Erzincan: Kürtlerle ittifak yapan kazanır

Kürt halkının Türkiye’deki stratejik rolüne işaret eden KJK Koordinasyon Üyesi Besê Erzincan, “Kim daha fazla Kürtlerle ittifak yaparsa o kazanır” dedi.

HDP üçüncü yol stratejisini uygulayamazsa demokrasi ve özgürlük güçlerinin çeşitli siyasi partilere yedekleneceğini belirten KJK Koordinasyon Üyesi Besê Erzincan, İstanbul’da oluşan zemin ve atmosfer yaygınlaştırılmazsa bu seçimlerle sınırlı kalıp kaybolacağını söyledi. Erzincan, şunun altını çizdi: “Demokratik uzlaşı, özgür siyaset, evrensel hukuk çerçevesine yeni bir anayasa mücadelesi verilmeli” dedi.

KJK Koordinasyon Üyesi Besê Erzincan, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programının konuğu oldu. Erzincan, Ararat Süveyda’nın sorularını yanıtladı.

AKP-MHP iktidarı İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı seçimini kaybetti. İstanbul seçimleri neden bu kadar önemliydi, AKP-MHP’nin kaybetmesinin başlıca sebepleri neydi?

Büyük bir oy farkıyla kaybedilmesi, demokrasi güçleri açısından sevindirici ve olumlu ama AKP-MHP açısından deprem etkisi yarattı. AKP-MHP faşist ortaklığının, seçimin tekrarlanması kararını alırkenki beklentisi, İstanbul’u tekrar geri almaktı. İBB’nin çok büyük bir geliri var, AKP yıllardır buradan rant elde ediyor. Büyük yolsuzluklar yapmış. Aslında bu zaman aralığında hiç olmazsa bunu kapatmak istiyordu.

AKP İstanbul’da çıkış yaptı. Erdoğan’ın belediye başkanlığı yaptığı bir şehirdir. Buradan bakıldığı zaman AKP açısından ideolojik olarak da bir merkezdi. İstanbul’u yönetmemeyi hazmedemedi. Erdoğan da 'İstanbul’u kaybetmek Türkiye’yi kaybetmektir' diyor.

İstanbul’u tekrar almak için çaba gösterirken, buna uygun bir politika izlerken, aynı zamanda kendi faşist politikalarını, stratejisini yürüttü. Halklara karşı geliştirdiği düşmanlık, demokrasi düşmanlığı, kadın düşmanlığı, kadın ölümlerinin olması, bir sürü insanın yakalanması-gözaltına alınması, hatta açlık grevi eylemcilerinin tedavilerinin yapılmaması yani bir bütün olarak bakıldığında tablo ortaya çıkıyor.

AKP-MHP iktidarı, bu sonucun ortaya çıkacağını çok hesaplamadı. Medya gücüyle yalana dayalı ajitasyon ve propaganda ile çeşitli hilelerle birlikte seçimi bir biçimde almayı hesaplıyordu. Bu zaman aralığındaki gelişmelerin ortaya çıkardığı tablo, tam tersine oldu. Şu ortaya çıktı ki; ötekileştiren, kutuplaştıran, ağır hakaret/küfürle dışlayan, hep savaş endeksli bir dil ve yaklaşım, özellikle İstanbul’da büyük bir tepki yarattı. İstanbul, daha çok çeşitli sınıfların, inançların, halkların yaşadığı bir Avrupa kentidir. Baskılara ve bu anlayışa karşı çok güçlü bir refleks gelişti.

Özellikle Kürt seçmeninin rolü çok büyüktü, stratejik bir rol oynadı. Hem nüfusu, hem sosyal-ekonomik-siyasi boyutuyla çok stratejik bir kent durumunda. Böylesi bir kentte demokrasi ve özgürlük güçlerinin oylarının AKP-MHP faşizmine karşı kullanılması ve ortaya çıkan tablo, son derece olumlu. Türkiye demokrasisi açısından, yine Kürt sorunu açısından önemli bir sonuç.

AKP-MHP faşizmi açısından çok ciddi bir darbe oldu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üçüncü yolda/çizgide ısrarlı önerisi var. Demokratik siyaset bundan sonra nasıl yaklaşmalı, üçüncü yoldan ne anlamalı?

