçleri harekete geçmiş; kendilerini savaşa hazırlayan bir pozisyondadırlar. Yani bazı ciddi gözlemlerimiz ve bilgilerimiz olmazsa, biz her zaman iyimseriz ve böyle demezdik. Ancak şimdi bakıyoruz; gerçekten bir hazırlık vardır. Bu hazırlıklarla neyi amaçlıyorlar, ben bilemiyorum. Mesela nerede bir noktamız varsa hemen oraya bir güç yerleştirmek istiyorlar. İki gücümüz arasında bir yol varsa oraya karakol kurmak istiyorlar. Bundaki niyetleri nedir? Mesela birkaç gün önce Zebarî bölgesinde böyle bir şey oldu; az kaldı olay yaşanacaktı; ancak biz duyduk ve bir şey yaşanmaması için müdahale ettik. Yani gelmişler bir yer yapıyorlar. Yol üstüdür; oradan geliş-gidiş oluyor. Git başka bir yerde yap; arazi mi yok! Herkes bilmeli ki bu tür şeyler tahrik etmektedir. Düşmanlarımız vardır; ayrıca güçler içerisinde genç ve heyecanlı olanlar da vardır; hepsi kontrol edilemeyebilir. Bu yüzden bu şekilde bu kadar gücü iç içe geçirmek veya gelip de iki gücün arasına yerleştirmek tehlikelidir. Duyduğumuz kadarıyla bu biçimde tutmak istedikleri birkaç yer daha varmış. Böyle olursa bunun savaşa dönüşmesi de çok uzak bir ihtimal olmaz. Ben şahsen fedailere, Kürtleri hedeflemeleri talimatını vermek istemiyorum. Ne ben bunu istiyorum ne de Hareketimiz bunu istiyor. Biz karşımızdakilerin de bunu anlamasını istiyoruz. Lütfen! Biz düşmana karşı her gün savaşıyoruz ve savaştan korkmuyoruz. Fakat Kürtler içi bir savaşı geliştirmek istemiyoruz.

Yaşanan bu şeylerin hepsinden gerçekten KDP yönetiminin haberi var mı, yok mu ben bilmiyorum. Özellikle de buradan Kek Mesud’a çağrıda bulunmak istiyorum: Bu uygulamaların hepsinden haberdar mıdır, değil midir? Bu konudaki görüşleri nedir bilemiyorum, çünkü şu ana kadar konuşmuş değildir. Biz Kek Mesud’un da görüşlerini öğrenmek istiyoruz. Yani bu şeylerin hepsi neden yapılıyor? Arkadaşların etrafı, yollarının üzerini neden büyük güçlerle tutmak istiyorlar? Bu ne anlama geliyor? Biz bu konuya el koymasını istiyoruz. Bizler, ne olursa olsun iç sorunlarımızı diyalogla çözmeye hazırız. Fakat sen askeri bir gücün etrafını, sağını solunu tutup da alanını daraltmaya çalışırsan istemeden de olsa çatışma çıkar. İşte şimdi endişemiz bu yönlüdür. Bunun için de açıkça çağrı yapıyorum; bunun önünün alınmasını istiyorum. Böyle olmaz. Bu şekilde her an kaza çıkabilir.

Kimse bizim bazı yerleri almak için hazırlandığımızı düşünmesin. Öyle bir şey yoktur. Belki bazıları fitne yapıyorlar ve yanlış bilgi veriyorlar; bunu bilemiyorum ama biz ulusal çerçevede ısrarcıyız. Bakın; Önder Apo, 22 yıldır sadece bir kez telefonla görüşme yaptı; kardeşi Mehmet’le 20 dakika konuştu; bunun 15 dakikasında ulusal birlik konusunda mesaj verdi. Önderliğimiz de böyle düşünüyor, biz de öyle düşünüyoruz. Peki nasıl böyle oluyor da sanki biz kendimizi Güney’deki hükümete alternatif görüyoruz; her yeri almak istiyoruz, vb. söylentiler çıkarılıyor? Öyle bir şey yoktur. Anlaşılıyor ki burada düşman güçlerin istihbarat sisteminin fitne ve oyunlarının çok fazla rolü vardır. Bunun için de herkesin duyarlı olmasını istiyorum. Hem halkımız, hem Kürdistan siyasi örgütleri ve şahsiyetleri, hem de PKK ve KDP olarak bizler duyarlı olmalıyız.

