PKK 12 Eylül faşizmine karşı nasıl ayakta kaldı?

Türkiye’de 12 Eylül 1980’de gerçekleşen faşist askeri darbenin amacını, darbenin demokrasi güçleri, sosyalist çevreler ve Kürdistan toplumu üzerindeki olumsuz etkisini, KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile konuştuk.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu, 12 Eylül faşizmine karşı PKK'nin ayakta kalmasını, "O koşullarda Önder Apo Lübnan’da, Suriye'de, Ortadoğu'da kadroları örgütleme, eğitme ve yeniden mücadele içine sokma çabası içerisinde olmuştur. Bu yönüyle diğer gruplar Avrupa’ya gidip mülteci olurken, Önder Apo daha ilk günden örgütü toparlama, yeniden mücadeleye hazırlama yaklaşımı içinde olmuştur” diyerek açıkladı. Karasu, zindan direnişlerinin de büyük etkisi olduğuna dikkat çekti.

Karasu, “1979’da Kenan Evren helikopterle Mardin’den Ankara’ya giderken, helikopter içinde kendisine Urfa’da Hilvan-Siverek mücadelesi döneminde Apocuların orada etkin olduğu yönünde brifing veriliyor. Mehmet Ali Birand 12 Eylül üzerine yazdığı bir kitapta Kenan Evren’in askeri darbeye helikopterle Urfa üzerinden geçerken karar verdiklerini belirtiyor” dedi.

Karasu, “Mazlum’un ve Dörtler'in direnişi oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu gerçekleşti. 14 Temmuz direnişi şahsında somutlaşan direnişlerde büyük şehadetler yaşandı. Bütün bunlar sadece içeride baskıların teşhir olmasını sağlamadı; ideolojik olarak 12 Eylül faşizmini yenilgiye uğrattı. PKK’nin mücadelesinin gelişmesinde de çok önemli etkileri oldu” dedi.

Türkiye’de 12 Eylül 1980’de gerçekleşen faşist askeri darbenin amacını, darbenin demokrasi güçleri, sosyalist çevreler ve Kürdistan toplumu üzerindeki olumsuz etkisini, zindan direnişlerini ve 12 Eylül’ün bir kalıntısı olan AKP iktidarının politikalarını bu dönemi birebir yaşayan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile konuştuk.

12 Eylül'deki askeri darbenin amacı neydi ve hangi koşullarda gerçekleşti? Genel siyasal ve sosyal atmosferin nasıl olduğunu değerlendirebilir misiniz?

12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye'de ve Kürdistan'da siyasal mücadelenin yoğunlaştığı, Türk devletinin toplumu artık yönetemez hale geldiği, sadece siyasal değil, ekonomik, toplumsal, kültürel krizin yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşti. Aslında 12 Eylül Askeri Darbesi'ne bir yıldan önce karar veriliyor. Sanırım 1979’da Kenan Evren helikopterle Mardin’den Ankara’ya giderken, helikopter içinde kendisine Urfa’da Hilvan-Siverek mücadelesi döneminde Apocuların orada etkin olduğu yönünde brifing veriliyor. Mehmet Ali Birand 12 Eylül üzerine yazdığı bir kitapta Kenan Evren’in askeri darbeye helikopterle Urfa üzerinden geçerken karar verdiklerini belirtiyor.

Askeri darbeye bir zemin hazırlama, askeri faşist darbenin daha kolay hakim olmasını ve iktidar olmasını sağlama açısından 1978 Aralık’ında faşistlerin, gerici güçlerin devrimcilere ve Alevilere saldırarak 200’den fazla insanın öldürüldüğü Maraş Katliamı'ndan sonra sıkıyönetim ilan edilmişti. İlk önce Türkiye'nin birkaç yerinde, sonra da Kürdistan ve Türkiye’nin büyük çoğunluğunda sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'ne bir hazırlıktı. Sıkıyönetimle devrimci hareketler zayıflatılacak, toplumda korku, baskı arttırılacak, onun üzerinden de askeri faşist darbe gerçekleştirilecekti. Maraş Katliamı olduktan sonra Önder Apo'nun değerlendirmeleri oldu. O değerlendirmeler daha sonra 'Maraş Katliamı Üzerine' adlı bir broşürle yayımlandı. Bu kitap Hareketimizin ilk yayınlarındadır. Serxwebun yayınlarının 3. ya da 4. broşürü olarak çıkarılmıştı. Orada şu değerlendirme yapılmıştı; eğer devrimci güçler, sosyalist güçler, demokrasi güçleri bir olup ortak mücadele edip de faşist güçlerin saldırılarını engelleyemezlerse, Türkiye'de bir askeri darbe gerçekleşecektir. Bu darbeyle devrimciler, sosyalistler ve Kürt Özgürlük Hareketi ezilmek istenecektir. Bu değerlendirme Maraş Katliamı'ndan hemen sonra yapılmıştır.

