Köse: Önce iktidardan kurtulmalıyız

AKP-MHP iktidarından kurtulmanın, hem ekonomik krizin hem de sosyal alanda yaşanan bütün krizlerin aşılmasında önemli bir eşik olacağını belirten HDP Eşbaşkan Yardımcısı Şaziye Köse, bunun için de örgütlü mücadelenin önemini vurguladı.

Mevcut ekonomik krizin AKP-MHP politikalarından kaynaklandığını ifade eden HDP Eşbaşkan Yardımcısı Şaziye Köse, savaşa ayrılan bütçeye dikkat çekti. Köse, çoklu krizden çıkabilmek için Kürt sorununun demokratik çözümünde ısrarcı olmak gerektiğini kaydetti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Emek Komisyonu’ndan Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Şaziye Köse, ekonomik krizle ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

Yurttaşlar, yeni yıla zamlarla uyandı. 2021’de derinleşen kriz 2022’ye yansıması, özellikle emekçiler için nasıl olacak? 

2021’i, AKP-MHP iktidarının hem ekonomik hem de siyasal alanda Türkiye halklarına zamlar, yasaklar ve baskılar yaşattığı bir yıl olarak geride bıraktık. İktidarın bu pervasız politikalarına karşı başta partimiz olmak üzere, emeği, demokrasiyi, özgürlüğü ve barışı şiar edinen bütün muhalif kesimlerin de güçlü bir direnç ve mücadele gösterdiği bir yıl oldu.

Geride bıraktığımız yılda iğneden ipliğe her şeye yüzde 100’den fazla zam yapıldı. Bu iktidar, vergi ve zamlarla halkın cebini soymaya devam ediyor.

İktidarın yalan makinesine dönüşen TÜİK, yıllık enflasyonu yüzde 36,08 olarak açıkladı. Bu rakam gerçek enflasyonu, halkın enflasyonunu yansıtmıyor. TÜİK, rakamlarla oynayarak sahtecilik suçunu işlemeye devam ediyor. ENAG’ın açıkladığı yıllık gerçek enflasyon yüzde 82; halkın sofrasındaki, mutfağındaki, cebindeki gerçek enflasyon rakamı budur.

TÜİK’in Saray’a yaranmak adına açıkladığı gerçek dışı rakamlar, emekçileri sefalet ücretine mahkum etti. 2021’in son aylarında 2022 asgari ücret rakamının açıklanmasının üzerinden bir ay geçmeden bile yeni yılda elektriğe yüzde 50-127 arası, konutta kullanılan doğalgaza yüzde 25, akaryakıta günlük, köprü ve otoyollara ortalama yüzde 25, hemen her gün temel ihtiyaç ürünlerine gelen zamlar karşısında sönüp gitti. Açlık sınırı 4 bin TL’nin üzerinde, yoksulluk sınırı 13 bin TL. İktidar şimdi de en düşük emekli maaşının 2 bin 500 TL olacağını, gerçek enflasyon rakamlarının yüzde 80’in üzerinde olmasına rağmen memur maaşlarına yüzde 30,5 zam yapılacağını müjde olarak yansıtıyor. 

Bu anlamda 2021’de iyice derinleşen ekonomik kriz, sermayeyi önceleyen ekonomi perspektifi ve Erdoğan’ın ekonomi biliminin gerçeklerinden uzak “Faiz sonuç, enflasyon sebeptir” anlayışı, 2022’nin yoksul halk ve emekçiler için çok daha zor yıl olacağını gösteriyor.

Sizce de ekonomik kriz iktidar değişikliğiyle çözülebilir mi?

Ekonomik çöküşün/krizin sebebi, elbette ki AKP-MHP iktidarının politikalarıdır. AKP, sermayeye, özellikle yandaşlara, ihaleler, döviz bazlı garantiler vererek büyük kaynaklar aktarırken emekçiye ise verginin, yoksulluğun, işsizliğin ve açlığın yükünü bırakmıştır. Zira ülkenin vergilerinin büyük bir kısmını yoksul emekçiler ödemektedir. Dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisindeki payı yüzde 70 civarındayken kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı yalnızca yüzde 10 civarındadır. Bu ise bize şunu göstermektedir; geliri elde edenlerle vergiyi ödeyenler farklı sosyal sınıflardır. Bunu biz değil, rakamlar söylüyor. 

AKP bu süreçte insanların yoksulluğunu kendisine bağımlılık aracı haline getirmiş, sosyal devletin asli görevlerinden olan sosyal yardımları (22 milyon) lütuf gibi sunarak yoksul kesimin oylarını kendi lehine devşirmeye çalışmıştır.

Bu süreçte ülke ekonomisi enflasyon, döviz, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, dışa bağımlı üretim, cari açık gibi yapısal problemlerle uğraşmak zorunda bırakılmıştır. Bunun en büyük müsebbibi tartışmasız AKP-MHP koalisyonudur. Ekonomi alanında son dönemde yaşananlar bize hukuk devletinin iflas ettiğini, 85 milyon insanın kaderinin tek adamın iki dudağı arasından çıkan sözlere bağlandığını açıklıkla göstermiştir. Dünyada faizler artma eğilimindeyken bütün uzmanlar faiz oranın düşürülmesinin döviz kurunu ve enflasyonu tetikleyeceği uyarısında bulunurken sadece Erdoğan ve ekibinin inandığı  ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur’ inadı, döviz kurlarının tarihi rekorlar kırmasına sebep olmuştur. Bu da zamları, borçluluğu, enflasyonu tetiklemiştir. Bu inadın faturası yoksullara kesilmiştir.