PKK ile KDP’nin arasındaki mesele, sadece iki parti arasındaki bir mesele değildir. Bu mesele bütün Kürtleri alakadar eden, ulusal bir meseledir. Bunun için herkesin bu sorunla uğraşması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda biz hazırız; ne sorun varsa gözlemcilerin de refakatinde tartışabiliriz. Biz her şeye hazırız. Kısacası bu konuda biz, yaşanabilecek olumsuzlukların önünün alınmasını bekliyoruz. Çünkü bu konu tehlikelere açık bir konudur. Biz Kürdistan’ın istikrar ve huzur içerisinde olmasını istiyoruz. Bunun için bu gidişata bir çözüm bulunmasını istiyoruz.

9 Ekim’de Irak ile KDP arasında Şengal üzerine bir anlaşma yapıldığı duyuruldu. Bu anlaşma ile amaçlanan nedir?

Bu konuyu da az önce belirttiğim çerçeveden ele almak gerektiğine inanıyorum. Yani Kürtler, sorunlarını kendi içlerinde çözmelidirler. Mesela Rojava’da uluslararası güçlerin gelip ENKS ve PYD arasında arabuluculuk yapmasına gerek yoktur. Yine Türkiye ve Irak gibi devletlerle anlaşmalar yapıp da bu şekilde çözüm aramaya gerek yoktur. Bu, doğru yol değildir.

Şengal’de bir sorun mu var? Evet, ancak öncelikle şunu belirtmeliyim ki, biz oradaki bu sorunların bir tarafı değiliz. Biz sadece Şengal’de değerli komutanımız Egîd Civyan’ın öncülüğünde tarihi bir müdahalede bulunduk ve bu temelde halkımızı korumak ve soykırımdan kurtarmak istedik. Bu görevimizi yaptık ve Nisan 2018’den bu yana resmi bir biçimde oradan çekilmiş bulunmaktayız. Biz, orada bizimle omuz omuza savaşmış ve savaşmayı öğrettiğimiz gençlere, Êzîdî halkımızın kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve kendi kendini yönetebilmesi için tabii ki yardım ettik. Bu, onların hepsinin PKK’li olduğu anlamına gelmiyor.

Türk devleti Kürtlerin hiçbir yerde statü sahibi olmasını istemiyor. Êzîdîlerin statü sahibi olmasını ise hiç istemiyor. Özellikle de Erdoğan ve Türk devletinin zihniyetinde Êzîdî halkımıza dönük özel bir karşıtlık vardır. Tabi insan bu konuyu açsa biraz uzar ama özel tutumları vardır. Kısacası bunlar orada kurulmakta olan sisteme yöneliyorlar ama “PKK’yi hedefliyoruz” diyorlar.

Peki ne olması gerekliydi? Öncelikle Kürtlerin bu sorunu kendi içlerinde çözmesi gerekirdi. Hadi diyelim olmadı ve Irak’la çözeceksin. Tamam da orada bir sistem, bir güç var; o güç 6 yıldır orada emek vermiş, şehit vermiş; sen kalkıp da onlara hiç danışmadan ve onlar olmadan, onları oradan çıkarmak için anlaşma yapacaksın. Bu bir skandaldır. Peki onları nasıl çıkartacaksın? Êzîdîler üzerinde yeni bir ferman mı olacak? O Êzîdî çocuklarını oradan silahla mı çıkaracaksınız, nasıl çıkaracaksınız? Şimdi, bu anlaşmayı imzalayanlar onlara ne yapacak? Bakın oradaki halk meclisi, ‘bize kimse danışmadı’ dedi. Özerk Meclis var; yine YBŞ var; kimse onlara danışmamış. Hepsi de bu anlaşmayı kabul etmediklerini söyledi. Peki zorla mı çıkaracaksınız? Bu sefer de siz oraya gidip bir de siz mi Êzîdîleri öldüreceksiniz? Bu nasıl olacak?

