Kaytan: Önder Apo şahsında komplo ilk anda boşa çıkarılmıştır

Kaytan: Bugün Efrîn’de yaratılan direniş ruhu İmralı direnişinden kaynağını almaktadır. Aynı zamanda Kürt halkı ve dostları şunu iyi bilmek zorundadır ki ulus devlettin kendisi halklar için bir komplo ve soykırımdır.

KCK Genel Başkanlık Konsey üyesi Ali Haydar Kaytan 15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında tüm Kürt halkına karşı yapılan komploya dair ajansımızın sorularına cevap verdi.

15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında gerçekleştirilen komplonun aşamaları ve hayatta geçirilme düzeyi nasıl gelişti?

1999 yılında Kürt Halk Önderi üzerine uygulanan Uluslararası Komplo öncelikle küresel hegemonik kapitalist sistemin Ortadoğu’daki mevcut statükoyu değiştirmek için ve bu projenin başarısını sağlamak amacıyla geliştirdi. Tabi komplocular daha doğrusu Küresel hegemonik sistem bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyordu. Fakat istedikleri gibi dizayn etme çabaları önünde engel gördükleri, Önder Abdullah Öcalan yoldaşı bertaraf etme düşüncesindeydiler ve bu amaçla böyle bir komplo tezgâhlandı. Önder Apo esir alınarak Türkiye’ye teslim edildi.

Daha somut amacı ise; Türkiye’yi Kürt sorunuyla uğraştırmak, Kürtleri Türklerle amansız bir savaş içerisine sokmak ve yıllara yayılmış bir Kürt -Türk savaşını ortaya çıkarmaktı. Önder Abdullah Öcalan’ın tutuklanması ardından Kürt halkında açığa çıkan intikam hırsı, Türk egemenlik sisteminde ise gemi azıya alınmış bir şovenizm karşı karşıya gelecekti. Ve karşılıklı intikam duygularıyla gerçekleşen bir savaş Türkiye’yi tam bir yangın yerine çevirecekti. Önder Apo o zamanda ifade ediyordu: Komplocular beni bir ateş topu olarak, Türkiye’yi de bir odunluk olarak görmek istediler. Ateş topunu odunluk olarak gördükleri Türkiye’nin içine attılar ve Türkiye’yi bir yangın yerine çevirmek istediler. Önderliğimiz daha ilk günden bunun farkında olduğu için bu komplonun amacını boşa çıkardı. Farklı bir yaklaşımla intikam hırsıyla mevzilenmiş PKK militanlarını böyle bir eylemselliğin içine koymaktan vazgeçirdi. Türkiye cephesinde ise geliştirdiği çözümlerle şovenizmi yerle bir etti. Tabi şovenizmi tümden ortadan kaldırmadı ama var olan mevcut şovenist dalgayı kırdı.

Sonrasında gelişen süreçleri zaten biliyoruz. Ama gelinen aşamada uluslararası komplo etkisizleştirilip boşa çıkarılsa da hala devam etmektedir. Amacı zaten PKK’yi etkisizleştirip tasfiye etmekti. Tabi belirli bir süre sonra bu konuda değişiklikler yapıldı. Hareket gelişimini devam ettirdi. Eskiden Türkiye etrafında komplo temelinde birleşen devletlerin bir araya gelmeleriyle sağladıkları birlik ortandan kalktı.

Bugün eskisi gibi komplocular birlik değil. İktidarda gerçekten nefret edilen bir diktatör var. Aslında eski komplocular bugün ki iktidardan kurtulmak istiyorlar. Tabi bu bir bütün Türkiye’yi gözden çıkarmışlar anlamına gelmiyor. Bu anlamda komplo devam ettirilmek istense de komplocular arasında bir birlik kalmadığı için komplo büyük bir ölçüde boşa çıkarılmıştır. Öte yandan şunu hiç unutmamak gerekir; ulus devlet sisteminin kendisi halklara karşı bir komplodur. Bu sistem var olduğu müddetçe de komplolar devam edecektir. Küresel hegemonik sistemin kendi tarihi komplolar tarihidir. Ve dolayısıyla bu komplolar sistemin çöküşünün yaşanmadığı sürece, sürekli devam edecektir. Fakat mevcut koşullarda Kürt halkının yürütmüş ve geliştirmiş olduğu mücadele de uluslararası komplo büyük bir kısmıyla boşa çıkarılmıştır.

