Kırkazak: CHP tekçi refleksinden dolayı Kürtleri görmezden geliyor

HDP Eş Genel Başkanı Cahit Kırkazak, CHP’nin son dönerde Kürtleri görmezden gelme politikalarına dair, “CHP, ‘tekçi’ sistemin kurucusudur. CHP’nin daha şimdiden Kürtleri görmezlikten gelmesi bu tekçilik refleksindendir" dedi.

HDP'DEN CHP'YE ELEŞTİRİ

Yerel seçimlerde başarı elde eden CHP, kendini destekleyen Kürt seçmene yönelik tavrını değiştirmeye başladı. Seçimler öncesinde Kürtlerin hassasiyetlerini dikkate alacaklarını belirten ve Kürtlerle açıkça yan yana gelen CHP yönetimi, seçimlerden hemen sonra "normalleşme" adı altında iktidarın politikalarına ortak olmaya başladı. Kürtlerin en basit hak taleplerine karşı ayak direten bir yerde durmaya başlayan CHP’ye yönelik hem DEM Parti yönetimi hem de Kürt seçmen eleştirilerini sıralamaya başlarken, bu eleştiriler CHP içerisinde de dillendirilmeye başlandı. Ancak CHP yönetimi, Kürtlere yönelik haksızlıklara ve Kürtlerin hak taleplerine yönelik eski tavrına dönme eğilimini göstermekte ısrar ediyor.

CHP’nin kuruluş kodlarına dönme eğiliminde olduğunu belirten HDP Eş Genel Başkanı Cahit Kırkazak, CHP’nin son dönem politikalarına dair ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.

Yerel seçimler sonrası CHP ciddi bir zafer elde etti. Bunun sebepleri nelerdir?

AKP-MHP tek adam rejimi, cumhuriyetin “tekçilik” kodlarıyla birleşince Türkiye çoklu krizlere sürüklendi. Türkiye’deki çoklu krizlerin asıl nedeni ise Kürtlerin eşitlik ve özgürlük taleplerine karşı demokratik zeminde diyalogla cevap vermek yerine şiddet ve güvenlik politikalarıyla yok etmenin tercih edilmesidir. İç politikada Sayın Öcalan’a uygulanan mutlak tecrit, Kürtlerin dili ve kültürünün yok sayılması, baskı, hapishane ve sürgün politikalarıyla Kürt siyasetinin tasfiye edilmesi çabasından vazgeçilmedi. Dış politikada ise özellikle Irak Kürdistan Federe Bölgesi ve Kuzey Doğu Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını boğmak için uluslararası güçlere tavizler vermekten çekinilmemesi, Kürtlerin eşitlik talepli mücadelesine yaklaşımı göstermektedir. AKP-MHP rejiminin Kürtlere yaklaşımı, ifade edilmeye çalışıldığı gibi, ülkeyi çoklu krizlere sürüklemektedir.

Bu krizlerin toplum için en yakıcı olanı; yoksulluk, işsizlik ve açlık gibi ekonomik krizdir. Toplum, AKP-MHP’nin tek adam rejiminin ülkeyi yönetememe haline karşılık olarak değişim iradesi ortaya koyup yerel seçimlerde CHP’ye yöneldi. CHP, belki de ilk defa kendi kitlesinin dışındaki toplumsal kesimlerden de oy aldı. Ancak toplumun değişim iradesinin gerekçesi, AKP-MHP’nin anti demokratik, hukuka aykırı politikalarından ziyade ekonomi politikaları olduğunu görmek gerekir. Bu nedenle değişimin, ülkenin demokrasisine ve hukuk düzenine evrilmesi, CHP’nin ve toplumsal muhalefetin tutumuna bağlı olacaktır.

CHP’nin seçimler öncesi ve seçimler sonrası tavrında gözle görünür bir değişiklik oldu. Seçimler öncesi özellikle Kürtler ile ilişkilerini açık bir şekilde sürdüren CHP, seçimler sonrası Kürtlerin hassasiyetlerini göz ardı etmeye başladı. Neden böyle bir dönüş içerisine girdi?