Dolayısıyla bu anlaşmanın çözüm olmadığı ve yürümeyeceği görülüyor. Yani eğer uygulamak için çabalarlarsa çatışma çıkar. Anlaşmalar öyle olmalı ki taraflar arasında savaş ve çatışma değil, huzur getirmelidir ama bu bir çözüm anlaşması değildir; kendisiyle birlikte tehlikelere kapı aralamaktadır. Zaten bölge halkı ve Êzîdî kurumları kabul etmediklerini belirtti. Kalkıp Irak sistemi içerisindeki parlamenterler ve diğer partilerle görüştüler; hepsi de bu anlaşmayı uygun görmediklerini söyledi. Şimdi bugünlerde Irak Meclisi, Şengal’de yaşanan soykırımı tartışıyor ve bunu karar altına almak istiyor. Bu iyi bir şeydir. Elbette Şengal’de bir soykırım yaşanmıştır. Bir yandan “burada bir soykırım yaşanmıştır” diyorsunuz; ancak öbür yandan o soykırımı durduranları da zorla çıkaracağınızı söylüyorsunuz. Bu ne adalettir ne de vicdandır! Kısacası bu anlaşma doğru bir şey değildir. Bu anlaşma kendisiyle birlikte birçok sorunu da getirecektir. Oradaki halkı ve güçleri göz ardı edemezsiniz. Göz ardı ederseniz sorun çözülmediği gibi daha da derinleşir. Bu, böyle bir şeydir.

Biz şunu söylüyoruz; sorunlarımızı kendi içimizde çözmeliyiz. Orada gidip muhatap alınacak ve tartışılacak çevreler vardır. Zaten onlar da üçüncü bir taraf olduklarını söyledi. Demek ki her şeyi kabul etmiyorlar. Aslında açıklamaları diyaloga açık olduklarını gösteriyor. Bu, sanki yasa dışı bir şeymiş gibi sayılmış. Tabi eski defterleri açmaya gerek yoktur. Orada esas meşru olanlar onlardır. Zor koşullarda Şengal’e sahip çıkanlar şimdi oradalar; onlara, ‘buradan çık git’ diyemezsin. Yani bunun için uygulanabilecek bir anlaşma olarak görmüyoruz.

Buradan bütün Kürtlere çağrıda bulunuyorum; Kürtler olarak şüphesiz Şengal sorunu da dahil, tüm sorunlarımızı kendi içimizde çözebilmeliyiz. Bu dönemde halkımızın buna ihtiyacı vardır. Bundan birkaç gün önce Kuzey Kürdistan’da HDP ile Kürdistani partiler toplandılar; orada KDP-Türkiye Başkanı da konuştu; o da, “biz Kürtlerin anlaşabildiğini göstermek ve ‘Kürtler anlaşamıyorlar’ imajını kırmak istiyoruz” dedi. Çok yerinde bir şeydir. Ben de şimdi aynı şeyi söylüyorum. Nasıl ki Kuzey’de öyle yapıyorlarsa tüm Kürdistan’da da sömürgeci devletlerin “Kürtler millet değildir; hiçbir hakları yoktur ve bir olamazlar” iddialarını kırmamız lazımdır. Bu dönemde, -söylemek istemiyorum ama- kendi içimizde bir savaş yaşanırsa her şey kaybedilecektir. Çünkü bu sorunun tarihsel arka planı da var; bir başladı mı kim durduracak! Dolayısıyla her şey bozulacak. Bunun için çağrım önemlidir. Biz buna cevap verilmesini istiyoruz ve bu krizli durumun aşılmasını umut ediyoruz.