TÜRKİYE HALKLARININ VARLIĞI KÜRT HALKININ VARLIĞIYLA MÜMKÜNDÜR

Hatta şunu söylemek isterim: komplocuların öngördüğü, geliştirmek istediklerini bizzat Recep Tayyip Erdoğan geliştirmiştir. Yani Türkiye’yi bir odunluk hatta Kürdistan’ı da benzer bir biçimde bir odunluk olarak göstermek isteyen, halkları karşı karşıya getiren ve Türkiye’yi bir yangın yerine çevirmeye çalışan savaş naraları atan Erdoğan’ın kendisidir. Yani bu açıdan dediğim gibi; ulus devlet mantığının kendisi en tehlikeli komplocu mantıktır. Ve Erdoğan’ın mantığı komplocudur.

Komployu sürdüren, komplocuların öngördüklerini pratikte uygulamak isteyen Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Bu çok iyi bilinmek zorundadır. Aslında halkların farkında olmadıkları özelliklede Türkiye halkının farkında olmadığı budur. Türkiye halkının, Türk halkının varlığı Kürt halkının varlığına bağlıdır. Kürtsüz bir Türklüğün bölge de yaşama imkanı yoktur. Eğer bir beka sorunundan bahsedersek bu beka Kürtlüğün yok edilmesi üzerinden değil Kürt ve Türk kardeşliğinin yeniden tesis edilmesi temelinde gelişebilir. Türklüğün de beka sorunu böylelikle çözülebilir. Aslında bu anlamda da yapılması gereken komplo aşamasında Türk ve Kürt kardeşliğini, dayanışmasını sağlamaktır. Komplonun boşa çıkarılmasının en etkili yolu bu rejimden yani soykırımcı AKP rejiminden, diktatörlüğünden bir an önce kurtulmaktır. Zaten mücadelede bu temelde gelişiyor. Özgürlüğü için ayağı kalkmış bir halk gerçekliği var bunun kendisi bile aslında komplonun amaçlarına ulaşamayacağının net kanıtı durumundadır.

Türk devleti şu anda Efrin’e yönelik işgal saldırıları düzenliyor. Türk medyasına baktığımızda Efrîn ele geçirilmiş gibi yansıtılıyor. Hakikatte ise bugün Efrîn’de geliştirilen direnişe kitlesel bir sahiplenme var. Siz bu direniş ve sahiplenmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi öncelikle şunu söyleyeyim. Bazılarının böyle bir kanısı var. Sol adına demokratlık adına bazı çevrelerde kimi iyi niyetli, kimi de hiç farkında olmadan aslında biraz da gaflet konumunda kalarak bazı değerlendirmeler yapıyor. İşte gelecekte AKP seçim yapmak istiyor ve şovenizmi kışkırtmak amacıyla Efrîn’e saldırmak istiyor. Diyorlar. Bu doğru bir yaklaşım değil. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın, bu faşist diktatörün ön gördüğü şey gerçekten de Kürt soykırımını tamamlamaktır. Nihai amacı çözüm olarak Kürtleri bitirmektir. Kesinlikle bu amaçla Efrîn’e yöneliyor. Saldırılarının kapsamında sadece Efrîn değil, Minbic’te var yani kendisi öyle söylüyor. Öncellikle Fırat’ın batısından Kürtleri temizlemek, ardında da diğer tarafa geçmek oraları temizlemek istiyor. Zaten her yere saldırıyor. Onun için özgür kimliğiyle yaşamak isteyen kimlik sahibi bir Kürt, nerede varsa oraya yöneliyor. Pencewin’i bombalıyor, Doğu Kürdistan’a yakın yerleri bombalıyor, Doğu Kürdistan güçlerini bombalıyor, Güney Kürdistan’ı bombalıyor, Efrîn’i bombalıyor, Rojava’nın diğer parçalarına top atışlarında bulunuyor ve çok önemli bir şey daha buraların sahiplerinin başkalarının olduğunu söylüyor.

O açıdan bu soykırım zihniyetini çok ciddiye almak zorundayız. Öncü bir avuç mücadelesi değil tüm bir halkın yediden yetmiş yediye kadar olan her insanın mücadelesidir. Çünkü AKP soykırım sistemi veya öngördüğü soykırım beşikteki bebeden, ömür merdivenin son basamağında olan insana kadar tüm insanları hedef alıyor. Bunları aslında fiziki olarak yok etmek istiyor. Fiziki yok ediş ve geri kalanını da teşhir biçimde yani sürgün, kendi topraklarından sökülüp atılması biçiminde yok etmek istiyor. Şu anda buna karşı direnişte; beşikteki bebeden ömür merdiveninin son basamağında olan insana kadar toplumun tüm kesimlerindeki insanların ortak direnişiyle mümkün olabilir. Bir avuç kahramanın veya gerilla mücadelesiyle bu soykırım bertaraf edilemez. Mutlaka tüm toplum bu soykırıma karşı örgütlendirilmeli ve örgütlü bir duruşun sahibi olmalıdır.

