Oğlunun cenazesi torbada verilen Arslan, 6 yıldır yaşadıklarını anlattı

Hafta başında oğlunun kemiklerini bir torbada teslim almak zorunda bırakılan Ali Rıza Arslan, 6 yıl boyunca oğlunun cenazesini almaya çalıştığını söyleyerek, “Yaşadığım zorluk bir yana, cenazeyi aldığım gün yaşadıklarım bir yana” dedi.

Türk devletinin Kürtlerin cenazelerine yönelik saldırıları, işkence ve hakaretleri son yıllarda giderek daha sistematik ve korkunç bir hal aldı.

Özellikle son 7 yılda mezarlıklara saldırılar, cenazelere yönelik işkenceler ve adli tıp süreçlerinin bilinçli uzatılarak ailelerin yas tutma haklarını ellerinden alan politikalar hiç olmadığı kadar derinleştirildi.

2016 yılında Amed’in Sur ilçesindeki öz yönetim direnişi esnasında yaşamını yitiren Hakan Arslan’ın cenazesi, hafta başında bir torbanın içerisine konulan kutuda babası Ali Rıza Arslan’a verilmişti.

Baba Arslan’ın, kucağında oğlunun kemiklerinin bulunduğu torbayla Diyarbakır Adliyesi’nde çıkarken gazetecilerin çektiği fotoğrafı büyük tepkiye neden oldu.

Baba Arslan, 6 yılı aşkındır oğlunun cenazesini almak için verdiği mücadeleyi ve cenazeyi aldıktan sonraki duygularını ANF’ye anlattı.

Erzurum’un Karayazı ilçesine bağlı Çavuşköy’de ikamet eden ve 9 kişilik Arslan ailesi, Kürtlük değerlerine bağlı, yurtsever bir aile.

Şeyh Said İsyanı’nın filizlendiği topraklar olan Hınıs ve Karayazı bölgeleri, Arslan ailesinin evvelden beridir yaşadıkları bir bölge.

Baba Arslan, 7 çocuğunun olduğunu ancak şu anda 6’sının yaşadığını belirterek sözlerine başladığında, birkaç gün önce cenazesini aldığı oğlu Hakan’ın artık aralarında olmadığını vurguluyor.

Hakan’ın, çocukluğundan beri çok saygılı ve olgun bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Baba Arslan, kardeşleriyle de sürekli bir uyum içerisinde olduğunu belirtti.

Köy işlerinde kendisine yardım ettiğini ancak bir 2015 yılının yazında İstanbul’da yaşayan ve çalışan abilerinin yanına gitmek istediğini kendisine ilettiğini söyleyen Baba Arslan, sonuçta abilerinin yanında olacağı için Hakan’ın İstanbul’a gitmesine engel olmadığını kaydetti.

OĞLUMUN ŞEHADETİNİ HİSSETMİŞTİM

Baba Arslan, şöyle devam etti: “Abileri inşaat işinde, kendisi de tekstilde çalışıyordu. Ben de o yıl içerisinde onu nişanlamayı düşünüyordum. Annesi onunla konuşup meseleyi anlatınca, annesinden biraz zaman istemişti. Biz de ‘Tamam’ dedik. Bu konuşmamızdan 8 gün sonra kendisinden haber alamadık. 7 ay 20 gün sonra televizyonda, oğlumun Sur’da kan kaybından şehit düştüğünün haberini yayınladılar. Ben zaten bu haberi izlemeden birkaç gün önce hep kötü bir şey olacağını hissediyordum. Üzerimde anlamsız bir ağırlık vardı. Biz onun şehadetini duymadan bir gece önce televizyonda, Sur’da büyük bir patlamanın görüntüleri çıktı, hep birlikte izledik. Diğer gün köyde arkadaşlarımın yanında otururken, bunu onlara da anlatarak ‘İçimde oğlumun başına bir şey geldiği hissi var’ dedim.  Zaten akşamı da televizyon haberi verdi.”