Ancak Türkiye solu bu konuda yeterince öngörüye, duyarlılığa sahip olmadığı için Hareketimizin faşizme karşı ortak cephe yaratma çabaları boşa çıkmıştır. Maraş Katliamı'ndan sonra Başkan, Cuma arkadaşı Türk soluyla görüştürüp faşizme karşı bir ittifak yapılması için görevlendiriyor. 'Maraş Katliamı sonrası ilan edilen sıkıyönetimin sonu askeri darbedir' biçiminde değerlendirmelerle Türkiye'deki devrimci güçlere, sol güçlere bir ittifak önerisi götürülüyor. Ama onlar sıcak bakmamışlar. Hareketimizin öngörülü yaklaşımıyla önerdiği faşizme karşı ortak mücadele gerçekleşmediği için askeri darbenin önü alınamamıştır.

'YÜZ BİNLER YÜRÜTÜLÜYORDU'

Askeri darbenin gerçekleştiği ortam, artık egemenlerin toplumu yönetemediği bir süreçtir. Buna eskiden devrimci durum derlerdi. Devletin halkı, toplumu eskisi gibi yönetemediği; halkın da artık eskisi gibi yönetilmek istenmediği durumlar devrimci durum olarak değerlendirilirdi. Gerçekten de Türkiye'de böyle bir durum vardı. Gençlik hareketi gelişmişti, birçok devrimci örgüt vardı; devrimci hareketler on binlerce, yüz binlerce insan yürütebiliyorlardı. Türkiye'de tam bir bölünme vardı. Devrimci hareketler, sol hareketler, demokrasi güçleriyle faşist güçler sadece sokakları, mahalleleri değil, işyerlerini de paylaşmışlardı. Polisler bile devrimci polisler ve faşist polisler diye ikiye bölünmüştü. Sağlıkçılar, öğretmenler, doktorlar, mühendisler ikiye bölünmüştü. Yani Türkiye’de mahalleler, şehirler ve tüm işyerleri ikiye bölünmüştü. Hatta askeri öğrenciler ve ordu içinde bile sol, demokrat olanlarla faşist olanlar bölünmüştü. Böyle bir bölünme vardı. Hükûmetler artık Türkiye’yi yönetemez hale gelmişlerdi.

12 Mart 1971 Askeri Faşist Darbesi ortamında Mahirler'in, Denizler'in, İbrahimler'in şehadetinden sonra, onların yarattığı etkiyle Türkiye'de sol ve sosyalist güçler çok önemli gelişmeler gösterdiler. 1973’ten sonra onlarca örgüt kuruldu. Kurulan tüm örgütlerin taban bulduğu bir dönem yaşandı. THKP-C geleneğinden gelen Dev-Yol yüz binleri yürütüyordu. Yine THKO geleneğinden gelen Halkın Kurtuluşu’nun önemli bir kitle tabanı vardı. İbrahim Kaypakkaya geleneğinden gelen TİKKO ve Halkın Birliği de kendilerine önemli taban bulmuşlardı. Türkiye Komünist Partisi’nin de önemli bir örgütlenme düzeyi ortaya çıkmıştı. Öte yandan 1973 baharında gerçekleşen Çubuk Barajı toplantısıyla oluşan Apocu grup da kısa sürede önemli gelişmeler yarattı. Ankara’da grup kısa sürede etkili oldu. 1975’ten sonra da adım adım Kürdistan'a yönelme oldu. 1976 Şubatı'ndaki Ankara Dikmen toplantısıyla birlikte tümüyle Kürdistan'a dönüş kararı alındı. Kürdistan'ın hemen hemen her yerinde Apocu grup kısa sürede büyük gelişme gösterdi. Urfa, Antep, Mardin, Dersim, Amed, Bingöl, Serhat, Batman, Elazığ gibi alanlarda önemli gelişmeler sağladı. Gençliği, emekçileri, köylüleri, kadınları etkiledi. Kısa sürede de sömürgeciliğin Kürdistan'daki ayakları olan feodal yapı ve çeteleşmiş kesimlere karşı geliştirdiği mücadeleyle toplumun desteğini almayı sağladı. Faşistlere karşı her türlü eylemi yapabilecek bir kapasitesi oluştu.