AKP-MHP rejiminin Rojava’ya yönelik tehditleri ve gerillaya dönük saldırıları sürüyor. Yine son dönemde demokratik siyasete dönük de baskılar ve saldırılar artarak devam ediyor. Türk devletinin içinde bulunduğu durum, gelişen bu süreç ve gerillanın direnişi nasıl görüyorsunuz?

Erdoğan, en son Rojava’ya tehditte bulundu fakat detayda “PKK orada bir statü oluşturmaya çalışıyor, biz bunu kabul etmiyoruz” diyor. Kuşkusuz orada PKK yoktur, Erdoğan Rojava’yı hedef haline getirmek için bunu söylüyor. Aslında “Kürtler orada bir statü kuracak, biz bunu kabul etmiyoruz” diyor. Niye kabul etmiyor? Çünkü hiçbir yerde Kürt’ün statüye kavuşmasını istemiyor. Resmi olarak, “Başûrê Kurdistan’ın statüsünü kabul ediyoruz” da dememiştir. Sadece bazı ilişkiler geliştiriyor ve onlardan istifade etmek istiyor. Yani Türk devleti, her yerde Kürt’ün statü sahibi olmasına karşıdır. Daha önceden de defalarca “Güney’dekine karşı çıkmayarak yanlış yaptık” demişlerdir. Bunu söyleyen ne yapmak ister? Kuşkusuz yanlışını telafi etmek ister. İşte bugün Erdoğan ve Bahçeli bunu yapıyor.

Sorunuza gelince; bugün sömürgeci-işgalci Türk devletiyle aramızdaki savaş çok önemli bir düzeye ulaşmıştır. Yani en son 6 yıldır bize karşı bütün imkanlarıyla savaşıyor ama bunda başarılı olamadı. Doğru, biz de bedel ödedik ama düşman da çöküşün eşiğine geldi. Şimdi Türk devletinin faşist soykırımcı sistemi, ekonomik, siyasi, toplumsal ve her alanda bir kriz ve kaos içindedir. Artık sadece biz değil, herkes bu sistemin ömrünün ne kadar olacağını tartışıyor. Sık sık anketler yapılıyor fakat mevcut faşist iktidarın kaybettiği anlaşılıyor. Şu anda seçime gitse kaybedecektir. Bu anlamda AKP-MHP rejimi de ciddi bir kriz içine girip çöküşün eşiğine ulaştı. Tabi bu kolay olmadı; biz de bunun bedelini verdik ama şu anda bizim pozisyonumuz daha güçlüdür. Çünkü biz, bir kriz içinde değiliz. Biz gelişmeye açığız ve yolumuz açıktır. Fakat düşmanın sistemi kriz içinde ve gittikçe kaos daha da derinleşmektedir.