6 YIL BOYUNCA HABER BEKLEDİM

Haberi aldıkları dönemde yerde kar olduğunu, kış koşullarının çok ağır geçtiğini ama her şeye rağmen derhal Amed’e hareket ettiklerini ifade eden Baba Arslan, cenazesini almak için verdiği 6 yıllık mücadeleyi şu sözlerle anlattı:

“Haberi alır almaz Amed’e gittim, orada da oğlumun şehit düştüğünü öğrendim. Bir arkadaş beni Sur’a yakın muhitlerde gezdirdi, Hakan’ın ayak izlerini hissediyordum bastığım her yerde. 6 yıl boyunca oğlumun cenazesini almak için mücadele ettim. Hatta bir keresinde bana gözdağı vermek için beni 10 gün gözaltında tuttular. Bu 6 yılın her günü benim için zindan gibiydi. Hafta sonları dışında kalan 5 gün boyunca kulağım hep telefonda, gözüm yoldaydı. Hakan’dan gelecek olan bir haber bekliyordum. 2021 yılının şubat ayına kadar ‘Bugün haber çıkacak’ umuduyla yaşadım. 2021’in Şubat’ında aradılar beni ve cenazenin Sur’dan çıktığını söylediler. Daha önce 3 kez savcıyı o bölgeye gönderdik ama emniyet orada çalışma yaptığını söyleyip, cenazenin olmadığına savcıyı ikna ediyordu.”

ADLİ TIP SÜRECİ

Cenaze çıktıktan 3 ay sonra eşiyle birlikte DNA örneği verdiklerini söyleyen Baba Arslan, “Emniyet beni arayıp DNA örneği vermemi istedi. Benim verdiğim örnek yüzde 50-60 dolaylarında tuttu ama demek ki yeterli görmediler ki bu kez 3 ay sonra annesinin DNA’sını istediler. Annesinin DNA örneği yüzde 95 tuttu. Sonradan cenazemiz İstanbul Adli Tıp Kurumu’na otopsiye gönderildi. Tam 9 ay boyunca orada kaldı. Geçtiğimiz ağustos ayının 25’inde avukatımızdan bana bir telefon geldi, cenazemizi gidip alabileceğimizi söyledi. Bizde hazırlıklarımızı yapıp, pazartesi günü gelip aldık” diye konuştu.

CENAZEYİ BANA BÖYLE Mİ VERECEKSİNİZ?

Cenazeyi almaya gittiğinde adliyeden ve bir kutuda alacağını hiç tahmin etmediğini belirten baba Arslan, şunları paylaştı:

“Ben cenazemi adli tıptan alacağımı düşünmüştüm. Adliyeye gittiğimizde de sadece resmi işlemleri için gittiğimizi sanmıştım. Çünkü bize, cenazemizi oradan vereceklerini söylememişlerdi. Sonra cenazeyi getirip, torbayı açtılar, bir CD’yi vardı, onu çıkardılar ve torbayı bana teslim ettiler. O kemikleri görünce çok üzüldüm. ‘Cenazeyi böyle mi bana vereceksiniz?’ diye sordum. İstanbul adli tıptan böyle geldiğini, bana da bu haliyle vereceklerini söylediler. Torbanın ağzını yeniden bağladım ve kucağıma alıp dışarı çıktım. O duruma kimse dayanamazdı ama Allah bana irade verdi ve dayandım. 6 yıldır yaşadığım zorluk bir yana, cenazeyi aldığım gün yaşadıklarım bir yanaydı.”

FOTOĞRAFI GÖRÜNCE ÖLDÜĞÜMÜ HİSSETTİM

Oğlunun cenazesini aldığında bir yandan onu bulduğuna mutlu olduğunu diğer yandan da bu haliyle aldığı için çok zoruna gittiğini söyleyen Baba Arslan, “İnsanlığı olan bu durumdan utanırdı. Çünkü ölen bir insanın cenazesi tabutta verilir, torbada değil. Zaten sonradan eve geldiğimde adliye önünde çekilen fotoğrafımı gördüğümde ölümümü hissettim. O fotoğrafı gördükçe de kahroluyorum. Ablam fotoğrafı silmek istedi ama bir köşede kalsın diye silinmesini istemedim” şeklinde konuştu.

SÜREKLİ TAKİP EDİLDİM

Adliyeden çıktıktan sonra cenazenin kemiklerini yolda tabuta yerleştirdiklerini ifade eden baba Arslan, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Cenazeyi getirip arabaya bıraktım ve ambulansı aradım. Yolda müsait bir yerde kefeni açtık, tabuta serdik, kemikleri sırasıyla yerleştirdik ve köye doğru yola çıktık. Köye gidince de mezarlığa gidip defnettik. Diyarbakır, Erzurum ve Karayazı jandarma birlikleri hep beni takip ediyorlardı. Özellikle jandarma istihbarat sürekli beni takip ederek, gidiş-dönüşümü kontrol ettiler. Taziye evinde yas kurmamıza da izin vermediler. ‘Evinizin önünde taziyenizi kurun’ dediler. Kitlenin fazla olmamasını istediler. Hem kendilerine hem de bana sıkıntı çıkmamasını istediklerini söylediler.”