'NATO'NUN KRAKOLU TÜRKİYE ÇÖKMEK ÜZEREYDİ'

Şunu söyleyebilirim; o dönemde faşistler Apoculardan çok korkuyorlardı. Apocuların olduğu yerde faşizme karşı mücadele vardı. Hilvan’da devletin işbirlikçisi olan Süleymanlar denen bir yapılanma vardı. Onlar kısa sürede etkisizleştirildi. Siverek’te Celal Bucak devletin önemli bir ilişkisiydi, ona karşı büyük bir mücadele verildi. Siverek’te birkaç sokak dışında dışarı çıkamaz hale getirildi. Viranşehir ve Batman’da devletle ilişkileri olan bazı aşiret yapılarına karşı mücadele içine girildi. Bu mücadeleler Kürdistan’da Hareketimizin etkisini arttırdı. Bizim dışımızda da birçok Kürt hareketi vardı. Onların da belirli bir kitlesi vardı, ama bizim grup tarih sahnesine çıktıktan sonra onların gelişmeleri durdu. Bizim Hareketimiz Kürt gençliğini, kadınını, köylüsünü, emekçilerini etkiledi ve etrafında topladı. Bu durum Hareketimizin Kürdistan toplumunun ihtiyaçlarına ve özlemlerine cevap verilmesini ifade ediyordu.

Bir de o dönemde İran’da İslam devrimi oldu, Afganistan’da Sovyetler'in müdahalesiyle ABD'ye bağlı iktidarlar devrildi. Bu da Ortadoğu'da mücadeleyi şiddetlendirdi. Böyle bir dönemde Türkiye'de bu kadar ağır siyasal, ekonomik, toplumsal sorunlar yaşanınca emperyalizm ve NATO telaşa düştü. En önemli karakollarından olan İran’ın düşmesinden sonra Türkiye’nin durumu da kritik hale gelmişti. Her yerde emekçilerin grevleri vardı. Ekonomi krize girmişti. Devrimci örgütler giderek daha da güçleniyorlardı. Devrimci hareket gelişince, Kürt Özgürlük Hareketi gelişince Gladyo dediğimiz, derin devlet dediğimiz güçler NATO’nun da desteğiyle sola, sosyalist güçlere ve devrimcilere karşı ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı saldırıya geçtiler. Her gün ortalama 20 kişi ölüyordu. Sadece Kürdistan'da değil, Adana’da, İstanbul’da, her yerde insanlar ölüyordu. Devrimciler faşistlerin mahallesine, faşistler de devrimcilerin mahallesine gidemiyordu. Öyle ki, herkes her yerden geçemiyordu. Bu durum Türk devletini çok etkiledi. Egemen sınıflar toplumu yönetemez hale gelmişti. Emperyalizmin, NATO’nun ileri karakolu olan Türkiye giderek çökmek üzereydi. Tüm bu etkenler birleşince darbe gerçekleşti.

'ÖNDER APO HAREKETİMİZİ ZOR KOŞULLARA HAZIRLAMIŞTI'

Bu darbenin halklar, demokrasi güçleri, sol-sosyalist güçler ve Kürt hareketleri üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçlar nedir?

Askeri faşist darbenin gerçekleşmesi birçok gerçekliği ortaya çıkardı. Sol güçlerin zayıflığını, demokrasi güçlerinin zayıflığını, Kürt gruplarının zayıflığını, yine bizim hareketimizin eksiklik ve yetersizliklerini ortaya çıkardı. Çünkü 12 Eylül Askeri Darbesi devrimci hareketlere ve halka çok sert yöneldi. Gelir gelmez terör estirdi, tutuklamaları yoğunlaştırdı. 12 Eylül’den önce ilan edilen sıkıyönetim zamanında da tutuklamalar artmıştı. O sıkıyönetim ortamında tutuklamaları arttırarak devrimcileri zayıf düşürüp 12 Eylül’ün gerçekleşmesine zemin hazırlanmıştı. 12 Eylül’le birlikte bu saldırılarını arttırdılar. Öyle ki, gözaltına alınanlar karakollara sığmadığı için Kürdistan'da spor salonları ve okullar gözaltına alınanlarla dolduruldu. Buralar işkencehaneler haline getirildi. Türkiye'de de benzer bir saldırı oldu. Bu saldırılardan sonra gençlerin, işçilerin mücadelesi durdu. Devrimci örgütler mücadele edemez hale geldiler. 12 Eylül öncesi yoğun bir mücadele varken, darbe sonrası mücadele birden bire durdu. Kürdistan'da diğer Kürt grupları da kısa sürede etkisizleşti.