Cumhuriyetin öncesinden başlarsak, II. Abdülhamit, İttihat Terakki, Mustafa Kemal, Demokrat Parti, Adalet Partisi, CHP, ANAP ve nihayetinde AKP, liberal ve özgürlükçü söylemlerle iktidara geldiler. Ancak iktidara gelip pozisyonlarını sağlamlaştırdıktan sonra muhafazakârlaşıp otoriterleştiler. Bu durum, Türkçülük zihniyeti ve cumhuriyetin tekçilik üzerine inşa edilen kuruluş kodlarından bağımsız okunamaz. CHP, bu dönem için daha özgürlükçü söylemleri terk etmemiş ve otoriter söylemlere başvurmamış olsa da Kürtleri görmezden gelmesi, bu yolun yolcusu olduğunu göstermektedir.

Nitekim CHP de tek dil, tek millet, tek bayrak, tek devlet diye sıralanan “tekçi” sistemin kurucusudur. Bu nedenle CHP’nin daha şimdiden Kürtleri görmezlikten gelmesi ya bu tekçilik refleksinden ya da ulusalcıların, muhafazakâr milliyetçilerin ve dinci milliyetçilerin koalisyonundan oluşan tekçi devlet aklının Hikmet-i Hükümet gerekçesiyle uyarılmış olmasındandır. Ama hangi gerekçe olursa olsun, 150 yıllık pratikte görüldü ki, bu topraklara Türkçülük ve tekçilik; demokrasi, hukuk ve huzur getirmemiştir. Çünkü toplumların sosyolojisi çok dilli, çok kültürlü ve çok inançlı bir yaşam ile kendini yüzyıllarca var etti. Yasaklamak, bu sosyolojik dokuyu bozmaktır. Bozulan sosyolojinin, beraberinde çatışmaları getirmesi kaçınılmazdır.

Kürtler’e yönelik tutumu hassasiyet olarak değerlendirmekten ziyade toplumun ve cumhuriyetin demokratikleştirilmesi önerisinin dikkate alınmasıdır. Maruz kaldıkları hukuksuzluklara dayanışma ruhuyla itiraz edilmesi beklentisidir. Kürtlerin dili ve kültürü saldırıya uğramakta, iradesi kayyum ile gasp edilmekte ve Sayın Öcalan üzerinde 42 aydır mutlak tecrit uygulanmaktadır. Dolayısıyla başta CHP olmak üzere Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlerin bu haksızlıklara ve hukuksuzluklara ses çıkarması, siyasal ve ahlaki sorumluluklarının gereği olmalıdır.

Seçim sonuçları sonrası iktidar normalleşme adımları atacağını açıkladı ve bu açıklamalara ilk olumlu cevap yine CHP’den geldi. CHP lideri, Erdoğan ile görüşmeler yaptı ancak bu görüşmelerde neler konuşulduğu kamuoyuna açıklanmadı. Bunu nasıl okumak gerek?

Ülke tarihinin görebildiği en pragmatist ve Makyavelist siyasetçisi Erdoğan’dır. Seçmenin kararlarının sonuçlarının AKP ve Erdoğan üzerindeki olumsuz etkilerini dağıtmak ve dikkati başka yöne çevirmek için “normalleşme” söylemini gündeme getirdi. “Normalleşme” muhatabını da CHP olarak seçti. Ama hangi konuda normalleşme? “Normalleşmenin” amacı ve muhatabı belliydi; ancak hangi konuda “normalleşme” bu konu belli değildi.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Erdoğan’ın “normalleşme” diye ifade ettiği şey, toplumun yararına değildir. Bu, baskıcı otoriter rejimin demokrasiye evrilmesi çabası değildir; yargıyı bağımlı olmaktan çıkarıp AYM ve AİHM kararlarını uygulayan, tecrit sistemini ortadan kaldıran bir hukuk düzenine dönüş değildir. Halkın iradesine saygı gösterip kayyum politikalarından vazgeçme değildir; Kürtlerin eşitlik talepli mücadelesini gören, meselenin çözümü için muhataplarıyla görüşme girişimi de değildir. Eğer toplum lehine bir “normalleşmeden” söz edilecekse bu, toplumla veya toplumun muhataplarıyla yapılır, sadece bir parti ile yapılmaz. O nedenle görüşmenin içeriği ve sonuçları toplumla paylaşılmadı. Bırakın toplumla, yakın kurmaylarıyla bile paylaşmadılar. Bu “normalleşme”, Erdoğan’ın ifadeleriyle, muhalefeti dizayn etmeyi ve Erdoğan ile iktidar bloğu üzerindeki tartışmaları dağıtmayı amaçlayan siyasi pragmatizmin bir hamlesiydi.