Üçüncü yol; daha fazla halkların demokrasisine, daha katılımcı, özgürlükçü, kadın özgürlüğüne dayanan, gerçekten demokrasiyi içeren bir yaklaşıma sahiptir. Önderliğimiz özellikle son görüşme notuyla HDP’nin üçüncü yolu bırakmaması gerektiğini söyledi. Bizim genel olarak Ortadoğu’da stratejimiz böyledir. Ortadoğu’daki mevcut siyaset ve devletler, hiçbir zaman Kürt halkının statüsünü, haklarını, kimliğini, dilini; demokrasi güçlerinin çıkarlarını, kadın özgürlüğünü savunmadı. Hangi iktidar başa gelirse gelsin Kürt toplumuna, demokrasiye, kadına bakışları değişmiyor. Söylemler değişiyor. Renk ve ton farklılıkları vardır ama gerçekte demokrasi güçlerine karşıt bir iktidarlaşmanın yer değiştirdiğini görüyoruz. CHP açısından da tarihsel olarak böyledir, AKP açısından da böyledir, öncesinde gelmiş hükümetler açısından da böyledir.

Üçüncü yol; mevcut iktidar partilerinin dışında, halkların özgürlüğüne, kadın özgürlüğüne, ekolojik anlayışa dayalı bir çizginin geliştirilmesini öngörüyor. Düzen partileri birbirlerinin yerini değiştirerek aralarında bir iktidar savaşını sürdürüyor. Mevcut olanaklardan kim daha fazla yararlanacak, kim daha fazla rant elde edecek, para kazanacak, hırsızlık-yolsuzluk yapacak. Sistem içi partilerin yaklaşımlarında bunu görüyoruz.

Üçüncü yol; ne CHP’nin ulusalcı-Kemalist bakış açısıdır ne de AKP’nin iktidar İslamcı faşist bakış açısıdır. Bunun dışında Türkiye’de halkların, özgürlük güçlerinin iradesine, düşünce özgürlüğüne, kadın haklarına, örgütlerine saygı duyan-tanıyan bir yaklaşım söz konusu olmuyor. Onun için Önderliğimiz üçüncü yol derken; demokrasi ve özgürlük güçlerinin CHP ve AKP’ye mahkum olmadığını, sonuçta bunların düzen partileri olduğunu hatırlatıyor. Düzen partileri, ne kadar olumlu, iyi şeyler söylese bile sonuçta uygulamaları devletçi, milliyetçi, cinsiyetçi anlayıştan kurtulamıyor. Değişik tonlarda renkler söz konusu oluyor.

Önderliğimiz, özellikle son mektubunda tekrar vurguluyor. HDP üçüncü yolu izlemelidir. Zaten HDP’nin kuruluş amacı da Türkiye ve Kürdistan’da güçlü bir demokrasi ittifakının oluşturulmasıydı. Halen de bu ittifakın oluşturulması için çalıştığını görüyoruz. HDP’nin seçim stratejisi AKP-MHP faşist iktidarına kaybettirilmesiydi, bunun için de İmamoğlu’nu desteklemişti.

İmamoğlu’nun pozisyonu biraz farklıdır. İmamoğlu, İstanbul seçimlerini kazanma amaçlı bazı söylemlerde bulundu. Bu söylemler olumludur. Ne kadar pratikleştirilecek, sonuçta bir CHP gerçekliği vardır.

Nedir CHP gerçekliği?

CHP gerçekliğini en fazla bilen Kürdistan halkı, özgürlük güçleridir. CHP, hiçbir zaman hakiki bir muhalefet partisi rolünü oynayamadı.

Elbette İstanbul seçimleri açısından baktığınız zaman İmamoğlu ve Canan Kaftancıoğlu açısından daha farklı bir yaklaşım sergilenmek isteniyor. Daha sol, demokratik bir söylem görüyoruz.

CHP, bu söylemlerin ne kadarını hayata geçirebilir, bunu ne derece başarabilir?

Bu söylemlerin hayata geçirilebilmesi için CHP tabanı içindeki demokrasi güçlerinin de demokrasi ittifakı içerisinde yer alması gerekiyor. Tek başına bunu kimse yapamaz. İstanbul seçimlerinde ortaya çıkan durum da biraz budur. Bu seçimler önemli bir zemin ortaya çıkarttı. Önderlik, üç sac ayağından bahsediyor; demokratik uzlaşı, özgür siyaset, evrensel hukuk… Demokrasi güçleri, bu çerçevede örgütlenmeli. Türkiye’nin anayasası son derece geri bir anayasadır. Özgürlük düşmanı bir anayasadır. Bu anayasayla sadece belediyede bazı hizmetler yapmakla sonuç alınması mümkün değildir.