Bizim Hareketimiz diğer Kürt örgütleri ve Türkiye soluna göre örgütlülüğünü belli düzeyde koruyor ve mücadele kapasitesini sürdürüyordu. 12 Eylül’den önce Önder Apo tedbir olarak dışarı çıkmıştı. Önderliğin dışarıda olması önemliydi. Hareketimiz 12 Eylül öncesi Lübnan sahasına onlarca kadro göndermiş, Filistin kamplarında askeri eğitim yaptırmıştı. Bu kadrolar ülkeye dönerek gerilla savaşı başlatma hazırlıklarına girmişlerdi. Yine Hareketimiz şehirlerden dağa çıkılması yönünde önceden tedbir aldırdı. Darbe öngörüldüğünden dağlarda sığınaklar kazılarak üslenilmesi talimatı vardı. Ancak Önderliğimizin belirlemeleri olmasına ve talimat verilmesine rağmen Hareketimizin de çok fazla tedbir aldığı söylenemez. Öngörülü olarak daha iyi tedbirler alınabilirdi. Bu konuda tedbirler zayıf kaldı. Ama yine de Hareketimizin bir gücü vardı. Sert koşullar bir yönüyle de bütün hareketlerin karakterini ortaya koydu. Önder Apo’nun daha baştan itibaren Kürdistan'ın koşullarının zor olduğunu, zor koşullarda mücadele edileceğini, kimsenin kolay mücadele beklentisi içinde olmamasını, bunların göze alınarak mücadelede yer alınması gerektiğini söylemesi, PKK'nin ağır saldırılar altında kendini korumasını sağlamıştır. Bu bakımdan sürekli Kürdistan'daki sömürgeciliğin nasıl zalim bir sömürgecilik olduğunu, ne kadar sert yönelimler içine gireceğini, ağır baskı yapacağını değerlendirerek buna karşı ancak disiplinli bir örgüt, ciddi bir örgüt anlayışıyla mücadele edileceğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle Apocu grubu ve PKK'yi sürekli sert ve zor koşulların mücadelesine göre hazırlayan bir zihniyet ve anlayışla örgütü şekillendirmeye çalışmıştır.

Zaten PKK diğer hareketleri kolay koşullarda mücadeleye göre şekillendikleri için eleştirmekteydi. Onları reformist, teslimiyetçi olarak değerlendiriyorduk. Onların anlayışıyla Kürdistan'da mücadele edilemeyeceğini söylüyorduk. 12 Eylül bizi haklı çıkardı. 12 Eylül’den önce onlar bizim bu eleştirilerimiz karşısında rahatsız oluyorlardı. Ama 12 Eylül sert saldırı içine girince hemen etkisizleştiler. Hareketimiz de darbe yemiş olsa da onlar gibi dağılmadı. Önder Apo hem bu Hareketi zor koşullara göre hazırlamıştı, hem de biz örgütlüydük, örgütlü bir güçtük. Diğerleri örgütsüzdü, bir dernek gibiydiler. Yumuşak koşullarda mücadele eden karakterde oldukları için bizim gibi ciddi, disiplinli bir örgütlülük içinde olmadılar. Kuşkusuz biz de 12 Eylül’den önce de acemiydik, tecrübemiz yoktu, ama disiplinliydik, örgüt kültürü olan bir Harekettik. Bu nedenle 12 Eylül darbesiyle birlikte onlar dağılırken, bizim örgütle bağı kopan kadrolarımız bile örgütü aramıştır. Bırakalım kadroları, sempatizanlar bile örgütü aramıştır. Örgütle buluşmak istemişlerdir. Bu hareketimizi ayakta tutarken diğer Kürt grupları dağılmıştır. Her birey başının çaresine bakar durumda olmuştur. Zaman zaman Kürt grupları; PKK diğer örgütlere çok sert davrandı, diğer örgütlerin çalışmasına izin vermedi, onlara saldırdı; onlar Apocuların saldırıları karşısında ayakta kalmadılar, dağıldılar gibi gerçekle alakası olmayan, iftira olan, kendi karakterlerini gizlemeyi esas alan değerlendirmeler yapıyorlar. Kendi dağılmalarını, etkisiz olmalarını neredeyse hareketimize bağlayan söylemlerde bulunuyorlar. Kesinlikle gerçek böyle değildir; zor koşullara dayanamadıkları için kısa sürede dağıldılar.