Türkiye’de toplumsal mücadele yürütenlerin iktidarlara karşı ezik bir ruh hali her zaman olmuştur. İktidar partilerinden bir tebessüm gördüklerinde hemen takla atıyorlar. Bu süreç de öyle oldu. CHP, Erdoğan’ın “normalleşme” söylemi ve çağrısının içeriğini tartışmadan, tüm muhataplarını sürece katmadan hemen üzerine atladı. Sonuç olarak, toplumun yerel seçim sonuçlarını tam olarak tartışmadığı, AKP ve Erdoğan’ın tartışmalardan kurtulduğu, CHP tabanının itibarsızlaştırıldığı bir oyalama süreci oldu.

Kamuoyunda dillendirilen bir iddiaya göre Erdoğan, iktidarı bırakmamak için parlamenter sisteme yeniden geçip etkisiz bir cumhurbaşkanlığı görevi ile yargılanmama zırhına bürünmek istiyor. CHP sizce bunu kabul eder mi?

Erdoğan, bulaştığı suçları iyi biliyor. Özellikle ailesi ve yakınındakilerin karıştığı yolsuzluklar, kamu bürokrasisinde cemaat ve tarikatlara peşkeş çekmesi, AYM ve AİHM kararlarının uygulanmaması nedeniyle anayasayı askıya alması, güvenlik bürokrasisinin mafyaya teslim edilmesi gibi. Suriye’deki terör gruplarıyla ilişkilerinden dolayı bulaştığı savaş suçları, ki bu suçlar nedeniyle ABD, Rusya ve İran’ın delil topladığı bilinmektedir. Özetle, Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesinden sonra hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta zor günler yaşayacağı kesin. Bu nedenle, Erdoğan kendisini ve ailesini kurtarmak için Makyavelist bütün hünerlerini kullanacaktır. Erdoğan’ın yargılanmama garantisi karşısında parlamenter sisteme dönüş isteğini CHP’ye ilettiği iddiası uzun zamandır konuşuluyor. Ama Erdoğan şunu bilmeli ki; çözüm, demokratik hukuk düzenini inşa etmekten geçer. Onun dışında yapacağı hiçbir girişim Erdoğan’a istediği sonucu vermeyecektir.

CHP bu durumda ne mi yapar? İşin açıkçası, CHP’nin geçmişi bu konuda pek parlak değil. Gerek Baykal-Erdoğan ilişkisi gerekse de Kılıçdaroğlu’nun ‘anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ pratiği, bizleri yarınlara dair kaygılandırıyor. Umarız CHP, bu sefer bir kişinin geleceğini veya partilerinin çıkarlarını, demokratik toplum ve hukuk düzeninden üstün görmez. Demokrasi ve hukuk pusulasından şaşmaz.

DEM Parti’ye yönelik artan saldırılara karşı CHP’den ciddi bir karşı koyuş gelmedi. Açıklamaları ise daha çok yüzeysel oldu. DEM Parti, CHP’nin bu tavrına karşı uyarılarda bulundu ancak karşılarına her zaman AKP ile anlaşma argümanı çıkartıldı. DEM Parti CHP’ye muhtaç mı yoksa bunun tam tersi CHP’mi DEM Parti ve seçmenine muhtaç?

Yerel seçimlerden sonra AKP ve Erdoğan, seçim yenilgisinin psikolojik havasını dağıtmak için bir yandan CHP ile “normalleşme” oyunlarını oynarken, diğer yandan Kürtlere ve DEM Parti geleneğindeki siyasi partilere yönelik kolluk ve yargı baskısının dozunu artırdı. Önce Wan’da halkın iradesini gasp etmeye başladı; toplumun refleksi güçlü olunca geri adım attı. Sonrasında Hakkari’de halkın iradesini gasp etti ve Hakkari belediyesine kayyum atadı. Baskılar bununla da durmadı. Belediyelerin Kürtçe trafik yazılımlarının İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla silinmesi, Kürtçe halay çeken Kürt gençlerinin ters kelepçelerle gözaltına alınmaları, tutuklanmaları ve Kürt düğünlerinin izne bağlanması, nihayetinde Kürt hastaların Türkçe bilmedikleri için muayene edilmemeleri.