İmamoğlu, halkların birliğini, kardeşliğini, inançlar arasında ayrım yapmadığını dile getirirken ve karşılaştırırken bile ortada bir CHP gerçekliği vardır. CHP’nin klasik şovenist, ulusalcı çizgisi karşısında nasıl bir duruş gösterecektir. Bunun gerçekleştirilmesi için mutlaka demokrasi ittifakı içerisinde yer alınması gerekiyor.

Bu noktada Önderlik, HDP’nin farkını ortaya koyuyor. HDP radikal demokrasiyi esas alan bir partidir. Eşbaşkanlık sistemi, kadın özgürlüğüne yaklaşımı, kadınların HDP’ye yaklaşımı, halkın HDP’ye katılımı, yerelden demokrasiyi önemsemesi, benimsemesi, demokratik komünal belediyeciliği geliştirmek istemesi, üçüncü yolun çok farklı bir düzlemde seyrettiğini gösteriyor.

Mevcut Türkiye siyasetinde iki kutup arasında süregelen iktidar mücadelesi, demokrasi getirmedi. Türkiye’nin genel tablosuna baktığımız zaman gerçekleşen ittifaklar hiçbir zaman demokrasi ittifakına dönüşmedi. Hem Cumhur hem de Millet ittifakı açısından böyledir.

Kürtler, oy verdi fakat bundan sonrasına da bakar. Türkiye genelinde Kürt halkının rolü çok daha iyi anlaşıldı. Önderliğimizin dile getirdiği üslup, yaklaşım, kullandığı söylem halkımızın çok iyi anlayacağı şekildeydi. Halkımız politiktir. Kafası en az karışacak olan HDP seçmenidir. Hangi tarafta olması gerektiğini; demokrasi ve özgürlük mücadelesinde hangi rolü oynayacağını çok iyi anlayabiliyor. Bu temelde 31 Mart’tan çok daha fazla bir katılım gösterdiler.

Öcalan son görüşmelerde Kürtsüz Türk, Türksüz de Kürt’ün var olamayacağını vurguluyor. Bu denklem nasıl anlaşılmalı?

Kürdistan’da Önder Apo’nun başlattığı ve geliştirdiği 40 yıllık bir mücadele var ve bu mücadele sonucunda Kürt halkı çok güçlü bir politik bilince ulaştı. Ortadoğu’da politik bilinci en yüksek halktır. Çok yoğun politik gelişmelerin içerisinde yoğrularak bugüne kadar geldi. Tarihsel olarak da böyledir. Önderliğimiz bunu hep belirtiyor. Eğer Türkiye’de yol yürünmek isteniyorsa, Türkiye büyümek istiyorsa, hatta iktidar açısından baktığınız zaman bile adımlar atılmak isteniyorsa bu Kürtsüz atılamaz.

Sürekli bastırma, sindirme, savaşla hiçbir zaman sonuç elde edinilemeyeceğinin çok iyi bilinmesi lazım. Bu, İstanbul seçimiyle bir kez daha anlaşıldı. Kürtlere karşı en vahşi politika, Erdoğan tarafından yürütüldü. Sadece Kuzey Kürdistan’la kalmadı; Rojava ve Başûr’da da tam bir işgalci pozisyonda. Kürtleri yok etme, sindirme seferleri düzenledi/düzenliyor.

Özgürlük bilinci almış bir halk karşısında bu tür seferlerle bir sonuç elde edilemeyeceğini Erdoğan da anlamış olmalı. 40 milyon nüfusu aşkın bir halkı tümüyle ortadan kaldıramaz, AKP’li ve işbirlikçi yapamaz. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden, Kürt halkına doğru bir yaklaşım gösterilmeden hiçbir çalışma uzun vadeli olamaz, hiçbir hükümet ayakta kalamaz. Bitmeye mahkumdur.

Bunda en iddialı olan AKP-MHP faşizmiydi ve geldikleri durumu görüyoruz. Bu İstanbul seçimlerinden sonra artık Cumhur İttifakı sonlanabilir tartışması var. Yine AKP içerisinde birçok kişinin yeni parti kurma hazırlıkları var. Bu kadar rantçı, hırsız, kendi çevresini palazlayan ve halkı gözetmeyen bir yaklaşım sonunda buna götürür. Kürtlere vurulan her darbe, aslında Türklere vurulmuş anlamına geliyor. Kürtlere gerçekleştirilen her operasyon, atılan her bomba Türk halkına dönüyor.