Türkiye solunda da bazı hareketler ayakta kaldı. Onlar da faşizme karşı mücadele etmek istediler, ama onlar da çok fazla etkili olamadılar. Kısa sürede zayıflayarak etkisiz hale geldiler. Mücadele içine girecek güçten düştüler. Toplum da bu faşist darbe karşısında kısa sürede pasifleşti. Darbe sonrası yapılan propagandalar da toplumu olumsuz etkiliyordu. Darbeciler her gün onlarca insan öldürülüyordu, 'biz geldik ölümler olmuyor' diyerek toplumun kendilerine karşı sessiz kalmasını sağladılar. Halbuki darbe öncesi faşistleri devrimcilere ve demokratlara saldırtan Türk özel savaşı ve NATO Gladyosuydu. Onların içinde olduğu darbe olunca mücadele yöntemlerini değiştirdiler. Askeri darbe olunca faşistlere ve özel harp dairesinin örgütlediği katillere gerek kalmadı. Birçok insanı işkencede öldürdüler ve idam ettiler. Doğrudan ordu devreye girdi, ordu zor kullanıyordu, baskı yapıyordu, sokaklarda, işkencelerde öldürülüyordu. Bu ortamda toplum faşizme karşı mücadelede devrimci hareketlerin etrafında toplanan bir durumda olmadı, sessizleşti ve darbenin pratiğinin nasıl olacağını bekledi. 12 Eylül sonrası ortamı da böyle değerlendirmek mümkündür.

'ORTAK CEPHE İÇİN UĞRAŞTIK'

Hareketinizin ayakta kaldığını söylediniz. Peki, Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan nasıl bir mücadele çizgisi izledi de Hareketiniz hem ayakta kaldı hem de büyüdü?

Bunun önemli etkeni Önder Apo gerçeğidir. Hareketimizin örgüt ve kadro anlayışı, mücadele anlayışıdır. Bu açıdan 12 Eylül Askeri Darbesi karşısında diğer hareketler dağılırken Hareketimiz ayakta kaldı. 12 Eylül faşizmi karşısında Türkiye sol hareketi ve Kürt gruplarının kısa sürede etkisizleşmesi, Hareketimizin de yeniden mücadele edecek koşullara ulaşmak için yurt dışına çıkma kararı almasını beraberinde getirdi. Mevcut durumda eğer 12 Eylül faşizmine karşı tek başımıza mücadele verirsek belki savaşırız, yiğitlik yaparız, ama sonuç alamazdık. Daha sonra da mücadele edecek durumu bulamazdık. Nitekim 12 Eylül’den sonra bazı yerlerde arkadaşlar faşizme karşı direndiler, çatıştılar. Türkiye solunun etkisiz olduğu, diğer Kürt gruplarının da tasfiye olduğu bir dönemde tek başına mücadele etmenin bizim açımızdan yarar getirmeyeceği düşünülerek geri çekilme kararı alındı. Ama bu geri çekilme kararı gidelim, bekleyelim, cunta, askeri faşist darbe iktidarı bırakır sivil hükümetler gelirse gider mücadele ederiz biçiminde değildi. Diğer Kürt grupları askeri darbe oldu, o geçicidir, gider, gittikten sonra yine çalışmalarımıza devam ederiz yaklaşımındaydı. Türkiye'deki bazı sol gruplar da böyle düşünmüştü.

Belki Türkiye'deki bazı sol grup 12 Eylül faşizmine karşı mücadele etmek istemişler, ama etkisiz kalmışlardır. O koşullarda Önder Apo Lübnan’da, Suriye'de, Ortadoğu'da kadroları örgütleme, eğitme ve yeniden mücadele içine sokma çabası içerisinde olmuştur. Bu yönüyle diğer gruplar Avrupa’ya gidip mülteci olurken, Önder Apo daha ilk günden örgütü toparlama, yeniden mücadeleye hazırlama yaklaşımı içinde olmuştur. Hatta PKK ve Önderliği sadece kendi hareketlerini toparlamak için çaba göstermemiş; faşizm koşullarında ancak bir cepheyle mücadele verileceğinden, faşizme karşı birleşik demokratik cephe denilen bir cephenin oluşmasına öncülük yapılmıştır. Çoğunluğu Türkiye solundan olan ondan fazla grubun oluştuğu faşizme karşı birleşik demokratik cephe kurulmuştur. Bu cephe heyecan yaratmıştır. Ancak Türkiye’de önemli kitle tabanı olan örgütlerin bir kısmı katılmadığından Türkiye'de faşizmi yenilgiye uğratacak bir ortak mücadele ortaya çıkarılamamıştır.