Örneğin eskiden faşist TC devleti bize karşı savaştığında tüm NATO üyesi ülkeler, yine Avrupa, ABD, Arap devletleri, Irak, İran ve Suriye devleti bu savaşta onları destekliyordu. TC, bu şekilde bize karşı savaşıyordu. Şimdi hangi devlet TC’yi direkt desteklemektedir? Doğru, TC şu anda ABD’nin mevcut Trump yönetimiyle bize karşı plan yürütüyor ama Katar ve Azerbaycan dışında bu savaşta hangi devlet TC’nin yanında yer alıyor? Hiçbiri. Artık bu planları deşifre oldu. Bu rejimin Turanizm, Pantürkizm, şoven, milliyetçi ve Osmanlı hayalleri deşifre oldu. Bugün tüm Arap halkı ve devletleri buna karşıdır. Yine Avrupa karşıdır. Peki TC ne yapmak istiyor? Aslında bize karşı verdikleri savaşta sonuçsuz kaldı ve bazı ekonomik kaynakları yani petrolü aramaya başladı. Bunun için Libya’ya petrol kaynaklarını almaya yöneldi; bu olmadı. Doğu Akdeniz’de doğal gaz aramak istedi; bu da olmadı. Tüm bunlarla kendisini güçlendirerek Kürtlere karşı savaşmak istedi. Bu arayışların hepsi Kürt’e karşı verilen savaş için aranan kaynaklardır. Şimdi Kıbrıs ve Yunan ile yaşadığı çelişki bunun içindir. Oradan sonuç alamadı, yönünü Ermenilere verdi. Azerbaycan’a silah verdi; İHA-SİHA verdi; yine Suriye’den çete gönderip savaşı başlattı. Neden? Çünkü Erdoğan Türk toplumu içinde milliyetçi şoven damarı geliştirip güçlendirerek kendi yandaşlarını arttırıp böylece erken seçime gitmek istiyor. Kürt karşıtlığı yaptı; bununla oy toplayamadı; çok eskiden beri hep düşman olarak gösterdikleri Yunan-Rumlara karşı gerginlik yaratarak milliyetçi duyguları şahlandırmak istedi fakat sonucunda anketlerden yüzde 50’nin üzerine çıkamadığı anlaşıldı. Bu sefer 100 yıldır toplumda hep düşman gösterdikleri Ermenilere karşı anti propaganda yapıp düşmanca şeyler söylediler; Ermenilere karşı yaratılan çelişkiyle şoven damarını hareketlendirerek oylarını yükseltmek istediler; yine de oylarını yükseltmedikleri görülüyor. Yani Erdoğan ve Bahçeli dışa dönük müdahalesinin hiçbirisinde amaçlarına ulaşamadılar, zeminlerini güçlendiremediler. Onun için de erken seçim gündemini değiştirdiler ama nereye kadar gidecekler? Çünkü gittikçe daha da bataklığa doğru gidiyorlar. Tüm bunların hepsi Kürtlere karşı verdiği savaşın sonucunda oldu. Faşist-sömürgeci-soykırımcı Türk devleti, bugün eğer bize karşı başarılı olsaydı, “Türkiye’yi tüm sorunlardan kurtardık” deyip her şekilde faşist sisteminde istikrarı sağlardı. Bize karşı çöküşe uğradığı için bugün ağır bir krizin içindedirler.

Yine İmralı’da uyguladıklarını hiçbir vicdan kaldırmaz. Mesela biraz haysiyeti olan bir devlet başkanı denetimindeki esir bir insana bu kadar zulüm yapmazdı ama Erdoğan yapıyor, çünkü mertlik yoktur.

Türkiye’deki demokratik-sol-sosyalist güçlerin ve Kürt halkının bir araya gelip oluşturduğu HDP, Kürt sorununun çözümünü isteyen, Kürt’ün varlığını ortaya koyan, Türkiye’nin üçüncü büyük partisidir. TC’nin basınında kimse HDP’den bahsetmiyor; çünkü korkuyorlar ve kim bahsederse başına bela gelir. Bir diğeri şimdiye kadar 5 bine yakın HDP’liyi rehin almışlar, hepsi cezaevindedir. Eşbaşkanları, il ve ilçe eşbaşkanlarını, yine tüm üyelerini tutukluyor. En son Amed’deki eşbaşkanları tutukladılar. Ardından Bazîd’dekileri rehin aldılar. Yarın hangilerini alacaklar. Yani artık büyük bir onursuzluk yapıyorlar. Öyle olmuş ki, artık HDP’lileri nasıl tutuklayacaklarını düşünüyorlar. Sonradan akıllarına 6 yıl önce yaşanan Kobanê eylemleri geliyor ve onun üzerinden operasyon yapıp sindirmeye çalışıyorlar. Yani sol-sosyalist-demokratik ve Kürt’ün varlığını kabul eden, Kürt’ün özgürlük mücadelesiyle dostluk kuran tüm güçler de dahil demokratik siyaset üzerinde bir saldırı ve soykırım siyaseti var. Bu saldırılar gerçekten bütün sınırları aşmıştır. Türkiye’de bugün kanun filan yoktur; sömürgeci ve soykırımcı yasalar esastır.