Kürt halkının Türkiye’de stratejik rolü vardır. Kürt halkı örgütlüdür, ideolojisi, önderliği ve öncülüğü vardır. Dolayısıyla da mücadele ediyor ve direniyor. Buradan bakıldığında da kim daha fazla Kürtlerle ittifak yaparsa o kazanacak. İstanbul seçimlerinde de bu biraz ortaya çıktı. İstanbul seçimlerindeki durum son derece bilinçli bir durumdu. Sadece Kürt halkının demek de yerinde olmaz, demokrasi güçlerinin, HDP’ye oy veren güçlerin çok bilinçli bir tercihi söz konusu oldu. İmamoğlu’nun kazanması bu temeldedir. Onun için buna göre bir yaklaşımın gösterilmesi gerekiyor. Ankara’da da böyle oldu, Adana ve Mersin’de de böyle oldu. Buralarda Kürt oylarıyla belediye başkanlıkları seçildi. Bunun bilinmesi lazım. Onun için de Önderliğimizin söylediği ‘Kürtsüz Türk olmaz, Türksüz Kürt olmaz’ söylemi demokratik ve özgürlükçü ilkeler çerçevesinde bu temeldedir. Halkların birliği ile ancak başarı kazanılabilir.

AKP’nin İstanbul’daki yenilgisinin Suriye, Rojava ve Başûr’daki politikalarına yansıması nasıl olacak?

Kürtleri bastırarak, topraklarını işgal ederek aklınca Ortadoğu’da hakimiyet geliştirmek, Osmanlı hayalini gerçekleştirmek istiyor. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir durumdur. İstanbul seçimleriyle çok büyük bir darbe aldı. Bu faşist ittifak, saldırılarla ne Türkiye içerisinde ne de Ortadoğu’da bir güç olunamayacağının anlamalı. Bugün gücü kalmamıştır. Tekrardan aynı politikalarını sürdürmek; Rojava’ya, Xakurkê’ye, Türkiye’de demokratik güçlere karşı saldırılarını sürdürmek isteyebilir. Şunu belirtebiliriz; AKP’nin ekonomik, siyasi ve sosyal durumu bunu gerçekleştirmeyi zorlaştırıyor. Hiçbir meşruluğu kalmamıştır. Şu ana kadar seçimlerle meşruiyet devşiriyordu ama artık bitti. AKP-MHP iktidarının özellikle İstanbul seçimlerinden sonra meşruluğu hiçbir biçimde kalmamıştır. Türkiyeliler de İstanbul seçimi şahsında bunu görmüş oldular. Uluslararası çevreler açısından da böyledir. Ne kadar istese de eskisi gibi saldırgan politikalarını sürdürmek istemesi onun kaybedişini daha da hızlandıracaktır. Burada önemli olan bizim mücadelemizdir.

Yenilmiş bir AKP gerçekliğine karşı Kanîmasî’deki tepeleri ona teslim eden bir KDP gerçekliği de var. KDP ne yapmaya çalışıyor?

KDP gerçekliğini anlamak çok zor. Şöyle zor; 1992’den beri kazanımları var. Yerel hükümet kurulmuştu orada. Önemli bir şans yakalamışlardı. Uluslararası alanda da tanınan bir durum söz konusuydu. Şimdi KDP kendi eliyle kazandıklarını Türk devletine veriyor. İnsan bunu anlamakta zorlanıyor. Türk devletine karşı daha iradeli bir tutum geliştirilebilirdi. Türk devleti karşısında kendisini bu kadar zayıf konumda tutmasının, iradesizleştirmesinin anlaşılması zor. Halbuki çok daha farklı olabilirdi. Mevcut durumda tüm ekonomik ve siyasi ilişkilerinde AKP ile ‘sıkı fıkı’ olması, her şeyiyle AKP’ye bağlı, adeta AKP’nin bir uzantısı durumuna gelmesi durumu var.

AKP giderse KDP’ye ne olacak?

Hiçbir devlet artık eskisi gibi Erdoğan ile ilişki geliştirmek istemiyor. Kimsenin Avrupa ve dünyada benimsemediği bir devlet gerçeğiyle KDP bu kadar iç içe geçmiş durumdadır. Tüm yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, insan kaynaklarını Türk devletine peşkeş çekerek son derece pasif ve iradesiz bir durumda. KDP, bu şekilde Kürdistan’da öncü bir güç konumuna gelemez. Bazı maddi imkanlar ve dış güçlerin müdahalesiyle ayakta kalır ama bu biçimde sadece Kürtlerin değil, tüm demokrasi güçlerinin tepkisini çeker. Türkler de artık AKP’ye oy vermiyor. Araplar da Erdoğan’ın bu yayılması politikalarına tepkilidir. Buna rağmen bir Kürt partisinin bu şekilde ilişkilenmesini, tüm Kürtlerin değerlendirmesi lazım.