Önder Apo'nun anlayışı hem Hareketi, hem de Türk solunu toparlamaktır. Hatta Türk solundan birçok kişinin Lübnan’a çekilmesini Hareketimiz sağlamıştır. Dev-Yol’dan birçok militanı ve öncü kadrolarını Hareketimiz dışarı Türkiye dışına çıkarmıştır. Ancak Dev-Yol’un yetersiz yaklaşımları, Dev-Yol’un faşizme karşı birleşik cephe mücadelesinde yer almaması, kendini dışarıda tutması, özellikle Apocularla, PKK ile yan yana gözükmek istememesi faşizme karşı geniş cephe kurulmasını ve ortak mücadelenin gelişmesini çok olumsuz etkilemiştir. 12 Eylül’e karşı mücadeleye Dev-Yol katılsaydı, Halkın Kurtuluşu doğru bir yaklaşımla katılsaydı, cephe geniş ve büyük olsaydı, Türkiye soluyla Kürt Özgürlük Hareketi'nin ortak mücadelesi gelişir, faşizme karşı mücadelenin seyri değişebilirdi. Hatta Türkiye şu anda mevcut durumda olmazdı. Türkiye'de devrimci demokratik değişim gerçekleştirilebilirdi. Ama faşizmin en koyu ortamında bu sorumluluk gösterilemedi. Hareketimizin de tek başına çabaları da yetmedi. Faşizme karşı birleşik demokratik cephe zayıf kalmışsa da, diğer Türk solu gruplar katılmamışsa da Hareketimiz, Önder Apo kadroları eğitip, örgütleyip mücadeleye yönelterek faşizme karşı mücadeleyi geliştirme yaklaşımı içinde olmuştur. Mücadeleyi geliştirmede PKK en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Zaten zindan direnişiyle birlikte de Hareketimizin bu çabaları daha da güçlenmiş, Önder Apo'nun çabalarıyla zindandaki direniş birleşerek hareketimizin güçlenmesi ve ülkeye yönelmesi gerçekleşmiştir.15 Ağustos Hamlesi ile gerilla mücadelesi başlatılmış, bu temelde diriliş devrimini gerçekleştiren serhildanlar gelişmiştir.

PKK'Lİ TUTSAKLARIN DİRENİŞİ VE ETKİSİ

12 Eylül koşullarında PKK’li tutsaklar nasıl bir duruş ve direniş içerisinde oldular? Bu direniş 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'ni nasıl etkiledi?

12 Eylül ortamında zindan direnişi tarihi bir rol oynamıştır. Bu da şundan kaynaklandı; bütün örgütler yurt dışına çıktılar, mücadele edemez hale geldiler. Hareketimiz de belirli oranda darbe yemişti. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'nden sonra dışarıda da örgüt olarak ayakta kalmak, gücünü korumak kolay değildi. 12 Eylül öncesi birçok devrimci örgüt vardı, ancak darbe sonrası etkisizleştiler. Bu, irade kırılmaları yarattı, olumsuzluklar yarattı, güvensizlikler yarattı. Dışarı çıkan örgütler de bundan dolayı kendilerini toparlayamadılar. Dağılma etkeni ve inançsızlık arttı. Bütün örgütler içinde tasfiyeci eğilimler gelişti. Bir daha mücadele edilemez anlayışları gelişti. Bazı gruplarda militan mücadele etme anlayışı vardıysa da etkili olamadılar. Dışarıda devrimci örgütler etkisizleşmiş ya da tasfiye olmuşlardı. Böyle bir ortamda düşman zindana da yöneldi. Bu ortamda zindandaki tutsakları da teslim alarak, ezerek orada direnişi kıracak; böylelikle ne dışarıda, ne de içeride halkın özgürlük mücadelesini, özgürlük ve demokrasiyi savunacak bir hareket kalacaktı. Böylelikle kendisini 40-50 yıl hakim kılacaktı. 12 Eylül faşizminin böyle bir planı vardı. Bu yönüyle zindanlara da ağır yöneldi. Tabii ki Türkiye solunun ağırlıkta olduğu Mamak, Metris gibi zindanlara da ağır yöneldi. Türkiye solunu dışarıda etkisizleştirmiş, içeride de mücadele yürütecek bir zihniyet, anlayış, örgüt kalmasın diye zindanlara yönelmişti.