Aldıkları ekonomi kararları işsizliğe, yoksulluğa, enflasyona; yani ekonominin temel sorunlarına çözüm bulmaktan çok günü kurtarmaya, iktidarda kalmaları için gerekli, günübirlik tedbirlerden oluşmaktadır. Döviz tarihi rekorlar kırarken bir gecede alınan bir kararla Kur Garantili Mevduat Sistemi getirilmiş, bu da hem kurda meydana gelen ani düşüş küçük tasarruf sahiplerinin büyük mağduriyetler yaşamasına sebep olmuş hem de vadettiği ödeme garantisiyle, halkın vergilerinden finanse edilen, hazineye büyük yükler getirmiştir. Yani dolar tasarruf edebilen zenginlere halkın vergilerinden garantili ödemeler yapılacaktır. Bu düpedüz bir soygundur.

Açıktır ki, bu iktidardan kurtulmak, hem ekonomik krizin hem de sosyal alanda yaşanan bütün krizlerin aşılmasında önemli bir yol katetmemize neden olacaktır. 

Ekonomik krizden tamamen kurtulmanın bir yolu da, yaratılacak olan toplumsal ekonomi modeli olacaktır. Başta kadın emeği olmak üzere, emeğimizin sömürülmediği, gelir ve vergi adaletinin sağlandığı, sermayeyi değil halkı önceleyen, üreten ve doğayla barışık bir ekonomi modelini hayata geçirerek bu derin ekonomik krizden kurtulabiliriz.

Savaş ekonomisi ve krizin ilişkisini sürekli gündeminizde tutuyorsunuz. Kürt sorunu çözülmeden açlık, yoksulluk, ekonomik kriz vb. sorunlar çözülebilir mi?

Uygulanan savaş ekonomisi ve kriz ilişkisini sürekli gündemimizde tutmamızın nedeni, aslında hepimizin görebileceği şekilde çok açık. Ekonomiyi hukuktan, özgürlüklerden, adaletten ve politik tutumlardan uzak düşünmemiz mümkün değil. Türkiye’nin bugün yaşadığı sadece ekonomik kriz değil, çoklu bir krizdir. Uluslararası kaynaklar, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikaları tercihi etmesi nedeniyle son 40 yılda yaklaşık 4 trilyon dolar kaybettiğini söylüyor. Biz kaybederken savaş araçları üreten sermaye kar etmeye devam etti. Halkın geleceğinden çalınarak savaşa aktarılan paranın maliyeti bu. Bundan daha önemlisi savaştan kaynaklı on binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan zorla göç ettirildi ve başta Kürt halkı olmak üzere demokratik, muhalif kesimin üzerindeki baskı politikaları sürekli hale getirildi.

2021 yılı için güvenlik harcamalarına ayrılan pay, 240 milyar liradır, 7 yıl önce bu miktar 50 milyar liraydı. O zaman barış arayışı vardı, çözüm süreci vardı. Silahların susmasıyla birlikte kaynaklar savaşa, silaha değil doğrudan halka aktarılabiliyordu. Maalesef iktidar, savaş politikalarına döndü. AKP-MHP iktidarı savaş politikaları ile ülkenin kaynaklarını saraya, yandaşa aktarılacak şekilde bir düzen inşa etti. Bunun acısını Türkiye hakları ne yazık ki fazlasıyla yaşıyor.

Bu bağlamda “Kürt sorunu yoktur”, “biz bu sorunu çözdük” diyen iktidara karşı toplumsal barışın inşası için Kürt sorununun demokratik çözümünde ısrarlı olmak ve barış mücadelesini büyütmek zorunluluktur.

Türkiye’deki emek örgütleri, sendikalar ne yapmalı, ekonomik krize ve halkların yoksullaşmasına karşı sizce nasıl bir program ortaya konulmalı?

27 Eylül’de açıkladığımız "Demokrasiye, Adalete, Barışa Çağrı Deklarasyonu" ile emek örgütleri, sendikalar ve diğer toplumsal kesimlerle birlikte ekonomik krizden, halkın yoksullaşmasından ve diğer siyasal krizlerden çıkış noktası için belirlediğimiz ilkelerimizi dile getirdik. Sadece dile getirmekle kalmadık, hem siyasal partiler hem de emek ve demokrasi güçlerini ziyaret ederek görüşmeler gerçekleştirdik.

Bizler bu görüşmelerde de dile getirdiğimiz üzere, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krize ve halkın yoksullaşmasına karşı atılacak en önemli adımı birlikte ve örgütlü mücadele olarak görmekteyiz. Çünkü var olan bu çoklu kriz sadece bir kesimi değil, bütün Türkiye halklarını, emekçilerini ilgilendirmektedir. Bu anlamda her kesimin kendisini görebileceği ve ortaklaşabileceği bir program etrafında mücadele etmek çok önemli. Esasında HDP’nin varlık nedeni de buradan gelmektedir. Bütün kesimlerin dahil edildiği ortak mücadele hattı etrafında toplumsal mücadeleyi örmek ve bu doğrultuda mücadele etmek, bugün hiç olmadığı kadar elzemdir.