DİRENİŞ ANCAK DEVRİMCİ HALK SAVAŞI İLE MÜMKÜNDÜR

Bu devrimci halk savaşı olmak durumundadır. Devrimci halk savaşı yedi yaşından yetmiş yedi yaşındaki herkesin katılması gereken bir savaştır. Şimdi savaş buraya doğru gidiyor fakat mevcut durumda bu duruma ulaşmış değil. Soykırımı bertaraf etmenin yolu devrimci halk savaşıdır. Bir sahiplenme var onlar üç saatlik bir süre içinde alacaklarını söylüyorlardı. Onlar üç saatte merkeze ulaşacaklarını söylüyordu. Bir iki bombalarız Efrîn halkı kaçar belki yönünü Türkiye’ye dönmezler fakat diğer taraflara Rojava veya Kuzey Suriye’nin diğer kesimlerine kaçarlar diye düşünüyorlardı. Bu olmadı halk kendi topraklarında kaldı. Kürt tarihi açısından değerlendirirsek; tersinden bir gelişme oldu. Rojava’nın diğer kesimlerinden halk savaşın olduğu topraklara doğru aktı. Bu bir destektir. Sorun bir yer de mücadeleyi desteklemek amacıyla binlerce insanın oraya akın etmesi ve daha sonra yerine gelmesi, gitmesi değil. Rojava’nın her yerinde, tüm halkların Kürtlerin, Arapların, Asurilerin, Süryanilerin, Sünni inancına mensup gerçekten inananların, Ermenilerin, herkesin hatta hepsinin yekvücut olup soykırımı boşa çıkarma temelinde örgütlemesi gerekir. Direnişin ve sahiplenmenin sadece Efrîn veya da saldırın olduğu bölgelerde değil; herkesin, herkesin bulunduğu yerde, kendi örgütlenmesini geliştirmesi ve gelişecek saldırılara karşı benzer konumda konumlanması gerekir.

Efrîn’e destek olanlarında bulundukları yerde benzer bir konumlanmaya geçmeleri gerekir. Tehlike bugün Efrîn üzerindedir. Aslında tehlike değil; ‘işgaldir, soykırımdır.’ Fakat bunu bilmek lazım Rojava’nın diğer kesimleri, bölgeleri içinde böylesi bir tehlike mevcuttur. Bundan dolayı bugün Efrîn’de boşa çıkarsa diğer yerlerde de boşa çıkar. Şimdi Rojava’nın diğer yerleri tehlike altındadır, Şengal tehlike altındadır, Güney Kürdistan tehlike altındadır. Bu açıdan şu anda var olan mevcut durum olumludur. Direniş görkemlidir. Fakat biz sadece direnişle sonuç alamayız. Davamız öyle bir dava değil. Soykırım var ve biz soykırımı bir daha, Kürdistan tarihinde tekrarlamamak gibi bir görevle karşı karşıyayız. Her Kürt böyle bir görevle karşı karşıyadır. Kürtler kaderinin soykırım ve katliam olmadığı kanıtlayarak; Kürt halkının ve bölge halklarının kaderinin özgürlük, özgür yaşam olduğunu kanıtlayacaktır. Bizim kaderimiz Türkiye demokrasisidir. Özgür Kürdistan açığa çıkarmaktır. Bizim kaderimiz demokratik bir Ortadoğu’nun inşasıdır. Kürdün kaderi budur. Onun için Kürtler kaderini diğer halkların kaderiyle birleştirmelidir. Yoksa bizim arkamızda YPG var, YPJ var kimse bize bir şey yapamaz yaklaşımı ürkütücü olur. Onlarla soykırım boşa çıkarılamaz. Soykırımı boşa çıkarmanın yegane yolu Kürtlerin birliğidir. Özel olarak Efrîn genel olarak Kürt halkının birliğidir. Birleşen Kürtlerin diğer halklarla birliğidir. Arap halklarıyla, Türkiye halklarıyla birliğidir. Diğer etnik dini inançlarla birliğidir. Bu birlik sadece soykırımı durdurmaz. Bu aynı zamanda komplo ve katliamlarla anılan ulus devlet mantığının da çöküşü olur. Onların soyu kurutulur. Kürtlerin soyunu kurutmak isteyen soykırımcı zihniyettin kökü kurur.

70’li yıllarda sayın Öcalan ile birlikte “Kürdistan sömürgedir” sloganıyla adım attınız. Şu an “An azadi an azadi” ya da “jin, jiyan, azadî” sloganlarıyla Kürdistan halkı meydanlarda. Bu sizin için ne ifade ediyor. Sayın Öcalan ile olan bir anınızı da anlatır mısınız?