Zindanlar içinde en fazla da PKK tutsaklarının bulunduğu Diyarbakır 5 Nolu zindanına saldırı oldu. Orada PKK’li tutsaklar şahsında PKK'nin iradesi kırılmak ve tasfiye edilmek istendi. Zindandaki tutsaklar şahsında PKK zindanların betonlarına gömülmek istendi. Bu yönüyle Amed zindanında çok ağır baskılar, irade kırma saldırıları oldu. Bütün tutsaklar teslim alınmak, itirafçı yapılmak hedeflendi. Böylelikle onlar şahsında sadece Hareket tasfiye edilmeyecek, onlar şahsında toplumda pasifikasyon ve yılgınlık da derinleştirilecekti. Bakın, en militan olanlar, en özgürlükçü olanlar, en fazla Kürdistan'ın özgürlüğünden, sosyalizmden ve demokrasiden söz edenler, kendini militan olarak gösterenler, biz sömürgeciliği yenilgiye uğratacağız, emperyalizmi Kürdistan'dan kovacağız diyenler teslim oldular diyerek, böyle bir ortam yaratarak zindandaki tutsaklar şahsında Kürdün umudunu tümden kıracaklardı. Kürdü bir daha mücadele edemez, mücadele için ayağa kalkamaz hale getireceklerdi. Bu nedenle baskılar ağır oldu. Bu baskılar karşısında dayanamayıp teslim olanlar, itirafçılar oldu. Düşmanın amacı çok uğursuzdu. Bütün Kürt tutsakları, PKK’lileri itirafçı yapmak istiyordu. Böylelikle Kürdistan'da halkın özgürlük umudu kırılmak isteniyordu. Soykırımcı sömürgecilik diğer örgütlerin Kürdistan'da yapabilecekleri bir şey yoktur, onlar rahatlıkla etkisizleştirilebilir. Esas olarak PKK'nin tasfiye edilmesi ve ezilmesi gerekir amacıyla ağır saldırılar yürüttü.

Bu uğursuz amaçlara karşı tarihi direnişler oldu. Mazlum’un ve Dörtler'in direnişi oldu. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu gerçekleşti. 14 Temmuz Direnişi şahsında somutlaşan direnişlerde büyük şehadetler yaşandı. Bütün bunlar sadece içeride baskıların teşhir olmasını sağlamadı; ideolojik olarak 12 Eylül faşizmini yenilgiye uğrattı. PKK’nin mücadelesinin gelişmesinde de çok önemli etkileri oldu. Önderliğin yurt dışında örgütü toparlayıp yeniden mücadele eder hale getirme çabalarına güç verdi, destek verdi. Tasfiyeciliğin, kaçkınlığın, ülkeye gidilemez, mücadele edilemez, Hakkari’den geçilirse herkes imha olur denilerek mücadeleyi geriye çeken teslimiyetçi anlayışların çanına ot tıkadı. 14 Temmuz direnişçileri bu tür tasfiyeci eğilimleri kırarak ülkeye dön çağrısı oldu. Artık tasfiyecilerin, kaçkınların, mücadeleyi geriye çekmek isteyenlerin söyleyecek sözü kalmadı. Artık söz 14 Temmuz’un sözüydü, Mazlum’un sözüydü, Dörtler'in sözüydü. Onlar partiyi temsil ediyorlardı. Onlar en zor koşullarda direniyorsa o zaman dışarıda daha rahat ve etkili direnilebilirdi. En zor koşullarda direnip mücadele ediyorlarsa, partinin öncü kadroları yaşamlarını ortaya koyuyorlarsa bütün örgüt, bütün militanlar da mücadele edebilirdi; yaşamlarını ortaya koyabilirlerdi.

Amed 5 Nolu zindanında gerçekleşen direniş dışarıdaki mücadeleyi ve halkı çok olumlu etkiledi. 12 Eylül faşizmini teşhir etti ve yenilgiye uğrattı. 12 Eylül ilk yenilgisini Diyarbakır zindanında direnişlerde aldı. Onlar tutsaklar şahsında PKK'yi tasfiye etmek isterken, halkın umudunu kırmak isterken tersi gerçekleşmiştir. Zindanlar şahsında halkın umudu yükselmiş, zindan direnişçileri şahsında PKK'nin devrimci karakteri daha da keskinleşmiştir. Zor koşullarda mücadele etme anlayışı tarz haline gelmiştir. Zindan direnişi şahsında Kürdistan devriminin tarzı ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle 12 Eylül’ün amaçları tersine çevrilmiştir. Bu açıdan zindanların mücadelemizdeki yeri çok çok önemlidir. Önder Apo zaten 14 Temmuz direnişçileri için, “onlar bizi en iyi anlayanlardı, mücadelemize en büyük destek verenlerdi” diyerek zindan direnişinin nasıl tarihi sonuçlar doğurduğunu ortaya koymuştur. Zaten ondan sonra Hareketimizin de örgütlenmesi, çabaları etkili hale gelmiştir. Halkımızın da faşizme karşı mücadele iradesi ortaya çıkmıştır.