Bütün bu baskılara karşı CHP, Wan’da kayyum girişimine ve Hakkari belediyesine kayyum gaspına heyet göndermenin dışında kurumsal bir varlık göstermedi. Üstelik Kürtçeye, Kürt kültürüne ve folkloruna yönelik saldırılar karşısında ölü numarası yaptı. Yine, Kürt meselesinde çözümsüzlüğün derinleşmesine neden olan Sayın Öcalan üzerindeki hukuksuz tecrit politikalarına karşı da tek bir söz kurmuyor. Bunun temel nedenini, yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, cumhuriyetin ‘tekçilik’ üzerine inşa edilen kuruluş ideolojisinden bağımsız okumamak gerekir. 

DEM Parti, dayanışma duygusuyla ortaklaşmak dışında hiçbir partiye ihtiyaç temelinde yaklaşmaz. Nitekim Dem Parti ve HDP gelenekleri, 2019’daki ve 2023’teki tutumları ile ülkenin demokratikleşmesi için üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdiler. Bu nedenle DEM Parti dayanışma ve ortaklaşma dışında hiçbir parti veya oluşuma ihtiyaç duymaz. Ancak CHP’nin ister iktidara gelmek için olsun isterse de ülkeyi demokratikleştirmek için olsun DEM Parti’ye ihtiyaç duyduğu kesindir. Bu nedenle CHP; başta kayyum politikaları olmak üzere, Kürtçenin eğitim dili olması, Kürtçe ile kamusal alanda hizmet alınması ve tecrit hukuksuzluğuna dair sözünü net olarak kullanmalıdır. Aksi durumda kaybeden CHP olacaktır; kaybeden ülkenin demokrasisi olacaktır.

CHP’nin bir önceki genel başkanı katıldığı bir TV programında Ümit Özdağ ile ilgili protokolü savundu ancak Kürtlerde yaşanan öfkeye dair hiçbir şey söylemedi, yanlış yaptığına dair özür bile dilemedi. Kılıçdaroğlu’nun halen CHP içerisinde etkisi göz önünde bulundurulursa, CHP içerisinde halen Kürt fobisi güçlü diyebilir miyiz?

Dem Parti geleneği, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde demokrasiye ve hukuk düzenine dönüş için üstüne düşen fedakarlığı yapmıştır. Bunun için cumhurbaşkanı adayı çıkarmayıp Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemiştir. Üstelik Kemal Kılıçdaroğlu’nun şoven ortaklarına, ‘anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ pratiğine, Kürtlere yaklaşımındaki ürkekliğine ve pervasızlığına rağmen DEM Parti, Kılıçdaroğlu’na oy verdi. Ancak Kılıçdaroğlu’nun ortaklarından da gizli şekilde Ümit Özdağ gibi bir ırkçı ile protokol yapması, bu kadar da olmamalıydı denilecek türden bir ilkesizlikti.

Kılıçdaroğlu’nun ifşa olan bu ilkesizliğine rağmen Kürtler’in öfkesini dikkate almaması ve DEM Parti’den özür dilememesi de, DEM Parti ve Kürtler açısından bir özeleştiri gerekçesidir. Bir diğer özeleştiri yapılması gereken husus, Kılıçdaroğlu’nun ürkek ve pervasız Kürt yaklaşımına rağmen 2023 seçimleri öncesi Kılıçdaroğlu’na prim verilmesiydi. Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı mitingine katılması, Saray’a tıpış tıpış gitmesi ve ‘anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ pratiklerinden ilkesizliği görülmeliydi. Bu ilkesizliğe göre şeffaf ve açık bir seçim ittifakı yapılmalıydı. Kılıçdaroğlu’nun bu ilkesizliği, DEM Parti geleneğinin bundan sonra yapacağı ittifak ve dayanışma ortaklaşmalarında bir referans olmalıdır.