Anıyla başlayarak anlamı onunla birleştireyim. Aynı yıl birlikte üniversiteye geçiş yapmıştık. Ayrıca aynı fakültede de okuyorduk. Daha önce hiç karşılaşmamıştık. Zaten o zaman kendisi de cezaevindeydi. Cezaevinden çıktıktan sonra kendisi geldi ve benimle konuşmak istediğini söyledi. Tabi o zaman ben de büyük bir sevinçle kabul ettim. Konuşmaya başladık. Daha doğrusu o konuştu ben de dinlemeye başladım. Gerçekten de belki de hayatımdaki en temel anı budur. Ondan duyduğum “Kürdistan sömürgedir” belirlemesi oldu. Daha önce böyle bir sözü hiç kimse söylememişti. O dönemde de sömürge ülkelerde ulusal kurtuluş mücadeleleri vardı ama Kürdistan’da Kürtlüğün yerinde bile yeller esiyordu. Söz olarak Kürdistan vardı ama pratik olarak yoktu. Söz olarak Kürt gerçeği vardı ama mezara yatırılmıştı yani Kürdistan suskun bir mezarlık gibiydi. Kürtler de mezarlıkta yatan insanlardı. Ama gelinen noktada “An azadi, an azadi” diyen bir halk var. “An azadi, an azadi” diyen öncüler var, kadınlar var ve her şeyden de önemlisi en dibe batan ve böylece en yükseğe çıkan, sadece Kürtler için değil tüm insanlık için de bir ayna niteliğinde olan aslında hakikatin özünü ifade eden, Kürtlükte kadının parlayan yüzü var. Bu noktaya gelebilmek tabi ilk başta hayal ötesi bir şeydi. O zaman sadece söz vardı. Bu söz de çok yoğun değildi. İki kelimeden ibaret bir cümle, umut bile denilemeyecek bir duygu ile bu hareket ortaya çıktı. Kendi şahsım açısından da öyle ifade ederim.

Gerçekten de üzerimde soykırım tehditleri olsa bile gelinen noktada zafere en yakın yerdeyiz. Günümüzde karanlık koyu gibi görünebilir ama özgürlük güneşi olarak Önder Apo’nun düşünceleri bu anı sürekli bir biçimde aydınlatıyor. Yani karanlığın yoğunlaşmasına bile izin vermiyor. Bizim temel hedefimiz Önder Apo’nun düşüncesinde birleşmek ve ondaki anlamın uygulayıcısı olmaktır. Biz Kürtler; partililer, savaşçılar, komutanlar, hepimiz kesinlikle uygulama makamındayız. Uyguladıklarımız onun düşünceleri olmak durumunda, onun özgürlükçü, özgür yaşam, yeni bir dünya, yeni bir uygarlık düşüncelerini içselleştireceğiz, her an o düşüncelerle birlikte yaşayacağız. O düşünceleri kendimizde bedene kavuşturacağız ve onunla birlikte o düşünceleri gerçekten öncelikle günümüz Ortadoğu’sunda ve bugünkü dünyada da ete kemiğe büründüreceğiz. Yani yeni bir dünya doğuyor, yeni bir uygarlık doğuyor. Yeni bir demokratik uygarlık ve demokratik moderniteyi somutlaştırıyoruz. Kürtler bunun öncülüğün dedir. Bu açıdan görevleri ciddidir. Kürtler aslında mevcut durumda bir bütün böylesi bir uygarlığın kolektif peygamberliğini yapıyorlar. Bu açıdan da her bir Kürdün, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla eğitim düzeyi ne olursa olsun kesinlikle bu noktaya kendisini kenetlemesi gerekiyor. Yeni bir dünyanın öncüsü olarak rol alıyor. Elbette bu dünyayı kurmakla gerçekleşen soykırımları yıkma mücadelesi iç içedir. Bu soykırımı yerle bir ettikçe böyle bir dünyayı da kuracağız.

Mücadele içindeki her bir insanımıza başta yoldaşlar ve halkımız olmak üzere, Kürt halkının tüm dostlarına, mücadele yürüten tüm insanlığa sonsuz saygılarımı sunuyorum. Yeni bir dönemdeyiz. Bu dönem heyecan verici bir dönemdir. Komplonun bu dönemini kara bir gün olarak karşılayacağımız bir dönem değil. Kara günü gerçekten de aydınlık günlere çevirmiş durumdayız. Bundan sonrası daha fazla aydınlık olacak. Yeter ki bizler güçlerimizi birleştirelim, yeter ki başka halklarla birlik olmasını bilelim, başka halklarla bütünleşerek mücadele edelim.