Hareketimiz bunu yaparken diğer Kürt grupları ne içeride ne de dışarıda böyle bir direniş iradesine sahip olmadıkları için tasfiye olmuşlardır. Dev-Yol ve bazı hareketler de bu dönemde beklemişler, mücadele etmemişlerdir. Mücadele ederek kazanılacağını görmeyen sığ bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Hatta bu koşullarda bazı örgütlerde mücadele edersek bizi ezerler, mücadele edersek sert üzerimize gelirler yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Halbuki 12 Eylül karşısında mücadele etmedikleri için itibarlarını ve etkilerini kaybetmiş ve giderek etkisizleşmişlerdir. Bunu şunun için söylüyorum; tarih şunu kanıtlamıştır, mücadele eden örgütler ayakta kalır, mücadele etmeyenler etkisizleşir. Faşizm karşısında ancak mücadele edilerek ayakta kalınır. Niyetleri ne olursa olsun faşizm karşısında sessiz kalarak, mücadele edilmeyerek, beklenerek hiçbir örgüt bir yere gidemez, etkisizleşir.

Zindan direnişlerinin 12 Eylül faşizminin uygulamalarına karşı Türkiye ve Kürdistan halkına nefes borusu olduğunu söyleyebilir miyiz?

Zindan direnişleri çok önemli sonuçlar doğurdu. Özellikle Kürdistan'da halk şunu düşündü; bu zindan direnişçilerinin elinde hiçbir silah yok, sadece çıplak yürekleri ve inançları var. Onlar o koşullarda direnebiliyorsa biz de direnebiliriz anlayışı halkta gelişmiştir. Yine PKK'nin kadrolarında, militanlarında bu arkadaşlar en zor koşullarda, imkansızlıklar içinde direniyorsa, bizim dağlarımız var, toplumumuz var, bu koşullarda direnip başarırız anlayışı gelişmiştir. Bu yönüyle şunu söyleyebiliriz; 14 Temmuz şahsında zindan direnişi 1980 ile '84 arasında köprü olmuştur. Direniş boşluğu bırakmamıştır. 1980’de 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi gelmiş, direnişi ezmek istemiştir, ama zindan direnişi '80-84 arasında köprü olarak o boşluğu doldurarak devrimci hareketlerin, Kürt Özgürlük Hareketi'nin direniş geleneğini sürdürmüştür. Halka nefes aldırmaktan öte, 12 Eylül faşizminin ağır baskısı, psikolojik savaşı, bunaltıcı ortamında halk 12 Eylül faşizminin o kadar da güçlü olmadığını, bu faşizme karşı mücadele edilebileceğini görmüştür. Bu çok önemlidir. Bu açıdan halkta yeniden umut ortaya çıkmıştır. Önder Apo'nun dediği gibi umut zaferden daha değerlidir. Umut kırılmak istenirken umut güçlendirilmiştir; halkın geleceğe inancı artmıştır. Mücadele edilebileceğini, faşizmin yenilgiye uğratılabileceğini düşünmüştür. Bu yönüyle özellikle Kürdistan'da, buna Türkiye de dahil, halkın iradesinin kırılmasının önüne geçilmiştir. Bu çok önemlidir. Zindan direnişinin en büyük başarısı budur. Türk devletinin irade kırma saldırısını boşa çıkarması halka gerçekten nefes aldırmıştır. Halkı rahatlama anlamında bir nefes aldırmadan söz etmiyoruz. Bundan öte, halka yaşam nefesi olmuştur, yaşam iksiri olmuştur. Kendisinin bir toplum olarak yaşayacağı bir zihniyet, ortam ortaya çıkarmıştır. Nefes aldırmadan öte, bütün yaşamını, bütün geleceğini kazandıran bir psikolojik ortam, bir ideolojik ve inanç ortamı, bir irade gücü, mücadele anlayışı ortaya çıkarmıştır.

YARIN DEVAM EDECEK