Aynı konsept çerçevesinde gerillaya dönük de saldırılar var. Her gün farklı farklı isimlerle operasyonlar yapıyor. TC her şeyini tekniğine bağlamıştır. Şu anda en fazla göz önünde olan Heftanîn’deki direniştir. Heftanîn’de her zaman 9-10 keşif uçakları havadadır ama orada her gün gerilla o kadar hareket ediyor ve TC ordusuna darbe vuruyor. Tüm yerlerde belli bir direniş durumu var.

Kürdistan şehirlerinde ve metropollerde gittikçe savaş toplumsallaşıyor. Elinde silahı bulunmayanlar, bulabildiği farklı araçlarla bu rejime karşı direniyor. Öz savunma birlikleri bu anlamda önemli bir rol oynuyor. Biz ormanların yakılmasına elbette ki karşıyız ama TC’nin alt yapısı olan kurumlara, iş yerlerine, fabrikalara, kısaca bu savaşın yürütülmesine hizmet eden tüm kurum ve kuruluşlara yönelik yakma eylemleri yapılıyor. Şu anda ekonomik bir savaş var; faşist rejim bunu da yansıtmak istemiyor ve basını hiç vermiyor. Oysa şu anda Türkiye metropollerinde, şehirlerinde ve yine Kürdistan’ın bazı şehirlerinde bu yönlü bir savaş yürütülüyor. Yani öz savunma güçleri, YPS ve HBDH çok güçlü eylemler yapıyorlar. Onları buradan selamlıyoruz. Gerçekten TC’nin ekonomisine büyük darbeler vuruyorlar. Bir yandan şehirlerde bu faşist soykırımcı sistemin uygulamalarına karşı eylemler var, diğer yandan Kürdistan Özgürlük gerillası savaşıyor ve direniyor.

İşgalci TC devletinin Güney Kürdistan’ı işgal etme planı vardı ama Heftanîn’de tıkandılar. Eğer Heftanîn’de tıkanmasaydı bu işgal girişimlerini daha da genişletirdi. Tabi Heftanîn’de tıkanmayı kolay kolay yaşamadı. Esmer, Rüstem, Nûcan, Egîd, Mazlum ve Memyanların kahramanca direnişi karşısında TC Heftanîn’de tıkandı. Orada kahramanlık destanları yazıldı. Bu şekilde düşman korktu ve arazinin daha derinliğine girmeye cesaret edemedi. Çünkü girse başına daha neler geleceğini iyi biliyor ve bu yüzden ilerleyemedi. Biliyoruz ki; Güney Kürdistan üzerindeki planları daha bitmemiş ve devam ediyor. Erdoğan Rojava’ya tehditte bulunup “ben sonuna kadar Kürtlere karşı savaşacağım” diyor. Libya’daki ve Doğu Akdeniz’deki planları boşa düştü. Öyle görünüyor ki Ermenistan üzerindeki hesapları da boşa çıkacak. Örneğin istediği gibi masada taraf olamadı. Yine tekraren “ben Kürtlere karşı savaşta sonuca gideceğim” diyor. Onlar sonuca gidemeyecektir; çünkü çöküşleri görünüyor. Elbette ‘bu faşist sistem bugün yarın çökecektir’ demiyorum ve kuşkusuz kendiliğinden de çöküşe gitmeyecektir; bunun için mücadele etmek gerekiyor. Toplumsal alanda değişik direnişler ve serhildanlar ile gerillaya dayalı her açıdan mücadele gerekiyor. Biz de bunu yürüteceğiz. Bu konudaki iddiamız her zamandakinden daha güçlüdür ve zeminimiz sağlamdır. Var olan imkanları değerlendirip KCK Yürütme Konseyi’nin en son ilan ettiği ‘Tecride, Faşizme ve İşgale Son; Şimdi Özgürlük Zamanı’ hamlesi çerçevesinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi önümüzdeki günlerde daha fazla yükselecek ve başarıyı elde edecektir.