AKP-MHP ittifakının geleceğini ne bekliyor, Türkiye ve Kürdistan’ı nasıl bir siyasi atmosfer bekliyor?

Demokrasi güçleri ve HDP’nin, bu seçimlerinden sonra oynayacağı rol çok önemlidir. Esas belirleyecek olan budur. Önderliğimiz mektubunda buna dikkat çekiyor. HDP’ye bir öncülük rolü biçiliyor. Öncülük anlamında Önderliğimizin eleştirileri de var. 2015 seçimlerinde de çok iyi zeminler oluştu fakat bunlar değerlendirilemedi.

Özellikle önümüzdeki süreçte demokrasi ittifakının geliştirilmesi kesinlikle çok önemlidir. İstanbul’da oluşan zemin ve ortam, Türkiye için değerlendirilmelidir. Çok önemli bir avantaj, çok önemli bir zemin ortaya çıktı. Her zamankinden çok daha fazla Kürtler ve Türklerin birbirini anlaması söz konusu oldu. Uzun yıllardan sonra ilk kez Türkiyeli birçok insan İstanbul şahsında AKP’nin ortaya koyduğu taktikler, stratejiler ve söylemleri görerek ‘ha! demekki AKP Kürtlere bunu yapıyormuş’ diyebildi. Bu bir türlü anlaşılmıyordu. CHP açısından da ötekileştiren söylemleri vardı. İlk defa tüm Türkiye halkları birbirini anladı. Bunu başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’nin iyi değerlendirmesi gerekiyor. Bunun önemli modeli öncelikle İstanbul’da gerçekleşebilir. Çünkü İstanbul’da bu seçimle beraber aslında Türkiye’nin her tarafından daha fazla İstanbul’daki halklar ve inançlar, demokrasi güçleri bunun önemini daha iyi anladı. İstanbul şahsında geliştirilecek bir demokratik ittifakta İslamcı, demokrat kesimler olsun, sol-sosyalist kesimler olsun bir araya gelebilmelidir. Kadınlar buna mutlaka öncülük yapmalıdır. Çünkü İstanbul’da çok ciddi bir kadın muhalefeti ve kadın özgürlük mücadeleli vardır. Bu seçimlerde de çok önemli rol oynadı kadınlar. Kendi hayatlarına karışılmasını reddettiler. Kadınlar ve HDP öncülüğünde demokrasi ittifakı oluşturulmalı ve mücadele süreklileşmelidir. Bu dönem bunu gerektiriyor. Önderliğimizin ortaya koyduğu üçüncü yol temelinde bir değerlendirme olursa demokrasi ve özgürlük güçleri, kadınlar, halklar ve inançlar kazanacaktır. Değerlendirilmezse orta sınıfların, rantçı kesimlerin yedeğine düşebilir. Böyle bir tehlike vardır. Eğer HDP üçüncü yol stratejisini uygulayamazsa demokrasi ve özgürlük güçleri çeşitli siyasi partilere yedeklenir. Bu AKP olur, CHP olur. Onun için şu andaki zemin ve atmosfer, başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye ve Kürdistan’da yayılmalıdır ve halka inilmelidir. Mutlaka halkla bütünleşmesi; mahallelere, sokaklara, köylere inilmesi gerekiyor. HDP, HDK, DTK ve TJA bu rolü oynamalıdır. Mutlaka her tarafta demokratik ittifakı geliştirebilecek bir yaklaşım, pozisyon ve örgütleme içerisinde olmalıyız, bunu pratikleştirmeliyiz. Bu yapılmazsa bu sadece bir seçim havası olarak kalır ve etkisi bir süre sonra kaybolur.

Tüm sorunlar birbiriyle bağlantılıdır. Bir kadın sorunu, bir çevre sorunu, bir işsizlik sorunu birbirinden kopartılamaz. Herkes birbirine karşı sorumluluğunu görmelidir. Bütünlüklü yaklaşabilmelidir. Bu temelde bir yaklaşım olursa kesinlikle sonuç alınacaktır. Önemli olan da budur. Önderliğimizin üçüncü yol dediği, mektubunda da ifade ettiği ve uyardığı nokta budur. Demokratik uzlaşı, özgür siyaset, evrensel hukuk, yeni bir anayasanın oluşturulmasının mücadelesinin yürütülmesi gerekiyor. Bu yapılırsa sadece Türkiye’de değil tüm Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlük güçlerinin çok daha fazla gelişmesi ve alternatif yaşamın adımları önemli oranda atılmış oluyor.